Rasulullah’a (sav) en yakın ve O’na en evla olan insanlar, Allah’ın emirlerini yaşamada en hırslı olanlar, onunla en çok meşgul olanlar, tam olarak emirlere riayet eden ve tam olarak emrin içine girenlerdir. Ancak Allah’ın emirleriyle iman ve itaate dalalet eden hayır iman ve taatın zıttı olan küfür ve günahı menetmelerine davet edilir.
Allah böyle emir buyurmuştur: “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Âl-i İmrân, 3/104) Emri bil maruf nehyi anil münker, dinin en büyük alametlerindendir, İslam’ın en sağlam sütunudur ve Müslümanlara büyük bir vazifedir. Emir vahy ile dinin düzeni ve bütün ihtiyaçları yerine getirilebilir, ihmalinde hukukla yok olur, hadler aşılır. Haklar gizlenir, batıllar da zahir olur.
“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık kimselerdir.” (Âl-i İmrân, 3/110)
Maruf: Allah’ın yapılmasını emrettiği ve kulunun onu yerine getirmesini sevdiği amellerdir. Münker ise Allah’ın istemediği fiillerdir. Allah’ın emri ve vahiylerine uygun yaşamak illa ki lazımdır, bunun terkine herhangi bir ruhsat yoktur.
Rasulullah (sav) bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Sizden herhangi biriniz bir kötülük gördüğünde onu eliyle değiştirsin. Eğer buna güç yetiremezse diliyle değiştirsin. Buna da güç yetiremezse kalbiyle (buğz etsin). Bu ise imanın en zayıf mertebesidir.” (Müslim)
“Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.” (Tirmizî)
“Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, ya marufu emreder ve münkerden nehy edersiniz yahut Allah size açık azap gönderir, sonra Allah’a yalvarırsınız, fakat o zaman duanız da kabul edilmez.” (Tirmizi)
Allah’ın Rasulu (sav) başka bir hadislerinde şöyle dedi: “Eğer ümmetimin, zâlime ‘Sen zâlimsin!’ demekten korktuğunu görürsen, bil ki onun varlığı ile yokluğu birdir.”
Sam yeli gibi esen ve değerlerimizi kurutan liberalizm rüzgârı bazı Müslümanları da etkilemiş olmalı ki aile içinde din eğitimi verilmesine, erdemlerin yeşerip boy atmasına ve günahları engellemek için uygun yöntemlerle tedbir alınmasına karşı çıkıyorlar. “Bırakın herkes kendi dinini, kendi ahlakını kendi seçsin, kendi ilkelerine göre yaşasın.” diyorlar. Kur’an-ı Kerim insanın kendini yeterli göreceği zaman sapıklığa gideceğini beyan ediyor: “Hayır, insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder. Şüphesiz dönüş ancak Rabbinedir.” (Alak, 96/6-7-8) Bu ayeti kerimeden anlaşıldığına göre insan kendi kendini yeterli gördüğü zaman yoldan çıkmış haddini aşmış olur.
“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır.” (Tahrîm, 66/6)
Aile reisi ve diğerleri aile fertlerini sonu ahirette ceza görmek olan davranışlardan, alışkanlıklardan ve ihmalkârlıklardan koruyacak. Nasıl koruyacak? En uygun yöntemlerle günah, kusur ve ayıp olan fiilleri engelleyerek... Yapılması gerekenlerin yapılmasını sağlayarak, yapılmaması gerekenleri engelleyerek koruyacaktır.
Namazı kılmayan bir aile ferdini diğerleri uyarmazsa, namaza teşvik etmezse, namaz kılanla kılmayana ilgi ve sevgide eşit davranırsa sorumluluğunu nasıl yerine getirmiş olacak?
“Ailene namazı emret ve kendin de ona devam et...” (Tâ-Hâ, 20/132)
Bu hem aile büyüklerinin namazı aksatmadan ve özenle kılmalarını hem de aile fertlerini namaz kılmaya çağırmalarını, namazı kılıp kılmama konusunda onları serbest bırakmamalarını emrediyor.
“…İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.” (Mâide, 5/2)
Ailenin fertleri namaz kılmıyor, orucu tutmuyor, diğer farzları yapmıyor, haramları işliyorsa başta anne-baba olmak üzere diğer fertler onların bu günahları karşısında duyarsız ve tedbirsiz kalıyorlarsa yukarıda meali verilen ayete aykırı davranmış olmazlar mı?
Şöyle diyenler var: “Namaz bir ibadettir, ibadet zorla olmaz, kişi kendi iradesiyle, baskı altında kalmadan namaz kılmalıdır ki yaptığı ibadet olsun.” Bu söz doğrudur ancak dünya ve ahiret hayatımız için iyi ve faydalı olanın yapılmasını, kötü olanın terk edilmesini sağlamak için başta çocuklarımız olmak üzere insanlara eğitim vermiyor muyuz? “Bırakalım yaparsa yapsın, yapmazsa yapmasın, ister iyi olsun ister kötü ve ahlaksız olsun.” diyor muyuz? Beşerî arzularımız ve duygularımız bizi günaha, yanlışlığa, haksızlığa, ibadetleri terk etmeye de sevk edebiliyor. Zamanında eğitim vererek, gerektiğinde uygun şekilde müdahale ederek insanları iyiye ve güzele yönlendirerek insanları kötü ve günah olandan alıkoymaya çalışırsan liberal takılanları bilmem ama biz müminler vazifemizi yapmış oluruz. Nefsinin meşru olmayan arzularını yenme konusunda kendisine yardımcı olduğumuz, kendisi için hayırlı olduğu halde yapamadıklarını yapmasını sağladığımız insanlar da sonunda mutlu olurlar.
Eğitim safhasından sonra ibadetlerini kendi iradesiyle ve severek yaparlar.
Zira Cenab-ı Allah soğuk itizar yalandan yapılan illetler (uyduruk deliller) kabul etmez. Tıpkı asrımızdaki gibi iyiliği emr, kötülüğü men etmediği veya hayatında bunları yapmadığı için bin bir bahane bulanlar gibi. Ve diyorlar ki “biz bunları halka anlatsak kimse bizi dinlemez, kulak da asmaz” veya diyorlar ki “Biz bunları anlatsak zorluklarla karşılaşıyoruz onun için yapamıyoruz, sükût ediyoruz.” Bu tür bahaneler dinde basireti olmayanın ve Allah’ın dinine gayret etmeyenlerin evhamlarıdır.
İyiliği emredip kötülüğü menettiğin zaman sana çok eziyet yapılıyorsa veya yakinen kabul edilmeyeceğine inanıyorsan sükût etmek caiz olur. Buna rağmen emir ve neyhin yerine getirilmesi daha üstün ve daha evladır, çünkü üzerindeki farzı eda etmiş oluyorsun.
Bu ne acayip bir şeydir ki birisine sövüldüğü zaman veya elinden malı alınınca -velev ki azıcık bir miktar olsun- dünya ona dar gelir, sabrı tükenir, sükût etmeye takati kalmaz, artık sükût etmeye bahana aramaz. Emir ve neyhi sükûtuna bahane bulduğu gibi böyle kimselerin ırz ve malları dinlerinden sanki daha önemliymiş gibi başka bir şey düşünemez hale gelirler.
Biz onların mazeretleri olan “Biz neyhi yaptığımız zaman kulak asılmayacak.” Sözlerini doğrudan kabul etsekte onları münker(kötülük) işleyenlerin içine doğrudan sevk eden ve birlikteliklerini sağlayan şey nedir acaba? Cenab-ı Allah onları terk etmeyi müminlere farz kılmış ve kendisi ve Rasulunun yolunda olmadıkları müddetçe onlardan yüz çevirmiştir.
Hadis-i şerifte sabittir ki münkerlere müşahede eden, değiştirmeye muktedir olup da değiştirmeyenler günahta münkerlerle ortaktır. Kaldırmaya gücü yetenin de münker şeye razı göstermesi günaha müşahede eden gibidir. Ne kadar uzak olursa olsun, münker ehillerin içlerine dalan ve istedikleri amelleri işlemese de Allah’ın yanında olanlarda sayılıyor. Eğer onlara Allah’tan bir azap isabet ederse ona da isabet eder çünkü o da onların içindedir.
Taat ehlini Allah için sevmek, günah ehlinden de uzak durmak gereklidir.
Rasulullah’ın bir hadis-i şerifi şöyle: İsrailoğulları kendilerinden uydurma yani dinleri dışında hadiselerin içine daldıkları zaman âlimleri onları uyarmışlar, yapmayın sizin yaptığınız Allah’ın kabul ettiği değildir, diye ikaz etmişler. Kimse ikazlarına uymamış, ondan sonra âlimleri de onların içine dalmışlar ve bütün din işlerini onlara uydurmuşlardır. Onların hareketleri münker fiilden başka bir şey değildir, olamaz. İsrailoğulları münker fiilleri yaptıkları zaman Allah kalplerini mühürledi Meryem oğlu İsa’nın lisanı üzere onları lanetledi.
Deniz kenarındaki kasaba halkının olayında ise:
Cumartesi günü kendilerine haram ve yasak edilen avı kendilerine helal kılarak av yaptılar. Bunlar bir Yahudi topluluğu idi. Bunlar yasak av yaptıkları için kendi içlerinde üç fırkaya bölündüler:
1. Fırka: O yasak avı kendilerine helal edip yiyenler.
2. Fırka: Av yapmayanlar, yapanlara karşı çıkan ama onlardan ayrılmayıp beraberliklerini devam ettirenler.
3. Fırka: Cumartesi avını kendilerine helal eden fırkaya karşı çıkarak onlardan ayrılanlar.
Allah’ın azabı 1. Fırkaya geldiğinde 2. Fırka da bu azaptan kurtulamadı. Çünkü asilerle irtibatlarını kesmeyip onlarla beraber kaldılar. Bu yasağı işlemedikleri halde azaptan kurtulamadılar. 3. Fırka bu azaptan kurtuldu. Çünkü Allah’ın yasağını helal kılan fırkayı tasvip etmeyip onları terk ettiler. Anlaşılan manada bir kişi Allah’ın yasaklarını işleyenleri terk etmeden yalnız karşı çıkmakla umumi azaptan kurtulamıyor.
Bu meseleden Cenab-ı Allah şöyle söz etmiştir. “Onlar kendilerine hatırlatılanı unutunca, biz de kötülükten alıkoymaya çalışanları kurtardık. Zulmedenleri yoldan çıkmaları sebebiyle, şiddetli bir azapla yakaladık.” (A’râf, 7/165)
Cenab-ı Allah onların şekillerini değiştirerek maymun yapıp onlara lanet etmiştir.
Başka bir ayet de daha onlara lanet etmiştir:
“Ey kendilerine kitap verilenler! Birtakım yüzleri silip de tersine çevirmeden yahut cumartesi halkını lânetlediğimiz gibi onları lânetlemeden, yanınızda bulunanı (Tevrat’ı) doğrulayıcı olarak indirdiğimiz bu kitaba (Kur’an’a) iman edin. Allah’ın emri mutlaka yerine gelecektir.” (Nisâ, 4/47)
Allah’ın yasaklarını çiğneyenleri, tekrar doğru yola dönmelerinden umut kesildikten sonra terk etmeli ve onlardan uzaklaşmalıdır.
Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: “…Birbirinizin kusurunu araştırmayın…” (Hucurât, 49/12)
Bu konuda Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kim Müslüman din kardeşinin ayıbını araştırırsa Cenab-ı Allah da onun ayıbını açığa vurur.”
Kişinin emri yerine getirmeyip terk ettiğini gözünle gördüğünde emri marufu emretmek vacip olur. Münkerde de hüküm aynıdır. Bu cümleye çok dikkat edelim çünkü yaşadığımız asırda insanların çoğu yanlışlığa girmiştir.
En mühim olan bir insanın münker fiilini ve sözlerini kendi gözünle görmeden ya da takva sahibi biri tarafından nakledilmedikçe tasdik etmemeli (doğrulanmamalı). Çünkü Müslüman için hüsnü zan yapmak bir emirdir.
Bu çağda insanlar arasında biri birini kötüleme sanat olmuş benimsenir bir hale getirilmiştir. Kötüleme yaygara kolaylığı herkesi sarmıştır. İnsanların yanında şükreden, onların havasına ve fiillerine uyan kimsedir, velev ki Allah’a uygun bir ameli olsun, onların yanında kötü olan fiil ve havalarına uymayandır velev ki salih bir kul olsun.
Övmeye layık olmayanı aynı fikirlerinde oldukları için rahatlıkla överler ve kötülüklerini görmezden geliyorlar. Onların fiili ve nefsi hevalarına muhalefet ederek nasihat edeni kolaylıkla kötülerler. Allah’ın koruduğu dışında çoğu insanın hali böyledir. Bu nedenle kişi bütün işinde Allah’ın yanında meşru olmayan fiillerden kendi nefsini korumaya sahip çıkıp çok ihtiyatlı davranması lazımdır. Çünkü zaman fitnelerle dolu. Bil ki nazik ve yumuşak davranışlar, kabalık, sertlik, ayıpları bulmaya çalışmak ve azarlama davranışlardan uzak durmanın, hakkı kabul etmen ve düzgün, doğru bir yolda olman büyük bir asalettir.Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirmekle beraber Müslüman kardeşlerine nasihat ederken nasihatlerini güzel et, burada kullanılan siyaset politik anlamda değildir. Dine ait bulduğun güzel bir şeyi lüzum görülen yere yerleştirmek anlamındadır. Yalnızken konuşmak, çok yumuşak olmak, ona merhamet kollarını açmak ki yumuşaklık olduğu zaman illa o şey güzelleşir, olmadığı bir şeyde ise çirkinleşir.