Varlığı, yerine başka hiçbirşey konulamayacak tescilli varlık; “Ana…” Daha dünyadayken makam almış değer, analık… “Cennet anaların ayakları altında…” buyurmuştu insanlığın Efendisi Peygamberimiz (sav).
Allah’tan geldik, Allah’a gidiyoruz. Bizlere hayatı lütfeden, bahşeden Allah…
Şefkat ve rahmet kainatın mayasında, hamurunda var. Ölüm bir son değil, bir başlangıç… Dünya hayatımızın sonu, ebedi hayatın da başlangıcı… Onsuz olmuyor, ölünecek ve “ol”unacak…
3 Haziran 2012’de Şenel İlhan Beyefendi’nin kıymetli anneleri Şerife İlhan Hanımefendi vefat etti. O, nezih, kibar ve ince ruhluydu. Bu konuda söylenecek sözlerin hepsini fazlasıyla hak ederdi. Ama biz ona kendi muhabbet menzilimizde kısaca “Şerife Ana” derdik. Her yönüyle annelik makamının kutsiyetiyle muttasıftı Şerife Ana… Şerife Anamızı kaybettik ama O tüm annelere şeref ve şefaat kaynağı olan bir duruşla dâru bekaya irtihal etti.
İnsanoğlu, böyle bir değeri kaybettiğinde, iç aleminde birşeyler pekişir, insan olmaya doğru yeni bir yelken açar. Bizler de Şerife Ana’nın vefatıyla içimizde birşeylerin pekiştiğini hissettik. Sadece kendi açımızdan değil; geçmiş, gelecek, görev, muhasebe, hepsi birarada... Hepimizin başına gelecek ölüm gerçeğiyle bir kez daha yüzleştik. Üzüldük, duygulandık, düşündük… Bütün mutlak değerleri biraraya getirerek düşündük. Adeta kendi annelerimizin annelik sırrını yeni baştan idrak ettik. Bunu bize bir kez daha hissettiren Şenel İlhan Beyefendi'nin, annesinin vefatındaki sözleri hala kulaklarımda çınlıyor:
“OĞLUM! ANNENİZİN KIYMETİNİ BİLİN…”
Şerife Ana bir anneydi, hem de çok güzel bir anneydi. “Oğlum!” derken gözlerinin içi ışılayan, sıcak sımsıcak bir anneydi. Yüzünden gülücükler hiç eksik olmazdı. Anadolu insanının tüm sıcaklığını onda görmek mümkündü. Yaz ya da kış hiç farketmez, Tokat’a giden her ihvanın yolu Şerife Ana’ya uğrardı. Bir dua almak, hatır sormak, halleşmek, helalleşmek, muhabbet etmek için mutlaka Emin Amca ve Şerife Ana ziyaret edilir, onların o tatlı, sıcak ikliminden istifade edilirdi. “Hoş geldin oğlum!” derdi her gelene Şerife Ana. Çok vefalıydı… Sizlerin onu düşündüğünden daha çok sizi düşünür, yanınızda eşiniz çoluk çocuğunuz yoksa mutlaka onların da hatırını sorar, selam söylerdi. Bizler Şerife Ana’nın şahsında kendi analarımızı görürdük hep. “Yemez yedirir, giymez giydirir” derler ya, Şerife Ana öyleydi işte… İkramsız göndermezdi kimseyi… Ana yüreğinin sıcaklığını biz evlatlarına taşırdı. Hele Şenel İlhan Beyefendi'ye, her karşılaştığında “Oğlum, Şenel…”, gıyabında “Şenelim...” deyişi vardı ki insanın içi erirdi. Anneliği annelik, insanlığı insanlıktı. Eğer Şenel İlhan Beyefendi orada yoksa Yusuf’unu bekleyen Yakup misali evladını arardı gözleri; duygu dolu bakışları ve kadife gibi sözleri… Nasıl aramasın ki! O kadar vefakar bir evlat, ince ve hassas bir ruh çok zor bulunurdu… Kadir kıymet bilmek, vefalı olmak, değer vermek, duygunun tüm tezahürleriyle davranmak Şenel İlhan Beyefendiye ait hassasiyet… Yaptığı her işin en güzelini yapmaya çalışan, ana baba hakkını ve hukukunu bu denli derinlikli düşünen, attığı her adımda Allah rızasını düşünen bir evlat… Yeri geldiğinde anaya analık, babaya babalık yapan bir evlat… Aralarında böyle bir duygu alışverişi vardı. Annesine takılırdı; “Benim ‘canım anacım’ nasılmış?” derdi…
Şerife Ana’nın vefatında, öncesinde de sonrasında da bazı fevkalade olaylar yaşandı. Vefatından bir hafta önce Münevver Hanım kardeşimiz bir rüya görmüştü.
Vefatından önce görülen rüya, yıkama esnasında yaşananlar… Defnedilme anında yaşadıklarımız… Sonrasında yapılan mütalaalar… Hepsi de ilginçtir ama ‘önceden bilinen’, fevkalade olaylardı.
Örnek bir hayat ve örnek bir ölüm…
Dua etmekten başka elimizden bir şey gelmiyordu. Doktorlar yoğun bakım ünitesinde tüm imkanları seferber ettiler. Bizler de bir ümit ile gelişmeleri takip ederek bekleşiyorduk. Bir ekrandan izler gibi, elimizden geleni yaptığımız halde rüyada görülen olayların birebir gerçekleştiğini gördük. Bir meselenin asli şahitleri olunca bu daha iyi anlaşılır. Biz de rüyayı ve yaşananları, bizzat rüyayı gören Münevver Elmas Hanım’dan dinleyelim:
YÜZÜNDEN HER TARAFA NUR ŞEKLİNDE IŞIK YAYILIYOR;
“Ben, Şenel İlhan Beyefendi'nin âcizane yanında hizmet etmeye çalışan biriyim. Şenel İlhan Beyefendiyle tanışıklığımız uzun zamandır sürmektedir. 27 Mayıs 2012 tarihinde rüyamda Şenel İlhan Beyefendi'nin annesi muhterem Şerife Hanımı gördüm. Rüyamda bir evdeyiz. Evin bir odasına giriyorum. Şerife Annemizi yatağında görüyorum. Yüzünden her tarafa nur şeklinde ışık yayılıyor. Işık o kadar fazlaydı ki gözlerim kamaşıyordu. Şerife Annemizin altını bezlemişim, kremlerini sürmüşüm. İki tane kremi yanımda, bir tanesi de yatağından yere düşmüştü. Bezi normal bezler gibi olmayıp biraz inceydi. Ben tüm bunları yaparken Şerife Annemizin vücudunun mahrem olan hiçbir yerini görmüyorum. Daha sonra Şerife Annemizi sırtıma alıyorum. Kuş kadar hafifti. Merdivenlerden iner gibi aşağıya doğru iniyoruz. Nereye ve niçin gittiğimizi bilmiyoruz. Etrafımızda bir sürü insan vardı. Fakat insanlar kendi hallerindeydi. Bize ne yapıyorsunuz diye sormuyorlardı. Rüyam böyle bitti. Rüyamı 30 Mayıs 2012 Çarşamba günü Şenel İlhan Beyefendiye anlattım. Şenel İlhan Beyefendi rüyamın rahmani olduğunu, yüzünden her tarafa nur şeklinde ışık yayılmasının Şerife Annemizin birkaç güne kadar vefat edeceğini, imanlı ve yüksek makamda gideceğini, daha önceden normal bez kullanıldığı halde ince bez kullanılmasının artık altını değiştirmeye ihtiyacının olmayacağı için yakında öleceği anlamına geldiğini, kreminin bir tanesinin düşmesinin bir müddet yaşadıktan sonra öleceğine, sırtımda taşıdığımda hafif olmasının ise günahlarının affına işaret olduğunu ve yıkama görevinin de bana verildiğini söyledi. Perşembe günü de Şerife Annenin hastaneye kaldırıldığı haberini aldık. Aynı günün gecesi apar topar Ankara’dan Tokat’a gitmek üzere yola çıktık. 3 Haziran 2012 Pazar günü Şerife Annemizin vefat ettiği haberini aldık. O gün Aynur kardeşimle beraber yıkama işlemi için hastaneye gittik. Burada da olağan dışı olaylar yaşadık. Yıkama işlemi çok rahmetli geçiyordu. Yıkama işlemi gerçekleşirken Şenel İlhan Beyefendi'den bahsediyorduk ki, tam o sırada Şerife Annemizin bana yakın taraftaki gözünün açıldığını gördüm. Tam taharetini aldıracağımız zaman elektrikler kesildi. Elektrikler kesilince kapıyı açtım. Koridorun ışığının yandığını gördüm. Eşim İhsan Bey’e içerinin ışığının kesildiğini söyledim. Eşim şaşırmış bir şekilde bana, morgun dışını kastederek “Nasıl olur buranın ışığı yanıyor!” dedi. Hüseyin kardeşimiz de “bu apaçık ilahi bir müdahale,sakin olun paniğe gerek yok,işinizi yapmaya devam edin, burada olağanüstü herşey olabilir.” dedi. Sonra, demek ki bu şekilde yıkamamız gerekiyormuş deyip yıkamaya devam ettik. Erkânına uygun bir şekilde yıkamaya özen gösteriyorduk. Elleri hep edep yerlerinin üzerindeydi. Ne tarafa çevirsek bu durum hiç değişmedi. Tam yıkarken elektriklerin kesilmesinin de Şerife Ana’ya ait bir edep tecellisi olduğunu düşünüyorum. Bu arada odanın elektriği varmışçasına aydınlandığını fark ettik. Kefenleme işlemine geçince de elektrikler geldi. O anda gördük ki Şerife Annemizin yüzü çok nurlu ve tebessümlüydü. Kefenleme işlemi bitti. Rüya aynen tahakkuk etmişti. Şimdi siz söyleyin bakalım bu yaşananlar tesadüfler zinciri olabilir mi?”
Evet, Şerife Ana’yı yıkayan Münevver Hanımın duygu ve düşünceleri bunlar… Hepsi de bizzat kendisinin gördüğü rüyanın an be an tecellileri… Kaza ve kaderine dair ipuçları… Bediüzzaman Said Nursi Hz. görülen rüyaların gerçekleşmesini kaderle irtibatlandırır ve şöyle der: “Demek ki bizi bir bilen var…”
Şerif Annemizi yıkayanlardan biri de Aynur Hanım… O da aynı şeylere şahit olmuş ve yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
“Şerife Ana’yı her ziyaret ettiğimde bana hep ‘nerde olursan ol, vefat edersem gel beni sen yıka’ derdi. Telefonla konuşmak için aradığımda da vasiyetini tekrar ederdi; beni sen yıka...
Ben de ona ‘Allah gecinden versin, hayırlı ve uzun ömürler versin’ diye mukabele ederdim. Ama o yine de her defasında üç dört kez bana aynı şeyleri söylerdi. Ben de onu üzmemek, yormamak için ‘tamam, Allah (cc) uzun ömürler versin ama öyle bir şey olursa gelirim Şerife Anne’ derdim. Şerife Annemizin rahatsızlandığını ve durumunun kötüleştiğini duyunca hemen Tokat’a geldim. Fakat ben geldiğimde O vefat etmişti. Cenaze işlemleri başlamadan evvel Şenel İlhan Beyefendiye vasiyetini arzettik.
Şenel İlhan Beyefendi ‘annemin vasiyeti yerine getirilsin, Münevver Hanımla birlikte yıkayınız’ buyurdu.
Yıkamaya başladığımızda an be an yüzünün parladığını, nurlandığını gördük. Münevver Hanımla hem görevimizi yapıyor hem de birbirimize gösteriyor ve bunu konuşuyorduk. Bu zamana kadar çok cenazeye girmiştim ama Şerife Annemiz çok farklıydı. Çok hayâ’lı olduğunu farkettim. Gözlerimle görebiliyordum. Tam abdestini aldırırken ışıklar kesildi. Jeneratör falan hemen devreye girmedi. Münevver Hanımla kapıya yanaştığımızda, kapıyı hafifçe araladık ve dışarıda ışıkların yandığını gördük. Sadece Şerife Annemizi yıkadığımız odanın ışıkları sönmüştü. Bizde hiçbir tedirginlik olmadı. Münevver Hanım eşiyle konuştu ve kapıyı hafifçe aralayıp sonra da kapattık. İçeriyi loş bir ışık kaplamıştı. Görevimizi yapabiliyorduk. Hatta o anda, Rabbim Şerife Annemizin ne kadar hayâ’lı olduğunu biliyordu ki onun böyle yıkanmasını istemiş diye düşünmekten kendimi alamadım. Tadil-i erkâna uyarak yıkıyorduk… Işıkların tam o esnada kesilmesi enteresan bir durumdu. Üstelik sadece bu odanın ışıkları kesilmişti… Işıkların kesilmesine rağmen yıkamaya devam ettik. Bir taraftan Şenel İlhan Beyefendi'den bahsediyorduk ki o esnada Münevver Hanım, Şerife Annenin sağ gözünün açılıp kapandığını söyledi. Bu da ayrı ilginç bir olaydı. Ben bu vesileyle Şerife Annenin ne kadar hayâ’lı olduğunu bir kez daha gördüm. Çünkü yıkarken ne tarafa çevirsek, eli her halükarda edep yerlerini kapatıyordu… Işıkların kesilmesi de bizlere aynı şeyleri düşündürmüştü… Daha sonra kefenleme işlemini yaptık. Bu esnada içimizden gelerek sürekli salavatlar getiriyorduk… Orada manevi bir atmosferde birşeylerin cereyan ettiğini hissetmiştik. Münevver Hanım da ben de manevi bir atmosferin içindeydik… Bu arada çok güzel bir “nispet kokusu” duyduk. Bu kokuyu sadece biz değil, daha sonra Şenel İlhan Beyefendi'nin evine gittiğimizde bize sarılan bizi kucaklayan insanlar da hissetti. Üzerimizdeki nispet kokusunu duyduklarını birbirlerine hayretle söylediler…”
Aynur Hanımın bu müşahedeleri yanı sıra Şerife Anamızın kabre konulması esnasında beni de çok duygulandıran bir olay oldu. Şerife Anamız tam da kabre konuluyordu, arkadaşlar kabrin içinde üzerini kapatmakla meşgul idiler. O esnada Erkal kardeşim, yanıma bir şemsiyeyle yaklaştı ve başımın üzerine tuttu. Şenel İlhan Beyefendi tam karşımızda ve arkadaşlar da çevresindeydi. Bizler de kabrin Şenel İlhan Beyefendi'nin karşısına gelen tarafında dualar ederek defin işleminin bitmesini bekliyorduk. Erkal’a şemsiyeye ihtiyacım olmadığını söyledim. Gerçi öğle sıcağı iyice bastırmıştı. Erkal; “Şenel İlhan Beyefendi'nin talimatı abi, sana şemsiye tutmamı söyledi.” dedi. Çok şaşırmıştım… Tansiyon ilaçları da kullanıyordum, sıcak bana dokunabilirdi, çok da duyguluyduk ama o an bunları düşünecek durumda değildim. Peki Şenel İlhan Beyefendi ne haldeydi? Tam da annesi defnedilirken bana şemsiye göndermesi ne anlama geliyordu! Şenel İlhan Beyefendi'nin ahlaki hassasiyetlerinin ne denli güçlü, sürekli ve vazgeçilmez olduğunu orada bir kez daha görmüştüm. Ama bu kadar çarpıcı olması çok düşündürücüydü… Çünkü o esnada annesi defnedilmekteydi… Erkal’a, “tamam tut öyleyse” demekten kendimi alamadım. Hâla o anı düşündükçe, aklıma geldikçe şaşırmaktan kendimi alamıyorum. Yüreğime bir şeyler düğümlenip gözlerime yaşlar doluyor…
Şerife Annemizin defninden bir gün önce yarın itibarıyla ikindi namazını müteakip defnedileceği söylenmişti. Şemsiye alıp gelmemiz de bildirilmişti. Zaten bir gün sonraki defin gününde pek çok arkadaşın elinde şemsiyeler vardı. Bu duyurudan bir müddet sonra Şerife Annemizin ikindi de değil de öğle namazından sonra defnedileceği bildirildi. Defin gününde ise o öğle sıcağının ardından ikindi saatlerinde gayet yağışlı bir hava geldi. Defin işleminin öğlene alınması büyük isabet olmuştu… Şemsiyeler mi? Onlar aynı zamanda sıcaktan da koruyordu… Şenel İlhan Beyefendi'nin öngörüleri ya da ne derseniz deyiniz; her zamanki gibi çok işe yaramıştı. İkindi vakti ise bardaktan boşanırcasına bir yağmur yağdı. Şayet defin işlemi öğle namazına alınmamış olsaydı Türkiye’nin bir çok yerinden gelen hatta yurt dışından gelenler sırılsıklam ıslanmış olacaklardı.
“ANNEM GELİYOR AKLIMA…”
Şenel İlhan Beyefendi ise üç gün üst üste ziyarete gelenlere sohbet etmişti. Sohbet esnasında ara sıra “Annem geliyor aklıma…” diyordu. Çok duyguluydu… Aynı zamanda çok metanetli idi ama bizler yine de bu duruma çok üzülüyorduk. Şenel İlhan Beyefendiyi görmenin sevinci bir tarafta, bu vesileyle görüşmenin hüznü diğer yanda… Duygularımız karma karışıktı. Üzüntüsünü paylaşmak için gelmiştik, birşeyler yapabilir miyiz acaba diye gelmiştik… Ama kader ekranında olanları izlemekten başka elimizden bir şey gelmedi…
Evet, Şerife Anneyi ahirete uğurladık. Sırlandığı yerde huzur içinde yatıyor. Bizler sadece duacıyız ama Rabbim onun makamını da halini de zaten vefatından önce rüyada göstermişti. Böyle bir evlat ve böyle bir ana… Ardında, Allah’a (cc) binlerce şükürler olsun ki, koskoca Şenel İlhan Beyefendiyi bırakarak gitti. Başardığı görevin büyüklüğünü bilseydi, tüm dünya ona dua ederdi… Ardında ona her zaman Fatiha’lar Yasin’ler okuyacak bir Feyz ordusu bırakarak gitti…
Ruhun şad, mekanın hiç şüphesiz cennet, makamın âli olsun “Şerife Ana…” O gül yüzünü, kadife sesini, insanlığını, sıcaklığını hiç unutmayacağız…