Kur’ân’a göre bir iman ve ibadet dünyası inşa etmek ve bu misyon üzere yaşayıp bu misyon üzere de ahiret âlemine göçüp gitmek, her Müslüman’ın bu dünyadaki en önemli varlık sebebidir.
“Ben, cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56) ayetinde de açıkça ifade bulduğu gibi iyi bir kul olmak için çalışmak ve bu amaçla yaşamak her Müslüman’ın üzerine dini bir vazife, bir görevdir.
Hele ki kendini avamın üzerinde bir konumda gören ve onları yetiştirmeye talip olan bir din büyüğünün, bir imam veya bir âlimin kulluk noktasındaki çabası ve gayreti çok daha fazla olmalıdır. Aksi bir durum, samimiyetten, ihlâstan uzak bir tutumdur. İslam dini bu tür samimiyetsizliği asla hoş görmez.
“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.” (Saf, 61/2-3) gibi ayetler bu tür kişileri şiddetle uyarır. Zira imametin asgari şartları bellidir. Yerine getirilmezse ehil olmayan kimselere imamlık verilmiş olur.
“Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Nisâ, 4/58)
Müslümanların ilk imamı Hazreti Peygamber’dir (sav) ve bu anlamda görevini bi hakkın ifa etmiş tabiri caizse Rabbimiz’den bu konuda en yüksek not almış, takdir ve iltifatlarını kazanmıştır.
“Andolsun, Allah’ın Resûlü’nde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb, 33/21)
Kur’ân’a göre iman etmiş ve ona göre amel ve ibadet dünyasını inşa etmiş, ahlakî duruşunu Kur’ân’la belirlemiş, bunu hem dış görünüşünde ve davranışlarında hem duygu dünyasında ve iç âleminde kusursuz bir şekilde ortaya koymuş en güzel örnek şüphesiz Efendimiz’dir. İmamlık ve önderlikte O’na yetişmek veya O’nu geçmek imkânsızdır. İnsanlar ancak o yüce dağın zirvesine yakın bir yerlerde kamp kurabilirlerse bu konumları onlar için çok büyük bir makam olur.
Asrımızın en önemli mütefekkirlerinden, âlim ve arif bir gönül adamı Şenel İlhan Beyefendi’nin bu konuyla alakalı nazarı dikkate alınacak çok önemli tespitleri vardır. Özetle şöyle söylemişlerdir:
“Peygamberlere yetişilemez, erişilemez. Bunun sebebi onların yaratılıştan özel insanlar, seçilmiş imamlar olmasıdır. Seçilmişlikleri, özel yaratılışları ile direkt alakalı bir durumdur. Bu nedenle peygamberlerin ve özellikle de Efendimiz’in (sav) yaratılışı ve kendisinde bulunan maddî manevî tüm değerleri, ahlakî özellikleri ve yetenekleri bütün diğer insanları aciz bırakacak bir özelliktedir. Çıkılması mümkün olmayan bir yüce dağın zirvesidir. Daha açıkçası, Peygamber Efendimiz (sav), Allah tarafından mucizelerle desteklenip, mucize bir kitap olan Kur’ân’la gönderildiği gibi, sıdk, emanet, fetanet, ismet, tebliğ, adalet, ahlak vb. vasıfları nefsinde en güzel bir kıvamda harmanlaması cihetiyle de mucize özelliklere sahip bir imamdır. Ve bu kıvamı hiçbir Müslüman çalışarak çabalayarak aynısıyla yakalayamaz, Efendimiz’in özelliklerine, vasıflarına yetişemez. O’na benzeyebilir ama asla aynısı olamaz veya O’nu geçemez. Veli kullar Allah’a kulluk ve itaatle velayet mertebesine ulaşabilirler. Fakat çalışarak peygamberler olamazlar.
Bu gerçeği bilmek gerekir. Bunun sebebi yukarıda da açıkladığımız gibi Peygamberimiz’in özel bir yaratılışla yaratılmış olmasıdır. O da bizim gibi bir beşerdir; ama her beşerin yetişebileceği bir konumda değildir. Kendisine tevdi edilen zordan zor önderlik ve örneklik görevini bi hakkın yerine getirmek için özel akıl, özel ahlak, özel yetenek ve kabiliyetlerle yaratılmış özel bir insandır.
Peygamber Efendimiz’in mucize özelliklerinden birisi de doğuştan güzel ahlaklı olması ve çevresindeki kötü ahlak ve geleneklerden etkilenmemesidir.
İnsanlardaki ahlak anlayışı ve ahlakî değerlerin oluşması toplumdaki töreler, gelenek ve görenekler, çevresel faktörler ve genel ahlakî kabullerden önemli ölçüde etkilenmektedir. Bu bilimsel bir tespittir. Bu gerçeğe rağmen peygamberlerin yaşadıkları toplumların kötü işlerinden, insanlık dışı törelerinden, ahlaksızlıklarından etkilenmedikleri; yaratılıştan bunların ayırımını yapacak şekilde farklı bir akıl, ahlak ve yetenekle donatıldıkları bir vakıadır. Bu durum peygamberlere ait ayrı bir mucizedir.
Peygamberimiz’e ait bir mucize de ahlakındaki dengedir. Mesela, bir insan tüm erdem sayılacak huy ve davranışları kendisinde barındırabilir. Bunun için çalışıp çok merhametli, çok cömert, son derece mütevazı, sabırlı ve hilm sahibi gibi ahlaklarla kendini donatabilir. Ama bir insanın Peygamber Efendimiz’in tüm ahlaklarındaki insicamı, bütünlüğü, dengeyi yakalaması mümkün değildir.
Biraz daha açacak olursak Efendimiz’in ahlaklarında Kur’ân’a uygunluk ve Kur’ân’da bariz bir şekilde ortaya konan Rabbimiz’in ahlakına uygunluk son derece açıktır. Mesela, bir insan sevgi dolu olabilir, her şeyi, her varlığı sevebilir. Yine aynı insan son derece cömert de olabilir veya sabırlı, mütevazı bir insan olabilir. Ama Peygamberimiz (sav) sadece cömert, sadece sevgi dolu, sadece affeden bir ahlaka sahip değildi. Cömertti ama israf etmeme hususunda da son derece dikkatliydi. Sevgi doluydu ama zulüm, adaletsizlik, haksızlık karşısında da gazaplıydı.
Mütevazı idi ama zilletli değildi. İzzet sahibiydi. Vakarından kişiliğinden şahsiyetinden taviz vermeyen bir mütevazılığı vardı. Bu anlattıklarım tek tek Efendimiz’in ahlakının tüm cephesinde görülür. Bu ahlakların böyle zıt karakterleri içinde barındıran çok ince hassas ayarlar içinde olması işte O’nun ayrı bir mucize yanıdır.”
Şimdi bu ifadeleri Kur’ân’la delillendirelim.
İmandan sonra en büyük ahlak olarak cömertlik, Kur’ân’da çok sık anılır.
Âl-i İmrân suresi 92. ayette “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir.” buyrulur. Ama bir başka ayette israfa dikkat çekerek cömertliğe bir sınır çizer. “Ey Ademoğulları! Her mescitte ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.” (A’râf, 7/31)
“Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.” (Furkân, 25/67)
Merhamet de hakeza müminin vazgeçilmez erdemidir. Ama Kur’ân buna da bir ölçü getirmiştir.
“Muhammed, Allah’ın Resûlü’dür. O’nunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler...”(Fetih, 48/29)
Yine tevazu Müslüman’ın olmazsa olmazlarındandır. Kibirli kulu Allah sevmez, ama zillet içindeki bir kulu da istemez. İnsanları tahkir etmeyen bir büyüklük ki ona vakar denir. Vakar ve izzet-i nefs, Müslüman’da çok önemli bir erdemdir.
“Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler.” (Furkan, 25/63)
Yiğitlik, kahramanlık, cesaret gibi güzel duygulara; hilm ile sabır ve affedicilik ile denge gelmiştir.
İnsandaki cesaret duygusu doğru yerlerde kullanılmalı, insanların veya nefsin beğenmesi (gurur ve ucub) için olmamalıdır. Diğer taraftan yiğitlik, dinin emrettiği veya izin verdiği yerlerde olmalı ve haram olan şeylerde yapılmamalıdır. Örneğin başkalarını ezmek, kuvvet göstermek, hak edilmeyen bir şeyi güç kullanarak almak haramdır. İşte bütün sıfatlar ve huylar böyle zıtlarıyla birlikte bir orta yol içinde dengelenmezse ahlakî yönden bir nakıslık bir eksiklik söz konusu demektir. Bu sebeple her Müslüman ve özellikle âlim, arif mürşid gibi vasıfla bilinen insanlar Peygamberimiz’in ahlakıyla ahlaklanmayı böyle anlamalı ve Efendimiz’i taklit ederken bu dengeleri göz ardı etmemelidirler. Ve özellikle asrımızda yaşayan âlimlerin, maneviyat büyüklerinin Ümmet-i Muhammed’e bu konuda iyi örnek olmaları gerekir. Sadece seven, sadece acıyan, hep affeden, her zaman cömertlik eden, her şartta hoşgörü ile hareket eden âlimler Hazreti Peygamber’in ahlakını kâmilen temsil edemezler.
Kur’ân’a bakılırsa görülecektir ki Efendimiz’in ahlakı aynı Kur’ân’dır. Hazreti Aişe’nin güzel tespiti gibi. Hz. Aişe’ye Peygamberimiz’in ahlâkının nasıl olduğu sorulduğunda o şu cevabı vermişti: “O’nun ahlâkı Kur’ân idi, O yaşayan Kur’ân’dı.”
Eğer Kur’ân canlansa insan şekline dönüşse idi ancak Hazreti Muhammed (sav) gibi bir şahsiyet olurdu, demek istemiştir.
Bizlere düşen de o yüce nebinin şanslı birer ümmeti olarak, yüce ahlakını anlayabilmek ve yaşayabilmek adına gayret göstermektir.
Allah’a emanet olun.