Molla İsmail Çetin Efendi İle Seyda Hz. Mürşid, Tarikat ve Tasavvuf Üzerine Sohbet

Feyz: Seyda Hz.'leri(k.s) hakkında genel olarak neler söyleyebilirsiniz?

Molla İsmail Çetin: Seyda Hz.lerini babasından tanıyorum. Gençliğimiz beraber geçti. Babasının hizmetinde son derece çalışıyordu. Müridlere, tekkeye hizmet ediyordu. Babası tarafından yetiştirilen mükemmel bir zattır. Tasavvufi ahlakla zikirle yetişmiş büyük bir zat olarak tanıyorum. Bundan fazlasını söyleyemem. Türkiyede ki yeri bizim tasavvurumuz ile irşad derecesinde mükemmil bir zat idi diyorum, bundan fazlasını söyleyemem.

Feyz: Seyda Hz'lerinin diğer ilim sahibi mürşidlerden farkı nedir. 

Molla İsmail Çetin: Seyda Hz'leri ilim sahibi idi ama ilimle meşgul değildir. Yani, Şeyh Muhammed Raşid (k.s) ilimle meşgul değildir. Daha doğrusu tasavvufla meşguldur. Sofilikte ise dil ile değil tatbikatla bilinen bir meseledir. Mükemmil bir mürşid idi, irşad da mükemmil bir zat idi. Fakat irşadı zahiri bir surette değildi. Bu kendisine has özel bir meseledir. Dil ile söylenemez bir mesele Muvaffakiyeti ilimle değil, muvaffakiyeti takva iledir.

Feyz : Binlerce insan intisap ediyordu, üstelik sohbette etmiyordu. Bunu nasıl izah edersiniz?

Molla İsmail Çetin:İrşadı bunun akıl dairesinde izahı mümkün değildir. İrşad kalbidir. Dille değildir. 

Feyz: Tasavvufun gerekliği hakkında neler söyleyebilirsiniz? 

Molla İsmail Çetin: İslam beden ise tasavvuf onun ruhudur. İslam ruh ise tasavvuf onun bedenidir. Asrı saadette tasavvuf varidi, isim sonradan takıldı. Ama yaşantı olarak vardı. Tasavvuf şeriatı tatbik etmekten ibarettir. Yani büyük günahları terkederek, farz ve vacipleri ikmal eder, zikir de yaparsa kamil bir mürşidin nezaretinde sofi olur.

   Feyz: Mürşidi kamil hakkında neler söyleyebilirsiniz? 

 Molla  İsmail Çetin: Mürşidi kamil şeriatla tanınır. Yani mürşidi kamili tanıyabilmek için kamil olmak lazımdır. Herkes mürşidi kamili tanıyamaz. Bir kere şeriatta tam mükemmil olacak ki, ikinci olarak Peygamber (s.a.v)'den gelen tasavvuf silsilesinden mezun olacak. Yani bir şeyhten icazet alması gerekir. Üçüncü olarak en azından bir profesör kadar insanın ruhi hastalıklarından anlar, cin, şeytana hakimiyeti şattır. Böyle olursa mürşid olur. Ama bunlar ne kadar tekamül ederse o kadar daha fazla olur. ( ehli sünnet nazariyesi ve özleşme kitabında bazı alametleri söylemiştim yüz kadar alameti var.) Yani mürşidi kamilin yüz kadar alameti vardır. Sonra mürşidi kamili tanımak Allah'ı tanımaktan daha zordur. Allah-u Talayı göstermeyen hiçbir zerre yoktur. Mürşidi kamili gösterecek hiçbir zerre yoktur. Mürşidi kamil şeriatla bilinir. Etrafında alimlerin bulunması, şeriatı güzel bilmesi, ruhaniyette yani cinn, şeytana hakim olması, ruhi hastalıklara vakıf ve tedavi etmesi gerekir. En azından budur.

Feyz: Tarikat meyvemidir? 

Molla İsmail Çetin: Ben de tarikat meyvedir diyorum. Ama tarikat meyvedir demek, yani tarikata ihtiyaç yoktur demek değildir. Üstad Bediüzzaman söylemiştir. Üstad Bediüzzaman'ın sözünü anlamıyorlar. Üstad Bediüzzaman bizatihi "Adi bir sofi, müetefennin bir alimden daha fazla imanını kurtarır diyor. Hakiki sofi hakiki nurcudur diyor. Bediüzzaman Tasavvuf zamanı değildir deyişim bir zamana mahsustur diyor. Ehli tasavvuf nura girdikleri vakitte nura nur katarlar. Bediüzzaman tasavvufu en güzel şekilde ortaya koyan zattır. Tarikat zamanı değildir iman kurtarma zamanıdır deyişinin (geçici) muvakkat olduğunu sonra zaman tarikatın zamanı olduğunu gösterdiğini söylüyor. Bediüzzaman tasavvufa karşı değildir. Bediüzzaman yalnız sofilerden değildir. Yani bir şeyhten irşad izni almış demek değildir. Ama büyük bir alim, ilimde çok meşhur ve asrın müceddidir.

Bediüzzaman; "Şimdiye kadar ben yanlız iman hakikatını düşünüp tarikat zamanı değil bid'atler mani oluyor dedim. Fakat şimdi sünneti peygamberi dairesinde bütün oniki büyük tarikatın hülalası olan ve tarik en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi içine her tarikat ehli kendi tarikat dairesi gibi görüp girmek lazım ve elzem olduğunu bu zaman gösterdi. Hem ehli tarikin en günahkarı bile çabuk dinsizliğe giremiyor, kalbi mağlup olamıyor. Onun için onlar tam sarsılmaz, hakiki nurcu olabilirler. Yalnız mümkün olduğu kadar bi'datlere ve takvayı kıran büyük günahlara girmemek gerekir."

Üstad demek istiyor ki; şimdide tarikat zamanıdır. Binaenaleyh her halukarda nur şakirdleri ve ehli tarikatın beraberce çalışmaları gerekir. Bu da iki kanatla olur. İtikad ve tevhid ilmini Risale-i Nur'dan, zikir ve vuslat ilimlerini Erbab-ı Tarikat'tan öğrenmek gerekir.(Özleşme yolu s.175) (Emirdağ Lahikası 11/s.54/Nur yayınları/Beşiktaş/1989/270. Mektup)Bediuzzaman 29. Mektubun telvilhat-ı tı'sanın üçüncü telvihidinde şöyle; Adi bir samimi ehli tarikat, suri, zahiri bir mütefenninden daha ziyade kendini muhafaza eder. O zevki tarikat (rabıta) vasıtasıyla ve muhabbeti evliya (manevi beraberlik) cihetiyle imanını kurtarır. Kebairle fasık olur, fakat kafir olmaz, kolaylıkla zındıkaya sokulmaz. Şedid bir muhabbet ve metin bir itikad ile aktab kabul ettiği bir silsileyi meşayıhı, onun nazarında hiçbir kuvvet çürütemez. Çürütemediği için, onlardan itimadını kesilmezse, zındıkaya giremez...

Tarikatta hissesi olmayan ve kalbi harekete gelmeyen, bir muhakkık, alim zatta olsa, şimdiki zındıkların desiselerine karşı kendini tam muhafaza etmesi müşkülleşmiştir...

Tarikata bağlı, samimi kalbi harakete gelen bir kimse zındık olamaz. Evliyayı sevdiği için, kutub kabul ettiği zevatlar sayesinde Allah-u Teala onu korur. Ama tarikata intisabı olmıyan bir kimse kalbi harakete gelmediyse büyük bir alim olsa dahi zındıkların hilelerinden kendini kurtaramaz. Sofi günah işleyebilir; kafir olmaz. Ama büyük bir alim, kafir olabilir. Bundan üstün cevap olamaz.Bediüzzaman hakikat zamanıdır demiştim yani şimdi öyle demiyorum, zaman gösterdi ki tarikat ihtiyaçtır. Ama tarikatçılar Risale-i Nuru karşısında bilmeyecek, kendisinden bilecek. Yani sofilerle nurcuların birbirine karşı gelmeleri doğru değildir. Risale-i Nur iman hakikatlarını, yani delil ile yol gösterir. Sofi ise kalbi delillerle yol gösterir. Bir kimsenin kalbi müslüman değilse yani kalbi zayıf ise sofi olamaz Müslümanlığı zayıf olur. Delil bilmiyorsa gene zayıf olacak. İkisinin birleşmesiyle sofi meydana gelir. İmam-ı Rabbani meşrebide budur.

Demin sordunuz, Şeyh Muhammed Raşid'in ilmi yönü nedir? diye demekki Şeyh Muhammed Raşid ilimle şeyhtir. İlmi olmayan Şeyh olamaz. Aynı zamanda tasavvuf başlıbaşına bir ilimdir. Demekki Kitapsız olmaz, okumasız olmaz. Nakşibendi meşayıhlarından ümmi çok azdır. Kısmi azamisi büyük alimlerdendir. Büyük bir alim olmıyan büyük bir şeyh olamaz. Şeyh önce alimdir, sonra şeyhtir. Peki sofi ilmi olmuyorsa, kitap okumuyorsa benim kanaitime göre sofi değildir. Şeyh Hz.'lerinin birkaç sene hizmetlerinde bulundum. İlme çok önem veriyordu.Bizce sofilik iki şeydir. Birincisi ilmi tatbikat ikincisi ameli tatbikat. İlmi tatbikat demek, itikatın amelin dört mezheb ehli sünnet vel cematin ölçülerine ayarlanmasıdır. Ameli tatbikat Peygamber (s.a.v) sünneti yani şeriatını ihya etmesidir. Üçüncü bir şey daha vardır. Zikir ve rabıta. Mesala Üstad Bediüzzaman Şeyh Muhammed Raşid'in şeyhinin şeyhi olanın köyünü överek şöyle diyor; "Bediüzzaman küfür ve İslam medeniyetini mukayese etmek esnasında şöyle buyuruyor":

"Dilersen hayalinle Nurşin köyündeki Seyda'nın meclisine gir, kutsal sohbetiyle İslam medeniyetinde padişahları; insan suretindeki melekleri görürsün. Sonra Paris'e git büyük millet meclisine gir. Orada elbiselerini giyinmiş akrepleri , insanoğlu suretine girmiş ifridleri görürsün. (Mesnevi-Arabi, s127)Görülüyor ki, Bediüzzaman Nurşin Köyünü Paris'e Nurşin köyündeki tarikatı bugün tüm dünyayı uyuşturup dinden imandan uzaklaştıran masonluğa mukayese eder.

Önce bilmek sonra yapmak, bilmeden yapan ya çıldırır ya da bir cinne mahkum olur. Ama bilgiyle sofi başlarsa ne çıldırır ne de bir cinne mahkum olur. Bu da güzel bir tedavidir. Tatbikat edilmelidir. Şeyh Hz.'lerin meşrebinde yahutta halifelerde, halifenin halifelerinde samimi olan hatta Muhammed Raşid (k.s)'in en yakınları olanlardan hiçbir şüphemiz yoktur ama uzaklara bakıyoruz ki, kitap okumaya ehemmiyet vermiyorlar. Halbuki tasavvuf adabı öğrenmektir. Adab ise kitapsız olmaz. Önce ilim bilmek sonra ikincisi bilerek, o bilgi üzere Peygamber (s.a.v)'in şeriatını tatbikketmek, üçüncüsü zikir ve rabıta dördüncüsü sohbet ve tarikat devam eder. Öyle olmazsa mürid ya bir cinne mahkum olur, ya hissine kapılır çıldırır. Öyle olmazsa sofi olamaz...