Günümüzde Peygamber’e iman ve Peygamber algısını örseleyen yaklaşımlar var. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hâlâ Resulullah’ın (s.a.v.) İslam dinindeki yerinin, otoritesinin tartışılıyor olması aslında çok üzücü. İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik olmak üzere semavi üç din var. Yahudilik ve Hristiyanlık muharref dinler. Cenâb-ı Hakk Kur’ân’ı Kerim’de, mesela Bakara 75’te, Nisa 46’da, yine Maide 12 ve 13’te, Enam 91’de, elleriyle kitabı değiştirdiklerini ve özellikle kelimelerin konuldukları manalarını tahrif ettiklerini ifade etmektedir. Bu tahrif meselesinin, bu kelimelerin konulmuş olduğu manalarının dışında manaları vermenin bir tahrif olduğu, Allah tarafından açıkça ifade edilmiştir. Bunun altını çizmek istiyorum. Günümüzde de sıklıkla şunu yaşıyoruz: Okuduğumuz ayete, “Efendim, burada Allah’ın kastettiği bu değildir. Her ne kadar lafzen böyle görünüyorsa bile buna şöyle mana vermek gerekir…” gibi bir tarzın geliştirildiğini görüyoruz. İslam hukukçusu olarak hemen şunu ifade edeyim: Kelamda aslolan mana-i hakikidir. Birincisi bu.
İkincisi, eğer bu manayı vermek mümkün değilse o zaman başka manalar aranır. “Efendim, Allah öyle demiyor aslında…” gibi cümlelerin Allah’a bir nakıslık izafe etmek olduğunu da belirtmek isterim. Hiç kimse anlatmak istediğini Allah’tan daha güzel anlatamaz, Allah’tan daha güzel hiç kimse hitap edemez.
Yine İncil’in de muharref olduğu bir gerçek. Bakara suresi 79. ayette şöyle buyrulur: “Kitapları elleriyle yazıyorlar, sonra bunun da Allah katından geldiğini ifade ediyorlar.” Her iki din de muharref olduğu için, Allah İslam’ı göndermiştir.
Peki, bizim dinimizin durumu nedir? İslam nedir? Birkaç tane görüş var. İslam eşittir kitap. Kitap derken, Kur’ân’ı Kerim. İkincisi, İslam eşittir kitap, artı sünnet. Üçüncüsü, İslam eşittir kitap, sünnet, icma, akıl. Aslında bu konu da biraz buradan başlıyor. İslam, kitap ve sünnettir ifadesi; bunu Hazreti Peygamber (s.a.v.) birçok farklı rivayette dile getirmiş. Hz. Peygamber (s.a.v.) Veda Haccı’nda, “Size iki şey bırakıyorum ki onlara yapışırsanız asla sapmazsınız; Kitâbullah ve sünnet-i nebi.” buyuruyor. Bu hadisler Hazreti Peygamber’in dilinden, İslam’ın Kur’ân artı sünnet olduğunu söylüyor. Peki, böyle midir? Elbette ki, sünneti inkâr edene hadis okumanın bir anlamı yok. Ayetlerden bahsedeceğim, fakat ayetlere geçmeden evvel, ayet kelimesinin anlamını sorgulamak istiyorum.
“Ayet” kelimesi “işaret, alamet, ipucu” manalarına geliyor. O zaman, bu ipin bir de geri kalan kısmı var demek ki. Yani ipucuysa, bunun geri kalanı birinin elinde. Kur’ân’daki parçacıkların adı cümle değil, ayet. Buraya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Sünnet ve hadis inkârcılarının sıklıkla dile getirdikleri cümlelerde Kur’ân’ı Kerim’in dışında ve ondan ayrı olarak sünnete bağlanmak yoktur. İkincisi, yanılabilen bir peygamber olduğunu iddia ediyorlar. O zaman biz de deriz ki: Siz nasıl bir Allah’a inanıyorsunuz ki, bu kadar yanılan bir kişiyi peygamber olarak göndermiş!? Peygambere mi güvenmiyorsunuz, gönderen Allah’a mı?
Muharref dinlere yaptıklarını İslam’a da mı yapmak istiyorlar? Bu konuda saçmalayanların saçmalıklarından örnekler verir misiniz?
Yahudilik ve Hristiyanlık muharreftir. İslam’ın da sünnet kısmına bunlar muharref diyorlar. Kur’ân’a bunu diyemiyorlar; çünkü Allah ayet-i kerimede “Zikri indirdik, onun korumasını biz kendi üzerimize aldık.” buyuruyor. Ama din, kitap artı sünnettir. O zaman saldırı sünnet kapısından olmaktadır.
Başka bir görüş şöyledir: “Sünnet, Kur’ân’ın ilk modelidir, ama tek modeli değildir; yani Hazreti Peygamber’in algıladığı şeklin dışında da pekâlâ algılanabilir.” Hatta şu görüşü de duydum: “Ben, Hazreti Peygamber’in de Kur’ân’ı tam anladığı kanaatinde değilim.” Aslında bunlar, hadisleri Goldziher gibi anlamak lazım diyorlar. Goldziher’e göre, Hazreti Peygamber hiç hadis okumamıştır diyorlar. Maalesef, sosyal medyada şöyle bir cümle gördüm çok şaşırdım: “Şöyle bir hadis var elimde. Tenkidi ya da çürümesiyle ilgili çalışma bileniniz var mı?” Şu cümleyi de duydum: “Allah Allah, ne yapsam hadis sahih çıkıyor ya.”
Kur’an Hz. Peygamber’le olan ilişkilerimizi nasıl düzenliyor?
Bu konuda 20 tane ayet okuyacağım.
1. ayetimiz: “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tâbi olun.” (Âl-i İmrân, 3/31)
Eğer Allah’ı seviyorsanız Peygamber’e tâbi olacaksınız. Peygamber’e tâbi olmak nasıl olur? Yaşadığı gibi yaşamak anlamına gelmez mi bu? Bunu başka türlü nasıl anlayalım? Tâbi olma ifadesinin altını çiziyorum.
2. ayetimiz: “De ki: Allah’a ve Resulü’ne itaat ediniz.” (Âl-i İmrân, 3/32) Diyorlar ki: “Efendim, oradaki şu demek: Yani Allah’la ilgili konuları söylediği zaman itaat edin.” Ayetin devamına baktığımızda “Eğer Allah’a ve Resulü’ne itaat etmezlerse, Allah kâfirleri sevmez.” buyruluyor. Burada bir niteleme var. “Allah kâfirleri sevmez.” Ayet böyle diyor: “Allah ve Resulü’ne itaat etmezseniz, Allah kâfirleri sevmez.”
Peygamber (s.a.v.) bir hadislerinde: “Ümmetimin hepsi cennete girecektir, bana karşı gelenler hâriç.” “Ey Allâh’ın Rasûlü, sana karşı gelenler kimlerdir?” dediler. Şöyle buyurdu: “Bana itaat eden cennete girer, bana isyan eden kişi, o inkâr etmiştir.” (Buharî)
3. ayetimiz: “Allah’a ve Peygamber’e itaat edin ki size merhamet edilsin.” Rahmete ihtiyaç yoksa Peygamber’e itaat etmek gibi bir sorununuz da yok demektir. (Âl-i İmrân, 3/132)
4. ayetimiz: “Andolsun, Allah, mü’minlere kendi içlerinden; onlara âyetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Âl-i İmrân, 3/164)
5. ayetimiz: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlü’ne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisâ, 4/59)
6. ayetimiz: “Hayır! Rabbin’e andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa, 4/65)
Hatta bu kadar da yetmiyor, hakem tayin etmek yetmiyor, hadisi bir de içine sindirmek zorundasın, Peygamber’in söylediğini kabul etmek zorundasın. Allah (c.c.) “Benim Peygamberim’e tâbi olun.” diyecek, siz de “Hı hı!” diyeceksiniz, öyle mi? Siz Allah’ı ne zannediyorsunuz? Sınavın bitmemesi sizi aldatmasın. Biz daha sınavdayız; sınavdan çıkınca o sözü dinlememek neymiş, herkes gidince görür.
7. ayetimiz: “Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler.” (Nisa, 4/69)
8. ayetimiz: “Kim Peygamber’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.” (Nisa, 4/80)
İmam Şâfii der ki: “Hazreti Peygamber’in sünneti olmasa, Kur’ân’dan hiçbir ayetle farz ortaya koyulamazdı.
9. ayetimiz: “Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Resûle, o ümmî peygambere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır. Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âraf, 7/157)
Bir de ümmîlik problemimiz var. Hz. Peygamber ümmi mi? Efendim, ümmî kelimesini yanlış anlıyorlar. “Ümmî” ne demek? Önde giden demek. Ümmet, toplum demek. Peygamberin okuma yazma bilmiyor olması niye birilerini rahatsız ediyor? Bir insan okuma yazmayı bir şey öğrenmek için öğrenir. Yazmayı, öğrettikleri bilgiler gitmesin diye öğrenir. Muallimi Allah olanın başka öğreticiye ihtiyacı olmaz.
10. ayetimiz: “(Ey Muhammed!) De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. O hâlde, Allah’a ve O’nun sözlerine inanan Resûlüne, o ümmî peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.” (Araf, 7/158)
11. ayetimiz: “(Resûlüm!) Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ, 21/107)
12. ayetimiz: “(Ey inananlar!) Peygamber’in (sizi) çağırmasını aranızda birbirinizi çağırmanız gibi tutmayın. İçinizden birbirini siper ederek sıvışıp gidenleri Allah gerçekten bilir. Artık onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar.” (Nur, 24/63)
Yani Peygamber’in emrine muhalefet edenler ayaklarını denk alsın. Başlarına bir fitne gelirse ya da azab-ı elîm gelirse, bilsinler ki başa gelen belalar, sünnete ihanetin sebebidir, Peygamber’e ihanetin sebebidir, deniyor.
Nitekim Uhud’da olmadı mı bu? Âl-i İmrân suresi 165. ayette “Onların (müşriklerin) başına (Bedir’de) iki mislini getirdiğiniz bir musibet (Uhud’da) sizin başınıza geldiğinde, “Bu, nereden başımıza geldi?” dediniz, öyle mi? De ki: “O (musibet), kendinizdendir.” Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.” buyruluyor.
13. ayetimiz: “Andolsun, Allah’ın Resûlü’nde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab,33/21)
Eğer Allah’tan bir af, bir bağışlanma bekliyorsanız, eğer ahiret gününde teraziden galip çıkmak istiyorsanız, zikrediyorsanız, Peygamber gibi yapmak zorundasınız. Ne yaptı Hazreti Peygamber Hendek savaşında; önce hendeği kazdırdı. Cuma namazından sonra pazartesiye kadar Allah’a yalvardı. Sonuç olarak A, strateji geliştireceksiniz. B, elinizden geleni yapacaksınız düşmanlarınıza karşı. C, mutlaka dua edeceksiniz. “Dua ettim, olmadı.” demeyeceksiniz. Biz kimiz ki, bir dua edince hemen kabul olacak. Allah kimsenin emir eri değildir.
14. ayetimiz: “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzab, 33/45-46)
Bizim imanlarımız Peygamber’in imanına endekslidir. Hakiki iman Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) imanıdır. Onun şahadetine biz iman etmek zorundayız. Aslında biz, ne Kur’ân’ın indiğini gördük ne Resulullah’ın yaşadığını gördük. İlk şehit Ammar ve Sümeyye, belki hayatlarında hiç namaz kılmadan şehit oldular, başlarını hiç örtmeden şehit oldular. Onlar Kur’ân’ı Kerim’i okuyup da Müslüman oldular zannediyoruz. Onlar Hz. Muhammed’e (s.a.v.) iman ettiler. Hz. Ebu Bekir’i “Sıddık” yapan, ona inanmaktır. Aslolan “O söylediyse doğrudur.” seviyesinde inanmaktır. Onu sevdiler, ona inandılar da Müslüman oldular ve onlar ashap oldular, önde gidenler oldular.
15. ayetimiz: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin ki, Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederse, muhakkak büyük bir başarıya ulaşmıştır.” (Ahzab, 33/70-71)
16. ayetimiz: “Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.” (Haşr, 59/7)
17. ayetimiz: “O gün, inkâr edip Peygamber’e başkaldırmış olanlar, yerle bir olmayı ne kadar isterler ve Allah’tan bir söz gizleyemezler.” (Nisa, 4/42)
Ahirette hesap günü kâfirler ve Peygamber’e karşı gelenler de toprak olmak isteyecekler.
18. ayetimiz: “O, hevâdan (arzularına göre) konuşmaz. O(nun konuşması kendisine) vahyedilenden başkası değildir.” (Necm, 53/3-4)
19. ayetimiz: “(Resûlüm!) onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma. Şüphesiz onu toplamak ve okumak bize aittir. O hâlde, biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy. Sonra onu açıklamak da bize aittir.” (Kıyâme,16-19)
Demek ki, sadece okunandan ibaret bir şey yok ortada, bir de söyleyeceklerimiz var, buyruluyor ayette. Sabırlı ol! Ama sana öğreteceğiz, buyruluyor ayette.
20. ayetimiz: “Siz evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah en gizli şeyi bilendir, hakkıyla haberdardır.” (Ahzab, 33/34)
Evde okunan ayetlerin dışındaki okunan hikmet nedir? Peygamberimiz’in bilgi kaynağı, iki kapak arasındaki Kur’ân’dan ibaret midir? Bir sahabe Peygamber Efendimize gelip “Bir siyah, diğeri beyaz iki tane ip alıp, bunları yastığımın altına koydum. Sahurda bunlara bakıyor, birbirinden ayırdedilecek kadar tan yeri ağarınca yemeği içmeyi bırakıyordum. Sabah olunca, Resulullah (s.a.s)'a gidip yaptığım şeyi ona haber verdim. O, şöyle buyurdu: “Senin yastığın ne kadar da büyükmüş! Ayette kastedilen, gündüzün beyazlığı ve gecenin siyahlığıdır. Bunları bir yastığın altına nasıl sığdırırsın'!” (Buhârî, Savm, 16). Peygambersiz nasıl olacak, sünneti yok sayarsak neler olur? Birkaç tane örnek vereyim. Hangi suyun temiz olduğunu bilemeyiz mesela. Abdest almakta, namaz kılmakta binlerce ihtilafa düşeriz, zekât hesaplarını bilemeyiz. Hazreti Ali’ye, “Ya Ali! İftar vakti geldi; orucunu açar mısın?” dedi Hazreti Peygamber. Hz. Ali hurmayı ağzına götürdü. Efendimiz “Dur bir dakika, şaka yaptım.” dedi. “Ya Resûlallah, ben senin yoluna baş koydum. Ye de, yerim; iç de, içerim; öl de, ölürüm; öldür de, öldürürüm. Ben sana tâbi olmuşum.”
Sünnet olmasaydı, helaller, haramlar, temizler, pisler birbirine girerdi.
Çok güzel izah buyurdunuz bizzat ayetlerle… Sizce nihai amaç nedir burada?
Kitabı bozamayanlar sünneti bozmak zorundalar. Tezgâh bu. Her şey aslında ilk önce tasavvufu inkârla başladı. “Allah’la kul arasına girilmez.” meselesi. Peki, Edebâli olmadan Osman Gazi olur muydu? Emir Sultan olmadan Yıldırım Beyazıt olur muydu? Hacı Bayram Veli olmadan II. Murat olur muydu? Akşemseddin olmadan İstanbul fethedildi mi? Beşiktaşlı Yahya Efendi olmadan Kanuni olundu mu? Bu insanlardan ne kötülük gördünüz siz.
Bazıları diyor ki: “Ortada Allah’ın kitabı varken, Peygamberi’nin sünneti varken, ben Ebu Hanife gibi anlamak zorunda mıyım?” Muhammed Zâhid Efendi’nin; “Mezhepsizlik dinsizliğin köprüsüdür.” sözü meşhurdur. Her şey önce mezhepsizlikle başlar. Ebu Hanife’yi susturan, yerine kendi konuşacaktır.
Şimdi soralım: Abdestin farzı kaç? Ebu Hanife’ye göre dört, İmam Şâfi’ye göre altı. Mezhebi iptal ettiğimiz zaman, biz yine bir mezhep kurmuş olacağız aslında. Mesela camide namaz kılan 200 kişiye, “Allah Kur’ân’da, başınızı mesh edin diyor. Başımızı mesh etmeyi nasıl anlamalıyız?” diye sorsak 200 tane cevap çıkar. Yani mezhebi iptal mümkün değildir. Kaldı ki, mezhebin varlığı sistematik bir düşüncenin sonucudur. Körü körüne ne Ebu Hanife’ye kimse bağlanmalı ne de İmam Şâfi’ye kimse bağlanmalı. Zaten âlimler derler ki: “Avamın mezhebi olmaz, ehl-i ilmin mezhebi olur.” Bir insan bir mezhebe müntesip demek için, mukallidi olduğu, taklit ettiği mezhebin hem görüşlerini hem kaynaklarını hem de delillerini bilmesi gerekir. İşte ona biz mezhep sahibi deriz. Halk ise itimat ettiği âlim ne derse onu yapmak zorunda. Mesela, bugün biri Müslüman olsa abdesti nasıl tarif edeceksiniz, ikindi namazı kaç rekât, kime göre cevap vereceksiniz? Yani mezhepler İslam’ı yaşayışı kolaylaştırır. Teorik olarak mezhebe karşı olabilirsiniz ama mezhebi kaldırdığınız zaman, 4 olan mezhebi 400’e çıkarmaktan başka bir şey yapmış olmazsınız. O zaman da “Hangisi Peygamber’in getirdiği?” demek zorunda kalırsınız.