Bizler kul olarak her işte Allah’ın (C.C.) rızasını ararız, bizim için şüphesiz bu çok mühim bir meseledir ve öyle olmalıdır da...
Mesela imanî meselelerdeki dikkat ve titizliğimiz, ibadet yaparken azmimiz, günahlardan kaçarken gayretimiz, birilerine iyilik yaparken çaba ve düşüncemiz genellikle hep bu amaca yöneliktir. Yani Rabbimiz bu çabalarımıza karşılık olarak bizden hoşnut ve razı olsun isteriz…
Nitekim “Allah (C.C.) razı olsun” diye dua edilmesini çok severiz ve bizler de bu duayı başkaları için dilimizden düşürmeyiz…
Hatta daha ileri giderek yalnız rıza istemek varken, cenneti önceleyerek veya isteyerek yapılan ibadetleri bile kusurlu, eksik görüp bu konuda bile niyetlerimize bir çeki düzen vermek isteriz.
Bütün bunlar biraz ayar istese de şüphesiz güzel istek ve temennilerdir ve bunlara diyecek bir şeyimiz olmaz elbette.
Yalnız bir şey var ki, Allah’ın (C.C.) rızasının ne anlama geldiğini, bu rızanın bizdeki karşılığının ne olması gerektiğini, bunun Rabbimiz’in tarafında nasıl bir anlama tekabül ettiğini tam olarak bilemeyiz veya düşünüp akıl edemeyiz.
İşte bu konu üzerinde derince bir tefekkür ederek, hikmetli bir bakış yakalayabilirsek bu bakış bizi şöyle önemli bir hakikate taşır.
Allah’ın (C.C.) bizden razı olması için yaptığımız tüm ameller, yani günahlardan kaçınmalar ve ibadetler üzerine yoğunlaşmalar, bela ve musibetler karşısında sabretmeler… Bunların hepsi, o kişide kalıcı müspet bir değişiklik meydana getirmeye yöneliktir aslında. Bu değişiklik kişinin egosunda, yani müspet benliğinde meydana gelecek ve o kişinin müspet benliği devamlı yaptığı bu salih ameller, hayırlı işler ve ibadetler neticesi güçlenecektir. Şöyle bir örnek vererek, anlatmak istediğimiz konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabiliriz.
Bir halter sporcusu devamlı çalışarak ve ağırlık artırımı yaparak kol ve vücut kaslarının kaldırma kapasitesini ciddi oranlarda artırmaktadır ve bu değişim onun vücudunda artık kalıcı olmaktadır; bu durum fiziksel bir gerçekliktir... İşte bir kişinin Allah’ın rızasını dileyerek bir ömür yapmaya çalıştığı tüm ibadetler de o kişinin egosunu, müspet benliğini kalıcı bir şekilde güçlendirir, bu da psikolojik bir gerçekliktir. O zaman anlaşılıyor ki tüm kulluk çabaları, zikirler, tefekkürler, her türlü ibadetler açıkçası neticede kulun müspet benliğini ve ona bağlı olarak iradesini güçlendirmeye yarar. Allah da kulunda bu güçlü iradeyi, bu güçlü benliği görmek ister ve neticede buna not verir, tabiri yerindeyse.
Yoksa Allah (C.C.) kullarının ibadetine elbette muhtaç değildir. Daha açıkçası, kullar ibadet yaparak Allah’ın (C.C.) şanına şan katamaz, günah işleyerek de O’nun her türlü ayıp ve kusurdan münezzeh olan isim ve sıfatlarına bir eksiklik bir noksanlık getiremezler. Çünkü Allah (C.C.) birçok ayette de ifade buyurduğu gibi alemlerden ve yarattığı şeylerden müstağnidir.
“Her kim cihad ederse, ancak kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz Allah, âlemlerden müstağnidir.” (Ankebût, 29/6)
Görüldüğü gibi bir kul gerek nefsi ile gerek düşmanla mücadele ederse bunu ancak kendisi için yapmış olur. Rabbimiz’in kimsenin ibadetine, günahtan kaçınmasına, iyilikler, cömertlikler, fedakarlıklar yapmasına ihtiyacı yoktur. Bunların hepsi yine kulun kendi iyiliğine ve gelişmesine yönelik eylemler veya ibadetlerdir.
O sebeple bir kul günahlardan kaçınıp ibadete yöneldikçe müspet benliğini güçlendirir, yükseltir, yüceltir. Bunun anlamı da yukarıda da ifade ettiğimiz gibi aslında iradesini güçlendirir demektir.
Peki iradesini güçlendirmek ne anlama gelir, şimdi onu açalım.
Allah’ın (C.C.) emirlerini gönül hoşluğu ile severek yapmak, yasaklarından yine aynı şekilde kaçınmak ve O’ndan gelen her türlü bela, mihnet ve sıkıntıya itirazsız teslim olmak ya da kısacası her hâlükârda Allah’tan yana tavır almak ve bir duruş ortaya koymak demektir.
İşte bu teslimiyet ve tevekkül güçlü bir iradeyi gerektirir. Güçlü irade, güçlü iman demektir ve netice olarak sırât-ı müstakîm denilen ve kıldan ince kılıçtan keskin diye tarif edilen zorlu bir yolu düşmeden yürüyebilmek ancak bu güçlü iradeyle mümkündür.
Nitekim, Efendimiz’i de (s.a.v.) ihtiyarlatan “Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.” (Hûd, 11/112) ayeti de güçlü iradeye sahip olunması için bir tenbih ve hatırlatmadır.
Evet, şu bir hakikat ki dünya hayatının binbir zorlukları, insanoğlunun bir beşer olarak acizliği, nefsin ve şeytanların hile ve düşmanlığı vb. bir sürü imtihan güçlükleriyle baş edebilmek, güçlü bir irade olmadan asla mümkün değildir.
İşte tüm ibadetler ve günahlardan kaçınmalar hepsi sonuçta böyle bir duruşu yakalayabilmek için kulun irade antrenmanlarını ve bu uğurdaki çabalarını ifade eder. Allah’ın (C.C.) kulundan razı olması da işte bu çabalar, gayretler neticesi, kulun iradesini çelik gibi yaparak her halükârda hep Allah’tan (C.C.) yana tavır alması, yani bu anlamda müspet benliğini yüceltmesi ve Allah’ın da onun bu güçlü halini sevip ondan razı olmasıdır.
Yani açıkçası Hazreti Peygamber (s.a.v.) gibi, Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer, Hazreti Ali, Hazreti Hüseyin gibi (Allah onlardan razı olsun) nefsin, şeytanın veya zalimlerin zulmüne karşı eğilip bükülmeden, daima haktan, adaletten, dürüstlükten yana dik bir duruş ortaya koyabilmek, bu konuda çelik gibi bir iman ve irade sahibi olabilmek, Allah’ın kullarından istediği ve razı olduğu duruştur.
Yoksa Allah’ın (C.C.), kullarının ne ibadetine ne de günahtan kaçınmalarına ihtiyacı vardır; bunun böylece bilinmesi gerekir.
İslam’ın Hedeflediği Müslüman Tipi Nasıl Olmalı?
Ahir zamanın en önemli problemlerinden birisi budur; İslam’ın hedeflediği Müslüman tipini bilmek, bulmak ve öyle olmaya çalışmak…
Bu soruyu sormak dahi akıl ister. Dolayısıyla bu soruyu sorabilene bile maşallah demek lazım gelir bu zamanda.
Evet, bilirsiniz her zaman derim ki: Akıllı her Müslüman bu soruyu hem kendisine hem de çevresindeki alimlere, hocalara sıkça sormalı ve sonra da bu konu üzerine ciddi düşünmeli, ciddi kafa yormalı. Çünkü bu ümmetin, içinde bulunduğu sorunlar yumağından çıkması, birleşmesi ve bütünleşmesi bu sorunun gerçekçi ve akılcı bir cevabına bağlı. Yine bu dinin dünya üzerinde hak ettiği değeri ve yeri bulması da buna bağlı.
Bu sorunun İslam’a, Kur’ân’a, Hazreti Peygamber’in yaşantısına uygun gerçekçi ve akılcı objektif bir cevabını bulduğumuzda zihnimizde doğru bir şablon oluşacak ve işte bu şablonla bizim ufkumuz açılacak, önümüz aydınlanacaktır. Bu şablonu elde ettikten sonra çok hayırlı şeyler yapacağız bilmelisiniz.
Mesela, İslam’ı temsil ettiğini söyleyen çevremizdeki liderlere, hocalara, âlimlere veya kişilere bu şablonu uyguladığımızda önemli bir gerçekle yüzleşeceğiz. Bu gerçek şu: Bunların birçoğu zannettiğimiz gibi İslam’ı temsilde örnek alınabilecek “rol model” liderler değillermiş. Dolayısıyla Ümmet-i Muhammed’in derdine derman liderler de değillermiş, bunu fark edeceğiz.
Yine televizyonlarda boy gösteren ve her konuda din adına fetva verip çokça konuşan kişilerin de, bu şablonun içinde köşelerde bir yerlere sıkışıp kaldıklarını, şablonu asla dolduramadıklarını göreceksiniz.
O zaman hemen gerçek liderin arayışında olacak gözümüz, kulağımız ki Ümmet-i Muhammed’in işte gerçekten o liderlere çok ihtiyacı var.
Biz bu zamanda, münzevi bir veliyi, ancak marjinal kesimlere hitap edebilen herhangi bir tarikat pîrini rol model göremeyiz, gösteremeyiz. Yanlış anlaşılmasın! Severiz, sayarız, değer veririz, kendi alan ve boyutlarında yaptıkları doğru ve güzel hizmetlere saygı duyarız o ayrı mesele. Ama bu kişiler, ben şu ahir zamanda tüm Müslümanların örnek alması gereken “rol model kişiyim” derlerse işte o zaman durum değişir ve haddini bil deriz… Tüm şuurlu Müslümanların da ellerinde yukarıda bahsettiğimiz şablonla bu gerçeği önce görmeleri sonra da korkmadan böyle kişilere “Haddini bil!” demeleri gerekir… Yoksa Allah katında bu vebali, İslam toplumu olarak hiçbirimiz ödeyemeyiz. Zira bu yanlış veya eksik bakış açısı ile yanlış rol modellerin ortaya koyduğu İslam anlayışı, gerçek İslam’a en büyük iftiradır, bühtandır, saygısızlıktır…
Evet, devam edelim... İlmiyle beraber kibir ve gururu da tavan yapmış, güzel ahlaktan habersiz, kendini kurtulmuş görüp günahkarlara tepeden bakan, ilmiyle amel etmek yerine ancak ilmini insanları eleştirmekte kullanan, aslında bir zavallı olup bunun farkında bile olmayan âlim bozuntularını da rol model göremeyiz elbette. Beyinlerinde İmam-ı Azam gibi ilimleri olsa da gönlü şeytanın, nefsin oyun alanı olmuş böylesi din bilginleri asla rol model olamazlar tabiî ki.
O zaman objektif olarak değerlendirdiğimizde biz, ancak, sanki Hazreti Peygamber’i içimizde güzel ahlakıyla canlı olarak yaşatan, yani oturmasıyla, kalkmasıyla, kültürü, nezaketi ve inceliği ile bizi asr-ı saadet günlerine tekrar götürebilen bir lideri rol model görebiliriz.
Yine evrensel anlamda hem ümmet-i davet hem ümmet-i icabet olarak ifade edilen tüm insanlığa İslam’ın kurtuluş reçetesini, onların anlayış seviyelerinde anlatabilecek, bu anlamda her konuda donanımlı bir bilgiye sahip olan ve her kültürdeki insana Ümmet-i Muhammed nazarıyla bakıp sevgi ve şefkatiyle, onların hidayeti için gece gündüz çalışabilecek merhametteki bir lideri “rol model” görebiliriz... Yine bu çağa uygun bir bakış açısı ile olaylara bakabilen, irşat ederken çağın gerçekliklerini ve hastalıklarını göz ardı etmeyen buna göre ilmen donanımlı olan ve aynı zamanda insanlığı bu çağa taşıyabilen İslamî bir lideri rol model olarak görebiliriz ancak… Bunun dışındakilere rol model olarak bakmak veya öyle göstermek hem dine hem akla, ilme ve vicdana sığmaz zaten, bilmek gerekir…
Her zaman söylüyoruz ki: İslam evrensel bir dindir ve aynı zamanda son dindir. Yerleri, gökleri ve bizleri yaratan yüce Yaratıcı’dan gönderilmiştir, bu dinde eksiklik gibi görülen bir şey varsa ya bakanın körlüğünden ya da yorumlayanların yanlışlığındandır. Dolayısıyla bu dini hem reformcuların, din düşmanlarının, sapık mezheplerin hem de yobaz âlimlerin yorumlarından kurtarıp hak ettiği gibi ortaya koymak bu zamanda en önemli görev, en önemli vazifedir… Rabbim bu ümmetin âlimlerine öncelikle bu kutlu görevi bihakkın yapmayı ve gerçek İslam’ı adam gibi ortaya koymayı nasip etsin inşallah…
Allah’a emanet olun…