Kemale Ermeye Dair Bir Sorgulama: “Yetkinlik” / Dr. Veysel Karani Altun

İnsanın yetkinliği deyince ne anlamalıyız? Varlığın anlamlandırılması noktasında önemi nedir?

Kelime olarak yetkinlik, gerekli olgunluğa erişmiş, olgun, kâmil, mükemmellik demektir. Kemâl ile de anılan yetkinlik kavramı sözlüklerde insanın yetkin olma durumu ve bir konuda bütün olma hali olarak açıklanmaktadır. Süreç içerisinde olgunluk halinin gelişebileceği anlamına gelen yetkinleşme kelimesi de kişinin yetkin duruma gelmesini ifade eder. Yetkin olma durumu, olgunluk, kemâl, tekâmül anlamlarına gelmekte ve bir kişinin bir görevi yerine getirmek için gerekli imkânlara, şartlara sahip olması şeklinde tarif edilmektedir. Yetkinlik kavramının tam olarak anlaşılması için kemâl kavramına değinmek gerekmektedir. Bir şeyin tüm vasıflarının tamam olması, bir arada bulunması anlamında kullanılan kemâl kavramı ile kastedilen anlam, bir şeyin bütün özellikleri ile yerli yerinde olmasıdır. Kemâl, insanın tinsel bakımdan olgunluk katına ulaşması anlamına gelmektedir. Bütün bir varlık alanının kendisinde dile geldiğini kavrayan, kendi geçici varlığından sıyrılarak sonsuzluğa varan kimse kemâle erişmiş sayılır. Kemâl kelimesi, bir türe ya zatı ya da sıfatları yönünden mükemmeliyet kazandıran şey anlamında erginlik, olgunluk manalarında kullanılmıştır. O halde insanın nihai hedefi olan kemâl sahibi olması için gerekli olgunluğa erişmesi “yetkinlik” kavramıyla açıklanmaktadır.

İnsanı da içine alan varlık âlemi, birbirini tamamlayan halkalardan oluşmaktadır. Tarih boyunca evren ve içindekiler konusunda yapılan araştırmalar, insanlık için çığır açmış ancak araştırma halkası hep eksik kalmıştır. İnsanoğlu, kendisi dışındaki varlıklar konusunda birtakım araştırmalar yaparken her şeyden önce kendisini de araştırma konusu yapmış ve varlığı ile ilgili hep sorgulayıcı bir tavır takınmıştır. İnsanoğlunun belki de üzerinde en çok durduğu mesele, kendisinin kim olduğunu ortaya koymak ve varlık âlemi içindeki yerini çözümlemektir. Bu bağlamda insanın kim olduğu, nereden gelip nereye gittiği, nasıl bir varlık olduğu, varlığının amacı ve gayesinin ne olduğu soruları, insanlık tarihi boyunca üzerinde en çok fikir yürütülen konuların başında yer almakta ve bu sorular insanı bir arayışa sürüklemektedir. İnsanın kendisini konu edinmeye başladığı zamanlardan beri, onu belirleyen tüm özellikler üzerinde uzun uzadıya durulmuş ve insanın varlık âlemindeki yeri belirtilmeye çalışılmıştır. İnsanın varlık âlemindeki yerini çözümlemesi sadece kendisini sorgulamakla bitecek bir iş değildir. Kendisiyle birlikte ilişkide bulunduğu varlıklarla olan münasebetini de bilmesi gerekmektedir. İnsanoğlunun, var olanın ötesine geçip kendisini tanımlaması bununla birlikte ilişkili olduğu varlık âlemi içindeki potansiyelinin farkında olması ve bu farkındalıktan yola çıkarak yetkinleşmesi insanlık için önem arz etmektedir. Şüphesiz insanın dünyaya geliş amacı da bir anlamda kendisini sorgulayarak yetkinleşme yoluna gitmesidir. İnsan kendisini sorguladığı yerde yetkinliğini de sorgulamış olur ve sahip olduğu yetkinlikle kemâl yolunda mesafe alabilir. Bu itibarla insanın varlık alemindeki yerini ve konumunu bilme çabası, yetkinliği ile alakalı bir sürecin gerçeğini önümüze sermektedir.

Konevî’nin ısrarla üzerinde durduğu husus, insanın bir yandan âlemin ölçüsü olmasıdır. Yetkinleşen insanın kâmilliğini koruyabildiği ölçüde âlem de nizamını korumaktadır. Bu ölçüler ışığında insan, yaratılışı tamamlanıp kemâle eriştikten sonra, hem kendini hem de Rabbini bilmesi halinde varlıkta kendisini müşahede etme imkânı bulabilir. Konevî’ye göre âlemin nizamı, âlemin ve kendisinin bilgisi konusunda yetkinleşen insanın kâmil olmasına bağlıdır. İnsanın kâmil olması ise hem kendisini hem de Rabbini bilmesi ile mümkündür. Bu şekilde insanın nasıl bir varlık olduğu hususuna açıklık getiren Konevî, insan-âlem-Hak ilişkisine değinerek insanın varlık âlemindeki konumuna ve varlıklarla ilişkisinin ne olduğu konusuna dikkat çekmektedir.

İnsanın yetkinliğinin, dinamik bir Din Eğitimi Felsefesine giden yolda önemine dair neler söylenebilir? Bunda insan idrakinin rolü nedir?

Din eğitimi disiplini açısından düşünüldüğünde, din eğitiminin muhatabı olarak insanın mahiyetini ifade eden yetkinlik gibi kavramlar, insanın kendisine dışarıdan bakması, kendisini değerlendirip yorumlaması açısından bir imkândır. İnsanın din eğitimini kendi perspektifinde sorgulaması alanın gelişerek geniş bir zemine oturması için önemli bir husustur.

Bu bağlamda, insanın mahiyetini sorgularken insani gerçeklikten yola çıkarak metafizikî gerçekliğe değinmek ve farklı disiplinlerde ele alınan yetkinlik gibi bazı kavramlara eğitim gözüyle yeniden bakmak, değerlendirmek, yorumlamak önem arz etmektedir. Bu minvalde düşünüldüğünde varlık âlemi içerisinde ayrı bir yeri olan insanın yüce bir varlığa yönelmesinde, bağ kurmasında ve ilişki içinde olmasında yetkinlik fonksiyonunun etkisini ortaya çıkarmak kayda değer bir husustur. İnsan için manevi gelişim süreci olarak da görülen yetkinliğin kavramsal analizini yapmak ve dinamik bir yapıya sahip olan kavramın din eğitiminde nasıl yorumlandığına ve konumlandığına dikkat çekmek gerekmektedir.

Din eğitiminin muhatabı olan bireylerin bir oluş süreci içinde olmaları ve bu süreçte, nihai hedef olan Allah ile ilişkisini geliştirerek bir bağ kurması yetkinleşmeye işarettir. Yetkinleşme faaliyeti olarak varlık ve var olan her şeyi varoluş diyalektiği içinde düşünmeyi saymak mümkündür. Çünkü evrende var olan her şey bir yerde, bir işlevde, bir ilişkidedir. Dinin insan için gerekliliği, görülen âlemin nizamının ilahî bir içeriğe sahip olmasına karşın insan aklının idrak edebileceği şekilde tertip edilmesinin bir bütün olarak yaratıcıya mal edilmesinden kaynaklanmaktadır. Yaratıcı, bütün varlığı insana işaret etmesi yönünden tecelli etmektedir. Varlık dairesinin sabitesi insandır. İnsanın bir doğası yoktur ancak bir fıtratı vardır. Bu açıdan değerlendirildiğinde insanın kendisini tanıması ve yetkinleşme süreci ile birlikte yaşadığı tecrübelerin farkında olması din eğitimi disiplinine farklı bir boyut kazandıracaktır.

Din eğitimine, hayatın bütün alanlarıyla ilgilenen çok boyutlu bir alan olarak bakıldığında din eğitiminin temel konusunun insan olduğu anlaşılacaktır. Bu sebeple insan ile ilgili bütün kavrayışların, bir disiplin olarak din eğitiminin felsefi zemininde konu edilmesi mümkündür. İnsanı tanımlamaya çalışırken onun var olmasını, onu var edenle ilişkisi içerisinde anlamaya çalışmayı ve nihayetinde yetkinleşme yolunda alan açmayı din eğitiminin hedefleri arasında zikretmek mümkündür. Bu husus, din eğitimi felsefesinin arka planını oluşturmada önemli bir hareket noktasıdır.

İnsanoğlu ne olursa olsun kendisini ve kendisini de aşan şeyleri düşünecek, sorgulayacak ve kendisine yönelttiği sorulara cevap bulmaya çalışacak bir varlık olarak yaratılmıştır. Özellikle varlık âleminden ziyade metafizikî konularda bu arayış daha fazla derinleşmektedir. Eğitimin ve ilahiyatın bir araya gelerek oluşturduğu yeni bir disiplin olarak din eğitiminin bu arayışta bir zemini anlamlandırmamızı sağlayan kavramlara ihtiyacı vardır.

İnsanı ilgilendiren ve zihin dünyasını keşfetmede önemli derecede yol açıcı rol oynayan yetkinlik gibi kavramlar bulunmaktadır. İnsan ancak kendisinde var olan yetkinlikle kendisiyle ve diğer varlıklarla hatta metafizikle bir ilişki kurabilir. Bu anlamda, insanın diğer varlıklarla ilişkisini kuran ve insanı yetkinliğe ulaştıran idrak, irade, akıl, kalp, nefs gibi kavramlar üzerinde durulması gereken önemli kavramlardır. Bu kavramlar, zemini oluşturulmaya çalışılan din eğitimi disiplini açısından değerlendirildiğinde din eğitiminin “ne”liği ve “nasıl”lığına yönelik insana imkân sunan kavramlardır.

Konevî’ye göre, insanın yetkinleşmesinde ayrı bir yeri olan idrak ile insan, yetkinliğini pekiştirme imkânı bulmaktadır. Kalp, akıl gibi melekeler yetkinleşme için aracı konumunda bulunurken idrak melekesi yetkinliğin daha çok pekişmesi ve derinleşmesi için aracı konumundadır. İnsanın yolda bulunduğu hal (seyr u sülûk) sonrası meydana gelen münasebet ve müşahedede idrakin faal olması gerekmektedir. Bir şeyi idrak etmemiz, hakikatimizin varlık ile vasıflanıp hayat ve bilgi özelliklerinin bizde bulunması ve bizimle idrak etmek istediğimiz şey arasındaki engellerin ortadan kalkmasıyla gerçekleşir ve böylece o şey idrak için müsait hale gelir.

Konevî’ye göre insanın asıl gayesi nedir ve bu amacına nasıl ulaşır? Konevî’ye göre insan, nasıl yetkin varlık olur? Burada “ilişkiselliğe” yüklenen anlam nedir?

Konevî’nin eserleri incelendiğinde, insanı ilgilendiren konular irdelenmeden önce, insanın nasıl bir varlık olduğu hususu üzerinde durulduğu görülmektedir. Konevî’ye göre öncelikle insanı tanımak gerekmektedir. İnsan, tam olarak bilinmeden, nasıl bir varlık olduğu tam olarak anlaşılmadan yetkinlik gibi insanı ilgilendiren kavramlar anlaşılamaz. Bu bağlamda Konevî, eserlerinde insanı tanımlamak için birtakım sorular sormakta ve bu sorulara cevaplar aramaktadır. Bu cevaplar; Konevî’nin de insanı tanımlamak için eserlerinde üzerinde durduğu insanın hakikati nedir? İnsan nereden ve nerede var oldu? İnsan nasıl var oldu ve onu kim var etti? İnsan niçin var oldu ve insanın var olmadaki gayesi nedir? sorularına aranan cevaplardır. İnsan, bu sorulara cevap bulduğunda kendi hakikatinin farkına varma imkânı bulur ve aynı zamanda kuşatıcı hakikatle olan ilişkisinin de farkına varmış olur. Konevî, bu anlamda insana daha ağır bir görev yüklemekte ve insanın hâl, zaman ve mertebe açısından nasıl bir varlık olduğunu açığa kavuşturmak istemektedir. Konevî ayrıca insanın, varlık âlemi içindeki bütün hakikatlerin kendisi için ne anlam ifade ettiğini bilmesi gerektiği düşüncesini benimsemektedir.

Konevî’ye göre insanın asıl gayesi kâmil insan olmaktır. Kâmil bir insan olmak için bu hedefe ulaştıracak derecede yetkinliği gerektirmektedir. Konevî, eserlerinin genelinde ve özellikle de en önemli eseri olan Miftahü’l-Gayb isimli eserinde insan-ı kâmil olma hedefine ulaştıracak yetkinleşme araçları için insan ile Rabbi arasında bazı ilişkisel durumunun ortaya çıkması gerektiğini düşünmektedir. Bu ilişki durumları teveccüh, tesir-teessür, müşahede, münasebet, muhabbet, seyr u sülûk gibi kavramlarla açıklanmaktadır. Konevî, kâmil olmak için Rabbiyle olan bağının güçlü olması gerektiğini düşünmesinin sebebini, insanın yaratılırken Rabbinin ruhuyla yaratılmasında aramaktadır.

İnsanın Rabbine yönelmesi, Rabbi ile arasında bir rabıta kurarak O’nun istediği bir kişiliğe sahip olmak istemesi, Konevî’de teveccüh ve münasebet kavramıyla açıklanmakta, insanın aklın imkânlarını zorlayarak Rabbine karşı gösterdiği hakikat sevgisi ile Allah’a ulaşma noktasında kurduğu özel münasebet, muhabbet kavramıyla ifade edilmektedir. İnsanın kemâline kadar yaşadığı bütün tecrübeler için geçen süreç, seyr u sülûk olarak tabir edilirken insanın bu yolculukta etkilendiği durumlar sonucu kemâlinin gerçekleşmesi müşahedenin gerçekleşmesine bağlanmaktadır. İnsanın tüm bu faaliyetler içinde olması ise tefekkür kavramının faal olması ve ufkunda belirlediği hedefi tahayyül etmesi sayesindedir.

Konevî’nin âlem-insan-Tanrı ilişkisini anlama tarzı, münasebet kavrayışı etrafında toplandığı görülmektedir. Konevî’ye göre varlıklar münasebet ilişkisi oranında değer görürler. Bir varlığın değeri yaratıcı ile münasebetinin güçlü olmasıyla mümkün olabilir. Bu açıdan bakıldığında, Konevî’nin münasebet kavrayışı, hem varlığı hem de bütünüyle tamamlanamayacağından dolayı insanın Zat-ı İlahî’yi tanıyabilmesinin imkânını ifade eden bir temadır.

Konevî’ye göre de Allah ile insan arasında iki çeşit münasebet bulunmaktadır: Birincisi, Allah ile kul arasında bir tür tesirin bulunduğu münasebettir. Bu tesir ilişkinin sebebi insanın kendisinde zuhur etmesinden başka bir şey değildir. Bir başka ifadeyle zorunlu tesir ilişkisi de denilebilir. Allah ile insan arasında gerçekleşen bir diğer münasebet ilişkisi de kulun ilahî iradenin suretinden olan payı ile ilgilidir. Bu münasebet ilişkinin sonucunda insan, yeteneği ve kabiliyeti itibariyle zayıflayabilir veya kuvvetlenebilir. Konevî’ye göre, insan da Allah ile olan münasebeti oranında değer görür. İnsan, Allah ile olan münasebetini ileri seviyeye taşımak için önce yüzünü Allah’a döndürmeli ve Allah ile arasındaki engelleri tek tek kaldırarak kemâl yolunda mesafe almalıdır. Münasebet kavramını, Allah ve varlıklar arasındaki gerçekleşme düzeyini bu bağlamda anlamak gerekmektedir. Konevî bu konudaki düşüncelerini aktarırken her şeyin Allah’ın mertebeleriyle irtibat halinde olduğunu bildirmektedir.

Konevî, münasebet kavramı ile birlikte insanın yetkinlik arayışını anlaşılır bir zemine oturtmak için seven-sevilen ilişkisine de eserlerinde vurgu yapmaktadır. O’na göre münasebet ilişkisiyle birlikte birey ile Allah arasında seven ve sevilen ilişkisi zuhur eder. Bu ilişkide ortaya çıkan sevgi, bazı fiillerde ve hallerde münasebet kavramının neticesidir. Kur’an-ı Kerim’de, “Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever.”, “Allah sabredenleri sever.” gibi bazı ayetlerde vurgu yapılan sevgi konusu ile bu ilişkiye işaret edilmektedir. Ortaya çıkan bu münasebet ilişkisinden sonra muhabbet gerçekleşmeye başlar ki bu da sülûk edilen yolda insanın, kendisinde var olan yetkinlik potansiyeli ile birlikte asıl hedefine odaklanması halinin başlangıcı olur.