Şeytan Olmasa Ne Olurdu ? / Abdulkadir Yılmaz

İnsanları inkâra ve her türlü kötülüğe teşvik eden şeytan niçin var? Bizim iyi olmamızı isteyen Tanrı, yine bizim yoldan çıkmamıza ve kötü işler yapmamıza en büyük vesile olan şeytan ve avanesini niye yarattı? Sonra da “Buna sakın uymayın.” diye ayetlerde niçin uyarıyor? Böyle uyaracağına şeytan ve taifesine bu imkânı vermeseydi daha iyi olmaz mıydı? Yine çok merhametli ve iyiliksever Tanrı, yeryüzünde kötülüklere ve kötülere neden izin veriyor, onları niye yaratıyor? İnsanlar arasında adaleti niye göremiyoruz? Eminim ki işte bu tür sorular her inanan insanın aklına gelmiştir, gelebilir de... Sonuçta insan zekâsının bir çalışma yöntemi olması hasebiyle bu tür sorular ve vesveseler hayatımızın da kaçınılmaz gerçeğidirler. Ama işin olumsuz tarafı bu tür sorular yüzünden inançlarını yitiren bir hayli insanın varlığıdır.

Ayrıca şu da bir hakikat ki bu tür sorulara herkesi tatmin edici bir cevabın verilmesi, insana iki dünyalı bir varlık olduğunu (dünya-ahiret) kabul ettirmeden mümkün değildir. Yani bir ülkede, hukuk kuralları en kusursuz ve uygulayıcıları en mükemmel insanlar da olsalar, mutlak bir adaletin bu dünya şartlarında sağlanabileceğini söylemek imkânsızdır. Mesela üç kişiyi öldüren bir kişiye hangi cezayı verseniz üç canın karşılığı olabilir? Onun bir canını almak, üç kişinin adil karşılığı olacak mıdır? Yaratılıştan kusurlu, özürlü, engelli olanlar sağlam insanlardan haklarını nasıl alabilirler? Sağlam bir kişinin gözünü kavgada çıkarsanız, hangi dünyevi ceza bu gözün bire bir karşılığı olabilir?.. Bunları çoğaltmak mümkündür. Bu dünya şartlarını böyle değerlendirmek kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Adaletin burada yarım kalması ise ilâhî adaletin gerekliliğinin en büyük kanıtıdır.

Özellikle ateistler ölümden sonraki hayata inanmadıkları için onlara; ahiret hayatından, mutlak adaletin orada tecelli edeceğinden, insanın iki dünyalı bir varlık olduğundan ve denge kavramının iki dünya birden düşünüldüğünde gerçekleşeceğinden bahsetmenin bir anlamı yoktur. Nitekim kötümserliği temele alan ateistler; “Beş duyu organıyla kavradıklarımız dışında başka dünya yoktur.” tarzında düşündükleri için ahireti inkâr etmişler ve dünyadaki kötülükler yüzünden umutsuzluğa düşmüşlerdir. Kısaca özetlersek; kötülük problemini iyi niyetle aşamayanlar, Allah, din, iman ve ahiret inançları olmadığı için kendi kaoslarının anaforunda boğulmuşlardır.

Bu mevzu uzun ve tartışmalı bir mevzudur. Bu makalede kısaca “şeytanın” varlığının nedeninden ve hikmetinden bahsetmeye çalışacağım. Nasip olursa başka bir yazımda da “nefs ve kötülük” üzerine bir şeyler söylemek isterim.

Allah’a ve O’nun gönderdiği dinlere inananlar açısından konuyu ele alacak olursak diyebiliriz ki; Allah (c.c.) mutlak hayır, sonsuz iyilik ve sonsuz güzelliktir. Şeytan, Allah tarafından yaratılmış şer bir programdır... (şeri yaratmak şer değildir). Allah, hem cin kökenli bu şer varlığı hem de Adem’i yarattı. Meleklere ve İblis adındaki bu şer varlığa, Adem’e saygı ve hürmet göstermelerini emretti. Melekler tamamen iyilik oldukları için hemen itaat ettiler. Ancak şerre göre dizayn edilmiş olan İblis, yaratılışı gereği isyan etti. “Ben ondan daha hayırlıyım.” diyerek Allah ile Adem üzerinden hammadde üstünlüğünü merkeze alan ırkçı bir diyalektiğe girişti. Bunun sonunda İblis, melekût âleminden uzaklaştırıldı.

İblis, Adem’in yaratılmasına paralel olarak iblis oldu. Kıyamete kadar da insanlarla iletişim ve etkileşim halinde bulunmasına izin verildi. İblis, şerrin ana programı; bu ana programın her insana yansıyan kopyalarına ise şeytan deniyor. Adem’in İblis’i vardı. Her insanın da bir şeytanı var.

Şimdi yine başa dönerek “Şeytan niye var, keşke olmasaydı.” diyecekler için neler diyebiliriz, ona bakalım: Kur’an’da insanın yaratılma hikâyesine bakınca görülüyor ki aslında Allah insanı yaratmasa şeytanı, şeytanı yaratmasa insanı yaratmazdı. Zira insanın yaratılış maksadı, Allah’ın celal, cemal gibi bütün isimlerine mazhar olması, Rabbinin özelliklerini kendi çapında taşımasıdır. Dünyaya gönderilmesi ise bu isimlerin tecellilerine mazhar olabileceği en uygun yer ve ortam olmasıdır. Bunun için acı-tatlı günler geçirerek, varlık-yokluk, ölüm, korku, endişe, açlık, fedakârlık, acıma, sevgi, merhamet, cömertlik gibi duyguları hissederek kendine bunlardan güzel bir ahlak edinmesidir. Yani en kâmil anlamda bir varlık olması için öğretim, eğitim, gelişim süreci yaşamasıdır… Nitekim gelişme denen şey zıtların çatışması ile meydana gelen bir olgunluk değil midir zaten?

Güzellik, güzelliğini ispat için çirkine muhtaçtır. Beyaz beyazlığını, siyah varsa gösterebilir. İyilik kötülükle, gündüz gece ile, melek şeytan ile bilinir. Yani her şey zıddı ile kaimdir gerçeğinden hareketle, kendini ancak öyle gösterebilir. İnsan ise melek+şeytan karışımı bir varlıktır. Ondan bu zıtlar içinde pozitif ve negatif duyguları yaşayarak ve mücadele ederek meleklik özelliğini gönül ve ruh dünyasına hâkim kılması istenir.

Daha açığı şeytan, insanı insan yapan negatif güçtür. O olmasaydı neler olurdu şimdi de ona bakalım isterseniz:

-Hz. Adem ve Havva cennetten kovulmayacak, sonsuza kadar orada kalacaklardı. Fakat bizler olmayacaktık! Bir anda söylenecek her şey bitti gördünüz mü? Ama biz bu erken finali görmezden gelerek yolumuza devam edelim.

-Dünya hayatı da olmayacaktı. Dünyadaki güzellikler de… Allah dünyayı yaratmazdı; çünkü imtihan dünyası şeytanla olur. Şeytan ile dünya hayatı bir bütünlük arz etmektedir. Mükemmel bir müzik bestesi gibidir dünya hayatı. Kompozitör, notaların hepsini uyumlu bir şekilde kullanarak oluşturur bestesini. Her nota bütünlük ve mükemmelliğin bir parçasıdır. Bestekâr, her notaya rollerini ve görevlerini dağıtmış. Siz bestekârın, kompozisyonda kullandığı notalardan birini, mesela do notasını gereksiz görüyorsunuz diyelim; o zaman bestede yer alan bütün do notaları sapır sapır dökülüp yok olduğunda ortada anlamlı bir beste kalmaz. Do’suz da beste olmaz re’siz de...

-Ahiret yolculuğundaki o aşamalar olmayacak ve bilinmeyecekti. Ahiret olmayacaktı. Haliyle kabir azabı, sırat, mizan, mahşer de olmayacaktı. Çünkü bunlardan amaç hesaba çekilmek, ceza ve mükâfat görmektir. İmtihanın kilit taşı şeytan olmayınca bu saydıklarımızın yaratılmasına da gerek olmayacaktı.

-Peygamberlik kurumu bulunmayacak, evliyalık makamları söz konusu olmayacaktı. Ebu Cehil ile Hz. Ebubekir arasında hiçbir fark olmayacaktı. Ne lanetlik olacaktı ne de hazretlik!

-İnsanlar melekler gibi olacaktı. Zaten sayısız melek var olduğu için, insanın yaratılması anlamsız olacaktı.

-Cehennem de olmayacaktı cennet de olmayacaktı. Bunları hak eden bir kimse de olmayacaktı.

-Kader ve buna bağlı olarak hayır ve şer Allah’tandır. Dünya, imtihan ve insan olmayınca kader de olmayacaktı.

-Kur’an, oruç, namaz, hac, zekât olmayacaktı. (İman ve İslam’ın şartları olmayacaktı.)

-Allah’ın emir ve yasakları bulunmayacak, insanla Allah arasındaki diyalog yaşanmayacaktı.

-Ahlak, fazilet, sevgi, yardımlaşma gibi güzel hasletler bilinmeyecekti.

-Allah’ın isimlerinin tamamı tecelli etmeyecekti. Şeytan, kötülükler, musibetler olmasaydı Allah’ın Kahhâr, Mümît, Afüv, Rahîm, Cebbâr, Şâfi gibi birçok ismi bilinmeyecekti.

-Meleklerden daha ileri geçecek bir varlık olmayacaktı.

İnsan, şeytanın varlığı ile imtihan ediliyor. Sınavı kazanan müminler meleklerden daha ileri derecelere yükseliyor. Eğer nefse, kötülüğe yönelme; şeytana, musallat olma özellikleri verilmemiş olsaydı insanlar birer melek olurlardı. Hem de biri diğerinden farklı olmayan eşit ve tıpa tıp aynı melekler. Hâlbuki şeytana rağmen imtihanını kazanan insan, meleklerden üstün olabilmektedir.

-İnsanın küçük de olsa bir irade özgürlüğü vardır. Yani insan zıtlar arasında seçim yapabiliyorsa bu kadarcık bir özgür iradeye sahip olduğu rahatlıkla söylenebilir. Şeytanın ve kötülüğün olmadığı bir dünyada insanoğlu iyiyi nasıl seçebilir? Dolayısıyla onun özgür iradesinden ve başarılarından söz edilmeyecekti.

Ayrıca şeytan, bir memleketi dışarıdan yıkmak isteyen düşman gibidir. Lâkin hiçbir memleket, dış düşmanlara yardımcılık eden iç düşmanlar olmadan kolay kolay yenilmez. Bu nedenle harici düşmandan çok içerideki düşmanlardan korkulur. Nefs-i emmare de şeytanın içerideki eli, kolu, ayağı ve ajanıdır. Şeytan bir aldatıcıdır ve aldatmak şeytanın sanatıdır. Aldatmak istediği varlık da nefis. Bütün av hayvanları, şehvetleri nedeniyle avcıların kurmuş oldukları tuzaklara düşerler. Nefis de şeytanın tuzaklarına düşen bir hayvan gibidir. Şeytanın şer olarak sunduğu şeyleri hayır gibi görür; tüm hayırları şer gördüğü gibi. Şeytan, ürünler pazarlayan bir reklamcı gibidir. Reklamcılar gibi de tatlı, şirin, sevecen bir yaklaşımı vardır. Reklamcı müşteriye “İlla ki alacaksınız, mecbursunuz!” tarzında dayatmaz. Şeytanın reklamlarını dinleyerek harekete geçen, müşteri konumundaki nefsimizdir. Aldatıcının yaptırım gücü yoktur. Hırsı, şehveti, açgözlülüğü nedeniyle, günahın peşin lezzetini, sevabın veresiye mükâfatına tercih ettiği için helak olur. Şeytanın gösterdiği yoldan gittiği, onu kılavuz kabul ettiği için perişan olur.

Bunlar işin negatif tarafıdır. Ama bununla mücadelede başarılı olursa bir insan, insan-ı kâmil olarak dünya ve ahirette akla, hayale gelmez çok yüksek dereceler elde eder. Yaratan’ın nice yaratılış sırlarına ve hikmetlerine vakıf olabilir. Rabbine yakın kullarından olabilir. Kısa bir ömürde yaptığı fedakârlık nedeniyle cennet denen muhteşem bir âlemde sonsuza kadar Rabbinin en gözde misafiri olabilir.

Son olarak, hayatımızdan birtakım örneklerle bu işi daha anlaşılır hale getirebiliriz. Kötü karakterlerin olmadığı heyecan ile izlediğiniz biri film veya dizi biliyor musunuz? Hep iyilerin ve iyiliğin olduğu bir sinema filmi hatırlıyor musunuz? Niçin senaristler film daha çok ilgi çeksin, heyecan oluştursun diye senaryolarında, kötü karakterleri de en az iyi karakterler kadar öne çıkarırlar? Hatta bu soruyu şöyle soralım; hep iyiliğin olduğu, kötülerin olmadığı bir film sizi ne kadar etkiler ve heyecanlandırır?

Bu filmi izlerken sıkıcı bulmaz mısınız? Böyle bir senaryo yazarını veya roman yazarını eleştirmez misiniz?

Bilirsiniz ki kötüler ölünce filmler de biter. Demek ki filmleri ortaya çıkaran, çekilmesine sebep olan sadece iyiler değil, kötülerdir de… O halde bir senariste yakıştıramadığınız işi, gelmiş geçmiş milyarlarca insanın, hatta hayvanın hayatı için birbirinden farklı muhteşem senaryolar yazan Allah’a nasıl yakıştırabilirsiniz?

Neticede bu dünya imtihan dünyasıdır, bizler de imtihan olan talebeler... Bugün sınavlarda önümüze doğru cevaba yakın aldatıcı dört seçenek konur, doğruyu bulmamız istenir. Doğruyu bulan kişiler belli ki ilhamlarını Kur’an’dan almışlardır. Yani yaptığımız işin doğruluğundan emin olmak için aldatıcı sorulara da ihtiyacımız vardır.

Allah’a emanet olun.