İslam’da savaş kavramının niteliğine dair kısa bir bilgi alabilir miyiz? Hangi şartlarda savaş tercih edilmiştir?
İslâm literatüründe savaş kavramından ziyade cihad kavramının ön plana çıktığını söylemek mümkündür. “Dini emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışmak, İslâm’ı tebliğ etmek, nefse ve dış düşmanlara karşı mücadele vermek” şeklinde tanımlanan cihad kavramı ile İslâm’ın savaş kavramına farklı nitelikler kazandırdığı söylenebilir. Nitekim İslâm, toplumun huzur ve güvenini korumayı hedefleyen savunma hali(Bakara 2/190), düşmanın anlaşmayı bozup İslâm aleyhine çalışması durumu(Tevbe 9/13), devletin egemenliği ve selameti ile ilgili fitneyi bastırma(Bakara 2/193) nedenleri haricinde haksız olan bir savaşı uygun görmemiştir.
Hz. Peygamberin (s.a.v.) kadınların savaşa katılmasındaki genel tavrı ne olmuştur? Bazı örnekler vermek mümkün mü?
Hz. Peygamber’e (s.a.v.) Medine döneminin başlangıcında ve özellikle Bedir Savaşı öncesi kadınlar tarafından yapılan taleplere Resûlullah’ın vermiş olduğu cevaplardan anlaşıldığı üzere, onların savaşlara fiili olarak iştirak etmelerine ihtiyaç duyulmadığı gibi münasip de görülmemiştir. Medine döneminin başlarında gerçekleşen savaşlarda Bedir’de olduğu gibi, Müslümanların ilk askerî seferlerinin hiçbirinde hemşire, aşçı gibi vazifelerde dahi kadınlara görev ve sorumluluk verilmemiştir. Ancak Hz. Peygamber’in bu tavrı ilerleyen zamanlarda değişmiş ve farklılık arz etmiştir. Bu açıdan Müslüman kadınların kısa bir dönem hâricinde savaşlarda faal olarak rol aldıkları görülmektedir. Hasseten yemek pişirmek, su taşımak, yaralıları tedavi etmek, ölü ve hastaları muharebe meydanından nakletmek gibi bir takım geri hizmetlerde ve hatta bazı kritik durumlarda bilfiil savaşa katılmak suretiyle savaşlarda yararlılık göstermişlerdir.
Savaşlara katılmalarının boyutuna dair neler söylenebilir? Bu anlamda Müslüman savaşçı kadın sayısına dair neler söylenebilir?
Müslüman kadınların ilk defa harbe katılımlarının Uhud Savaşı’nda olduğu görülmektedir. Taberânî’de yer alan Enes b. Mâlik tarafından nakledilen rivâyette, Hz. Peygamber’e gelerek harbe iştirak etme talebini dile getiren Ümmü Süleym’e, Resûlullahcihâdın kadınlara farz kılınmadığını söylemiş, bunun üzerine o da; yaralıları tedavi edebileceğini, göz ağrılarına ilaç hazırlayabileceğini ve askerlere su taşıyabileceğini ifade edince Hz. Peygamber: “O halde gazâya çıkmanız ne güzel olur.” buyurmuştur. Yine Enes b. Mâlik kanalıyla sunulan bilgide Uhud Gazvesi’nde Hz. Peygamber’in eşi Hz. Âişe ile annesi Ümmü Süleym’in çemrenmiş bir halde sırtlarında su kırbalarıyla cephede su taşıyarak yaralılara su verdiklerine şâhit olduğunu aktarmaktadır. Bu konuda benzer bir diğer talep ise Hayber Savaşı öncesi ÜmeyyebintKays b. Ebi’s-Salt tarafından dile getirilmiştir. Benî Gıfâr’dan bir grup kadınla birlikte Hz. Peygamber’in yanına gelen bu hanım sahâbî “Ey Allah’ın Resûlü! Bu seferinde seninle birlikte olmak istiyoruz. Yaralıları tedâvi eder, elimizden geldiği kadar Müslümanlara yardım ederiz.” demiş, Resûlullah da, “Haydi, Allah’ın bereketiyle...” diyerek bu talebi geri çevirmemiştir. Aynı savaş öncesi benzer istekle gelen bir diğer hanım Ümmü Sinân’a da Allah Resûlü, “Allah’ın bereketiyle sende yola çık. Senin kavminden ve diğerlerinden bazı arkadaşların da var. Onlar benimle konuştular ve ben onlara çıkmaları için izin verdim. Eğer istersen kavminle, yok istemezsen bizimle birlikte çıkarsın.” diyerek onun da savaşa katılmasına izin vermiştir. Megazî müellifi Vâkıdî, Hayber’e Müslümanlardan 20 kadar kadının katıldığını nakletmektedir. Tespitlerimize göre Hz. Peygamber dönemi savaşlarında Müslümanlara askeri olarak çeşitli konularda yardımda bulunan kadınların sayısı altmışı geçmektedir.
Savaşlara katılan müşrik kadınlarının savaşlardaki rolü ne olmuş, buna mukabil Hz. Peygamberin savaşlardaki müşrik kadınlara karşı tavrı ne olmuştur? Bu tutumun sonuçlarına dair neler söylenebilir?
Müşrik kadınlar özellikle erkekleri kışkırtmak, cesaretlendirmek, azim ve kararlılıklarını takviye etmek için savaşlara onlarla beraber katılmış ve bu anlamda ellerinden gelen gayreti göstermişlerdir. Yer yer askerin moralini ve motivasyonu arttırma adına şarkılar söyleyip şiirler okumuşlar yer yer savaştan kaçanları kınamak suretiyle olası hezimetlerin önüne geçmeye gayret göstermişlerdir. Katıldıkları savaşlarda düşman ölülerine eziyet(müsle) genel yaygın adetleri olmakla birlikte örneğine az rastlansa da sıcak savaşa iştirak edenler olmuştur. İslâmi kaynaklarda yer alan birçok rivayette Hz. Peygamberin savaşlarda özellikle kadın ve çocuklarla beraber muhârib gücü temsil etmeyen bu kimselerin öldürülmesini yasaklayarak bu sayede onlara gelebilecek zararın önüne geçmek istediği görülmektedir. Hz. Peygamber’den önce Cahiliye dönemi savaşlarında savaşa katılmayanlar hakkında özel bir hukuk teâmülü gözetilmemiş ve muhârib savaşçıların yanı sıra kadın, çocuk, yaşlı, hasta, engelli demeden hepsi aynı muâmeleye tâbi tutulmuşlardır. Savaşlarda bu şekilde bir ayrım gözetmeyen Cahiliye Arapları katılsın veya katılmasın hiçbir kimseyi öldürmekten geri durmamıştır. Ayrıca Araplar hasımlarını hor ve hakir bırakmak için kadınları bir araç olarak kullanmış, hiddet ve hınçlarının çoğunu onlardan bilhassa hamile kadınların karınlarını deşmek suretiyle çıkarmışlardır.
Müslüman kadınların savaş öncesi, savaş esnasında ve savaş sonrasındaki hizmet, mücadele ve yararlılıklarına dair durumları özetleyebilir miyiz?
Bi’setin başlangıcıyla birlikte yeni bir hüviyet kazanımı elde eden ve müşrik kadınlara nazaran toplumda daha saygın ve şeref sâhibi bir hayat sürdürmeye imkân bulan Müslüman kadınların da savaşlara katıldığı bilinmektedir. Her ne kadar Hz. Peygamber’in bu konudaki yaklaşımı başta farklılık arz etse de sonrasında kadınlar tarafından gelen çokça talepler ve ricâlar ile genel ahval ve ihtiyaca binâen kendilerine geri planda kalmak suretiyle destek sağlamalarına müsaade edilmiştir. Gerek savaş öncesinde, gerek savaş esnasında ve sonrasında varlığına rastlanılan hanım sahâbîlerin başta yaralıların tedavisi ve hastaların bakımı ile ilgili hemşirelik yapma, cephedeki askere su taşıma, yemek yapma, harb ve konaklama yerlerinde eşyalara bakma, ölü ve yaralıları Medine’ye taşıma gibi geri hizmetlerde yardımlarda bulunmakla beraber zaman zaman istihbarat sağlama, savaş bilgisi saklama, orduya mâlî destekte bulunma, savaşı terk eden askeri kınama, müşrik kadınların sözlü saldırılarına şiirle karşılık verme, kritik kararlarda müşavere heyetinde bulunma ve aslî vazifesi olmamasına rağmen Müslüman askerlerin dağınıklık yaşadıkları hengâmede bizzat düşman askerle vuruşmaya girişme gibi harplerin meşakkatli ve tehlikeli anlarında İslâm ordusuna katkı sağlamışlardır. Nitekim Uhud Savaşı’nda Müslümanların hezimet yaşayıp Allah Resûlü’nünetrâfından uzaklaştığı esnada oğluyla beraber Allah Resûlünü korumaya gayret gösteren bu hanım sahâbî, İbn Kamîe isimli bir müşrik savaşçı tarafından boynuna aldığı kılıç darbesi sonucu ağır yaralanmıştı. Uhud’un ertesi günü gerçekleşen HamrâülesedGazvesi’ne de katılmak istemiş ancak yarasından gelen kanın durmaması sebebiyle bu mümkün olmamıştır.
Kaynaklarda ismine rastlayamadığımız Abdullah b. Üneys’in eşi olarak zikri geçen hanım sahâbînin de Hayber’e eşi ile birlikte hâmile haliyle katıldığı ve yolda doğum yaptığı aktarılmaktadır. O’nun hamileliğinin bu son döneminde savaşa çıkması hâiz olduğu kabiliyetlerinin varlığına ve geri hizmetlerde kadınlara duyulan ihtiyacın önemine binâen olduğu söylenebilir.
Savaşın Müslüman kadına etkileri neler idi? Örnek uygulamalar hakkında neler biliyoruz? Özellikle ganimet ve eman konusundaki uygulamalar için neler söylenebilir?
Müslüman kadınlar katıldıkları savaşlar münâsebetiyle; ganîmetten bir şeyler alma, Resûlullah’ın iltifat ve duâsınanâil olma, Hz. Peygamber ve Hulefâ-yiRâşidîn devrinde özel hediyelerle takdir olunma gibi çeşitli taltif ve ikramlara mazhar olmasına karşılık müşrik kadınların katılmış oldukları savaşların onlar üzerinde ekstradan bir teveccühe ve ihsana vesîle olmadığı görülmektedir ki, bu da esasen aynı toplum ve kültürün paydaşlığında neş’et eden kadınların Hz. Peygamber’in önderliğinde İslâm’la ulaştığı aslî değerler manzumesinin bir yansıması olarak kabul edilebilir.
İslâmî dönemde emân uygulaması mahiyeti bakımından bir takım değişikliklere uğrayarak varlığını devam ettirmiştir. Hz. Peygamber’in, “Müslümanların emânı birdir; en alt seviyede bulunan bir Müslüman dahi emân verebilir.” beyânı ile Câhiliye’de şan ve şeref için belli bir topluluğa has olan bu davranışı tebdil etmiş ve kadın, erkek, hür, köle ayırmaksızın her Müslümanın ifa edebileceği bir muktezâ-yı hâle terakki ettirmiştir. Dolayısıyla emân; dil, cinsiyet, soy, mevki farketmeksizin İslâm’a girmekle aynı haklara sahip olan tüm Müslümanların ortak paydada buluştuğu, ümmet olma bilincinin vurgulanıp, kuvvetlendirildiği ve bu hususa mesned teşkil eden bir kazanım hâline inkılâp edilmiştir.
Yakını ölen kadınlar o dönemde nasıl davranmak durumunda kalmışlardı?
Câhiliye devri Arap sosyal hayatının önemli dinamiklerinden biri telakkî edilen matemler, toplumun büyük kıymet verdiği ve âdeta kutsallık atfettiği merasimlerin başında gelmekteydi. Bu dönemde kocasını kaybeden kadınların üzüntü ve kederlerinin dışa dönük bir yansıması olarak; yaka paça yırtma, başına toz toprak saçma, çamura sürünme, elbiseyi tersten giyme, bilhassa yüzüne ve yanaklarına vurarak dövünme gibi bir takım davranışlar sergilemekteydi. Öte yandan ölen kimsenin ailesi ve yakınları taziye süresince veya bu hal geçene kadar matem elbisesi denilen bir elbise giymekteydi. Bu hüzün zamanında giyilen elbiseler siyah yahut beyaz renkte olmaktaydı ki, bugün bile bu iki renk hüzün/üzüntü zamanını temsil etmekte; beyaz renk Şam ve Hicaz’da alâmet olarak kullanılırken, siyah renk Irak’ta hüzün ve kederin ifadesi olarak tercih edilmektedir. Kimi zaman bir yıla kadar varabilen matem süresince yasını tutan Câhiliye kadınları bu zaman diliminde tamamen süslenmek ve koku sürünmekten de uzak bir hayat sürerek acısını yaşamaktaydı.
İslâm’a girdikten sonra Câhiliye âdetleri ile aralarında mâkûsen mütenasip bir ivme kaydeden Müslümanlar, bu durumu ölülerin arkasından gösterdikleri söz ve davranışlarına da aksettirerek o zamana kadar ki Arap toplumunda varlığına rastlanılamayan ciddi metanet ve sabır örnekliği ortaya koymuşlardır ki bu duruma misal teşkil eden birçok haber Uhud Savaşı bağlamında kaydedilmektedir. Vâkıdî’nin el-Megazî’sinde aktarılan rivâyete göre Uhud Savaşı’nda kendisine iki oğlunun şehid haberi verilmesi üzerine önce Allah Resûlü’nün durumunu soran SümeyrâbintKays, Resûlullah’ın hayatta olduğunu öğrenince, “O iyi olduktan sonra her türlü musibet hafif gelir.” demiştir.