İnsanlık tarihi, savaşlar olmasa tarihi yazmaya gerek olmazdı diyecek kadar kanlı savaşlarla doludur. İnsanlığa, maddi ve manevi çok büyük zararlar veren bu savaşları tetikleyen ve başlatan nedenlerin içinde özellikle etnik kökeni yücelten, asabiyet duygularının önemli bir yer tuttuğu aşikârdır. Nitekim insanlık tarihinin en kara günleri diye anılan 2. Dünya Savaşı, Alman ırkçılarının kendilerini “üstün ırk” olarak görmelerinin ve bunu insanlığa dayatmalarının çok kötü bir sonucudur. Bu savaşta neredeyse tüm Avrupa yerle bir oldu, 60 milyon insan öldü. Kalan yaralılardan daha sonra ölenlerle bu sayı 80 milyonu buldu. Maddi zarar ve yıkım savaşa katılan ülkelerin tüm bütçelerinin hemen hemen yarısına tekabül ediyordu. Bu savaşın, geride kalan halklarda bıraktığı ruhsal yıkımın ve travmaların ise aradan geçen 78 yıla rağmen hala devam ettiği söylenir.
Milletini ve ırkını sevmek, aslında fıtri bir duygudur. Yani bir insanın kendisini ve kendisi ile özdeşleştirerek çocuklarını, ailesini ve milletini sevmesi normal bir duygudur. Lakin bu duygu yeme içme veya şehvet gibi aynı zamanda kontrolü gerekli bir duygudur. Zira sınırı aşması halinde tarihte yaşanmış birçok örneklerinde görüldüğü gibi yıkıcı bir felakete dönüşmesi de mümkün bir duygudur.
Bu nedenle insanlığın huzur ve saadeti için inmiş ve insanlık için gerekli tüm ahlaki umdeleri kemal ile tamamlamış olan İslam dini, ırkçılık konusunda da müntesiplerini ciddi bir şekilde uyarmıştır. Nitekim Kur’an’ın nazil olduğu dönemlerde Araplar arasında da bu duygu çok revaçtaydı. Sosyal yapı kabile esasına dayanıyor, üstünlük ancak nesep, soy, ırk ve zenginlikle ölçülüyordu. Bir kişi, ataları ne kadar şeref sahibi ise o kadar şeref, izzet ve asalet sahibi oluyor, insanlar, renkleri, ırkları nedeniyle küçük görülüyor, adeta bir eşya gibi alınıp satılıyordu...
Dolayısıyla akıldan, mantıktan ve gerçeklikten uzak bu üstünlük ölçüsünü, Kur’an şiddetle reddederek, ırkçılığı aşağıdaki gibi birçok ayetle kınadı ve yasakladı.
“Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır.” (Hucurât,49/13)
Hz. Peygamber de (s.a.v.) Kur’an’ın açıklaması ve tefsiri kabilinden bu konu üzerine uyarılarına hep devam etti:
“Ey insanlar! Şunu iyi bilin ki Rabbiniz birdir, babanız birdir. Arabın başka ırka, başka ırkın Araba, beyazın siyaha, siyahın beyaza, dindarlık ve ahlâk üstünlüğü dışında bir üstünlüğü yoktur...” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 411)
“Kim ırkçılık propagandası yaparak veya kabileciliğe/ırkçılığa destek vererek yoldan çıkmış bir topluluğun bayrağı altında öldürülürse, onun ölümü cahiliye ehlinin ölümü gibidir.” (Müslim, İmare, 57)
“Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık davası uğruna savaşan bizden değildir. Irkçılık davası uğruna ölen bizden değildir.” (Ebu Davud, Edeb, 111-112)
Hazreti Peygamberin (s.a.v.) geçit vermediği bu duygu dört halife devrinde de büyük ölçüde ümmeti bölme fırsatı bulamadı. Sonraki devirlerde ümmetin başına çok belalar açtı. En son Osmanlı Devleti büyük bir azim, gayret ve fedakârlıkla ümmet arasında ırkçılığa geçit vermeden altı yüzyıla yakın İslam ümmetinin birliğini sağladı. Sonunda o da milliyetçilik duygularının erozyonuna dayanamadı.
Osmanlı Devleti’nin dün fiilen hükmettiği topraklar üzerinde bugün toplam 45 ayrı devlet var... Bunlardan 27’si Asya’da, 13’ü Avrupa’da, 5’i Afrika’da.
Ne yazık ki, İslam’ın müntesiplerine kazandırdığı adalet, sevgi ve merhamet duygularının oluşturduğu güçle bu kadar geniş milletler topluluğuna hükmeden bir İslam devleti, ırkçılık belası yüzünden eski haşyet, heybet ve gücünü kaybetti. Bu durumda, milletçe nerelerde yanlış yaptığımızı düşünmemiz gerekmiyor mu?
İşte, zararları bu denli büyük olan, akıl ve mantık açısından da hiç bir karşılığı bulunmayan ırkçılık duygusu her dönem olduğu gibi bugün de hem ülkemizde hem tüm dünyada derin bir tehlike olarak hortlatılmak isteniyor. Zira silah satarak, savaştan, terörden beslenen emperyalist akbabalar için insanlığın bu zaafı çok iyi bir kazanç kapısı.
2.Dünya Savaşının yıkımından iyi dersler çıkaran Avrupa devletleri, Hristiyanlık şemsiyesi altında birleşerek Avrupa Birliğini kurdular ve ırkçılığın önünü böyle alabildiler. İslam âleminde de böyle bir birliğe ne kadar ihtiyaç olduğu açık değil mi?
Nitekim gerçekten hasbi devlet büyüklerinin ve şuurlu İslam âlimlerinin, İslam milletlerini bu türden birleştirme çabalarının olduğu bir hakikat, lakin böyle bir oluşuma ehli küfrün geçit vermek istemeyeceği de bir gerçek, nitekim Müslümanlara bu konuda göz açtırmıyorlar.
Acil önemine binaen tekraren söylüyoruz ki, her türden fitnenin, bilgi kirliliğinin, cahilliğin ve ahlaksızlığın zirvelere çıktığı, dolaştığı bu zor zamanda, ehli küfrün her türlü engeline rağmen, böyle bir birliğin kurulmasına ihtiyaç kaçınılmazdır. Yüzyıllardan beri güçsüz İslam ülkelerinin her türlü güzel değerlerini ve zenginliklerini yağmalayan emperyalist devletlerin karşısında başka türlü durabilmemiz, yani ne maddi zenginliklerimizi, ne kültürel değerlerimizi, ne dinimizi ve manevi değerlerimizi onların istilasından korumamız mümkün değildir. Ayrıca, ahir zamanda hadislerde verilen müjdelere kavuşmak için de ümmetçe yapılması gereken en önemli iş, bu gün bu İslam birliğini kurmaktır.
Bu konuda yine ırkçılığın şerrinden korunmak, emin olmak ve ümmetin birliğini görebilmek duasıyla, değerli büyüğümüz Şenel İlhan Beyefendinin adeta kapalı gözleri ve mühürlü kalpleri açacak kadar net ifadelerle ırkçılığın zararlarını ortaya koyduğu özlü bir sosyal medya paylaşımı ile yazımı noktalıyorum.
Allah’a emanet olun.
“Irkçılığın haram olduğu ve sadece haram günah da değil; ayrıca, son derece ahmaklık ve hatta tam bir taş kafalılık olduğu, herkese malum kesin bir hakikattir! Fakat bu zamanda, yani ahir zamandaki ırkçılık ise, sadece haram değil, apaçık şeytanın safında konumlanmak ve İslam birliği düşmanlığı ve Allah’a savaş açmaktır… Yani, kısacası bunlar, çok zararlı ve çok zarardadırlar!
Şimdi neden böyle açıklayalım:
Kur’ân’da ve sahih hadislerde İslam’ın dünya hâkimiyeti müjdesi yok mu? Var! O halde bunu inkâr eden ve zıddına çalışan zır kâfir olmaz mı? Elbette olur; hatta, olmaz diyen bile kesinlikle kâfir olur. Öyleyse, İslam dünyasının ve Müslümanların en acil ve süratle yapmaları gereken en önemli iş veya cihad, tüm dünyada İslam birliğini sağlamak ve bu birliğe engel olan başta ırkçılık olmak üzere, diğer tüm şeytanî setlerden tamamıyla kurtulmak, Kur’ânî ve İslamî bir emir olduğu gibi, ayrıca, bu ümmete gerçekleşeceği kesin bir hakikat olan, apaçık bir müjde ve olağanüstü bir lütuf ve armağan! değil midir? Yani İslam birliği olmazsa olmaz olunca, bu birliği ırkçılıktan daha şiddetli yıkabilecek ne vardır?
O halde aklı başında her Müslüman, bu şeytanî işlerden kesinlikle kaçar ve sadece Allah’a ve onun dinine uyar. Gerisi boşuna yorulmak ve dünya ahiret en büyük zarara uğramak ve uğratmaktır!
O halde, bir Müslüman; şu Amerikalı, şu Avrupalı vs. demez, her insanı insan olduğu için, “ümmet-i davet” olduğu için sever ve varlığına ve hayat hakkına saygı duyar ve onunla en uygun şekilde bir ilişki ile ve İslam’dan da taviz vermeden ilişkisini sürdürür… Yani, gerçek bir Müslüman gibi, evrensel bir duruşla yaşar ve hep hak üzere olur ve ölür! Allah için buğz’unu ise zerre ihmal etmesine de hiç gerek yoktur! Çünkü, onun canına, ırkına, kanına değil; bozuk dinine, köhne kültürüne ve iğrenç hayat biçimine buğzunu ve cihadını eder ve gerisini ise, sadece Allah’a havale eder…”