Cinsiyet gelişim bozuklukları/CGB nelerdir? Kromozom anomalilerine bağlı olan ve varsa diğer faktörler hakkında bilgi verir misiniz?
Cinsiyet gelişim bozukluklarını anlayabilmek için biyolojik cinsiyetin nasıl oluştuğunu bilmek gerekiyor. Gebeliğin 6 ila 12. haftasında şekillenen biyolojik cinsiyetimiz farklı aşamalarla gelişmektedir. Öncelikle döllenme esnasında kromozomal cinsiyetimiz oluşmaktadır. Anneden ve babadan gelen kromozomların 22’si vücut özelliklerimizi belirleyen somatik hücreleri oluştururken bir tanesi üreme hücrelerimiz olan germ hücresini oluşturmaktadır. Anneden gelen cinsiyet kromozomu her zaman X yapıda olduğu için fetüsün cinsiyeti babadan gelecek olan cinsiyet kromozomuna göre belirlenmektedir. Bu bağlamda spermden gelen cinsiyet kromozomu X olduğunda cinsiyet 46, XX dişi olurken; Y olduğunda 46, XY erkek olmaktadır. İkinci aşamada ise kromozomal cinsiyete göre üreme hücrelerinin kendisinden salgılandığı organlar olan gonadlar gelişmektedir. Fetüs dişi olduğunda gonadlar yumurtalık, erkek olduğunda ise testise dönüşmektedir. Üçüncü aşamada gonad yapısına göre iç genital organlar oluşmaktadır. Cinsiyet dişi olduğunda rahim, fallop tüpleri, vajinanın 2/3’lük kısmı gibi organlar gelişirken erkek olduğunda epididim, vaz deferens, veziküla seminalis gibi spermin oluşum ve saklanmasında görevli olan organlar gelişmektedir. Son aşamada ise dış genital organlar şekillenmektedir. Örneğin cinsiyet dişi olduğunda büyük ve küçük genital dudaklar (labia majör ve labia minörler), klitoris ve vajen girişi gibi organlar gelişirken erkek olduğunda glans (penisin uç kısmı), skrotum (testis kesesi) ve üretra (idrar yolu) gibi organlar oluşmaktadır. Genel olarak biyolojik cinsiyetin gelişimi bu şekildedir. Bu evrelerin herhangi birinde meydana gelecek bir anomali, cinsiyet gelişim bozukluklarına yol açmaktadır. Bu bağlamda cinsiyet gelişim bozukluğu olan bireyleri “dişi veya erkek yöndeki seksüel gelişimlerini tamamlayamamış ve bu nedenle de bazı genital organ taslakları ara kademelerde kalmış/duraksamış kimseler” şeklinde tanımlayabiliriz. Tanımdan da anlaşılacağı üzere cinsiyet gelişim bozukluklarının kromozom anomalileri, gen mutasyonları yahut hormon ve reseptör bozuklukları gibi farklı etiyolojileri vardır. Bu noktada toplumda yaygın olan yanlış anlayıştan bahsetmek yerinde olacaktır. İnsanlar genelde cinsiyet gelişim bozuklukları dendiğinde yalnızca her iki cinsin dış genital organlarını kendisinde bulunduran kimseleri düşünmektedirler. Oysa günümüzde yirmi küsür çeşidi olan bu olguda dış genitalyaların, her iki cinsin arasında muğlak kalması (ambigous genitalya), sadece bir formu oluşturmaktadır. Fenotipik cinsiyeti (dışarıdan bakıldığında görülen cinsiyet) tipik bir kadın veya erkek olan CGB’li bireyler de vardır. Bu bağlamda cinsiyet gelişim bozukluklarında temel nokta; kromozomal, gonadal, iç genital veya dış genital cinsiyet arasındaki zıtlıklardır. Örnek üzerinden açıklayacak olursak kromozom anomalilerine bağlı gelişen swyer sendromunda kromozomal cinsiyet 46, XY olmasına rağmen Y kromozomunun üzerinde bulunan cinsiyet belirleyici gen (Sex-determining region of Y/SRY), spermin mayoz bölünmesi esnasında kaybolduğu için testis belirleyici faktör (Testis-determining Factor/TDF) salgılanamıyor. Bu durumda testisler gelişemediği için yumurtalıklar oluşuyor ve buna bağlı olarak iç ve dış genital organlar feminen gelişiyor. Bu yüzden swyerli bireylere, genetiği erkek 46, XY olan kadınlar deniyor. Bir başka örnekte gen mutasyonlarına bağlı olarak anne karnındaki dişi fetüsün dış genital organları maskülenize olabiliyor. Konjenital Andernal Hiperplazi/KAH (Congenital Adrenal Hyperplasia/CAH) denen bu sendromda gen mutasyonundan ötürü kortizol biyosentezinde problem yaşanıyor, yeterince kortizol üretemeyen böbrek üstü bezleri, bu açığı kapatmak için yoğun testosteron salgılıyor. Bunun sonucunda fetüsün kromozomal cinsiyeti dişi 46, XX olup gonadların yumurtalık şeklinde gelişmesine ve iç genital organların da feminen şekillenmesine rağmen yoğun testosteronun etkisiyle dış genitalyalar maskülen görünüm alıyor. Bir diğer çeşitte ise vücudun hormon algılayıcıları olan reseptörler bozuk olduğundan, erkek fetüsün dış genitalyaları feminen gelişebiliyor. Tam androjen duyarsızlığı (Complete Androgen Insensitivity Syndrome/CAIS) şeklinde adlandırılan sendromda fetüsün kromozomal yapısı eril 46, XY ve gonadları testis şeklinde gelişiyor, buna bağlı olarak iç genital organlar da eril yapıda şekilleniyor. Ancak hormon reseptörleri bozuk olduğu için vücut testosteronu yeterince algılayamıyor, bu nedenle testosteronun hedef dokularda görevini yerine getirememesi, dış genital organların feminen gelişimine yol açıyor. Bu örnekler çoğaltılabilir, önemli olan, cinsiyet gelişim bozukluklarını yalnızca fenotipik cinsiyetle sınırlamamak, biyolojik cinsiyetin diğer bileşenlerini de hesaba katmaktır. Ancak bu açıklama, cinsiyet gelişim bozukluklarında muğlak genital yapılı (ambigous genitalya) kimselerin nadir olduğu anlamına gelmemelidir. Yukarıda bahsedilen bazı formların derecelerine göre bireyde her iki cinsin arasında belirsiz dış genital organlar gelişebilir. Bu duruma en çok yol açan sendromlardan birinden bahsederek sözlerimi tamamlamak istiyorum. Normalde kadınların her iki gonadı yumurtalık, erkeklerinki testis şeklinde gelişirken bazı bireylerde bir tarafta over, diğer tarafta testis yahut her iki tarafta da hem over hem testis dokuları oluşabilmektedir. Ovotestiküler cinsiyet gelişim bozukluğu olarak ifade edilen bu durumda kromozomal yapı değişkenlik göstermektedir. Çoğunlukla 46, XX olurken nadiren 46, XY şeklinde gelişmektedir. Bunun yanında 46, XX/46, XY kimerizm, 45, X0/46, XY ya da diğer mozaik karyotip yapıları da görülebilmektedir. Böyle bireylerin iç genitalyaları, gonad tipine göre şekil almaktadır, yumurtalık bulunan tarafta dişi iç genitalyaları, testis bulunan tarafta ise erkek iç genitalyaları oluşmaktadır. Gonadlar hem over hem de testis dokusu taşıdığında ise aynı anda her iki cinsin iç genital organları gelişebilmektedir. Dış genital organların görünümü ise testosteronun işlevselliğine bağlıdır. Buna göre bazen feminen, bazen maskülen yapıda gelişirken çoğu zaman her iki cinsin arasında muğlak (ambigous genitalya) kalmaktadır.
İnterseksüalite nedir? Bir tür çift cinsiyetlilik midir? İslam hukukundaki terminolojik karşılığı ile kromozom analizlerine bağlı adlandırılan modern tıptaki karşılığı aynı mıdır?
Bu tarz soru işaretleri, cinsiyet gelişim bozuklukları için farklı kavramların kullanılmasından kaynaklanıyor. Aslında söz konusu olguyu ifade etmek için farklı kavramların ortaya çıkması, etik kaygılardan ötürüdür. Önceleri Antik Yunan’dan itibaren bu durumu ifade etmek için “hermafrodit” terimi tercih edilmekteydi. Ancak zamanla cinsiyet gelişim bozukluklarının, etik disiplininin konusu haline gelmesiyle hermafrodit terimi, bu bireyleri mitoloji alanına indirgeyerek toplumun dışına ittiği, cinsel fetişleri ve sirk gösterilerini çağrıştırdığı gerekçesiyle eleştirildi. Daha sonra özellikle 20. yüzyılda politik bir kavram olan “interseks” kullanılmaya başlandı. İnterseks aktivistleri tarafından üretilen bu adlandırmada amaç, çift cinsiyetli kavramının yalnızca iki cinsin varlığını meşru göstermesine karşın, cinsiyetin ara (inter) kategorilerinin de bulunduğunu imlemekti. İnterseks kavramının politik bir adlandırma olması, bazı CGB’li bireyler ve ailelerinin rahatsız olmasına yol açtı. Bu yüzden duruma daha etik ve insancıl bir adlandırma koymak için tıp uzmanları ve bazı İnterseks Hasta Savunuculuğu Grubu üyeleri, 2005 yılında İnterseks Uzlaşı Toplantısını (Intersex Consensus Meeting) düzenlediler. Chicago’da gerçekleştirilen bu konsensüste “cinsiyet gelişim bozuklukları (Disorders of Sex Development/DSD)” kavramında karar kılındı. Bu kavram sayesinde bozukluğun, bireyin kendisinden ziyade altta yatan etiyolojiye atfedilerek daha etik bir tavır sergileneceği düşünüldü. Ancak hâlâ güncelliğini koruyan söz konusu adlandırma, yeni etik eleştirilere yol açtı. Özellikle interseksüaliteyi hastalık olarak görmeyen aktivistler, yeni adlandırmadaki “bozukluk (disorder)” kelimesinden rahatsızlık duydular. Onlara göre bu adlandırma yüzünden interseksüalite, hastalık olmadığı halde patolojik hale getirilerek tıp ilminin bakımına bırakıldı. Hatta bazı interseks aktivistler, yeni kavramın öjeni algısı içerdiğini iddia ettiler. Onlara göre nasıl ki ırk öjenisi toplumda üstün ırkın yaşamasına hizmet ediyorsa cinsiyet gelişim bozuklukları terimi de yalnızca ikili cinsiyet kategorizasyonuna sığan kimselerin üretilmesine hizmet ederek diğer cinsiyet varyasyonlarını toplumdan izole etmektedir. Görüldüğü üzere ilgili durumun adlandırılması için kullanılacak kavram konusundaki etik tartışmalar güncelliğini korumaktadır.
Bu bireyleri adlandırmak için çift cinsiyetli teriminin kullanılması da etik gözükmemektedir. Çünkü çift cinsiyetli dendiğinde akla aynı anda her iki cinsin iç ve dış genital organlarının tamamını kendisinde bulunduran kimseler gelmektedir. Oysa henüz tıbbî kayıtlarda interseks de olsa böyle bir bireye rastlanmamıştır. Cinsiyet gelişim bozukluklarının İslam hukukundaki karşılığına geldiğimizde “hünsalık” terimiyle karşılaşmaktayız. Arapça bir terim olan hünsa kelimesinin mastarı “hanese”dir. Hanese mastarı; “yumuşak olma”, “kırılma/kırıtma”, “bükülme” gibi manalara gelmektedir. Bu yüzden Arapçada bir erkek, kadınlar gibi yumuşak üslupla konuştuğunda hanese kelimesiyle ifade edilmektedir. Bizi asıl ilgilendiren, hanese mastarının “iki şeyin birbirine karışması” manasıdır. İnterseks bireyde her iki genital organ birbirine karıştığı için hünsa kelimesi tercih edilmiştir. Bu bağlamda hünsa kelimesi, terim olarak “kendisinde hem erkek hem de kadın genital organları olan veya hiçbir genital organı bulunmayan kişileri” ifade etmektedir. Bu bağlamda modern tıbbın cinsiyet gelişim bozuklukları tanımlaması ile İslam hukukununki tamamen aynı değildir. Çünkü İslam hukukunda fenotipik cinsiyeti esas alan bir kavramlaştırma tercih edilmiştir. Modern tıpta ise kromozomal yapıya dayalı bir isimlendirme kullanılmaktadır.
Klasik dönemde Hünsalığın Çeşitleri ve İslam Hukukçularının Genel Hünsalık Algısına dair neler söylenebilir? Hünsalıkla başlayan süreçte cinsiyet düzeltme operasyonları konusuna İslam hukuku nasıl bakmaktadır? Modern dönem İslam hukukunda farklı yaklaşımlar var mıdır?
Klasik İslam hukukçuları, hünsalığı cinsiyet gelişim bozukluklarından ziyade “dış genital cinsiyeti belirsiz hale getiren durumlar” şeklinde algılamışlardır. Onların bu algısı, tanımlamalarında “kendisinde her iki cinsin genital organları bulunan yahut hiçbir cinsin genital organları bulunmayan kişiler” ifadesini kullanmalarından anlaşılmaktadır. Bu tanımlamadan hünsalığın iki kategoriye ayrıldığı anlaşılmaktadır. Birinci kategoriyi, modern tıbbın da cinsiyet gelişim bozuklukları taksonomisine dahil ettiği, her iki cinsin dış genital organlarını barındıran muğlak genitalyalı (ambigous genitalya) bireyler oluşturmaktadır. İkinci kategoriyi ise modern tıbbın, sindirim sisteminin oluşumunda meydana gelen anomaliler (kloakal malformasyonlar) olarak değerlendirdiği, hiçbir cinsin genital organlarına sahip olmayan bireyler oluşturmaktadır. Sindirim sisteminin oluşumunda meydana gelen ağır anomalilerde bazen dış genital organlar muğlak kalabilmektedir. Bu yüzden fenotipik cinsiyeti belirleyemeyen klasik İslam hukukçuları, kloakal malformasyonları da hünsalık kategorisinde değerlendirmişlerdir. Bu noktada tekrar vurgulamak gerekirse, klasik İslam hukukuna göre hünsalık, genel olarak cinsiyet gelişim bozuklukları şeklinde değil, dış genital cinsiyetin belirlenmesini engelleyen durumlar şeklinde görülmüştür. Bu yüzden klasik İslam hukukçularının, dönemin imkânlarına göre oluşturdukları cinsiyet atama kriterleri, yalnızca her iki cinsin genital organlarını bulunduran (ambigous genitalya) kimselerde kullanılabilmiştir. Kendisinde hiçbir cinsin genital organı bulunmayanlarda cinsiyetin ayırt edilebileceği dokular olmadığından ergenliğin gelmesi beklenerek vücutta gelişecek ikincil cinsiyet karakterlerine bakılmıştır. Cinsiyet, ikincil cinsiyet karakterlerine göre atanamadığında bireye cinsel yöneliminin sorulacağı ifade edilmiştir. Klasik dönemdeki İslam hukukçuları, cinsel yönelimin farkındadırlar. Allahu Teala’nın insanlara fıtraten diğer cinse karşı cinsel çekim hissini koyduğunu ifade etmişlerdir. Bu yüzden somut/fiziksel özelliklere göre cinsiyet atanamadığında psikolojik kriterlere geçerek hünsanın cinsel yönelimini sormayı teklif etmişlerdir. Bu veri, klasik İslam hukukçularının, cinsiyetin psikolojik yanının bilincinde olduklarını göstermektedir. Ayrıca yeri gelmişken şunu da ifade edeyim: cinsiyetin atanması için oluşturulan somut/fiziksel kriterlere baktığımızda öncelikle dış genital organların, daha sonra iç genitalyalar ve hormonların, cinsel fonksiyonun ve üreme yetisinin kullanıldığı görülmektedir. Bu verilerden klasik İslam hukukunda cinsiyet algısının yalnızca dış genital organlar ile sınırlı olmayıp, iç genital organların ve hormonların da cinsiyet farklılaşmasındaki rolünün bilincinde olunduğu fark edilmektedir. Elbette onlar, eserlerinde bugün modern tıbbın bizlere sağladığı şekilde veriler kullanmamışlardır. Ancak dönemin imkânlarında iç ve dış genitalyaları görüntüleyecek tekniklere sahip olmasalar da diğer insanların anatomik yapılarını gözlemleyerek cinsiyetin farklı bileşenlerinin olduğunu saptamışlardır. Klasik İslam hukukunun genel hünsalık algısı konusunda son olarak hünsalığın, anne karnında oluşan bir anomali şeklinde algılandığını belirtmeliyim. Eserlerde bu olgunun, yaratılış esnasında meydana gelen bir eksiklik olarak görüldüğü vurgulanmıştır. Bu yüzden günümüze yaklaşıldığında modern cerrahi tekniklerin sunduğu cinsiyet düzeltme operasyonlarının helal olduğuna hükmedilmiştir. Çünkü modern İslam hukukçuları da klasik dönemdeki hünsalık algısını sürdürmüş ve aslında Allahu Teala’nın her insanı iki cinsiyetten birinde yarattığını, ancak bazen anne karnında yaşanan anomalilerden ötürü cinsiyetin bize kapalı kalabileceğini düşünmüşlerdir. Bu nedenle cinsiyet atandıktan sonra karşı cinse ait dokuları vücuttan uzaklaştırmak için yapılan cerrahi müdahaleleri fıtratı değiştirmek olarak değerlendirmemişler, aksine Allahu Teala’nın kulunda görmek istediği gerçek cinsiyetin ortaya çıkarılması olarak görmüşlerdir.
İslam hukukunun kendi içinde benimsediği özgün interseksüalite algısının, modern tıp ve etik alanlarının sağladığı veriler ya da bilgilerle uyuşan ve farklılaşan yönlerine dair neler söylenebilir? Hangi başlıklar çok tartışılmakta ve çok önem arz etmektedir? Karşılaştırmak gerekirse neler söylenebilir?
İslam hukuku ile modern tıp ve etik disiplinlerinin karşılaştırılabilmesi için İslam hukukunun interseksüaliteye tıbbî bakışının kavranması çok önemlidir. Yukarıda biraz bahsettiğimiz üzere İslam hukukundaki interseksüalite algısı, modern tıbbınkinden bir anlamda daha dar, bir anlamda da daha geniştir. Daha dardır, çünkü yalnızca fenotipik cinsiyeti atipik hale getiren durumlar interseksüalite kategorisine dahil edilmiştir. Oysa modern tıbbın cinsiyet gelişim bozuklukları algısında biyolojik cinsiyetin oluşumu evrelerinden birinde meydana gelebilecek herhangi bir anomali dikkate alınmıştır. Örneğin modern tıbba göre penisin ucunda (glans) bulunması gereken üretranın, penisin alt kısımlarında konumlanması (hipospadias) veya testislerin karın bölgesinden testis kesesine (skrotum) inmemesi (kriptorşidizm) gibi durumlar cinsiyet gelişim bozuklukları sınıfına dahil edilmiştir. İslam hukukuna göre böyle varyasyonlar, cinsiyet gelişim bozuklukları olarak görülmemektedir. Çünkü dış genital görünümü atipik hale sokan bir durum söz konusu değildir. İslam hukukunun cinsiyet gelişim bozuklukları algısının modern tıbbınkinden daha geniş olmasından maksat, kendisinde hiçbir cinsin genital organları bulunmayan kimselerin de CGB taksonomisine alınmasıdır. Örneğin İslam hukuku eserlerinde vücudunun ön tarafında hiçbir dış genital organ olmayıp küçük bir et parçası olan ve bu et parçasından sürekli idrar damlayan kişiler hünsa olarak değerlendirilmiştir. Diğer varyasyonda vücudunun ön ve arka tarafında çıkış yeri olmayan, bunların ortasında bir çıkış yeri bulunan, bu yüzden idrar ve gaytasını aynı çıkış yerinden yapan kimselerin de hünsa olduğu belirtilmiştir. Son örnekte ise vücudunda hiçbir çıkış yeri olmayan, bu nedenle yediğini içtiğini kusarak dışarı atan bireylerin hünsa oldukları vurgulanmıştır. Bu örnekler, modern tıbbî veriler ışığında yorumlandığında şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır: vücudunun ön tarafında hiçbir cinsin genital organı olmayıp yalnızca minik bir et parçasından idrar dökülen kişinin sendromu “mesanenin dışa doğru açılmasıdır (Bladder Exstrophy)”. Bu sendromda normalde karnın alt tarafında içte oluşması beklenen mesane, dışa doğru açılmaktadır, bu nedenle dışta görünen et parçasından idrar dökülmektedir. Vücudunun ön ve arka tarafında çıkış yeri olmayıp bu iki çıkışın arasındaki açıklıktan idrar ve gaytasını yapan kimsenin durumu ise “kalıcı kloaka (Persistent Cloaca)” sendromudur. Normalde gebeliğin 6. haftasında sindirim sisteminin son kısmı olan kloaka, ürorektal septum tarafından ikiye bölünmektedir. Bu bölünme sayesinde embriyonun arka tarafında rektum ve anal kanal, ön tarafında ise vajen girişi ve üretra (idrar yolu) gelişmektedir. Kalıcı kloaka sendromunda ürorektal septumun kloakayı yetersiz bölmesi sonucunda rektum ve üretra, vajina girişinden ayrılamadığı için idrar ve gayta, tek bir çıkış yerinden (vajina girişi) atılmaktadır. Son örnekte ise idrar yolu ve anüs çıkışı olmayıp yediği ve içtiği şeyleri kusarak dışarı atan forma “deliksiz anüs (Imperforate Anus)” sendromu denir. Normalde gebeliğin 8. haftasında anal zardan (anal membrane) anüs kanalı ve anüs oluşur. Ancak bu zarın açılamaması halinde anüs oluşamaz. Böylece birey, gaytasını vücudundan atamaz. Bu duruma ürogenital sinüsün gelişimindeki aksaklıklardan dolayı üretranın oluşamaması da eklendiğinde hem gayta hem de idrarın dışarı atılacağı yollar kapanmış olur. Bu yüzden yediğini içtiğini kusarak dışarı atan bu bebekler, acil müdahale edilmediği takdirde yaşama veda edebilirler. Görüldüğü üzere modern tıpta hastalıkların altında yatan etiyolojilere ulaşıldıkça sendromlar birbirinden net bir şekilde ayrılmaya başlamıştır. Klasik İslam hukukçularının ulaşabildikleri imkanlar düşünüldüğünde bazı ağır kloakal malformasyonlarda fenotipik cinsiyet belirsiz hale geldiği için söz konusu malformasyonları da hünsalık kategorisine dahil etmeleri yadırganmamalıdır.
İslam hukukunun hünsalığı “fenotipik cinsiyetin belirlenmesini engelleyen durumlar” şeklinde algılaması, bazı pratiklerde modern tıptan ayrılmasına yol açmıştır. Örneğin İslam hukukuna göre, modern tıbbın genellikle feminenleştirici cerrahi operasyonları uygun gördüğü mikropenisli erkeklere müdahale etmek caiz değildir. Çünkü modern tıbbın genel anlayışı, mikropenisli erkeklerde cinsel fonksiyon sağlanamadığı için cinsiyetin dişi olarak atanması yönünde olsa da bu bireylerin fenotipik cinsiyeti bellidir. İslam hukukuna göre cerrahî operasyonlar için fenotipik cinsiyetin belirsizliği şart koşulduğundan, mikropenisli erkeklerin cinsiyeti yeniden atanmamalıdır. Bu verilerden anlaşıldığına göre cinsiyet gelişim bozukluklarının tıbbî boyutu konusunda İslam hukukunun modern tıptan ayrışan yönleri, pratikte önemli farklılıklara yol açmaktadır.
Batı etiği ve İslam etiğinin karşılaştırılmasına gelince, Batı etiğinde interseksüalitenin tıbbî bakım standartları, genital cerrahi müdahaleler, aydınlatılmış onam doktrini gibi konularda ayrıntılı etik tartışmalar yapılmıştır. Batı etiğindeki tartışmaların burada söz konusu edilmesi uzun zaman alacağından İslam etiğinin yaklaşımından bahsedelim. Baştan ifade etmek gerekirse İslam etiğinin interseksüalite algısı, Batı etiğinde interseksüaliteyi hastalık olarak gören ve cinsiyetin erken bebeklik döneminde atanması gerektiğini savunan cerrahî yaklaşımla çok benzerlik göstermektedir. İslam etiğinde interseksüalite, anne karnında meydana gelen bir anomali olarak görüldüğünden, bu durumu bir tür çeşitlilik (gender diversity) olarak gören queer kuram savunucularından ayrılınmıştır. Cinsiyetin olabildiğince erken dönemde atanması ve ardından cerrahî müdahalelerin yapılması savunulmuştur. İslam etiğine göre cerrahî müdahalelerin yapılabilmesi için kişiye kesin bir şekilde cinsiyet gelişim bozukluğu teşhisi konmalıdır. Tek çözüm yolunun ameliyat olması gerekmektedir, eğer hormonlarla tedavi mümkünse ameliyata başvurulmamalıdır. Bunun yanında cerrahî operasyonlara ancak tıbbî, hukukî ve dinî alanlardaki uzmanlardan oluşan konseyin kararından sonra izin verilmelidir. Cerrahî operasyonların amacı, cinsiyeti değiştirmek olmamalıdır. Ameliyatın hedefi, bireyin dış görünüşüyle tıbbî tahliller sonucu belirlenen gerçek cinsiyetin uyumunu sağlamak olmalıdır. Ayrıca cerrahî operasyonun başarılı sonuçlar vereceği, zann-ı galip (kesine yakın) derecesinde biliniyor olmalıdır. Bunun yanında İslam hukukunda interseks bireyin özerkliğinin korunması için tam aydınlatılmış onamın olmasına dikkat edilmiştir. Bu bağlamda gerçeklerin birey ve ailesinden gizlenmesini savunan cerrahî yaklaşımın aksine hekimin, bireye veya -birey ehil olmadığında- ailesine durumu anlatması istenmiştir. Hatta bazı İslam hukukçuları, kendisine güvendiği için durumu birey veya ailesinden gizleyen hekimlerin cezalandırılmasının gerektiğini savunmuşlardır.