Covid-19 salgını ile milyonlarca ölüme ve büyük acılara neden olan bir süreç yaşadık ve hatırlarsanız bu süreç literatürümüze yeni kelimeler ve yeni alışkanlıklar da katmıştı.
Mesela e-ticaretin artışını bu süreçte alışkanlık haline getirdik. Bu süreçte literatürümüze giren bir kelime ise sosyal mesafeydi. Sağlık üzerine çalışma yapan doktorlarımız tarafından bu mesafe en az bir buçuk metre olarak tespit edilmişti.
O günlerde çarşıda, pazarda, otobüs ve tramvaylarda, ibadet yerlerinde bu mesafeye göre kurallar ve uygulamalar gündemdeydi. Bu kuralların içerisinde maske ve mesafelere çok dikkat eder, öyle ki bize bu mesafeden fazla yaklaşanı, en yakınımız da olsa adeta büyük bir virüs gibi görürdük. Bu türden densizliğe öfkelenir; saygısız, düşüncesiz, empatisiz bu insanları kimi zaman şiddetle uyarır, ikaz ederdik.
Haklıydık da, zira bu kızmaların perde arkası bir sebebi vardı. Doktorların görünmeyen virüs tehlikesine karşı hem maskelerle, hem de mesafelerle uyarmaları bizim için bu hastalığa karşı kişisel bir korunma alanı oluşturmuş ve bu uyarılar beynimizdeki güvenlik sensörümüz tarafından kaydedilmişti. Bu kayıt neticesi, bizi koruyacak olan sosyal mesafenin ihlallerinde hemen bizlerde kaygı ve korku oluşuyor, geriliyor, huzursuz oluyorduk. Uyarıları yapan ve vücudumuzu koruma altına alan ise Amerikalı nörologlardan Ralph Adolph ve Daniel P. Kennedy’nin varlığını bilimsel olarak tespit ettikleri, “amigdala” idi.
Beyinde limbik sistem denen yapıda bulunan, bademe benzeyen ve ismini de bademden alan amigdala, temel yaşamsal işlevlerimizle ilgili korku, panik, endişe gibi davranışlarımızı kontrol ediyor ve kişisel güvenlik alanımızın sınırlarını otomatik olarak belirliyordu…
Böyle hallerde amigdalanın devreye girmesi, bilgisayarlara yazılımcılar tarafından yüklenen ve güvenilmez sitelere girince bu site güvenilir değil uyarısı veren, uyarılar gibiydi. Zira bu uyarı dikkate alınmazsa, zararlı bir virüs bulaşabilir ve bilgisayarınız çökebilirdi. İşte bu güvenlik uyarısını insanlarda amigdala yapıyordu ki Yüce Yaratıcı tarafından yazılımımıza konan bu uyarı sistemi, aynı zamanda ahsen-i takvim olan insan için her şeyin ne güzel yaratılmış olduğunun da mucizevi göstergelerinden biriydi.
Biliyoruz ki, pandemi süreci bitse de insanlar için tehlikeler bununla sınırlı değil. Dışardan gelebilecek, duygusal ve fiziksel taciz, şiddet vb. gibi tehlike ve tehditler her zaman mümkün. Bu nedenle de amigdala her zaman görevini yapmaya devam edecek ve kişileri korumak için kendince güvenli alanlar ve mesafeleri otomatik belirleyecek… Mayınlı alanlara girince uyaracak, tedirgin olup adeta beynin diğer fonksiyonlarını kilitleyip bizi o tehlikeye odaklandıracak. O tehlike geçinceye kadar da bu görevine devam edecek...
İşte bu gerçeği fark eden psikologlar, bu konuda araştırma yapma ihtiyacı duymuşlar ve kişilerin her koşulda kendilerini güvende hissetmeleri için sınırlar ve mesafeler olduğunu tespit etmişler. Çünkü kişisel alan, her insanın kendini rahat ve huzurlu hissetmesi için kendi bedeni ile diğer insanlar arasında ihtiyaç duyduğu mesafeyi ifade etmekte... Ve araştırmalara göre bu alan 3-4 yaşları arasında oluşmaya başlıyor ve ergenlik çağına girdiğinde o kişiye ait özel bir boyuta ulaşıyor. Her kişiye, her topluma ve her kültüre göre hatta şartlara göre bu mesafelerde farklılıklar olsa da bu güvenlik alanlarının varlığı insanlar için psikolojik bir gerçeklik.
Bu konuda en kapsamlı bir çalışma Amerikalı bir antropolog ve kültürler arası araştırmacı olan Edward Hall tarafından yapılmış. Edward Hall, kişisel alan sınırlarını eşler, çocuklar, akrabalar, yakın arkadaşlar ve yabancılar diyerek ve merkezden dışarıya baloncuklar oluşturup bunlara isimler vererek kategorize etmiş. Ayrıca bu fiziksel mesafelerin sınırlarını, değişik toplumlar ve kültürlere göre farklılıklarını, insanlar üzerinden araştırma yaparak belirlemeye çalışmış. Bu çalışmaların sonucu olarak insanlar için dört farklı kişisel alan önermiş ve bunları mahrem alan, kişisel alan, sosyal alan, genel alan olarak belirlemiş.
Mahrem alan: Çekirdek aile üyeleri, anne, baba, kardeşler, çocuklar gibi gerektiğinde dokunduğumuz, sarıldığımız, aramızda fiziksel mesafenin neredeyse kalktığı çok yakınlarımızı kapsayan alan.
Kişisel alan: Akrabalar gibi diğer aile üyeleri ve sohbet ettiğimiz yakın dostlarımız ve arkadaşlarımızı kapsayan alan.
Sosyal alan: Aşina olunan ve tanıdık insanlarla rahat bir ilişki kurmak için gerekli olan alan.
Genel alan: Tanımadığımız kişilerden oluşan kalabalıkları içeren alan.
Bu konuda mesafeler dahi belirlenmiş ve kişisel alana yabancı birilerinin girmesi halinde bunun o kişi tarafından kişisel alanına tecavüz olarak görüldüğü ve psikolojisine rahatsızlık verdiği tespit edilmiş.
Bu örneğe bakarak diyebiliriz ki, kişisel sınırları yönetme konusundaki bilgisizlik, ihmal, beceriksizlik veya acizlik akabinde kişilerde duygusal sorunlara neden olabiliyor. O halde kişisel alanı tanımlamak, korumak ve etkileşim içindeki insanların birbirlerine göre konumlarına dikkat etmek yaşamsal süreç içerisinde çok büyük öneme sahip. Kültürlü, anlayışlı, nezaketli, düşünceli insan olmak bu kuralları bilmeyi ve uygulamayı gerekli kılıyor, aksi tutum kabalık yobazlık, anlayışsızlık gibi kişileri negatif tutumlara sürüklüyor.
Yani açıkçası, ihlas veya doğallık sanarak ve hangi gerekçeyle olursa olsun kişisel alanları ihlâl etme kabalığından sakınmak gerekiyor. Ayrıca insanoğlu duygusal bir varlık, sadece fiziksel olmasa da duygusal anlamda kendisi ile yalnız kalmayı istemesi fıtratında var... Bu konuda da mahrem alan sınırlarımızdaki kişiler de olsa onların özel ben alanlarına girmekten sakınmak veya onları kendi ben alanımıza sokmama konusunda duyarlı olmak önemli…
“Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir. Mümin de insanların canları ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kişidir.” (Tirmizî, İmân, 12) hadis-i şerifi gibi daha birçok hadis-i şerifler ışığında iyice değerlendirildiğinde zaten İslam’ın tam da bunu tavsiye ettiği açıkça görülüyor.
Neticede, insanî ilişkileri kazasız götürmek ve özellikle irşad ve tebliğde de bu mesafeleri gözetmek önemli diyerek bu hassas konuda yine sevenlerini en güzel ölçülerle ölçülendiren değerli büyüğümüz Şenel İlhan Beyefendi’nin insan ilişkilerini özetleyen bir sosyal medya paylaşımı ile yazımı noktalıyorum.
“İnsan ilişkilerinde, samimiyet, sadece, eşler arasında, çok yakın aile bireyleri arasında, yakın dost ve akrabalar arasında olması gereken, bir ilişki formatı ve gerekli bir insanî tutumdur! Aslında, saydığımız bu kişilerle bile samimiyeti ve bedensel ve ruhsal yapımızı sınırlayan ben alanlarımız vardır!
Yani, daha açığı: Her insanın fıtraten kendini korumak, rahatsız ve huzursuz olmamak için sonsuz samimiyet ve sınırsız bedensel yakınlık içine girebileceği hiçbir başka insan yoktur ve hatta eşlerde, en yakın aile bireylerinde bile bu böyledir! Dolayısıyla herkesin sadece kendine ait ve kendine özel, bir ben alanı, kişisel alanı vardır ve bunu herkes refleks ve otomatik olarak belirler! Hatta hayvanlar bile bazı kokularını ve idrarını bırakarak kişisel ben alanlarını böylece belirlerler!
Bu anlattıklarımın bilimsel karşılığı olarak, bilim ehline malum ve apaçık bir yaratılış gereği olarak insan beyninin amigdala bölümünden kaynaklandığı ispat edilmiş ve delillendirilmiştir! İşte, beynimizin bu bölümünün ürettiği kendini koruma korkusu veya tepkisi diyebileceğimiz bu iç gücümüz, psikolojik olarak ve her boyutta ruhsal ve bedensel olarak kişisel ben alanını belirlemiş olur. Hatta bu sınır olan alanlara, psikologlar; mahrem alan, kişisel alan, sosyal alan ve ortak(genel) alan gibi isimler vererek ve yine şu kadar santim uzaklık normal, bu kadar yakınlık anormal gibi ölçülendirerek, insanın saygınlık ve kendi özelinde rahatlık alanını belirler ve ona göre bir yaşamı insanlığa açıklar ve öğretirler!
O halde demek istediğimiz şudur: Her tür insan ilişkisinde, karşıdaki kişinin ben alanı, kişisel alanı, hesaba katılarak ve saygı ile ilişkiler sürmeli ve kabalık ve kişiliksizlik, samimiyet veya sıcak dostluk sanılmamalıdır.
Özellikle iyiliği emredeceğim, kötülükten nehyedeceğim diye de, hiç kimsenin özel ve ben alanına dalmamalı ve her tür hizmeti ve insani ilişkiyi kalp kırmadan ve gönül yıkmadan yapmalı ve şayet bu işi beceremiyorsa hizmet değil önce adam gibi, insana yakışır bir davranış ve vakar kültürü eğitiminden geçip, ondan sonra İslamî tebliğ görevine layık ve hazır olmalıdır!”.