17. Yüzyıl Kayseri Sancağında Seyyidler / Ayşegül Güngör Babacan

Yaptığınız çalışmada Kayseri Sancağı özelinde 17. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Seyyid, Seyyide ve Şeriflerin mümtaz yerini inceliyorsunuz. Her şeyden önce Seyyid ve Şerif ne demektir?
‘Seyyid’ sözlükte “sahip, efendi, önder, bey, faziletli, kerim” anlamlarına denk gelirken, ‘Şerîf’ ise sözlükte “şerefli, asil soylu, onurlu, kutsal, mübarek” gibi anlamları ifade etmektedir. Bu iki kelime, terim olarak “nesl-i pâk-i Muhammedî’ye mensup olup yüceltilmiş olan Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Hz. Ali ile Hz. Fâtıma’dan doğan torunlarıyla onların soyundan gelenler için” de kullanılmaktadır.
Dönem itibarıyla Osmanlı devlet yapı ve politikasında Seyyidler ve Şerifler nasıl bir konuma sahip idiler?
Osmanlı Devleti henüz beylik dönemindeyken âlimlere, şeyhlere ve Seyyidlere kucak açmıştır. Osman Gazi, Orhan Bey ve I. Murat Seyyidlerin Osmanlı topraklarına gelmelerini sağlamışlardır. Seyyidler Osmanlı’da huzur ve emniyet içerisinde olmanın yanında devletten atiyyeler almış ve çok iyi muamele görmüşlerdir. Bu sürecin sonunda Osmanlı topraklarında âlim, şeyh, molla ve Seyyidlerin sayısı giderek artmıştır.
I. Murat dönemi içerisinde Seyyidler için bir nikabet teşkilatı kurulmamıştı. Fakat H. 787/M. 1385 tarihinde Seyyidlere vergi muafiyet beratı verilmiştir. Bu belge ile vergiler konusunda Seyyidlere kolaylıklar sağlanmıştır.
Yıldırım Bayezid zamanında ilk olarak Mayıs 1400 tarihinde “Nâzır-ı Sâdât” kurulmuştur. Bu makama atanan ilk kişinin “Bağdat eşrafından, Bursa’da İshâkıyye (Kâzerûniyye) zâviyesi postnişini Seyyid Ali Natta olduğu söylenmektedir. Seyyid Ali Natta, Ankara muharebesinden sonra Bursa’da Molla Fenari ve Mehmed Cezeri ile beraber Timur kuvvetleri tarafından esir edilmiş, serbest kaldıktan sonra ise hacca gitmiş ve geldiğinde İshakiye mütevelliliği sırasında bu göreve tekrar devam etmiştir. Bağdatlı olan Hüseyni neslinden gelen Seyyid Ali Natta’nın geçimini sanattan sağlayan bir sanatkâr olduğu bilinmektedir.
Fatih devrinde (1451-1481) bu kurum kaldırılmıştır. Fakat bu kurum Nakîbüleşrâflık adıyla Sultan II. Bâyezid (1481–1512) devrinde 900/1494 yılında tekrar kurulmuştur. II. Bayezid’in hocası Seyyid Abdullah’ın oğlu Seyyid Mahmud’a Nakîbüleşrâflık ünvanı verilmiştir. Seyyid Mahmud’un Seyyid ve Şeriflerin başına getirilmesi Nakîbüleşrâflık tarihinin dönüm noktası olarak görülmektedir. Bu görevi yerine getiren Seyyid Mahmud Efendi 40 yılı aşkın bir süre bu hizmette bulunmuştur. Bu dönemde söz konusu teşkilatın yeniden kurulması yanında, Seyyidlere II. Murad döneminde verilen vergi ayrıcalığı da getirilmişti.
İlmiye sınıfının en üst seviyesine çıkan Seyyidler uygun görülürse Nakîbüleşrâf olabilirlerdi. Osmanlı Devleti’nde Seyyidlerden seçilen Nakîbüleşrâfların atanabilmesi için Seyyid olmaları ön şart olarak kabul edilse de ilmiye teşkilatı içinde Nakîbüleşrâflık gibi bir prestije sahip olmak için bu tek başına yeterli değildi. Seyyidlerin ailelerinin de kendilerinin de ilmiye sınıfına dahil olmaları beklenirdi. XVII. yüzyıldan itibaren Seyyidlerden olup da İstanbul’da kadılık ve kazaskerlik yapanlardan emekliye ayrılanlar Nakîbüleşrâf olarak tayin edilmeye başlandı. Belli bir süresi olmayan bu görev, tayin edilenler tarafından uzun süre yapılırdı.
Nakibüleşraf yapılmak istenilen Seyyidler, Osmanlı’nın hangi şehrinde olursa olsun Paşa Kapısına (Bab-ı Ali) davet edilir, burada sadrazam tarafından ayakta karşılanırdı. Bu esnada gül suyu, kahve ve buhur ikram edilirdi. Samurdan kürkler giydirilerek memuriyeti ilan edilenlere beratları teslim edilirdi. Nakibüleşraflık görevi vefat ve azl ile bitebilmekteydi. Nakibüleşrafların resmi daireleri kendi konaklarında bulunur, maiyetinde çalışanlar da bu konaklarda hizmet ederlerdi. Nakibüleşrafa bağlı olarak Anadolu ve Rumeli şehirlerinde de Nakîbüleşraf kaymakamları görev yapmıştır. Nakîbüleşrâf Kâtibi, Şeyhülislâmlık’ta Nakîbüleşrâf’ın yazışmalarını yürütürdü. Aynı zamanda Seyyidler için düzenlenen siyadet hüccetlerini Nakîbüleşrâf Defterine kaydederdi.
Vilayet ve sancaklarda çalışan Nakibüleşraf kaymakamlarının görevi, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) soyundan gelenlerin hakkı olan ayrıcalıkları korumaktı. Nakibüleşraf kaymakamları, Seyyid ve Şeriflerin isimlerini, doğum-ölüm tarihlerini, siyâdet veya şerâfet silsilelerini, çocuklarını, ahvâl, ahlâk ve ikametgâhlarını ihtiva eden şecere-i tayyibe adlı defterler tutarlardı. Ayrıca Seyyid kızlarının kendilerine eşit kişilerle evlenmesini sağlamak, vasisi olmayan kızları koruma altına alıp evlendirmek ve yetim mallarına sahip çıkmak gibi görevleri de bulunmaktaydı.
Taşra teşkilatında görev yapmak amacıyla genellikle bir yıllık süre için atanan Nakîbüleşrâf kaymakamlarının atanma mektuplarında, doğrudan kaymakam atanan kişiye hitap edilir, Seyyidlerin üzerlerine kaymakam olarak tayin edildikleri bildirildikten sonra, göreve tayin edildikleri tarih yazılır ve daha sonra görecekleri işler açıklanırdı. Nakîbüleşrâf kaymakamları belirli bir süre için görevlendirilmiyor, uzun yıllar iş başında kalıyorlardı. Onların resmi giysileri, konakları ve kendilerine hizmet eden adamlarıyla saygın bir yerleri vardı.
Seyyid ve Şeriflere bazı iktisadi imtiyazlar ve kılık kıyafet imtiyazı verilmişti. Bu imtiyazlardan iktisadi olanı, tüm avarız-ı divaniye ve tekâlif-i şakka ile rusûm-i raiyyet gibi örfi vergilerden muaf tutulmaydı. Bu uygulama ilk olarak Seyyidlere vergi muafiyeti şeklinde Sultan I. Murat döneminde başlamış daha sonra Seyyidler II. Bayezıd’ın hükmüyle öşür, rüsum ve avarız vergilerinden muaf tutulmuşlardır. Ayrıca Osmanlı Devleti fakir olan Seyyidlere maaş bağlama, Seyyidlere fey ve ganimetten pay ayırma ve zekât yerine farklı yönlerden maddî olarak onları destekleme gibi yollara da başvuruyordu.
Osmanlı Seyyidleri bir takım sosyal ve kültürel faaliyetlerde bulunarak Osmanlı’nın sosyal ve kültürel hayatına katkı sağlamışlardır. Onların bu katkılarından biri, su yolları yaptırmak, fakir ve yoksulları doyurmak, yetimleri okutmak, yolcular için kervansaraylar inşa etmek, vakıflar kurmak, medreseler yaptırmak ve müderrislerin ihtiyaçlarını karşılamak gibi hayır işleri idi.
Seyyidler ve Şerifler meslekleri ve görevleri açısından nasıl konumlandırılmıştılar?
XVII. yüzyılda Kayseri sancağında yaşamış olan Seyyidlerden bazıları askerî sınıfa mensup olup seyfiye (ehl-i seyf, ehl-i örf), kalemiye (maliye-bürokrasi) ve ilmiye (ehl-i şer’i) bünyesindeki çeşitli görevleri yapmaktaydılar. Bu Seyyidlerden seyfiyeye mensup olanlardan bazıları alaybeyilik, dizdarlık, sancaktarlık ve subaşılık gibi görevlerde bulunuyorlardı.
Kayseri sancağı Seyyidlerinden kalemiye (maliye/bürokrasi) sınıfı içinde yer alanların ise mübaşirlik, cizyedarlık ve tevcihat memurluğu gibi görevleri icra ettikleri anlaşılmaktadır.
Kayseri sancağındaki Seyyidlerden önemli bir kısmı ilmiye (eğitim, yargı, fetva) ile ilgili görevleri yapmaktaydı. Bu görevlerden biri olup medreselerde ders verme işi olan müderrislik görevi Kayseri sancağında birçok Seyyid tarafından yerine getirilmekteydi.
İlmiye görevlerinden bir diğeri olan kadılık da bu sancakta bulunan bazı Seyyidlerin yaptığı görevlerdendi. Eyalet, sancak ve kaza kadılığı gibi farklı mertebeleri olan bu görevi yapanların adlî görevi şer’î mahkemelerde dava dinlemekti. Ayrıca bu sancakta kadının maiyetindeki görevlilerden biri olup nahiyelerde kadının görevini yerine getirmekle görevli olan nâiblik görevini yapan Seyyidler de vardı.
Osmanlı’da ilmiye görevlerinden biri de müftülüktü. Naibin yanı sıra müftü de kadının mahkeme işlerinde en büyük yardımcısı durumundaydı. Müftülük, başkentteki şeyhülislam gibi kazalarda halkın sadece dini değil, sosyal, ekonomik, idari ve hukuki konularda karşılaştıkları problemlerle ilgili olarak sık sık başvurdukları bir görevdi.
XVII. yüzyıl Kayseri sancağında imamlık, hatiplik ve müezzinlik yapan birçok Seyyid vardı.
Seyyidlerinden bir kısmı ifa ettikleri asıl meslekleri dışında medrese, cami ve zaviye gibi çeşitli vakıf kurumlarında mütevelli, şeyh, Mevlevihane şeyhi, zaviye şeyhi ve zaviyedarlık gibi görevlerde bulunmaktaydı.
Bu çerçevede Nakîbüleşrâf kurumu hakkında da bilgi verebilir miyiz? Bu kurumun tarihsel temelleri nereye dayanmaktadır? Süreç içinde nasıl bir işlevselliği vardı?
Hz. Ömer Bedir Savaşı’na katılanların çocuklarına ikişer bin dirhem tahsis ederken, Hz. Hasan ile Hüseyin’e beşer bin dirhem tahsis etmiştir. Emevi halifesi Ömer b. Abdülazîz, Medine valiliği döneminden itibaren Seyyid ve Şeriflere özel ilgi gösterip taleplerini karşılayarak onların toplumdaki özel konumlarını sürdürmelerini sağlamıştır.
Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’den sonra Seyyid ve Şeriflerin bir kısmı Hicaz’da kalmış, bir kısmı da İslâm dünyasının çeşitli bölgelerine yayılmış ve gittikleri yerlerde “cazibe merkezi” haline gelmişlerdir.
Seyyid ve Şeriflere yönelik bazı hizmetleri yapmak için nakib, nakîbüleşraf veya nakîbünnükabâ adlı görevliler atanmış, Seyyid ve Şeriflerin şecereleri kaydedilmeye başlanmıştır. Bu uygulama, Abbasiler devrinde Nakîbüleşraflık kurumunun doğmasına yol açmıştır.
Nakîbüleşrâflığın Eyyubîler’de de bulunduğu görülmektedir. Eyyübîler ve Memlükler döneminde Ebu Kasım Ahmed b. Muhammed, Seyyidlerin işlerini idare etmek üzere Nakîbüleşrâf olarak görevlendirilmiştir. Bu dönemde Seyyidler için vakıflar kurulmuş ve gelirleri Seyyidlere tahsis edilmiştir.
İlhanlılar Devleti’nde Gazan Han’ın yönetime geldiği dönemden itibaren Seyyidlerle ilgilenmek üzere “Nakîb-i Nükabâ-yı Sâdat” isminde bir memuriyet ihdas edilmiştir. Bu dönemde Seyyidlere “daru’s-siyâde” denilen ve içerisinde sadece Seyyidlerin misafir edildiği mekânlar tahsis edilmiştir. Seyyidler için camiler, medreseler, vakıflar kurulmuştur.
Mısır’da kurulan Memlük Devleti’nde (H. 648-923/M. 1250-1517) de Nikabet kurumu bulunmaktaydı. Fatımi, Eyyubi ve İlhanlılarda olduğu gibi bu devlette de Nakîbüleşrâflar Haseni ve Hüseynilerin işleri ile meşgul olurdu. Memlüklerde, Seyyid ve Şeriflerden biri sultan huzuruna çıktığı zaman, soyuna hürmeten yer öptürülmezdi.
Anadolu Selçuklu Devleti’nin Seyyidlere gösterdiği itibar, Seyyidlerin Anadolu’ya gelmelerine yol açmıştır. Gelen Seyyidler için bir araya gelebilecekleri kendilerine özgü hangâhlar da kurulmuştur. “Darüs-Siyade” denilen bu hangâhlarda Hz. Peygamber’in (s.a.v.) soyundan olanlar misafir edilmekte, onların ihtiyaçları karşılanmaktaydı. Selçuklular döneminde Seyyidler için nesilden nesle aktarılan tahsisatlar vardı. Anadolu Selçuklu Devleti’nde de Seyyidlerin kayıtları tutulmaktaydı. Onlardan ticarî faaliyetlerde bulunanlara vergi muafiyeti sağlanmıştı. Seyyidlerin resmi işlerinin yürütülmesi için resmi bir görevli atanmıştı.
Çok özel olduklarını düşündüğümüzden, Seyyidlerin aile hayatlarına dair neler söylenebilir?
Osmanlılar zamanında Şeriflik ve Seyyidliğin kabulünde yegâne şart Hz. Ali ve Hz. Fâtıma soyundan geliyor olmaktı. Hem Seyyid hem de Şerif şeklinde iki taraftan Hz. Peygamber’in (s.a.v.) soyundan gelmek daha büyük bir şeref olarak görülürdü. İster erkek isterse kadın tarafından olsun, “aynı soy kütüğü içerisinde Seyyid/Seyyide ve Şerif/Şerife ünvanları” kullanılırdı. Osmanlı’da kadın evlendiğinde kocasının sosyal statüsüne girmekteydi, fakat Seyyide ve Şerifeler bundan istisna tutulmuştu. Dolayısıyla Seyyide ve Şerife olan kadın evlendikten sonra da asıl statüsünü korumakta, hatta ondan doğan çocuk annesi üzerinden sosyal statüsünü belirleyebilmekteydi.
İncelediğimiz kaynaklarda Kayseri sancağında Seyyid ailelerinde kadınlar için ünvan veya isim olarak ‘Şerife’ kelimesinin çokça kullanıldığı görülmektedir.
Seyyidlerin vefatları durumunda geride kalan eş ve çocuklarının hayatlarını sürdürebilmeleri için onlara vasî tayin edildiği anlaşılmaktadır. Bu vazife için uygun görülüp atanacak kişilerin dindar, dürüst, güvenilir, vesâyete ve malî işlerde güvenilecek, vicdanen sorumluluk üstlenebilecek ve vasîsi olacağı kişi ile aynı dinden olması gerekmekteydi. Anlaşıldığına göre, Seyyidlerin vasîleri yine kendileri gibi Seyyid olan ailelerden veya ailenin güvendiği Seyyid olan kişilerden belirlenmekteydi. Belgelerden çocukların vasîliğinin annelerine veya üvey annelerine verildiği anlaşılmaktadır. Onlar veya akrabalardan biri olmadığında ise mahalleden görevi layığıyla yerine getirebilecek birisine bu görevin verildiği görülmektedir. Vasîler öldüğünde ise yerine yeniden aile üyelerinden biri geçmekteydi.
Belgelerden anlaşıldığına göre, Seyyidelerin de toplumdaki diğer kadınlar gibi babalarından kendilerine kalan malları istediği gibi yönetebilme ve yaşadıkları adli sorunlar karşısında itiraz edebilme imkânı bulunmaktaydı.
Seyyid ve Şeriflerin Vakıf Kurumu ile ilişkilerine, kurdukları ve idare ettikleri vakıf ve zaviyelere dair neler söylenebilir? Niçin Vakıf kültürü, onların hayatında çok hâkim bir unsur ya da yapılanmaydı?
Vakıf müessesesi İslam toplumlarında önemli bir yere sahiptir. Bu müessesenin gelişmesinin arkasında, Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de “Mallarınızı Allah yolunda harcayın ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. Bir de iyilik edin ve yaptığınızı güzel yapın. Doğrusu Allah iyilik eden ve işini güzel yapanları sever” diye buyurması ve Hz. Peygamber’in (s.a.v) Müslümanları sürekli birbirleri ile yardımlaşmaya teşvik etmesi yatmaktadır. İslam devlet düzeninde vakıf hizmetleri siyasi otoriteye bırakılmamış, hayrat denen kurumlar zamanla bozulmaz mutlak ebedi tarafsız bir müessese olan vakfa bağlanmıştır.
Vakıf müessesesi, önceki İslam devletlerinde olduğu gibi Osmanlılar döneminde de toplum için zaruri kamusal hizmetleri üzerine alarak önemli bir görev ifa etmiştir. Bu dönemde yalnız dini ödevleri yerine getirmek için cami, mescit, medrese, mektep, imaret ve külliyeler değil, onları idame ettirmek için gerekli ekonomik kurumlar, hanlar, bedestenler, çarşılar da vücuda getirilmiştir. Yolculara barınak sağlama maksadıyla vakıf olarak yüzlerce zaviye ve vakıf imaret tesis edilmiştir. Vakıflar şehirlerin imarı ve şekillenmesi için hayati bir rol oynamıştır.
Kayseri sancağındaki Seyyidler de çeşitli gayelere yönelik olarak birçok vakıf kurarak bu müessesse çerçevesinde toplum hayatına fayda sağlamaya çalışmışlardır. Kayseri sancağı Seyyidlerinin kendi adlarına kurdukları ve onardıkları 56 adet vakıf, 22 adet zaviye, 2 adet hamam ve 1 adet han bulunmaktadır.
Kayseri Seyyidlerinden bazıları da bağışlar yaparak vakıfların işlevlerini yerine getirmesine destek olmuşlardır. Bazı Seyyidler de mütevellilik görevi yaparak vakıf kurumlarının işlevlerini yerine getirmesinde rol almışlardır.
Kayseri Sancağındaki Seyyidler mütevellilik görevi kapsamında mütevelli oldukları vakıflarda belirli günlerde Kur’an tilavet edilmesi, gelirlerin toplanması, tamir edilecek yerlerin belirlenmesi, tamir giderlerinin ve sair giderlerin hesaplanması, kiraların toplanması gibi hizmetlerin yapılmasından sorumluydular. Onlar bu işleri velayet yoluyla veya kendi yerine vekil tayin ederek yürütürlerdi. Mütevelliler bu görevleri esnasında kimlere ve nerelere para harcadıklarını, nereye yatırım yaptıklarını ayrıntılı şekilde kaydederlerdi. Bu kayıtları harcamalara göre sınıflandırdıkları belgeler olurdu.
Seyyidler bu görevleri sırasında vakıflara ait malların başkaları tarafından alınması ya da usulsüz kullanılması gibi durumlarla karşılaştıklarında mahkemeye başvurarak bunlarla mücadele etmişlerdir. Buraya kadar verilen bilgilere göre, Kayseri Seyyidlerinin bu şehrin sosyal ve ekonomik hayatında oynadıkları rollerden birinin de vakıf kurmak, bağışta bulunarak vakıfları desteklemek ve bazı vakıfları yönetmek olduğu söylenebilir.