Çok farkında olmasak da çocukların gelişim dönemleri, anne babalara da birtakım gelişim görevleri veriyor. Bu gelişim görevlerini, gelişim alanlarına göre değerlendirmek mantıklı görünüyor. Düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Canlılar dünyasında anne babasına en uzun süre bağımlı olan varlık insandır. Yeni doğan bir bebeğin oturabilmesi veya yattığı yerde dönebilmesi için dahi birilerine ihtiyacı vardır. Ancak çocuğun anne babaya olan bu ihtiyacı yaşa ve gelişim alanına göre farklılık gösterir.
Çocuğunu mutlu ve sağlıklı bir şekilde yetiştirmek ve geleceğe hazırlamak isteyen her anne babanın, çocuğunun hangi yaşlarda nasıl bir gelişim gösterdiğini bilmesi gerekir. Bu kapsamda çocuğun gelişimini belirli dönemlere ve gelişim alanlarına ayırarak ele alabiliriz. Gelişimde 0-2 yaş arasını “bebeklik çağı”, 3-6 yaş arasını “çocukluk veya oyun çağı”, 7-12 yaş arasını ise “son çocukluk çağı” olarak isimlendirebiliriz. Ayrıca aralarında karşılıklı ilişki olsa da gelişimi bedensel, bilişsel, toplumsal, dinî ve ahlaki gelişim gibi alt alanlara ayırabiliriz. Her yaşa ve gelişim alanına göre anne babaya düşen görevler/sorumluluklar değişmektedir.
Bebeklik çağında anne babaya düşen en büyük sorumluluk bebeğin yakınında bulunmak ve ihtiyaçlarını zamanında karşılamaktır. Çocuk dünyaya geldiğinde karşısında ilk önce anne babasını bulur. Aile, sıcak ilişkilerin en kuvvetli yaşandığı yerdir. Çocuğun fiziksel ihtiyaçlarının anne babası tarafından uygun ve doğru şekilde karşılanması çocuğun fiziksel gelişimine olduğu kadar bilişsel, toplumsal ve dinî gelişimine de katkı sağlar. İhtiyaç duyduğunda anne ve babasını yanında bulan çocuk kendini güven içinde hisseder ve olumlu bir kişilik geliştirir. Çocuğun ihtiyaçları karşılanırken annenin yaklaşımı ile onun güven-güvensizlik, sevgi-korku gibi duygularının temeli atılmaktadır. Anne, sevgisini bebeğin bakımı sırasında dokunuşuyla, konuşmasıyla ve gülümsemesiyle gösterir. Annenin gülen yüzü, tatlı sesi ve okşayan eli çocukta sevinç ve mutluluk yaratır. Bebek anneye yüzündeki mutluluk ve huzur hissiyle karşılık verir. Anne ile bebek arasındaki bu duygusallık sayesinde bebek kendisi için en önemli ruhsal besin olan sevgiyi alır. Anne babasıyla kurduğu bu güven ilişkisi sayesinde çocuk, ilerleyen yaşlarda Yaratıcı’yla da sağlıklı bir ilişki kurar.
3-6 yaşlarında çocuğun hareketliliği artar. Bu dönemde çocuk anne babasını ve gördüğü diğer yetişkinleri taklit ederek hayatı öğrenmeye başlar. Bu yaşlarda anne babanın, çocuğun farklı gelişim alanlarındaki ihtiyaçlarını karşılaması ve hayatı keşfetmeye teşvik etmesi önemlidir. Oyun çağı olarak da isimlendirilen bu dönemde oyunlar çocukların bedensel, bilişsel, toplumsal, dinî ve ahlaki gelişimleri için çok önemlidir. Bu yaşlardaki çocuğun anne babasına düşen görevlerden biri temel ihtiyaçlarını karşılamanın yanında çocuğa uygun oyun ortamını sağlamaktır. Çocuk sayısının azaldığı, kardeşler arasında yaş farkının arttığı, mahalle ve sokak kültürünün zayıfladığı, her iki ebeveynin de çalışma hayatına atıldığı günümüz toplumlarında bu görevi yerine getirmek anne baba için zorlaşmakta ancak daha önemli hâle gelmektedir. Çağın başlarında anne baba, çocuğa oyun arkadaşı olsa da dönemin sonlarında çocuğun gelişimi açısından akranlarıyla oynaması daha faydalıdır. Çocuğun bu ihtiyacını karşılayacak ortamı sunmak da anne babanın sorumlulukları arasındadır. Uygun bir ortam sağlanan çocuğun, oynadığı oyunlar onun bedensel gelişimine katkı sağlar. Ayrıca bu ortam onun bilişsel, toplumsal, dinî ve ahlaki gelişimi için de önemli fırsatlar sunar. Ailenin model olarak sunduğu dinî ve ahlaki davranışları çocuk, oyun ortamlarında pratiğe dönüştürme imkânı elde eder ve kalıcı bir davranış hâline getirir.
7-12 yaşlarında çocuğun bilimsel ve toplumsal gelişiminde okulun rolü anne babaya göre artmaktadır. Ancak dinî ve ahlaki gelişimde hâlâ anne babanın sorumluluğu oldukça fazladır. Ayrıca çocuğa uygun bir okul ortamı sunmak ve ihtiyaç duyması durumunda çocuğu okulda da desteklemek anne babanın görevidir. Çocuk okulda birtakım değerler kazansa da bunlar bazen ailenin değerleriyle tam olarak örtüşmemekte veya ailenin beklentisini karşılayacak düzeyde olmamaktadır. Okulun katkısı davranış kazandırmaktan ziyade teorik düzeyde olmaktadır. Bunun yanında çocuk, okul ortamında olumlu örneklerin yanında olumsuz örneklerle de karşılaşabilmektedir. Dolayısıyla okul anne babaya destek olsa da özellikle çocuğun toplumsal, dinî ve ahlaki gelişiminde sorumluluk hâlâ anne babanın omuzlarındadır ve anne baba bu bilinçle sorumluluğu yerine getirmek için elinden geleni yapmalıdır.
Çocukların bireysel özelliklerinin farklı olabileceği ve her çocuğa farklı davranmak gerekebileceği gerçeği -çocuğu tanımak diyelim buna- anne baba sorumluluğu açısından ne tür farkındalıkları önemli kılıyor?
Her anne baba çocuğuna iyi bir eğitim ve terbiye vermek ister. Ancak bunu istemek tek başına yeterli değildir. Çünkü çocuğun kişilik ve gelişim özellikleri yeterince bilinmeden verilen eğitimin başarılı olma ihtimali, bilmediğimiz bir yere haritasız ulaşabilme ihtimalinden fazla değildir. Birçok anne babanın, çocuklarının bazılarını istedikleri gibi yetiştirdiklerini söylerken bazılarını ise istedikleri şekilde yetiştirememekten şikâyetçi olduklarını görmekteyiz. Ayrıca bu anne babaların “Biz hepsine aynı şekilde davrandık, bu çocuğun niye kardeşi gibi uslu, terbiyeli olmadığını anlamadık.” dediklerini çevremizde duyuyoruz. Bunun en önemli sebeplerinden biri birçok anne babanın, çocuklarının bireysel özelliklerinin birbirinden farklı olabileceğini ve her çocuğa bireysel özelliklerine göre davranmak gerekebileceğini dikkatlerinden kaçırmalarıdır. Biraz önce çocukların belirli yaşlarda farklı gelişim özellikleri gösterdiğinden bahsettik. Ancak bu özellikler her çocukta aynı zamanda ve aynı şekilde gerçekleşmemektedir. Her anne baba çocuğunun konuşmasının veya yürümesinin aynı sürede ve aynı düzeyde gerçekleşmediğini, bazı çocukların daha erken bazılarının daha geç yürüyeceğini veya konuşacağını bilir. Bir çocuğun akranlarından daha geç konuşması -belli bir yaştan önce konuşması kaydıyla- bir sorun değildir ve gelecekte gelişiminin geri kalacağı anlamına gelmez. Ayrıca bireysel özellikler gelişim alanlarına göre de farklılık arz edebilir. Örneğin fiziksel olarak erken gelişen bir çocuk bilişsel veya toplumsal olarak geç gelişebilir. Anne baba nasıl ki kız ve erkek hatta aynı cinsiyette olan çocukların fiziksel gelişimleri arasında fark olabileceğini biliyorsa aynı şekilde bilişsel, toplumsal, dinî ve ahlaki gelişimlerinde de farklılık olabileceğini bilmesi ve çocuklarına buna göre davranması gerekir. Tüm bunların yanında üstün zekâlı, özgül öğrenme güçlüğü, otizm gibi özel gereksinimli çocuklar da olabilmektedir. Bu noktada gerekli profesyonel destek alınarak çocukların ihtiyaçları ona göre karşılanmalıdır. Bu konuda anne babaya düşen temel sorumlulukları şu şekilde maddeleştirebiliriz:
• Çocuğun gelişim özellikleri hakkında bilgi sahibi olmak.
• Gelişim alanlarına ve yaşlarına göre gelişimini takip etmek.
• Her çocuğun farklı gelişim gösterebileceğini kabul etmek.
• Çocuğu kardeşleriyle veya akranlarıyla karşılaştırmaktan kaçınmak.
• Gerektiğinde çocuğunun gelişimine destek olmak ve bu amaçla uygun imkânlar sunmak.
Çocuğun dinî ve ahlaki gelişiminde anne ve babanın somut ve başat bir rolü olduğu çok açık. Bu konuda neler söylenebilir?
İnsanın kişiliğinin temellerinin atıldığı yıllar hiç şüphesiz ki ergenlik öncesi dönemdir. Kişinin ilerde nasıl bir insan olacağı büyük ölçüde bu dönemde belirlenmektedir. Bu dönemde önemli olan hususlardan biri de çocuğun kendisini büyüten, yetiştiren ailesinin izlerini taşımasıdır. Aile, kapıları her saat açık olan bir okuldur. Aile aynı zamanda duygu ve iradenin biçimlendiği yerdir. Çocuk hayata dair ilk deneyimlerini ailede edinir. Hiçbir kurum ailenin görevini yerine getiremez. Yapılan bir çalışmada anne babası vefat etmiş olan çocukların yuvada kalmayı daha kolay kabullendikleri fakat anne babası hayatta olup yuvada kalmak zorunda olan çocukların ise bu durumu kabullenmekte zorlandıkları ve bir uyum problemi çektikleri fark edilmiştir. Ayrıca en düşük ahlaki gelişim seviyesi, boşanmış ebeveyn çocuklarında bulunmuştur. Bu çalışmanın sonuçları, ebeveynleri hayatta olduğu hâlde yuvada kalmak zorunda kalmanın çocukların gelişimleri üzerindeki olumsuz etkilerini ortaya koymaktadır. Öyle ki ebeveyni ölenlerin ahlaki gelişimleri bile boşanan veya ebeveyni tarafından istenmeyen çocuklardan daha yüksektir.
Çocuğun bedenî gelişiminde olduğu kadar dinî inancının ortaya çıkmasında da aile önemli bir role sahiptir. Aile çocuğa dinini öğretip ondaki dinî duygunun gelişmesini destekleyebileceği gibi çocuğun dinden uzaklaşmasına ve ondaki dinî duygunun körelmesine de neden olabilir. Yapılan bir çalışmada çocukların dinî bilgilerini aldıkları kişilerin sıralaması yapıldığında birinci sırada annenin ikinci sırada babanın sonra nene ve dedenin geldiği görülmüştür. Yapılan bir alan çalışmasında da çocukların bir davranışın doğru ya da yanlış olduğuna karar vermede en çok annelerinin söylediklerini dikkate aldıkları tespit edilmiştir. Türkiye İstatistik Kurumunun yapmış olduğu araştırmanın sonuçları da alanda yapılan diğer çalışmalarla benzer sonuçlar ortaya koymaktadır. Buna göre bireyler dinî bilgilerini %58’lik bir oranla en çok ailesinden/akrabalarından, %15,7 ile din görevlilerinden, %10,3 ile okuldan, %6,6 ile dinî kitaplardan, %6,4 ile Kur’an kurslarından ve %2,7 ile de diğer kaynaklardan edinmişlerdir. Tüm bu çalışmalardan elde edilen bulgular bir arada değerlendirildiğinde çocuğun dinî ve ahlaki gelişiminde, dinî tutum ve davranışlarının şekillenmesinde etkili olan çevresel faktörlerin başında aile ve yakın çevrenin geldiği; bunları din eğitimi veren kişilerin takip ettiği anlaşılmaktadır.
Bebeklik döneminde sevgi ve güven duygusunu yeterince yaşayan çocuk önce kendisini seven ve koruyan anneye güvenir ve terk edilmeyeceği duygusuyla kendini değerli hisseder. Böylece çocukta Allah inancının ilk tohumları filizlenmeye başlar. Bebeklik döneminde başta anne olmak üzere bebeğin en yakınındakiler tarafından atılan bu sevgi ve güven tohumları çocukluk hatta yetişkinlik döneminde sağlıklı bir Allah inancının ortaya çıkması için çok gereklidir. Çocuğun dinî duygu gelişimine ve dinî bilgi kazanmasına yaptığı katkı sebebiyle anne, çocuğun ilk öğretmeni olarak nitelenebilir. Başlangıçta anne babanın varlığı tarafından sağlanan temel güven duygusu, çocukta Allah’la ilgili bilgi ve inancın gelişmesine bağlı olarak güç ve süreklilik kazanır. Kendisini güvende hisseden; sevgi, şefkat ve ilgi ile beslenen çocuk ruhi tatmine ulaşır. Bu da onda dinî kimlik duygusunun temelini oluşturur.
Çocuğun dinî ve ahlaki gelişiminde aileye düşen görev -Hz. Muhammed’in (s.a.v.) “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” (Buhârî, Cenâiz 92) hadisinde işaret edildiği üzere öncelikle onun fıtratından kaynaklanan tabii dindarlığı desteklemek ve bunun gün yüzüne çıkmasını sağlamaktır. Kişiliğin tam olarak oturmadığı okul öncesi dönemde dinî duyguların, inançların, heyecanların sorgulanmaksızın kabul edilip ezberlendiği ve taklit edildiği görülür. Ancak bütün bunlardan hareketle dinî öğretimin salt ezberletilmiş sözler ve hareketlerle olabileceğini düşünmek dinî öğretimi dar bir çerçeveyle sınırlamak olur. Bu yaşlarda din eğitimi, bir düşünüş biçimini aktarmaktan ziyade bir yaşama ve duyma biçiminin aktarılması şeklinde olmalıdır. Bu hem dinin hem de eğitimin öngördüğü daha ideal bir seviyedir. Böyle bir anlayışla yapılacak din eğitimi kuru anlatımlarla dinî ilkeleri sıralamak yerine birlikte duymayı, yaşamayı, yapmayı ve uygulamayı gerektirir.
Çocuk ve gencin örnek alma süreci, onun dinî inançlarını da etkiler. Kendisine sevgi gösteren anne babasının örnek davranışlarını benimseyen bir çocuk seven ve bağışlayan bir Allah inancı; cezalandırıcı anne babanın davranışlarını benimseyen bir çocuk da ise cezalandırıcı bir Allah inancı geliştirebilecektir. Eğer çocuk, anne ve babanın disiplin anlayışını fazla sert ve olumsuz buluyorsa, anne baba otoritesine ve dinî otoriteye de isyan edebilecektir.
Taklitle başlayan dinî gelişim, çocuğun kendi yetenek ve fıtratına, ailenin ve çevrenin dinî atmosferine göre yavaş yavaş gelişip derinleşerek bir yaşayışa dönüşür. İlerleyen yaşlarda da dinî ve ahlaki değerlerin öğrenilmesi ve kişilikte yerleşmesi dinî atmosferin etkisi altında devam eder. Aynı şekilde dinin yeterince benimsenip yaşanmadığı, inançlarla davranışlar arasında çelişkilerin gözlendiği ailelerde çocuğun dinî gelişimi de tutarsız olur. Böyle bir ortamda büyüyen çocuğa anne babası ve din eğitimcileri teorik olarak ne kadar iyi bir dinî ve ahlaki eğitim verirlerse versinler ailede gözlem ve model alma yoluyla edinilen eğitimin eksikliğini telafi edemez.
Ebeveynin yaşı ve hatta çocuğun yaşı dinî ve ahlaki gelişimi nasıl etkiliyor?
Anne babanın çocuğuna iyi bir dinî ve ahlaki eğitim verebilmesi için öncelikle çocuğuyla iyi bir iletişim kurması gerekir. İyi bir iletişimi sağlayan faktörlerin biri de iletişim kuranlar arasındaki yaş farkıdır. Anne baba ile çocuk arasındaki yaş farkı özellikle de sosyal değişimin hızlı yaşandığı toplumlarda aralarındaki iletişimi olumsuz etkileyebilmektedir. Yapılan bir araştırmada 25-40 yaş arasındaki annelerin çocuklarının dinî ve ahlaki gelişimleri, 40 yaş üstü annelere göre daha yüksek bulunmuştur. Genç anneler ile çocukları arasında daha yakın bir ilişki olduğu bundan dolayı da genç annelerin çocuklarının dinî ve ahlaki gelişimlerinin yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Daha önce çocuğun dinî alanda ilk bilgilerini en fazla anneden aldığını belirtmiştik. Dolayısıyla anne ile çocuk arasındaki yaş farkının artması; hem çocuk ile anne arasında kuşak farkı oluşturmakta hem de yaşının artması ile birlikte enerjisi azalan annenin çocuğuyla daha az vakit geçirmesine yol açmaktadır. Ancak anne eğer yaşı ilerledikçe sosyal gelişmeleri takip eder, dinî konularda bilgisini artırır ve böylece yaşın ilerlemesini bilgi ve tecrübe açısından bir fırsata dönüştürürse çocuğunun dinî ve ahlaki gelişimine en az genç anneler kadar hatta onlardan daha fazla katkı sunma imkânına sahip olabilir.