İnanma Özelliğimiz Konforlu ve Güvenli Yaşamamızı Sağlar / Şenel İlhan Beyefendi’nin Sohbetinden

Hem dini hayatımızı hem dünyevi hayatımızı, huzurlu bir şekilde yaşamak istiyorsak Allah’ın bize bir ikramı, bir lütfu, büyük bir rahmeti olan yaratılıştan gelen inanma özelliğimiz için Rabbimiz’e çok şükür etmeliyiz. Sonra da bu özelliğimizi yerinde ve doğru kullanmalıyız.

İnanabilme özelliğimizin ne kadar büyük bir nimet olduğunu yakinen anlamak istiyorsanız, hayatının her alanını kuşkular, kaygılar, büyük acılar, dayanılmaz endişe ve korkular içerisinde geçiren, psikolojisi bu anlamda bozulmuş kişilerle tanışın, onların dertlerini dinlemenizi tavsiye ederim.

Eminim ki öyle bir hayatın dayanılmaz ve çekilmez olduğunu göreceksiniz.

İnanma özelliği, dogmatiklik ile karıştırılmamalı.

Dogmatiklik, menfi ve müspet olarak ikiye ayrılır. Elbette aklı başında bir Müslüman menfi dogmatik olamaz.

Menfi dogmalara; uyduruk dinleri, sapık felsefi ekolleri, sapık mezhepleri hatta dinimize kadar sokulmuş batıl inanç ve hurafeleri örnek verebiliriz. Aklî, ilmî hiçbir dayanağı ve tutarlılığı olmayan din, görüş ve düşüncelere körü körüne inanmak menfi dogmatikliktir. Ama müspet dogmatiklik, hayatımızın olmazsa olmazıdır. Nitekim insan, hayatının her boyutunda müspet dogmatik yanını, reflekssel olarak, yani hiç farkında olmayarak devreye sokar. 

Dini hayatımızda aklımızı ikna eden, bir güçlü delil bile, bizi tahkiki imana taşır. Zira mantık ve epistemoloji biliminden nasibi olanlar bilirler ki, bir güçlü delil ile bin güçlü delil arasında, inanma ve iman etme noktasında fazlaca çekilen yorgunluktan başka bir fark yoktur.

Şimdi günlük hayatımızda inanma özelliğimizin bize güvenli, konforlu yaşamayı nasıl sunduğunu örneklerle anlamaya çalışalım.

Mesela, insan, sabah evden dışarı çıkarken, yolda yürürken başına bir şeyin düşüp ölmeyeceğine ya da bir arabanın gelip kendisine çarpmayacağına ya da bir hırsızın gelip kendisini soymayacağına inanarak dışarı çıkar.

Yine aynı insan, asansöre binerken bozulma ihtimalini, uçağa binerken düşme ihtimalini, otobüsle seyahat ederken kaza ihtimalini hesaba katmadan biner. Vesvese olarak bu ihtimaller kalbinden geçse bile bunların aksine, inancı daha güçlü olduğu için bu eylemlerin hiçbirisini yapmaktan vazgeçmez. Normal olan da budur zaten. 

Ama paranoid kişilik bozukluğu olan bir kişi, bu işleri kolaylıkla yapamaz. Bu türden korku ve kaygılar nedeniyle asansöre ve uçağa binemeyen, dolayısıyla evinden çıkamayan, kendilerini evlere mahkûm eden birçok insan var.

Buradan şu sonuca varıyoruz: İnsan, günlük hayatını devam ettirirken iki kere iki dört eder gibi, kesin bilgi arayışında olursa hayatı kendine zindan eder. Böyle bir hayat yaşamak kesinlikle mümkün değildir. İnsan bir şeye inanır, inandığı şeye alternatif düşünceler olduğunu da bilir ve bu alternatif düşünceleri aklıyla değerlendirip yok sayıp inandığına kalbiyle iman eder ve öyle yaşar. Yani insan, hayatının neredeyse her alanında inanarak, iman ederek yaşar. Mesela insan asansörün kendisini 10’uncu kata çıkaracağına inanır. Buna alternatif olan asansörün katlar arasında kalması, halatın kopması düşüncelerini yok sayıp, asansörün kendisini 10’uncu kata çıkartacağına inanıp asansöre biner. Asansörün kendisini 10’uncu kata çıkaracağına inanmadan asansöre binemez.  İşte “iman bilgi ile değil kalp ile olur”un anlamı da budur.

Hayatın birçok alanında kesin bilgi arayışında olmak, kesin bilgi peşinde koşmak boşunadır ve yaşamın gerçekleriyle alakası olmayan yanlış ve sapkın bir düşüncedir.

Her şeyde kesin bilgiye ulaşmak için sorulan sorular vesvesedir. Bu sorulara “aldırmamak”, cevap vermemek ise bilimsel duruşun ta kendisidir.

Gelmesi elimizde ve irademizde olmayan vesveselere, yerinde dur demeyi beceremezsek, kontrol bizim irademizden çıkar. Allah korusun o zaman insanın sağlığına hatta imanına dahi zafiyet verebilir.

Yani insanın inandığı herhangi bir şeyin karşısında ona alternatif bir ihtimal mutlaka vardır. Bu ihtimallerin olması inandığımız şeyin gerçek olmadığını göstermez.

İradeli veya reflekssel hareketlerimiz ne anlama gelir?

İnsanların hareketleri, düşünüp taşınıp iradeyle yapılanlar ve tamamen rekflekssel olanlar, olmak üzere ikiye ayrılır.

Reflekssel olan hareketler; feraset sahibi Allah dostlarına, insanın gerçek kişilik ve kimliğini aşikâr eden işaretlerdir.

Mesela bir kişi size hakaret ettiğinde hemen savunmaya geçer, iradeniz devre dışı kalır, otomatik cevaplar vererek kendinizi savunursunuz. Kendinizi savunurken sesinizin tonu, mimikleriniz, beden diliniz vb. sizin gerçek kimliğinizin yansımasını taşıyan ipuçlarıdır.

İradeyle olan hareketler ise gerekli olduğu yerlerde sergilenendir. 

İşte burada “Ben sizi sizden daha iyi tanırım.” sözümün altında yatan gerçek ortaya çıkıyor. Yani insan, kendini ne kadar temize çıkarmaya çalışırsa çalışsın, feraset ehlinin gözünden kaçmayan reflekssel hareketler ve tepkisel konuşmalar, kişinin o an ki duygularını, içinde bulunduğu psikolojiyi ve aslında ne olduğunu deşifre eder.

Sonuç olarak: “Güzel ahlak sahibi olmak için bir murakıptan faydalanmalı ve murakıbın kişi hakkındaki tahlillerine teslim olmak gerekir.” sözümüzün anlamı ve hakikati de bu örnekle ortaya çıkıyor.

İslam’daki ibadetler, insanın iradesini güçlendirmeye ve insana güzel ahlak kazandırmaya yöneliktir. 

İnsan, iradesini güçlendirerek negatif reflekssel tepkilerden kurtulabilir. Ancak, irade dışı olan tepkilerimizin, irademizin kontrolüne girmesi ibadet, taat ve çokça zikirle mümkündür. Bela ve musibetler de irademizi güçlendirir; zira bela ve musibetlere sabretmek, insana çelik gibi bir irade kazandırır. 

İrademizin güçlenmesi niçin önemlidir? Elbette, Allah’ın rızasını kazanabilmek ve nefsin ve şeytanın tuzaklarına düşmeden yaşayabilmek için önemlidir. Zira irade ne kadar güçlü olursa insanın duruşu da o kadar sağlam olur. “Elhamdülillah, benim dağ gibi duruşumun ve yürüyüşümün arkasında Allah’a olan sevgim ve yıllarca zikirle, fikirle ve birçok çilelerle çelik gibi olmuş irademin varlığı yatar.” Allah’a olan sevgim ve iradem, herhangi bir günahın karşısında bende “Allah’a rağmen bu günaha nasıl düşerim!” duygusunu oluşturur. Ben de bu durumda duygularıma yenik düşmeyerek, “Rabbim ne derse onu yaparım.” derim ve asla günaha meyletmem. İşte çelik gibi irade böyle gelişir, böyle oluşur.

Rabbim cümle kardeşlerime her zaman hakkın yanında dimdik durmasını sağlayacak, çelik gibi bir irade versin, inşallah.

Allah’a emanet olun.