İmam Birgivî Hazretleri kendi şahsına münhasır, çok hususi özellikleri olan bir insan, genel manada kendisinden bahseder misiniz, İmam Birgivî kimdir?
İmam Birgivî Hazretleri -Allah rahmet eylesin- 16. Asırda yaşamış Müslüman âlimlerden biridir, bizim ülkemizde yetişmiş önemli bir kimsedir. Hicrî 929, Miladî 1523 yılında Balıkesir Kepsut nahiyesi Bektaşlar köyünde doğmuştur, aslıda buralıdır. İmam Birgivi Efendi’nin dedesi İskender Efendi’dir.
İmam Birgivî Hazretleri’nin soyu Şeyh Lütfullah Efendi’ye dayanıyor. İmam Birgivî Hazretleri’nin babasının dedesi Şeyh Lütfullah Efendi’dir. Şeyh Lütfullah Efendi de Osmanlı açısından son derece önemli olan Hacı Bayram Veli Hazretlerinin halifelerindendir. Bu ailenin soyu İsfendiyaroğlu Beylerine dayanır. Osmanlı Devletinde böyle ailelere çok önem veriliyordu. Mesela Osmanlıda İmam-ı Gazalî soyundan gelenler Gazalîzade diye biliniyordu. Hatta Emin Saraç Hoca diyor ki; ben 1942’lerde İstanbul’a geldiğim zaman İstanbul’da avukat olan bir zat vardı, onun İmam Azam Efendimizin soyundan olduğu söyleniyordu. Mesela Ebu Suud Efendi’nin soyundan bugüne kadar gelmiş, hâlâ hayatta olanlar var, biliniyorlar. Ben istedim ki İmam Birgivî Hazretleri’nin soyunu günümüze kadar getireyim. Oğlu Fazlullah Efendi, Yavuz Selim Camiinde vaizmiş… Fazlullah Efendi’nin oğlu Şair İsmetî Efendi, Anadolu Rumeli kazaskeri olmuş, onun soyundan kimse var mı diye baktım, aradım ama malesef, “çocuk bırakmadı” yazıyor...
Birgivi, Bayrâmiyye tarikatı şeyhlerinden Abdurrahmân Karamânî’nin sohbetlerinde bulunarak tasavvufda da yetişti. Birara hocalarından Abdurrahmân Efendi’nin vasıtasıyla Edirne’de Kassâm-ı askerî (Mîras taksim eden kâdı naibi) vazifesine tâyin edildi. Bir müddet sonra bu işten de ayrıldı ve köşesine çekilmek istedi. Ancak, tasavvuf hocası olan Abdurrahmân Karamânî’nin ısrarı üzerine ders verip vaaz etmeye başladı. İkinci Selîm Han’ın hocası Atâullah Efendi, Birgivî’nin ilimdeki kudretini takdir ederek, onu Birgi’de yaptırdığı medresenin müderrisliğine tâyin etti. Bundan sonra orada talebe yetiştirmek, vaaz vermek ve kitap yazmakla ömrünü geçirip, büyük hizmetler yaptı. Kendisi İzmir’in Birgi Kasabası’nda olduğundan Birgivî lakabı ile bilinmektedir. İmam Birgivî Hazretleri Birgivî’yi çok seviyor, övüyor, kitaplarının birçoğunu orada yazıyor.
İmam Birgivî‘nin eserlerinden bahseder misiniz?
İmam Birgivî akaid, ahlak konusunda, Arap dilini, gramerini Türklere öğretmek üzere kitap yazıyor. “Avamil ve İzhar”, “İmtihân-ül-ezkiyâ” kitapları İmam Birgivî tarafından yazılmıştır. “İmtihân-ül-ezkiyâ” daha üst seviyede bir kitap, daha zor bir kitaptır. Doğuda bu kitabı okuturlar. “Avamil ve İzhar” ise bütün medreselerde hemen hemen okutulmuştur. Osmanlı medreselerinde Arapça öğrenip de İmam Birgivî adını duymayan bir Türk talebesi yok desem mübalağa etmiş olmam. Kelime bilgisi kitapları yazmış. Akaid kitabı olarak “Vasiyetname”si meşhurdur, Vasiyetname İslam itikadının ve ahlakının özetinin özeti, özün özü bir kitaptır. Tasavvuf ehli tarafından çok benimsenmiş bir kitaptır. Mesela ben Marifetname’de gördüm İbrahim Hakkı Erzurumî Hazretleri gelip kendisine intisap eden müridlerine diyor ki “önce akaidi, kalbi temizleyeceksiniz, önce kalp sağlam olacak, İmam Birgivî’nin Vasiyetname’sini okuyun.” diyor, tavsiye ediyor. “Vasiyetname” o kadar yaygın bir kitap ki şerhler yazılmış, sonradan Fransızcaya tercüme edilmiş, Kazan Türkçesine yani Tatarcaya çevrilmiş… Kitap bütün tasavvuf ehli tarafından benimsenmiş. “Tarikat-ı Muhammediye” kitabını ise 970’te yazmış, Vasiyetname’yi 981’de yazmış.
Şimdiki hocalar halkın seviyesine inmede sıkıntı çekiyorlar?
Haramlardan sakınmanın önemini ve dünyânın fâniliğini çok iyi anladığından, dînin emirlerini tâviz vermeden açıklardı. Zamanın âlimleriyle, yazılı ve sözlü pek çok münazaralara girerdi. Hak bildiğini, ilmî delilleri ile söylemekten hiç çekinmezdi. Hattâ, Birgi’den İstanbul’a gelip sadrâzam Mehmed Paşa’ya nasîhatte bulundu. Birgivî Vasiyetnamesi (veya Risalesi) hacimce küçük, konuca basit görülse de, Osmanlı imparatorluğu zamanında telif edilmiş pek mühim ve çok feyizli bir eserdir. Mübalâğasız diyebiliriz ki, bu küçük kitap saraydaki padişahtan köydeki çobana kadar asırlar boyunca Türkçe konuşan Müslümanların temel İslâm’î kitabı, elaltında bulundurulan bir ilmihal ve irşad risalesi olmuştur. 16. asırda, belki Türkçe ilk ilmihal kitabıdır. Mızraklı İlmihalden öncedir, çünkü Mızraklı İlmihalde Vasiyetname’ye atıfta bulunuyor. Türkçe yapmış ki halka faydası olsun. Hâsılı halkın seviyesine inebilmiş, bunu yapabilmek ustalık işidir. Bir yazara demişler ki nasıl bu kadar çok yazabiliyorsunuz, demiş ki az yazacak kadar vaktim yok… Az yazabilmek zordur, bazıları Vasiyetname’nin ebadını küçük görüyor, ne var ki diyor; ama ilmin nasıl yazıldığını bilenler bu kitabı çok takdir ediyor.
İmam Birgivî Hazretleri’nin en büyük kitabı Tarikat-ı Muhammedi’dir ama ondan kırk elli sene sonra gelen Aliyyül Kari, Vasiyetname kitabına öyle methiyeler yazıyor ki, uzunca bir kasidesi var.
Ömrünün sonuna doğru da Tarikat-ı Muhammediye kitabını yazmış, bu kitapta A’dan Z’ye, padişahtan kapıcıya kadar kimde ne hatalar gördüyse onları çekinmeden yazmış. Onun üzerine demiş ki toplumda hadiseler var. “Rüşvet yayılıyor” demiş. Ben diyorum ki şimdi 16. Asırda Osmanlının en sağlam zamanında rüşvet ne gezsin, neden bahsediyor orada. Çalışmaların sonunda anladım ki İmam Birgivî’nin bahsettiği ve şikâyet ettiği her konunun toplumda izleri var, bir şey kaynıyor.Birgivi’de hiç çekinmeden ona ilaç sunuyor. Sonra okudum ki Rüstem Paşa milleti kadı vs. tayin etmek için, (padişahın da damadı nasıl olsa) rüşveti kanun haline getirmiş; “seni tayin edeceğim kadılığa, ver şu kadar, nereye, devlet hazinesine” ama İmam Birgivî karşı çıkıyor buna, “veremezsin!” diyor. Rüşvet her devirde var, sadece Osmanlı toplumunda mı var canım, insanın olduğu her yerde var. Bugün hiçbir yerde rüşvetsiz bir şey yok. Her zaman var ama İmam Birgivî buna sert bir şekilde yalın kılıç gidiyor. Dünyalık ele geçirmek için dini vermemeli, gerekirse müdârâ etmeli dini ve dünyayı korumak için dünyalık vermeli, idare etmeli.
İmam Birgivî Hazretleri A’dan Z’ye olumsuz ne gördüyse hiç çekinmeden samimiyetle reddediyor, ilmine dayanarak, delile dayanarak reddediyor.
İmam Birgivî Hazretleri topluma karşı sorumluluklarını eksiksiz yerine getiren hiç çekinmeyen bir İslam âlimi… Tarikat-ı Muhammediye’yi hâlâ okuyoruz, toplumda ahlakı sağlamlaştırmak için yazılmış çok güzel bir eser. Bu eser üzerine otuza yakın çalışma yapılmış, Türkçeye iki tane tercümesi var. Daha o dönemde tasavvuf ehlinin yanlışlıklarını düzeltiyor, tasavvuf ehli diye ortaya çıkıyorlar diyor, etrafında arkasında müridi ne kadar çok görünürse, o zaman o kadar çok tantana yapılacak, çok büyük şeyh diyecekler, onun için bazı şeyh efendiler dışarda tek yürümüyor diyor, tek yürürse, ne biçim şeyh efendi, müridi yok mu derler diye, utanıyor diyor, utanıyorsa bu iyi bir şey değil diyor. Şeyhte asıl amaç sünnete ittiba edenlerdir, bakın, Hazreti Haris Muhasibi, Abdulkadir Geylanî gibi zatlara. Beyazıt-ı Bistami Hazretleri, biri evliya diye meşhur olmuş gelin onu ziyarete gidelim diyor, gidiyorlar… Bakıyorlar ki evinden çıkmış affedersiniz kıbleye karşı tükürüyor, dönelim gidelim diyor. Niye Efendim buraya kadar geldik diyorlar. Daha İslamî adabın edeplerinden birine riayet etmeyen, güvenilir olmayan bir adamın sözüne hiç inanmayın diyor. O kişiyi gökte bağdaş kurmuş oturuyor görseniz, denizde yürüyor görseniz bile bir adamı sünnete ittibada, kelamullaha ittibada, ilahi ölçülere, nebevî ölçülere ittibada kusurunu gördünüz mü, sünnete ittibada doğru olmadıkça bütün yollar çıkmaz sokaktır diyor. İlla Rasullulah’a ittiba olacak… Ancak Peygamber’in (sav) sünnetine uyanlara bakın… Yoksa Yunus Emre’nin söylediği gibi “Dervişlik olaydı taç ile hırka, biz dahi alırdık otuza kırka.” başlarına sarık koyuyorlar, sadece bundan ibaret sanıyorlar diyor. Cübbe giyiyor, sarık sarıyor, tamam ama ondan ibaret sanmak kötü. Milletin hakkını hukukunu her türlü yiyor, sonra teheccüd kılıyorum diyor; senin olsun o teheccüd, bana ne teheccüd kılıyormuşsun, beş vakit kılıyormuş, kıl tabii kılacaksın, vazifen, benim için mi kılıyorsun, sevabını ben mi alıyorum sen alıyorsun!..
Bir tasavvuf ehli olan Hâris el-Muhâsibî Hazretleri’nin tarifinde Müslüman “salih” insan olmalı, diyor. Ne demek salih insan? Namaz kılan oruç tutan zannederiz, sadece bunlar değil. Hâris el-Muhâsibî Hazretleri “salih”in tarifi şöyle yapıyor “Salih insanlar, Allah’ın haklarını gözetenler ve Allah’ın kullarının haklarını gözetenlerdir.” Adam işçisini çalıştırıyor parasını vermiyor veyahut da parasını alıyor çalışmıyor, böyle salih mi olur?
İmam Birgivî Hazretleri, hayatın hangi safhası olursa olsun, Peygamber’in (sav) sünnetine aykırı gördüğü her şeye karşı çıkıyor, düzeltmeye çalışıyor, ilaç getiriyor. Zaten şöyle ifade ediyor, bu hastalığın tedavisini… Mesela gönlün temiz olması lazım. “Ettezkiye ettahliye kable’ttahliye” diyor, yani önce kötü haram olan şeyleri haset, kibir, ucub vs. gibi şeyleri sayıyor.. Bunları temizlemek önemli, süslemeden önce usta duvarın pisliklerini alır ondan sonra üzerine badana yapar, süsleme ondan sonra… Ondan sonra sana zikir fayda verir, sen elinde tesbih, estağfirullah estağfirullah kalbinde bin türlü hile, öyle zikir mi olur...
İmam Birgivi hakkında burada son derce yanlış anlaşılmalar var. Zannediyorlar ki Birgivî Hazretleri tarikatlara karşı, bilakis Birgivî Hazretleri tarikat ehlinin yanlışlarına, bidatlerine karşı. Zannediyorlar ki tasavvufu tenkit ediyor. Hayır, kesinlikle öyle değil. Daha doğrusu doğruyu yanlıştan ayırma faaliyeti yapıyor. İslam’ı bidatlerden koruyor. Birgivî yapılan yanlışlıkları ayıklayan bir din alimi. Tasavvufa karşı olması mümkün değil. Çünkü dedeleri de kendisi de tasavvuf ehli. Seyr-i suluk yapmış icazetli bir tasavvuf ehli. Tasavvuf ehlinin her döneminde, hicri üçüncü asırdan beri yanlışlıkları ayıran âlimler olmuş.
Aynı durum İmam-ı Rabbanî Hazretlerinde de var değil mi?
Tabii İmam-ı Rabbanî Hazretleri gibi… Bakın ben onu üç sacayağına benzettim bir makalede. Türkiye’de İmam Birgivî 1573’te vefat etti, İmam-ı Rabbanî Hindistan’da 1624’de, Mısır’da da 1573’te İmam Şaranî vefat etti. Üç sacayağı gibi İslam ülkesinin her yerinde meşhur olmuşlar, aynı dönemde hemen hemen, araları kırk elli sene, bir asır da sayılabilir. Böyle tenkit eden, uyaran, dikkat eden âlimler yetişmiş. Bu alimleri şöyle nitelendiriyorum, “Toplumdaki sarsıntıları, Osmanlı Devletindeki yıkılış sarsıntılarını daha o zaman sezebilmiş, zelzele gelmeden zelzelenin olacağını haber vermiş, manevî zelzele olmadan onu haber veren âlimler.” bu alimler. Günümüzde depremi önceden tespite çalışıyorlar ya bu âlimlerde diyor ki “Bunlar yıkılış, böyle olursa devlet yıkılır.” Ahlak hâkim olmadan devlet baki olmaz, devletin devamı için ahlak lazım, ahlak demek insanları birbirine kenetleyen bağ demek, nasıl inşaat demirleri var, ahlakî bağlar da öyledir, toplumu ayakta tutar. Şimdi aile bağlanmıyor, nasıl ayakta kalsın, aile mefhumunu kaldırıyorsun ortadan, televizyonlarla gazetelerle ahlaksızlığı sanat diye gösteriyorsun, böyle ahlak mı olur, böyle sanat mı olur!.. Sanat değil ki o kepazeliği sanat diye gösteriyorlar, sanat öyle olmaz ki. Sanat, insanî değerler ve ahlakla beraber olur, insana hizmet eder, insanın gözüne ruhuna bedenine hizmet eder. Sanat, insanı inceltir, ruhu inceltir, ruhu yüceltir.
Günümüz tasavvuf ehline bir projeksiyon yaparsak; İmam Birgivî’nin yaklaşımları hâlâ geçerliliğini koruyor değil mi?
İmam Birgivî Hazretleri’nin derlediği prensipler geçerliliğini koruyor, hiç eskimez, ta kıyamete kadar devam edecek prensiplerdir. İmam Birgivî ortaya koymuş demiyorum çünkü İmam Birgivî’nin derlediği ahlakî prensiplerin hepsi ayet-i kerime ve hadis-i şeriflere dayanıyor. Mesela “tasavvuf yolu”, “Allah yolu” demek yani “tarik” “illallah” demek. Tasavvufu yeni bir şeymiş gibi gösteriyorlar, dışardan gelmiş bir şey gibi gösteriyorlar. Yok efendim ne dışardan gelmesi, İslam kültürünün dışardan alacak hiçbir şeye ihtiyacı yok. Allah’tan gelen kitap ahlakı öğretiyor, Peygamber Efendimiz’de (sav) bunu yaşamış. Tasavvuf, Peygamber Efendimiz (sav) ve ashabın yaşadığı tarzdır, o yaşantıyı yapabildiğiniz ölçüde tasavvufta yükselirsiniz. Benim kanaatim budur. Tasavvuf kitaplarında anlatırlar , tasavvuf ehli, zühd erbabı ilk günlerde yün giymişler, “suf” yün demektir , “tasavvuf” demek de yün giyindi, yünlü elbiselere büründü demektir. Yün giymek süslü püslü görünmemenin bir işaretiymiş. Zamanla tasavvuf olmuş, mutasavvıf olmuş, bunları ayırıyor. Diyor ki mesela, gerçekten Sünnete uyanlara sûfî, şeyh diyor, öbürlerine şeyhlik taslayanlara demiyor. Zamanın şeyhlik taslakları, şeyh geçinenleri diyor. İmam Birgivî Hazretleri ölçüyü koyuyor, kitap yazmış, sonunda bakmış ki çare yok, herkesle bağırarak çağırarak olmaz bu, kitap yazayım demiş. Allah-u Teâlâ ona ilham eylemiş ve “Ettarikatü’l Muhammediye ve Siratü’l Ahmediye” yani Allah’a giden Muhammedî yol ve yaşayış tarzı. Bu bir rehber, buna uyuyorsa hoş geldin ehlen ve sehlen başımın üstünde yeri var, uymuyorsa kardeşim halini düzelt diyor. Şerhler yazmış âlimler, ilk şerh Mekke’de yazılmış, bu kitabın üzerine ilk açıklamayı Hazreti Ebu Bekir Efendimizin soyundan İbn-i Allan Mekke’de Ebu Kubeys Dağı’ndaki evinde yazmış. Sonra Recep Efendi isminde bir zat var o yazmış sonra Hadimî yazmış. Son dönem tasavvuf ehli Abdulgani Nablusî hazretleri de bir şerh yazmış, iki cilt. Abdulgani Nablusi Hazretleri diyor ki “siz sanmayın ki İmam Birgivî tasavvuf karşıtıdır.” Bazıları imam Birgivî Hazretleri’ni tasavvufa karşı zannediyor. İmam Birgivî tasavvufa karşıdır diyenler sapla samanı karıştıranlardır. Tasavvufa karşı olmakla mutasavvıf gözükenlere karşı olmayı birbirinden ayırmak lazım. İmam Birgivî Hazretleri ölçüyü koymuş, tarikat mı diyorsun kardeşim hodri meydan al sana ölçü.
Diyelim ki bir okul açacağız, kolej açacağız, Milli Eğitim Bakanlığı ne diyor size, diyor ki kardeşim açabilirsiniz ancak şu şu şu şu şartlara uygun, yönetmeliklere uygun bir kolej açabilirsin, buyur aç. Yok efendim ben kendi kafama göre açacağım... Yok öyle, bu devlette yaşıyorsan sen bu vatandaşlığı kabul ettiysen bu işi böyle yapacaksın, olmuyorsan sen bilirsin. Eğer tarikat diyorsan Peygamberin (sav) yoluna bakacaksın, Peygamberimiz (sav) zikri nasıl yapmış, Kur’an’ı ne zaman okumuş, hergün mü hatim yapacaksın Peygamber Efendimiz Hz. Abbas’a “okuma bu kadar” diyor, Efendim her hafta hatim yaparım, diyor. Daha fazla yaparım deme, sonradan ihtiyarlamış, yapamamaya başlamış “Ah keşke Peygamberin sözünü tutsaydım.” demiş. Çünkü sünnet insanın yaradılışındaki duruma uygun emirler vermiştir. Benim bir gücüm var, kuvvetliyim, tamam iyi de nihayet gücünün kuvvetinin bir sınırı var, bedenin yemek yiyecek, yemeden duramazsın, yiyeceksin, ayakta duracaksın, öldürmeye hakkın yok ki senin. Allah sana can vermiş sen bu canı korumakla mükellefsin. Zamanı gelince verdiğini O alır.
Hocam sizin Peygamber Efendimizin ahlakıyla ilgili hadis-i şerifler konulu bir çalışmanız var?
Biz asistanken, Fatih Camii’nin arkasındaki Carullah Efendi Medresesini bir araştırma merkezi yapalım dedik. Orada hocanın gözetiminde bir kitap yazalım dedik. Hoca her asistana bir konu verdi, ben de “Sosyal Hayatta Ahlakî Davranışlar” bölümünü yazmıştım, o kitap benim değil müşterek bir çalışmamızdır.
Çok önemli değil mi, sosyal hayatta ahlak, dindarlığın önemli göstergelerinden…
Ahlak nedir onu bilmiyoruz, oğlum oku, terbiyeli ol, yere tükürme sadece diyoruz, böyle değil. Ahlak bütün dindir, dinin hayatı demektir. İmam-ı Azam’ın fıkıh tarifi ahlakı da içine alıyor, hepsini içine alıyor, dışarda hiçbir şey bırakmıyor. İmam-ı Azam’ın Fıkıh tarifi çok geniştir ve çok insanî bir tariftir. İmam-ı Azam’ı tanımıyoruz biz daha… Muhalefetün nefsi maleha ve aleyha demiş yani kişinin nefsinin kendisinin lehine ve aleyhine olacak şeylerini bilmesidir, diyor, fıkıh bu. Nedir nefsinin lehine, yemek içmek, dinlenmek, konuşmak, vakti değerlendirmek, maneviyatımı kuvvetlendirmek, ahlakımı güzelleştirmek, helali haramı bilmek, bana fayda veren yemekleri, zarar veren yemekleri bilmek… Bugün biz sağlığımızdan hep şikâyetçiyiz… Neden, çünkü yemeği bilmiyoruz da ondan, ne faydalı ne zararlı, ne zaman yemeliyim, ne zaman yememeliyim, ne kadar yemeliyim bunların hepsi hadiste var. İmam Birgivî’nin bir talebesi, İmam Birgivî’nin bir teheccüd vaktinden diğer teheccüd vaktine kadar olan zamanını kaleme almış, okuduğu duaları günümüze taşımış. Ona “Evrad-ı Birgivî” demiş, hatta Kuşadalı Ahmet Efendi tercüme etmiş ben de bu tercümeyi sadeleştirdim. “İmam Birgivî’nin Günlük Hayatı” başlığıyla Bilim Sanat Vakfı’nın dergisinde yazdım.