Uzun yıllar önce Fas’tan göç ederek Belçika’nın Liege şehrine yerleşmiş Sarifa Hanımefendi. Bu ismin Türkçedeki karşılığı Şerife. Biz de öyle hitap edelim. Avrupa şartlarında asimile olan çocukları onun geçirdiği hal ve manevi terakkilere dayanamayarak evi terk etmişler. Eşi de sapıtıp dünyaya, zevke dalıvermiş; Şerife Hanımdan uzaklaşıp Belçikalı ecnebi bir kadınla metres hayatı yaşamaya koyulmuş. Aileden kimse kalmamış yanında. Sayeh Şerife Rabbi ile başbaşa kalmış. Ekonomik durumu son derece kötü ama mutluluk ve huzuruna diyecek yok. Kapısını çalanlar, ardı arkası kesilmeyen hastalar, mağdurlar, dua isteyenler vs. Avrupa’nın merkezinde evliya olmak zor iş! Bir Allah dostunun mücehhez olduğu tüm ahlaki özelliklere ve güzelliklere sahip. 65 yaşında olmasına rağmen fiziken de bir o kadar güzel. Yüksek maneviyatıyla dünyanın diğer ucundaki bir insanın o anki durumundan haberdar olabiliyor, hastalığını teşhis edebiliyor üstüne üstlük tedavi edebiliyor. Cinler âlemine müdahale edebiliyor, onlarla konuşup bağlantı kurabiliyor. Bunları kendi ifadesiyle söylersek yanında bulunan bir ruh aracılığı ile yapıyor. Kendisi ümmi olmasına rağmen Sayeh Şerife’ye hangi dil ve hangi alfabeyle yazılmış mektup gelirse gelsin zorluk çekmeden onları anlıyor; yine yanındaki o ruhaniyet sayesinde. Seyyide olmasının dışında hiçbir meziyetiyle iftihar etmiyor. Tarîkî bir bağlantısı, mensubiyeti yoktur. Sahip olduğu hiçbir meziyet ve yeteneği kendisinden bilmiyor. Allah diyor, başka bir şey demiyor…
Densizin biri Evliya Menkıbeleri’ni okurken aniden kitabı kapattı ve bir konu açtı; “ Rabia Adeviyye’nin dışında kadın velilerle ilgili bir bilgiye ulaşamıyorum. Demek ki yok kardeşim! Tevekkeli değil; Cennetten kovulmamıza da neden oldular ya!… Günün konusu bu fütursuz konuşmalar üzerine açılmış oldu.
Bunlar feministlere karşı geliştirilen tipik ve lüzumsuz erkek reaksiyonlarıdır. İlmi değer taşımayan, paldır küldür söylenen afaki sözler. Hayır! Kadınların velayeti ile ilgili böyle saçma sapan bir tespite mahal yoktur. Ancak mahremin bilgileri de mahrem olur. Kadın velilerin çoğu gözlerden gizlidir. Erkekler aktif olarak irşad ile mükellef oldukları için göz önündeler. Kadim sufiler görerek ve bilerek söylemişlerdir ki Ricalü-l Gayb arasında kadınlar da vardır. Ricalü-l Gayb; mana âleminin erleri. Burada üzerinde durulacak kelime “rical.” Rical “er” demek, kâmil demek, adam demek, adam gibi adam demek, yiğit demek. Allah’ın zatına talip olanlar, kadın-erkek olmaktan yani cinsiyetten sıyrılıp rical oluyorlar. Rabia Adeviyye, Destina Gevher Hatun, Seyyide Zehra Sultan gibiler rical oluyorlar. Kadın, erkek, rical sınıfına girenlerin konumları başka. Herkes rical olamaz. Bir insan annesinden erkek doğdu diye de erkek olmaz. Belki görüntüsü öyledir de er olamaz, adam olamaz. (Adam olmak için rical olmak lazım)
Kadın Allah dostları, mahremiyetten dolayı bilinmezler ancak adam gibi kadınlar (rical) vardır ki onların gizli kalmaya ihtiyaçları yoktur. Dünyadan vazgeçmiş ve Allah’a vasıl olmuşlardır. Mana âleminde yüce makam sahibi oldukları gibi, yeryüzünde de dilerlerse kendilerini ifşa edebilirler. Vallahu alem mahrem olan kadın velilerin sayısı belki de yüzbinleri bulur.
Nişaburlu Fatma
Bayezid’i Bistami der ki; “Ben bir kadın tanıdım. Bu kadın Nişaburlu Fatma’dır. O’na hangi makamdan söz açtımsa, O’nun bunu ayan beyan bildiğini gördüm” İbni Arabi Fatma binti Müsenna tarafından irşad edildiğini söyler. Zünnun, Cüneyd, Ebul Havari, Geylani gibi büyük sufilerin yanında, büyük kadın müritler olduğu hatta bu büyük zatları bazı konularda uyardıkları biliniyor. Abdurrahman Cami; Rabia’dan başka otuzdan fazla zahide’den bahseder ve bunlara “ Er sufilerin mertebelerine ulaşan arife kadınlar” adını verir.
Sülemi, Sufi Kadınlar adı altında bir eser kaleme almış.
Mevlana eserlerinde züht ehli kadınlardan bahseder.
Camille Adams Helminski ‘Saklı Bir Hazine Sufi Kadınlar’ adlı bir çalışma yapmış.
Catharina Raudvere’nin ‘Çağdaş İstanbul’da Sufi Kadınlar’ adlı bir eseri var.
Sefine’i Evliya ve Nefahatü’l Üns isimli eserler’de büyük velî kadınlardan bahsedilmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır; Muazetül Adeviyye, Rabiatül Adeviyye, Ufeyretül Abide, Meryemül Basriye, Reyhaneül Valihe, Hafsa binti Şirin, Şa’vane, Abid binti ebi Külab, Hakîmei Dimeşkiye, Rabiatül Şamiye, Aişei Remliye, Fatimetün Nişabure, Mudga binti Haris, Ümmi Ali, Ümmü Hassan, Mecidetül Kureyşiye, Ümmü Harun, Amre, Emetül Cemil, Menfûse, Lübabetül Müteabbide, Meymunetüs Sevda, Ümmü Muhammed, Fahriye binti Osman. Mâmafih elde olmayan nedenlerle mahremiyetin ihlale uğradığı, bu nedenle bazı isimlerin deşifre ve ifşa olduğu da bir vâkıadır. Avrupa’dan Amerika’ya, Ortadoğu’dan Asya’ya, Afrika’dan Avustralya’ya kadar dünyanın farklı yörelerinde, geçmişte ve elan, hayat sahnesinde boy gösteren veli kadınlardan bazıları şunlardır: Seyyidet Nefise-Nişaburlu Fatma-Jahanara-Bibi Hayati-Nana Asmau-Seyyide Fatma-Nurinisa İnayet Han -Mürşide Vera Corda-Hacı Zekiye-Adviye Koca-Hatice Cenan Sultan-Hacı Tahsine Hanım- Şamlı Fatma-Muhsine Hatun-Destina Gevher Hatun-Fatma Hanım-Emetül Cebbar Fatıma-Afyonlu Zehra Anne- Kadıncık Ana-Seyyide Zehra Sultan-vb… Madame Sayeh Sarifa! Bunların dışında Özellikle Hindistan ve Pakistan’da sülukunu tamamlamış olan İngiliz, Hollandalı, İsveçli, Alman uyruklu Sühreverdi kadın sufiler vardır ki bir çoğu velayet mertebesindedir.
Cennet Kadınları Meryem,Fatıma,Hatice ve Asiye
Bilindiği üzere velayet mertebesinin seçkin iki kadını: Hz. Meryem ve Hz. Asiye’dir. Melekler dediler ki Ey Meryem, Allah seni seçti seni tertemiz yarattı. Ve seni bütün dünya kadınlarına tercih etti. Hepsinden üstün tuttu. (Ali İmran 42)
Allah inananlara Firavunun karısı Asiye’yi örnek gösterir. “O, Rabbim cennette bana bir ev yap beni Firavundan ve onun işlerinden koru. Beni zalim milletten kurtar” demişti. (Tahrim 11)
Hz. Peygamber cennet kadınlarını sayarken Meryem, Fatıma, Hatice ve Asiye isimlerini tâdât etti. ( tek tek söyledi )
Sahabiye olmakla birlikte velayetleri de tescil edilen bazı kadınlar şunlardır:
Hz. Fatımatü’z Zehra - Hz. Hatice - Hz. Aişe - Hz. Amine- Hz. Halime - Ümmü Eymen - Fatıma binti Esed-Hafsa binti Ömer - Esma binti Ebubekir - Hamne binti Cahş-Safiyye binti Huvey - Safiyye binti Abdülmuttalib-Meymune binti Haris - Sevde binti Zem’a-Ümmü Habibe - Ümmü Hiram - Ümmü Rumman-Ümmü Şerik - Ümmü Ümare (Nesibe) - Zeynep binti Cahş-Ümmü Seleme-Dürre binti Ebu Leheb-Sümeyra binti Kays-Muvaffiz binti Rubeyyi-Ümmü Atiyye-Ümmü Salit-Nesibe binti Ka’b......böyle devam ediyor. Hepsinin ayrı bir yeri ve müstesna özellikleri var.
Kadın... Bu haliyle nötr bir kelime. İnsan denen (dişi-erkek) varlığın bir yönünü temsil ediyor. Kadın...Nötr...Yanına ne eklersen ona göre değer yüklenecek; Müslüman kadın, veli kadın, rical kadın, sahabi kadın, feminist kadın, ateist kadın, vamp kadın, hayat kadını, ev kadını, iş kadını, süs kadını, vs vs. İşte elmas ruhlu kadınlar ve işte kömür ruhlu kadınlar. Erkekler de aynen böyle. Ruhların dişisi erkeği olmaz.
“Allah sizi bir tek nefisten yaratan ve kendisi ile huzur bulsun diye eşini de ondan var edendir. “ (Araf 189)
Allah dileseydi ikisini aynı anda yaratırdı. Ancak Adem’i tek başına yaratıp yalnızlığın acısını tattırdı. Adem, kadın gibi bir arkadaşın yokluğunu ta yüreğinde hissetti. Allah (cc) kadının değerini ona hissettirdikten sonra Havva’yı yarattı. Adem böylece huzur buldu. Bu nedenle eşsiz kalan erkekler yaşamlarını sürdüremezler. Acınacak hale düşerler.
İlk günahın ve cennetten kovulmanın nedeni kadınlar mıdır?
Hristiyanlar ve Yahudiler; “İlk günahın ve cennetten kovulmanın nedeni kadındır, menstrüasyon bile onun için cezadır, kadın kötülüklerin kaynağıdır” diyorlar. Külliyyen yalan! Hz.Adem’in cennetten çıkarılmasının nedeni Havva değildir. Bu sürgün ikisinin de üstleneceği bir sonuçtur.
Ama Şeytan Adem’e vesvese verip; “Ey Adem, sana sonsuzluk ağacını ve bitmeyecek olan bir saltanatı göstereyim mi? dedi.” (Taha 120)
(Şeytan; Adem ve Havva’yı kandırırken) “Rabbiniz size bu ağacı melek olmayasınız ve ebedi kalmayasınız diye yasakladı.’ dedi.” (Araf 20)
Bunun üzerine onlar (Adem ve Havva) o ağacın meyvesinden yediler. Bu nedenle ayıp yerleri kendilerine göründü (cennet elbiseleri işledikleri suç nedeniyle adeta buharlaşıp kayboldu) ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Adem Rabbine baş kaldırdı ve yolunu şaşırdı. (Taha 121)
İslam Kaynakları Kadınları Kötülemeyi Yasaklıyor
Görüldüğü gibi İslam’ın nasları Hristiyan ve Yahudileri yalanlıyor. Hz. Havva da Hz. Âdem gibi tertemizdir. Söz konusu zelleleri de bilahare affedilmiştir. Havva annemiz Hz. Adem’den sonra yaratılmış. Kadınlar bu dünyadan göç ederken de genellikle erkeklerden sonra giderler. Geleni getirir, gideni götürür, ortalığı toparlar sonra giderler!
Onlara Mürşid ve imam (önder) olma sorumluluğu yüklenmemiş. Mürşitlik için güçlü ve dayanıklı olmak, belki binlerce insanın sıkıntılarını dinlemek, sorunlarına maddi manevi çözümler bulmak, onlara yol göstermek gerekiyor. Uzun ve yorucu seyahatler yapmak, güç ve yıpratıcı iklim şartlarına dayanmak, insanlarla savaşmak, dövüşmek, mücadele etmek iktiza ediyor. İnsanları kazanmak uğruna politik manevralar yapabilmek için sağlam sinir sistemine sahip olmak, cesur ve gözü pek olmak gerekiyor. Erkeklik fıtratı, adrenalin dizaynı, anatomik ve fiziki donanımı bu zorlukların üstesinden gelmeye daha müsait. Tüm bu sorumluluklar erkeğe yüklenmiş. Velâyet, Allah’a vasıl olmak başka bir şey! Bu nimetten istifade etmek, bu onura nâil olmak hususunda, sayısal olarak erkeklerden hiç de geride olduklarını düşünemeyiz.
“Mösyö EyüpŞu Anda Kalp Krizi Geçiriyor!”
Nasıl söylesem, nerden başlasam bilmem ki! Sıkıntılı ve buhranlarla dolu bir günün gecesindeydim. Yorgun, bitkin ve tükenmiş bir haldeydim. Göğsümün ortasında önceden hiç yaşamadığım bir ağrı hissediyordum. Dinlenirsem ağrının geçeceği ümidiyle uykuya daldım... Gece saat 03.oo sularında tarif edilemez bir göğüs ağrısıyla gözlerimi açtım. Kalbim durdu duracak. Nefes alamıyorum. Vücudumdan buz gibi soğuk terler boşanıyor. Tüm organlarım felç olmuş adeta; kılımı kıpırdatamıyorum. Dudaklarımı oynatabilsem ses çıkaracak, yanı başımda uyuyan eşimi halimden haberdar edeceğim. Kalbim duruyor, yeniden çalışıyor. Velhasıl son nefesimi vermeye ramak kalmışken gecenin sessizliğini bozan bir şey oldu. Evimizin ahizeli telefonu deli gibi çalmaya başladı. Hayatım boyunca gecenin bu geç vaktinde ev telefonunun çaldığına şahit olmadım. Heyhat telefonu açacak mecalim yok. Telefonun ısrarlı ve güçlü sesi nihayet eşimi uyandırdı. Olay şu: Sayeh Şerife Hanım önce Belçika’daki bir dostumuzu arayarak uyandırmış ve ona çok acele bizi aramasını söylemiş. Telefonun diğer ucundaki dostumuz Nimet Hanım, bizim hanıma şunları söylüyor; mesafe yakın olduğundan konuşmaları ben de işitiyorum: “Şimdi Şerife Hanım beni aradı. Mösyö Eyüp şu anda kalp krizi geçiriyor. Kalp damarlarından biri tıkalı. Yavaşça yattığı yerden müdahale ederek oturmasını sağlayın ve ondan sonra da söylediklerimi aynen yapmasını söyleyin!” dedi. Eşimin yardımıyla oturma vaziyeti alıyorum ve arada tercümanımızın olduğu üçlü telefon trafiği devam ediyor. Şerife Hanım şöyle diyor bana: “Biraz sonra bir kalp operasyonu yapacağım ve tıkalı damarı açacağım. Ama steril bir ortamın oluşması için işlediğin günahlara tövbe etmen gerekiyor. Tövben bitince başlayacağım.” Bildiğim bilmediğim tüm günahlara tövbe ediyorum. Sayeh Şerife Hanım arkama yaslanıp gözlerimi kapamamı söylüyor. Telefon kapanıyor… Kendimi Kuantum düzeyinde 4000 km’lik mesafeden operasyon yapan doktorumun emin ellerine bırakıyorum. Önce göğsümün üzerinde yavaş yavaş helazonik bir devinim başlıyor. Sonra vantilatör tutulmuş gibi kalbimin çeperinde kesif bir rüzgar ve soğukluk hissediyorum. Kalbimde kıpırtılar, pır pır uçuşmalar… Bu işlem yaklaşık 15 dakika sürüyor.Ve sararmış benzime, morarmış dudaklarıma kan geliyor. Bu korkunç krizi hiç yaşamamış gibi zinde, güçlü, yaşam dolu, son derece sıhhatli olarak eski halime avdet ediyorum.
Bunları inandırmak için anlatmadım. Çok kuşkucu ve ihtiyatlı bir insan olmam hasebiyle mizacım reklam kokan, şeyhlerin olağanüstülüğünden dem vuran menkıbeleri dinlemeye, velayeti kerametle teyit etmeye hiç müsait değil! Çünkü maksat bu değil. Ne anlatırım ne de anlatanı dinlerim. Gerçeği, yalnızca yaşadığım gerçeği paylaşmak istedim. Anlatmasam da olurdu ancak bir takım münasebetsiz erkek müsveddeleri kadınların velayetini sorgularken şahidin sessiz kalması namertlik olmaz mıydı?