Müminleri ibadet yapmaya ve günahlardan kaçmaya teşvik eden nedenler farklıdır. İnsanların çoğunluğunun Rablerine ibadet ederken ve O’nun yasaklarından kaçarken itici güçleri, cennetteki mükâfata kavuşmak ve cehennemdeki cezalardan kurtulmak duygusudur. Bu duyguya sorumluluk duygusu da diyebiliriz. Görev bilinci, sorumluluk duygusu, cezalardan korkma ve sakınma, Allah (c.c.) tarafından cennette ikram edilecek ebedi nimetlere kavuşma arzusu müminlerin ekserisinin en önemli itici gücüdür. Bu kişilerin içlerinde Allah sevgisi olsa da bu sevgi, yalnız başına ibadetlere teşvik edecek ve günahlardan koruyacak güçte değildir. Böyle insanları ancak sorumluluk bilinci teşvik eder.
Bir kısım müminler ki bunlar sayıca azdır ve her zamanda az olur. Bunların itici gücü cennetin nimetleri veya cehennemin azap ve sıkıntıları değildir. Bunlar olmasa da o kişiler Rablerine kulluk eder, emirlerini yapar, yasaklarından kaçarlardı. Zira bunların itici güçleri, Rablerine duydukları muhabbet ve sevgidir. Seven sevdiğinin isteklerini yerine getirmekten kaçınmaz, sevdiğini kırmak da istemez, ondan ayrı kalmak da istemez. İşte bu kişilerde ibadetlerin asıl motor gücü, bütün güzelliklerin kaynağı ve kemâli zâtında toplanmış olan Cenabı Hakk’a duydukları muhabbet ve sevgidir. O sebeple; uzun günler oruçları, bitmeyen namazları, saatler süren zikir, münacât, dua ve niyazları vardır onların.
Yalnız Sorumluluk Duygusuyla Yapılan İbadetler Eksiktir.
Sorumluluk duygusuyla yapılan ibadetler de elbette küçümsenmez. Bunlar da Allah (c.c.) katında kıymetlidir. Kullar bu şekilde görevlerini yerine getirirlerse Allah’ın azabından korunur ve vadedilen mükâfatlara da kavuşurlar. Allah o kişileri de bu itaatlerinden dolayı sever. Bu kişiler sorumluluk duygularının yanına sevgi ve muhabbeti de ilave edebilirlerse daha güzel olanı elde etmiş olurlar. Allah’ın kulları içinde özel olarak sevdiği, dostlar edindiği kullar vardır; onlara sevgisi ve muamelesi özeldir. Bir de genel olarak sevdikleri vardır ki müminlerin geneli bu sevgide ortaktır. Allah’ı her şeyden çok seven ve ibadetlerde itici gücü sevgi olan kullar, özeller listesine girerler. Bizim hedefimiz de bu olmalı…
Yalnız başına sorumluluk duygusu ile yapılan kulluk geçerli olsa da yeterli değildir. Her müminin, içinde fıtraten var olan Allah (c.c.) sevgisini ortaya çıkarması ve Rabbi’nin sevgisini kazanarak O’nun özel kulları arasına girmeye çalışması ve bunu kendine amaç edinmesi onun bu dünyadaki sınavları arasındadır. Sonuca ama ulaşır ama ulaşamaz; bu amaç uğruna çalışırken ölürse niyetine göre haşrolur.
Burada şunu hatırlatmakta da fayda var. Yalnız muhabbetin itmesiyle yapılan kulluğun içine sorumluluk bilincinin de girmesi gerekir. Zira korkusuz muhabbet eksiktir. Sevgi ve muhabbete, sorumluluk bilinci ve takva duygusu da eşlik etmelidir ki muhabbetin şımarıklığını ve sarhoşluğunu bu duygu dengelesin.
Sorumluluk duygusuyla ibadet yapanlar içinde; harama helale çok dikkat eden, boş zamanlarında çokça Kur’ân okuyan, sevabı çok tesbihatlar ve nafileler yapan, pazartesi perşembe oruçlarını tutan, teheccüd namazını kılan, beş vakit namazına ve cemaate dikkat eden insanlar çoğunluktadır. Bu insanlar fıkıh konusunda hassastırlar, ince meselelerde teferruat işlerde çok titizdirler, tavizsizdirler. Güzel ahlak konusu ise pek gündemlerine giremez, zira duygusal tarafı zayıf kimselerdir bunlar. İbadetlerinde itici güçleri sevgi değildir, bir tüccar gibi sevabı çok işlerin peşindedirler. Elbette sevaba düşkün olmak çok güzel bir şeydir. Ama sadece bu amaçla ibadet edilmesi kulluğun şiarı olamaz. Sevgi konusunu da hallederlerse çok iyi bir mümin olurlar. Zira bu kişilerin ibadetleri şu örneğe benzer:
Bir baba düşünün, bunun iki çocuğu olsun. İkisini de çok sevsin, birbirinden ayırmasın. Bu baba gerçekten ideal bir baba olsun; sevgi, şefkat, fedakârlık ve cömertlikte kusuru olmasın. Çocukların ikisi de babalarına karşı son derece saygılı olsunlar, emir ve ricalarını harfiyen yerine getirsinler. Yalnız çocuklardan birisi babasına karşı son derece sevgi dolu iken, diğeri babasına duygusal anlamda bir şey hissetmesin. Babası ile ilişkileri çıkarcı olsun. Harçlığım kesilmesin, mirasından mahrum olmayayım, durduk yerde azar, kötü söz işitmeyeyim, babadır atadır saygıda kusur etmeyeyim şeklinde gerekçelerle olsun. Baba elbette bu çocuğunun ilişkilerindeki soğukluk ve mekanikliği fark edecektir. Fark edince üzülecektir. Özellikle çocuğu adına endişelenecektir. Çünkü biliyor ki kendinde bir kusur yoktur. Diğer çocuk babasını çok seviyor, onun varlığı ona yaşam sevinci veriyor, Allah başımızdan gölgesini bile eksik etmesin diyor ve babasına bakarken sevgi dolu gözlerle sımsıcak bakıyor; baba bunu da fark edecektir. Bundan mutlu olacak ve o çocuğunu daha çok sevecek, daha fazla değer verecek, onun adına da sevinecektir. Zira sevenler mutlu olurlar, sevgisizler mutsuz insanlardır. Sevgisizliklerinden kurtulmazlarsa dünyada hiç bir nimet onları mutlu edemez.
Allah’a (c.c.) Kulluğunuz Sadece Çıkar Amaçlı mı?
İşte bu örnekte olduğu gibi Allah (c.c.) ile ilişkilerimizin sevgisiz çocuk gibi olmasını elbette kimse istemez. Bunu fark edince değişmek için bir gayret ve arayış içine girmek gerekir. Çünkü Allah kullarına bir babadan veya anneden daha şefkatli ve merhametli, daha fazla sevgi dolu, daha fazla cömert ve ikram sahibidir. Bunları hatırlatmaya gerek var mı? Böyle bir Rabb’e karşı hiçbir şey hissetmeden yalnızca ceza korkusu veya çıkar duygusuyla kulluk etmek ciddi bir sorun değil midir? Burada derdimiz sadece kendimizi suçlamak değil. Elbette bu sorunlu halimizin bizim dışımızda gelişen olaylarla ilgi ve alakası çok fazla. Sevgisiz ortamlarda yetiştik, dinimizi yaşayarak gösteren ve anlatan güzel hocalarımız, âlimlerimiz olmadı. Olanları ise biz tanıyamadık. Dolayısıyla ne kendimizi ne de Rabbimiz’i yeterince tanıyıp anlayamadık. Neticede bu manevi maraz hali bize bir şekilde yerleşti.
Allah (c.c.) Sevgisine Ulaşmanın Yollarından Birisi Çok Zikirdir
Burada bir hastalığı teşhis ettik, çaresini de söylemek icap eder elbette. Toplumun geneli, sorumluluk bilinciyle kulluk eden insanlardan oluşur. Bu kişilerin biraz yaratılıştan gelen yapıları buna müsaittir, biraz da eğitim bozuklukları bunları bu hale getirir. Kurtulmak için çare, her şeyden önce içimizdeki Allah (c.c.) sevgisini açığa çıkarmanın ve büyütmenin yollarını aramak olmalıdır. Zira insan fıtratı Allah sevgisi kodludur. Ruhlar tabii halleriyle Allah’ı severler. İmtihan için beden ve nefsle birleşerek bu âleme gelince özlerindeki Allah sevgisinin üstü, nefsin dünya sevgisi sebebiyle örtülmüştür. İslam’a göre yaşamak, günahlardan kaçınmak ve bir de Allah’ı çokça zikretmek insanın fıtratında olan sevgiyi açığa çıkarır. Allah sevgisinin yolu çok zikirdir. Zikirden maksat, ruha geçmişini hatırlatmak ve var olan sevgisini açığa çıkarmaktır. Allah bizim için en sevgili oluncaya kadar zikretmeliyiz. Eğer ahlakınızın İslam ahlakına göre çok kötü bir noktada olduğunu görüyorsanız değişmek için zikre devam etmelisiniz. Zikre devam edince kalbiniz açılır, yetenekleriniz devreye girer ve yeteneğiniz ölçüsünde de kötü huylarınız erir gider. İmam-ı Rabbani diyor ki: Davud-i Taî denen meşhur âlim ve evliya zât; önceleri çok merhametsiz, çok cimri, ahlaken çok zayıf birisiymiş. Hatasını görüp tevbe edip çalışmaya başlayınca öyle hale gelmiş ki Nakşibendî Hazretleri gibi tarikat kurmuş büyük bir veliden ve daha birçok tarikat kurucularından dahi makamı yükseklere çıkmış. Demek ki ümitsiz olmamak ve “Ben değişemem.” dememek lazım. Azimle çalışalım, zikrimizi her halükârda iki elimiz kanda da olsa çekelim ki değişim, buradan gelen manevi enerjiyle, feyzle olacak.
Kur’ân’la Ahlaklanmış İnsanlarla Sohbet Yapmak Değişimde En Kolay Yoldur
Sevgiyi ve güzel ahlakı elde etmek ibadetlerin özüdür. Bu işlerin eğitimi bu zamana kadar genellikle Hazreti Peygamber’den (sav) sonraki dönemlerde tasavvuf müesseselerinde olmuş. Tasavvufi terbiye bu sebeple önemlidir. Ehil mürşitlerin kontrolünde zikir yapmak ve Kur’ân’la ahlaklanmış güzel insanlarla, hocalarla arkadaşlık yapmak, sohbetlerine iştirak etmek, Allah ve Rasulü’ne olan sevgiyi elde etmenin en kestirme yoludur.
Allah dostlarından ayrılmamak gerekir. Allah Rasulü’nü seveceğiz ki Allah’ı (c.c.) sevebilelim. Pratikte Allah’ın (c.c.) ahlakıyla ahlaklanmış insanları seveceğiz ki onlarla otura otura güzel huylar, güzel ahlaklar edinelim. İnsanlar sadece onlarla oturmak suretiyle inikâs yollu güzel huy sahibi olurlar. Böyle birilerini tanımak ve onların sohbetlerinde bulunmak çok önemli bir nimettir. Keşke insanlar bunun kıymetini bilebilseler. Ama onlarla oturmak öyle kolay değildir… Zira bu güzel huylu insanlar aynadır. Kötü huylular, onların güzelliklerinde kendi eksik yanlarını ve kötü huylarını bir kitapta okumaktan daha net bir şekilde görürler. Kendisini çirkin bulanların aynalardan kaçtığı gibi, değişime niyeti olmayanlar da kötü huy ve hallerini görmekten rahatsız olup bu gibi kişilerden kaçarlar. Değişim isteyen insanlar için ise bu gibi güzel insanlar bulunmaz büyük bir nimettir. Zira böyle kişiler nefsle güreşen başpehlivanlardır. Nefs ve şeytanla mücadelede başarılı olmak isteyenlere bu başpehlivanlar taktik ve oyun öğretirler.
Huşu İle Kılınan Namazlar Nefs Tezkiyesinde Çok Etkilidir
Namaz en büyük zikirdir. Namazlarda elimizden geldiğince huşulu olmaya çalışmak ve namaza dururken “Ey Rabbim, bu sevgisizliğimi al!” diye dua ve niyazda bulunmak kalp marazlarına şifadır. Hz. Peygamber’in (sav) sünnetine uymak da ayetle sabittir ki kişiyi Allah (c.c.) sevgisine götürür. Yine müminlerin birbirini sevmesi gerekir. Zira insanı sevemeyen, Allah’ı sevemez. Allah’ı yeterince sevemeyen ihlâslı olamaz. İhlâslı olamayınca da amelleri heba olur gider ve manevi bir değişimi bir terakkisi olamaz. Riyanın en birinci ilacı, Allah’ı kullarından daha çok sevmektir. Böyle insanlarda riya olamıyor. İnsan ilişkileri de bencil ve menfaat odaklı olamıyor. Bu kişiler “Allah’ın kullarını mutlu edersem Allah’ı mutlu etmiş olurum.” diye düşünerek kullarla ilişkiye giriyorlar. İç âlemlerindeki duyguları ve niyetleri böyle oluyor.
Allah (c.c.) sevgisini elde etmek istiyorsak günahlardan elden geldiğince kaçınmalı, zikir ve ibadetlerden taviz vermemeliyiz. Zira nefs ve şeytan boşluk buldu mu oradan girer, insana gözünü açtırmaz. Böyle yaparsak tüm kalp marazları buzun güneşte eridiği gibi erir gider.
Bu örneği sıklıkla hatırlatıyorum; herhangi istemediğimiz kötü bir huyumuzu değiştirmek, bisiklete binmeyi öğrenmek gibidir. Yani bisiklet kullanmayı bilmeyen birinin kullanmayı öğrenmesi gibi... Azimle mücadele ederse en kabiliyetsiz kişi bile 3 ayda bir kötü huyunu değiştirebilir; düşe kalka nerede hata yaptığını öğrene öğrene hatasını düzeltebilir. İnsan bisiklet kullanmayı öğrenince 10 yıl dahi geçse yine unutmaz. İşte bunun gibi bu güzel huy da onun ahlakı olur unutmaz, çünkü melekeleşmiştir artık. Melekeleşmeden “ben oldum” dersek bu da olmaz. İnsanların çoğu bu yüzden değişemiyor. Ahlaki değişikliği onaylayacak otoriteler de lazım. O yüzden insandaki ahlaki değişimi görebilecek ve onaylayabilecek, bu konuda objektif tespitler yapabilecek, feraset, basiret ve maneviyat sahibi kılavuzlar, murakıplar da lazımdır insanlara.
İnsanların özelliğidir, hatayı kabul etmek istemezler; hep kendilerini temize çıkarmak için çalışırlar. Neden? Çünkü insanoğlu bencil bir yapıdadır ve kendine âşıktır. Bu da şeytaniyet vasfıdır. Bir şeyi öğrendiğimiz zaman “ben zaten iyiyim” diyerek bu şey bilgide kalmamalı. Şayet yaşamıyorsak Allah muhafaza buyursun şeytan gibi oluruz.
Sevgiyi Elde Etmek İçin Zikrin Yanına Aklıda Koymak
Sorumluk duygusuyla ibadet yapanlar, sevgiyi elde etmek için zikrin yanına aklı da koyabilirler. Akıl yapısı itibariyle kıyas yolu ile, iyiliğe güzelliğe oradan sevgiye ulaşır. Mesela Allah’ın (c.c.) ahlakını Allah dostlarıyla ve onların ahlakıyla kıyaslayarak, Allah’ın merhamet ve şefkatini hakeza anneler ile kıyaslayarak anlayabilir. O zaman aklımızı kullanarak, Rabbimiz’i anlayabilmemize yardımcı olabilecek güzel örnekler üzerinde düşünmek ve tefekkür etmek, değişimimiz için ciddi kolaylıklar sağlayacaktır.
Sevgide dengeleri kurmak da çok önemli. Allah sevgisi, peygamber sevgisi, anne, baba eş, çocuk sevgisi, arkadaşların, akrabaların sevgisi... Bu sevgilerin hepsi olmalı. Mümin bunların hepsini sever. Ama sıralama mühim. Niye? Çünkü “...Çocuklarınız büyük imtihan sebebinizdir...” (Enfal, 8/28) diyor Rabbimiz ayeti kerimede. Dikkatli olmak, sevgilerin dengesini iyi kurmak lazım... Elbette seveceğiz ama her zaman Allah (c.c.) sevgisi önde ve merkezde olmak koşuluyla seveceğiz. Allah sevgisine zıt sevgiler şirktir. Allah sevgisine götüren sevgiler ise Allah sevgisinden sayılır. Peygamber sevgisi, evliya sevgisi, çocuk sevgisi, evdeki kedinin sevgisi Allah merkezli olunca niye şirk olsun. Ama her zaman gönülde baskın sevgi Allah sevgisi olacak. İmam-ı Rabbani’nin Mektûbât isimli eserinde bu konu güzel anlatılır.
Velhasıl İslam’ın tılsımlı kelimesi sevgidir. Bu sevgi olayını çok önemsemeliyiz.
Rabbim sevgi yeteneğimizi keşfetmeyi, içimizde yeterince onu büyütmeyi ve her şeyi yerli yerince dengeli bir şekilde sevebilmeyi bizlere nasip ve müyesser kılsın. Âmin.
Allah’a (c.c.) emanet olun.