Hac nedir? Haccın çeşitleri var mıdır? Hangi bölümlerden oluşur?
Hac, sözlükte gitmek, yönelmek; ziyaret etmek, bir şeyin etrafında dönmek, dolanmak, kutsal yerleri ziyaret etmek anlamındadır. Terim olarak ise hac, Mekke’de bulunan Mescid-i Haram’ı (Kâbe’yi), Arafat, Müzdelife ve Mina gibi kutsal sayılan özel yerleri usulüne uygun olarak ziyaret etmek ve buralarda yapılması gereken diğer menâsiki yerine getirmek demektir.
Hac ibadeti ifrad, temettu ve kırân olmak üzere üç farklı şekilde eda edilir. Bu üç çeşidi kısaca şu şekilde izah edebiliriz;
İfrad haccı; umre yapılmadan hac mevsiminde sadece hacca niyet edilerek yapılır. Hac yapacak kişi mîkat mahallinde ihrama girerken sadece hacca niyet eder. Mekke’ye gelen hacı adayı önce Mescid-i Haram’da kudûm tavafı yapar, tavaf namazı kılar ve ihramdan çıkmaz. İhramdan bayramın birinci günü Akabe cemresine taş attıktan sonra çıkar. Bu şekilde hac ayları içinde, hacdan önce umre yapmayıp sadece hac niyetiyle ihrama girerek hac menâsikini ifa edenler, “İfrad haccı” yapmış olurlar.
Temettu haccı, umre ve haccın ayrı ayrı ihramlarla yerine getirildiği hac şeklidir. Bu hac çeşidinde önce umre yapılır, daha sonra hac için ihrama girilerek hac yapılır. Buna göre hac aylarında mîkat mahallinden yalnızca umreye niyet edilir ve Mekke’ye girildiğinde umre için tavaf ve sa’y yapılarak tıraş olup ihramdan çıkılır. Bu şekilde terviye gününe kadar ihramsız kalınır. Terviye günü yani Zilhiccenin sekizinci günü hac için tekrar ihrama girilir ve hacca niyet edilir. Arafat sonrası bayramın birinci günü Akabe cemresine taş atılır, kurban kesilir, ardından tıraş olunarak ihramdan çıkılır.
Kırân haccı, aynı yılın hac aylarında hem hacca hem de umreye beraber niyet edilerek yapılır. Yani umre ve haccın ikisine birden niyet ederek, bu iki ibadeti bir ihram ile birleştirmektir. Kırân haccı için mîkat mahallinde hac ve umreye beraber niyet edilir. Daha sonra Mekke’ye girer girmez umrenin tavafı ve sa’y yapılır ancak tıraş olunmaz ve ihramdan da çıkılmaz. İfrad haccında olduğu gibi bu şekilde ihramda bayramın birinci gününe kadar kalınır. Bayramın birinci günü şeytan taşlamadan sonra tıraş olunur, kurban kesilir ve ihramdan çıkılır. Bu şekilde aynı ihramla hac menâsikini de tamamlayan âfâkiler, “Kırân haccı” yapmış olurlar.
Dolayısıyla hac ibâdetinin üç farklı şekilde yapılmasına etki eden en önemli etkenin umre olduğu anlaşılmaktadır. Hac mevsiminde hac ile beraber umre yapılıp yapılmaması haccın üç farklı şekilde yapılmasına vesile olmuştur. Haccın bu şekilde ifade edilmesini beyan eden de sünnet olmuştur.
Haccın farziyetini nereden öğreniyoruz?
Haccın Farziyyetini Kur’ân’dan öğreniyoruz. Kur’ân’da; “Gitmeye gücü yetenlerin haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse (bu hakkı tanımazsa), şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir.” (Âl-i İmrân, 3/97) âyetinde gücü yeten herkesin haccetmesi gerektiği belirtilerek bunun Allah’ın bir emri olduğu ifade edilmiştir. Haccın farziyyeti konusunda Kur’ân bununla yetinirken Sünnet, ayrıca farziyyeti ile ilgili diğer hususları da izah etmiştir.
Hac yapabilmenin ana unsurlarını ve ayrıntılarını nasıl yapılacağını nereden hangi kaynaktan öğreniyoruz?
Haccın tüm ayrıntılarını İslam’ın ikinci temel kaynağı “Sünnetten” öğrenmekteyiz. Kur’ân’da haccın hac ibâdetinin yılda veya ömürde ne kadar yapılacağı, kimlerin yapmakla mükellef olduğu belirtilmemiştir. Aynı şekilde en son âyette geçen “gücü yetenler” ifadesinin de beyan edilmediği ve izahata ihtiyacı olduğu açıktır. Zira güç yetmesinden maddi yahut bedenî bir durumun olup olmadığı da belli değildir. Dolayısıyla sadece Kur’ân ile haccın kimlere farz olduğu bilinememektedir. Bu noktada sünnet devreye girerek gerekli izahatı ve beyanatı yapmıştır. Bu nedenle haccın farziyeti konusunda sünnetin beyanatı da önem arz etmektedir.
Buna göre sünnet, hac ibadetinin namaz, oruç ve zekât ibadeti gibi olmadığını ve ömürde bir defa farz olduğunu ayrıca gücü yetmekten maksadın, bedenen sağlıklı, özgür, ekonomik açıdan imkânın bulunması ve yol güvenliğinin olduğu açıklanmıştır.
Aynı şekilde, ihramın ne olduğu, giyileceği yeri, Telbiye’yi, Tavaf’ı, Sa‘y’i, Arafat’ı, Müzdelife’yi ve buralarda yapılacak menâsiki en ince ayrıntısına kadar izah etmiştir.
Hz. Peygamberin (s.a.v.) sizin deyiminizle “tedrici bir metotla ve kronolojik bir sırayla” haccı nasıl yaptığını özetle anlatabilir miyiz?
Elbette. Hz. Peygamber (s.a.s.) hac ibadetini hicretin 10. yılında, ilk ve son haccı için zilkade ayında hazırlığa başladı ve Medine’deki Müslümanlara kendisiyle birlikte hac yapmak üzere hazırlık yapmalarını istedi.
Hz. Peygamber (s.a.s.) 25 Zilkade (22 Şubat) Cumartesi günü Medine’de toplanan muazzam topluluğa ihram ve haccın menâsikiyle ilgili bilgi verdi. Yanında hanımları ve kızı Hz. Fâtıma ile birlikte Şecere yolunu takip ederek Mekke’ye doğru yola çıktı. Medine’ye yaklaşık 11 km. mesafedeki Zülhuleyfe’de çevreden gelecek olanların toplanması için geceyi burada geçirmek üzere konakladı. Burada ihrama giren Hz. Peygamber (s.a.s.) Beydâ dağına varınca hac için niyet edip yüksek sesle telbiye getirdi. Sırasıyla Melel, Seyyâle tepesi ve Irkuzzubye denilen yeri geçerek Revhâ, Üsâye, Lahyâ Cemel ve Sukyâ’dan Cuhfe’ye, buradan da Kudeyd üzerinden geçerek Usfan’a, oradan da Gamim, Merruzzahrân ve Zîtuvâ’ya ulaşan Hz. Peygamber (s.a.s.), 5 Zilhicce Pazartesi günü Kasvâ adlı devesinin üzerinde Kedâ cihetinden Mekke’ye girdi.
Hz. Peygamber (s.a.s.), Mescid-i Haram’a Benî Şeybe kapısından girerek önce Hacerülesved’i selamladı, ardından da Kâbe’yi tavaf etti. Tavafı yaparken ilk üç şavtını koşar adımlarla yani remel yaparak, diğer dört şavtı ise normal bir şekilde yürüyerek tamamladı. Tavafı yedi şavt yaptıktan sonra Makâm-ı İbrâhim’in arkasında tavaf namazını kıldı. Daha sonra Safâ ve Merve arasında sa‘y yapmak üzere tekrar Hacerülesved’i selâmladı ve sa‘y yaptı. Sa‘y yaptıktan sonra, yanında kurbanlığı olanların ihramlı kalmasını, olmayanların ise haclarını umreye çevirmelerini isteyen Hz. Peygamber (s.a.s.) yanında kurbanlığı olduğu için ihramdan çıkmadı.
Terviye günü denilen zilhiccenin sekizinci gününe kadar Ebtah olarak adlandırılan ve Mekke’nin dışında yer alan yerde çadırını kurdurmuş, ashabıyla burada konaklamıştır.
Hz. Peygamber (s.a.s.) Zilhiccenin sekizinci günü devesine binip Mina’ya geçti ve geceyi burada geçirdi. Cuma günü güneşin doğuşundan sonra Arafat’a hareket eden Hz. Peygamber (s.a.s.) Arafat’ta bulunan Nemire mevkiinde kendisi için hazırlanan çadırda konakladı. Zeval vaktinde çadırından çıkan Hz. Peygamber (s.a.s.) Arafat vadisinin ortasına devesinin üzerinde geldi ve Urene vadisinde (Batn-ı Vadi) ashabına hutbe irat etti.
Hz. Peygamber (s.a.v.) bu hutbesinde, İslâm’ın temel esaslarını ortaya koyduğuna, şirk ve Cahiliye âdetlerini ilga ettiğine, toplumsal barışın sağlanması için gerekli tavsiyelerde bulunduğuna ve ashabından görevini yerine getirdiğine dair şehadetini aldı. Daha sonra Cebelirahme’nin eteklerinde kıbleye doğru yönelip güneş batıncaya kadar dua ederek vakfesini yaptı bu esnada risalet ve tebliğ görevinin tamamlandığını ifade eden âyet nâzil oldu.
Arafat vakfesini, güneş batıncaya kadar tehir eden Hz. Peygamber (s.a.s.) devesinin üzerinde olduğu hâlde güneşin batımıyla Arafat’tan ayrılarak Müzdelife’ye geçti. Burada yatsı namazı ile akşam namazını cem-i tehir (akşam ve yatsı namazını yatsı vaktinde) yaparak sahabelerle beraber kıldı. Geceyi Müzdelife’de vakfe yaparak geçiren Hz. Peygamber (s.a.s.), bayramın birinci günü sabah namazının ardından Meş‘ar-i Haram’a vardı; ortalık aydınlanıncaya kadar vakfeye devam ederek güneşin doğuşundan önce yola çıktı ve Muhassir vadisinden hızlıca geçti. Burada cemrelere atmak üzere ufak taş toplamalarını emretti. Akabe cemresine taşlamayı güneş doğduktan sonra yaptı ve Mina’da kurbanlıklarını kesti ardından Ma’mer b. Abdullah’ı çağırarak başını tıraş ettirip ihramdan çıktı.
Ziyaret (ifâza) tavafını yapmak üzere Mekke’ye geçen Hz. Peygamber (s.a.s.), insanların görmesi ve kendisine rahatça soru sorması için tavafı devesinin üzerinde yaptı. Hacerülesved’i devesinin üzerinden “mihcan” isimli değneğiyle selamladı ve tekbir getirerek tavafa başladı. Tavafın ardından zemzemden kana kana içip daha sonra sa‘y yapmak üzere Safâ tepesine çıktı. Devesinin üzerinde sa’y yaptı, daha sonra öğle namazını kılıp Mina’ya geri döndü ve bayram günlerini de burada geçirerek şeytan taşlama görevini yerine getirdi. Zilhiccenin on ikinci günü olan Pazartesi günü Mina’da ashabına hutbesini irat etti. Hz. Peygamber (s.a.s.) Mina’daki hutbesiyle âdeta herkesle vedâlaşmış, bu nedenle de bu hac vedâ haccı olarak isimlendirilmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.s.) Mina’dan dönüşünde Ebtah mevkiinde bir müddet dinlendikten sonra Mekke’ye giderek Vedâ tavafını yaptı. Hz. Peygamber (s.a.s.) Zilhiccenin on dördüncü gününde Mekke’den ayrıldı, dönüşünde de aynı güzergâhı takip ederek Zülhuleyfe’ye vardı ve burada konakladı. Geceyi burada geçirdikten sonra sabahleyin dua ve tekbirlerle Muarris yolundan Zilhiccenin yirmi dokuzuncu günü (27 Mart) Medine’ye vardı. Hz. Peygamber (s.a.s.) Vedâ haccı’ndan yaklaşık üç ay kadar sonra vefat etmiştir. Bu hac esnasında Hz. Peygamber’le (s.a.s.) birlikte haccedenlerin sayısının 100.000 ila 114.000, hatta 124.000 ve daha fazla olduğunu kaynaklar geçmektedir.
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hac yolculuğu 25 Zilkade (22 Şubat) başlamış, 29 Zilhicce (27 Mart) günü sona ermiştir. Yani bir ay kadar sürmüştür. Bununla beraber Mekke’de sadece hac için 9 - 10 gün kalmıştır. Yani bu kısa süre zarfında hac ibadetinin tüm ayrıntılarını uygulayarak göstermiştir.
Kur’ân’daki Hacca dair ayetlerin yanı sıra içerik açıklamasıyla ya da müstakilen, Sünnette neler yer almaktadır? Sünnetin teşriî değeri ne demektir? Hac ibadeti özelinde bunun anlamı nedir?
Kur’ân’da hac ibadetinin çok az bir kısmına değinilmiştir. Hac ibadeti pratik olarak belirli bir zaman ve mekânda yapılan bir ibadet olmanın ötesinde içerisinde birçok ayrıntı da bulunmaktadır. Bu ayrıntıların hiç birisi Kur’ân’da zikredilmemiştir.
Örneğin, haccın bilinen aylarının hangileri olduğu, hangi gün ve günlerde yapılması gerektiği, farziyetiyle beraber kimlere, hangi sıklıkta yapılacağı, ihramın nasıl, hangi elbiselerden olacağı beyan edilmemiştir. Aynı şekilde ihrama nereden girileceği, yasaklarının ne zaman başlayacağı, yasakların mahiyeti, hacca niyetten sonra telbiye yapılması gerektiği, tavafın ne zaman ve nasıl yapılacağı, sa‘y’ın yapılıp yapılmayacağı, vakfenin yeri ve zamanı, vakfe sonrası, şeytan taşlamanın şekli, kurban kesme, tıraş olma, Mina’da ne kadar kalınacağı, ihsarın şekli, fevat ve ihram yasaklarıyla ilgili cezalar hep sünnet ile belirlenmiştir. Ayrıca bu menâsiklerin tüm ayrıntıları da beyan edilmiştir. Dolayısıyla hac ibadetinin yapılışı ancak sünnet ile tarif edilmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) hac ibadetinin eda edilişi için; “Hac menâsikini benden alınız” (Müslim, “Hac”, 1297) buyurarak tüm menâsikin kendisinden öğrenilmesini istemiştir.
Sünnet, Kur’ân’dan sonra İslam’ın ikinci temel kaynağıdır. Sünnetin dindeki yeri ve mahiyeti Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yeri ve konumuyla doğrudan alakalıdır. Zira Hz. Peygamber’in (s.a.s.) görevi, yetkisi ve sorumluluğu aynı zamanda sünnetin dindeki yeri ve konumunu belirlemektedir. Çünkü Yüce Allah, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) Kur’ân’ı, tebliğ ve tebyin görevinin yanında örnek model olma, hüküm koyma yetkisi de verilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) ilahi vahyi yaşayarak ümmetine hem sunmuş hem de örnek model olmuştur. İşte Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu yaşam tarzına kısaca sünnet denir. Buna göre Sünnetin teşrî demek hüküm koyması demektir. Bir başka ifadeyle Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hüküm koyma yetkisidir.
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sözleri, davranışları ve takrirleri, başka bir ifadeyle sünneti, Müslümanların problemlerinin çözümünde rehber ve kaynak olmuştur. Bu nedenle hüküm çıkarmada sünnete başvurmanın ihtiyaçtan öte bir zaruret olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla sünnet olmadan İslâmi bir anlayış ortaya koyabilmek mümkün değildir. Hac ibadeti başta olmak üzere tüm ibadetler sünnet olmadan yapılamaz.
Sünnetsiz bir İslamî yaşamın mümkün olmadığını “sadece Kur’ân bize yeter!” diyenlere izah sadedinde İslam’ın genel yapısı içinde neler söylenebilir? Bu kişilerin düşüncelerinde Sünnet’in teşrîi değeri -haşa- yok mudur?
Kur’ân ve Sünnet, et ile tırnak gibi birbirini tamamlayan bir bütünün iki parçası durumundadır; sünnet olmadan İslâmi bir anlayış ortaya koyabilmek mümkün değildir. Kur’ân’ın sünnetten, sünnetin de Kur’ân’dan ayrı bir şekilde düşünülmesi imkânsız olduğu gibi aynı zamanda sünnet Kur’ân’ın bir alternatifi değildir. Bu denenle “sadece Kur’ân bize yeter!” demek Kur’ân’a aykırı hareket etmek demektir, Hz. Peygamber’i (s.a.s.) ve O’nun sünnetini işlevsiz kılmaya çalışmak demektir. Sünnet, Kur’ân’ı beyan etmekle aslında heva ve hevesine düşkün olan kişilerin fikirlerinden de korumaktadır. Kur’ân’ın hayata yansıması olan sünnetin bu şekilde Kur’ân’ı koruduğu da ifade edilmelidir. Nitekim ibâdetler sünnet ile belirlenmiştir; bu vesileyle Kur’ân’ı korumaya çalışırken onu koruyan sünneti devre dışı bırakmak tutarsızlıktır.
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yaşayan bir Kur’ân olduğu, yaşam tarzının Kur’ân’ın kendisi olduğu unutulmamalıdır. İnsanoğlunun yaratılış gayesi olan kulluk ve bunun yerine getiriliş şekli olan ibadetlerin işlevsiz hale getirilişidir “Kur’ân bize yeter!” ifadesi. “Kur’ân bize yeter!” denilerek Kur’ân’ın anlaşılması istenmemekte, işlevsiz hale getirilmeye çalışılmaktadır.
Bu değerlendirmeler ışığında “Kur’ân bize yeter!” söylemini savunanların sünnetin teşrî değerini inkârın yanında aslında Kur’ân’a aykırı hareket etmektedirler.
Hacc menasikinin değişmesi hususunda görüş bildirenlere reddiye olmak üzere neler söylenebilir?
Öncelikle bu kişilerin hac konusundaki fikirlerinin bilinmesinde fayda vardır. Bu nedenle onların bu konudaki düşüncelerini paylaşmak isterim. Hac ibadetinin üç, dört aya yayılarak yapılması gerektiği ile hac aylarının Zilkade, Zilhicce ve Muharrem olması gerektiği şeklinde görüşlerinin olduğu ifade edilmemektedir.
Bilindiği gibi hac ayları Kur’ân’da zikredilmemiştir. Bu ayların Şevval, Zilkade ve Zilhicce olduğu Hz. Peygamber tarafından yani sünnet ile beyan edilmiştir. Dolayısıyla hac aylarının; Zilkade, Zilhicce ve Muharrem olduğunu belirtmek Nesi uygulamasından başka bir şey değildir. Nitekim Cahiliye döneminde Araplar hac aylarının yerlerini ticari menfaatleri uğruna değiştiriyorlardı. Sünnetin yok sayılması durumunda cahiliye adetlerinin yeniden ortaya çıkacağı görülmektedir.
İkincisi hac ibadetinin üç veya dört aya yayılmaya çalışılması da hacca bir ibadet gözüyle değil de bir konferans, panayır, karnaval tarzı bir yaklaşımla bakıldığını gösterir. Hiçbir zaman unutulmamalıdır ki ibadetlerin belirli kuralları, zaman ve mekânları bulunmaktadır. Bunları hiçe saymak, yok kabul etmek ibadetin dejenere edilmesi demektedir. Bu şekilde fikir ve düşüncelere İslam’a ve onun beş temel esasına aykırı olmakla beraber onları zedelemeye yönelik bir yaklaşımdır. Bu bakımdan Kur’ân’da ifade edilen veya emredilen ibadetler sünnet olmadan anlaşılamamaktadır. Dolayısıyla Kur’ân’ı anlamak için Hz. Peygamber’e (s.a.s.) ve O’nun sünnetine ihtiyaç vardır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) “Size iki şey bırakıyorum. Bunlara sarıldıkça asla delalete düşmezsiniz. Bunlar; Allah’ın kitabı ve sünnetim’dir.”buyurmuştur. Bu nedenle hem Kur’ân’a hem de Sünnete ihtiyacımız vardır.