İlim sahibi olmak şüphesiz özenilecek çok güzel bir sıfattır. Meğerki o ilim, sahibine ve çevresine rahmet ola, bereket ola. Bu meyanda aşağıdaki hadis-i şerif, ilmi hem kendisine hem çevresine fayda veren alimi, ilmi yalnız çevresine fayda verip kendisi bundan nasiplenemeyen alimi ve hidayete kapalı kalpleri bir teşbihle çok güzel misallendirmiştir.
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
“Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidayet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır; yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak ve kaygan arazidir. Ne su tutar ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidayet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile; buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidayeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir.” (Buhârî, İlim, 20)
İlim sahiplerinin, gerek Hazreti Kur’ân’ın gerekse Efendimiz’in (sav) lisanıyla değerleri çok yüksektir.
“…Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?…” (Zümer, 39/9)
“...Kulları içinden ancak alimler, Allah’tan hakkıyla korkarlar...” (Fatır, 35/28)
“Bir kimse ulemaya hürmet ederse, bana hürmet etmiş olur. Bir kimse ulemayı ziyaret ederse beni ziyaret etmiş olur. Bir kimse ulema meclisinde bulunursa benim meclisimde bulunmuş olur. Benim meclisimde bulunan ise sanki Rabbin meclisinde bulunmuş olur.” (Râvi: Hz. Behz İbni Hakim r.a.)
Ebu Ümame (r.a.) anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm’a, biri âbid diğeri alim iki kişiden bahsedilmişti. ‘Alimin âbide üstünlüğü, benim, sizden en basitinize olan üstünlüğüm gibidir.’ buyurdu.” (Tirmizî)
“Ulema ile hem meclis olun ve diz dize sıkışın. Zira Allah, ölü kalpleri hikmet nuru ile diriltir. Semanın yağmuru ile ölü toprağı diriltmesi gibi.” (Hz. Ebu Ümâme r.a.)
“Ulema ile oturmak ibadettir.” (Hz. İbni Abbas r.a.)
Daha böyle yüzlerce hadis sayılabilir ki peygamberlerin olmadığı yerde onlara vekâlet edebilecek en yüksek makamlar ulema için verilmiştir. Lakin bir mesele var ki ilmin hakkını vermek onunla amel etmek kaydıyla. Dolayısıyla amel etmeyenler için, ilimleri ciddi sorumluluk ve azap sebebidir ve onların durumu bilmeyenlerden zordur. Evet, dünya ilminde böyle bir sorun olmasa da ahiret ilmi yani din ilmi sadece bilmenin yeterli olmadığı bir alandır. Nitekim bu tür ulemanın durumundan ve özelikle ahir zamanda bunların dine verdikleri zararlardan ve tehlikeli hallerinden bahseden hadisler bir hayli fazladır. Mesela ahir zamanla ilgili bir hadiste Peygamber Efendimiz (sav) “Ahir zamanda cahil ibadetliler ile fasık alimler çoğalır.” “Alimler para ve dünyalık karşılığında ilim öğretecek, ahiret ameli ile dünyalık talep edecekler.” buyuruyor. Bu hadislerde alimlerimize ciddi anlamda uyarılar var, dikkat etmek gerekir.
“Ulema üç kısımdır: Kendi ilmi sebebiyle halk da hayat bulur, kendi de hayat bulur. Diğeri, halkı berhudar eder, kendini mahveder. Bir diğeri de ilmi ile kendini kurtarır, halka ise faydası olmaz.” (Hz. Enes r.a.)
Gerçek şu ki alimlerin bozulması tam da tuzun kokması anlamına geliyor. Yüce kitabımız Kur’ân’da, Rabbimiz, yaşanmayan, kendisinden sahibinin faydalanmadığı ilmi çok çarpıcı bir şekilde “kitap yüklü merkep” misali ile veriyor. Böyle bir ilmin, hamallık olduğunu açıkça söylüyor. Nitekim her devirde böyle hamallar olmuştur şüphesiz ama günümüzde bu iş iyice çığırından çıktı sanki. Medyanın etkisi ile dünya hayatının şatafatlı görüntü ve reklamları, hoca ve alimleri dünya sarhoşuna çevirdi. Allah rızası ve ahiret kaygısının yerini dünyalık arzu ve hevesler, dünyalık kaygılar aldı. Bu da tam bir ahir zaman tablosu… Rabbim cümle Müslümanlara yardım etsin. Dolayısıyla eğer alimsek ilmimiz bizi Hakk’a, hakikate, takvaya sevk etmeli ve ilmimiz gönlümüzde ihlas ve irfan duygusuna, azalarımızda ise salih amellere dönüşmeli ki faydası olsun; yoksa iblisten veya Karun’dan ne farkımız olur, Allah muhafaza buyursun.
Rabbimiz bir âyet-i kerimesinde şöyle buyurur: “Kulları içinden ancak alimler, Allah’tan hakkıyla korkarlar.” (Fatır, 35/28) Yani bu ayetten açıkça anlaşılıyor ki: Gerçek bir alimde öncelikle takva, Allah korkusu ve ilminin verdiği sorumluluk duygusu olması gerekir. Sorumluluk duygusu ve korkusu yoksa bir din adamında, o kişi fetva verirken de kendisine güvenen insanlara yol gösterip rehberlik ederken de gayet cesur ve fütursuzdur. Mesela son günlerde, ahir zaman eşhası olan Hazreti Mehdi’nin ve Hazreti İsa’nın (aleyhisselam) geleceğine ilişkin mütevatir haberleri yok sayan ve kendileriyle beraber bunlara inanan bir kitleyi de kendi karanlık geleceklerine sürükleyen veya en azından ümmetin aklında karışıklığa ve vesveseye neden olan alim müsveddelerinin bu cesaretine ne demeli? Hem bu dünyada hem ukbada pahalıya ödeyecekleri bu vebali almaları sorumluluk duygularından mı, yoksa akıl azlığı ve fasıklıktan mı? Evet, gerçekten bu garip hallerine şaşmamak mümkün değil. “Şefaat yok, kabir azabı yok, keramet yok, kader yok, ayetleri okumanın ölüye faydası yok, İsa yok, Mehdi yok…” Böyle “yok yok…” diye diye yok olup gidecekler ve gitsinler de inşallah.
Büyük veli Ebul-Hasan Harakânî Hazretleri güzel bir tespitle bu konu hakkında şöyle buyurmuşlar: “İki kişinin dinde çıkardığı fitneyi şeytan bile çıkaramaz: Takvadan uzak, dünya hırsına kapılmış alim ve ilimden mahrum ham sofu.” Gerçekten bu iki tespite de yaşayarak şahit olanlardanız. Zira günümüzde bu iki kesimden de bol miktar da var.
Hz. Ömer buyurmuş ki: “Bu ümmet adına en korktuğum şey, münafık alimdir.” Dinleyenler “Münafık alim nasıl olur?” diye sormuşlar. Hz. Ömer onlara: “Lâfla bilgili, fakat kalbi ve ameli cahil kimsedir.” diye cevap vermiş.
Tâbiinden büyük veli Hasan Basri de “Alimlerin en büyük cezası, kalplerinin ölmesidir. Kalplerin ölmesi de ahiret ameli ile dünyayı istemektir.” demiş.
Bu tespitleri okudukça eminim ki bu manzaralara hiç de yabancı olmadığınız duygusu gönlünüze ve birtakım simalar da gözünüze geliyordur ve “Günümüzde ne kadar da çoğaldılar.” demekten kendinizi alamıyorsunuzdur. Evet, Allah şerlerinden ümmeti korusun.
İlmin kapısı Hazreti Ali de (r.a.) şöyle der: “Dört şey devam ettiği müddetçe din ve dünya, huzur ve selâmetle ayakta duracaktır: Zenginler, kendilerine verilen mal ile cimrilik etmedikçe. Alimler, öğrendikleri ve bildikleri şeyle amel ettikçe. Cahiller, bilmedikleri şeyle kibirlenmedikçe. Fakirler, ahiretlerini dünyaları için satmadıkları müddetçe.” Günümüzde Müslümanlar gerçek bir alimle, iyi konuşan ve reklamını iyi yapan alimi birbirinden ayırma noktasında büyük bir zaaf içindeler. Bu zaafın sebebi ise daha çok cehalet, dini konulardaki bilgisizlik... El insaf yani! Bir insanı tanımak; kaşını, gözünü bilmekle, haftada veya ayda birkaç defa birkaç saatlik sohbetlerine iştirakle olur mu?
Hazreti Ömer, şahitlik için birine, “Seni tanıyan birini getir.” dedi. Oradaki biri, “Ben onu tanıyorum.” diye ortaya çıktı. Hazreti Ömer, “Nasıl bilirsin?” diye sordu. O da “Emin ve âdil biri olarak tanıyorum.” cevabını verdi. Hazreti Ömer, “Yakın bir komşun mu? Gece gündüz ne yaptığını biliyor musun? Bunun huyunu öğrenecek kadar uzun yolculuk yaptın mı?” gibi sorular sordu. Adam “hayır” diye cevap verince, “Sen onu tanımıyorsun.” buyurdu.
Yani açıkçası, bir alime, en azından bir doktora teslim olur gibi inanıp güvenip teslim olmadan önce onu iyi tanıyabilmek için, şu özelliklerin önemli bir ayraç olduğunu söyleyebiliriz:
Her şeyden önce akıllı mı ve aklıyla beraber ilim sahibi mi? İnsanlara karşı sevgi dolu, merhametli, şefkatli birisi mi? Cömertliği, fedakârlığı nasıl? Vatan, millet, din, iman noktasında da gözü kara, yiğit ve hamiyetperver mi? Özünde ve sözünde güvenilir, sır saklayan, yalanı ne dilinde ne gönlünde ne de eylemlerinde asla kabul etmeyen biri mi? Özellikle büyük günahlara karşı kendini sakınması nasıl? Zira fasıktan din bilgini olursa da alim olmaz. Parayla, madde ile imtihanı nasıl? Arkadaşlarına, dostlarına vefası fedakârlığı ne boyutlarda? İbadetlere düşkünlüğü, dualara ve namaza verdiği önem, Rabbiyle irtibatı, yakınlığı ne durumda? Yemek yedirmesi, fakirleri kollaması, çocuklara, düşkünlere, yaşlılara şefkat ve acıması eylemsel olarak nasıl? Adaletli mi? Kızınca insaf ve adaletten ayrılıyor mu? Allah rızasını, Allah sevgisini her şeyin üstünde mi tutuyor? Allah yolunda malını, canını, her şeyini harcayabiliyor mu?...
Güzel ahlaklarına şahit olmadan, bir insanın peşinden gidecek kadar tanıdığını söylemek ve ona tamamen teslim olup güvenmek, hem de hastanın doktora teslimiyeti gibi nasıl mümkün olur?
Gerçek Bir Alimin Sohbetinden Ziyade Yaşantısı Sizi Etkiler
Gerçek bir alimin sohbetinden ziyade yaşantısı sizi etkiler. O, farfara alimler gibi çok konuşmak ve kendini satmak sevdalısı değildir. Gerekince konuşur, konuşurken onu iten güç Allah rızası ve insanlara faydalı olma duygusu; sevgi, şefkat ve merhamet gibi güzel ahlakların itmesidir. Milletin gözünde alim bilinmeyi sevmek ve bunun için konuşmak şurada dursun, öyle bir duygunun vesvese olarak kalbine gelmesi bile eminim ki gerçek bir alim için büyük utanç ve en büyük tövbe nedenidir. Az konuşsa bile o ortamdaki varlığı, duruşu ve yaşantısı yüzlerce en etkili sohbete bedeldir. Dolayısıyla sevilmek için gayret sarf etmezler ama çok sevilir ve çok güvenilirler. Tavsiye ettiği şeyler yaptığı şeylerdir, hatta yaptığının çok azıdır, yani yapmadığını söylemekten utanır, hayâ eder; zira şahsında Efendimiz’i temsil ettiğinin alabildiğine farkındadır. Ümmete karşı sevgisi, şefkati, merhameti, fedakârlığı, en azından annelerin evlatlarına olan sevgisi fedakârlığı gibidir. Bu konuda duygu dünyası alabildiğine zengindir, ahlakı Resulullah’ın (sav) ahlakına benzer. Çevresinde öyle bir intiba uyandıracak kadar güzel huylu, güzel ahlaklıdır. Öncelik olarak kıyafetleri ve dış görünüşü değil, kalbi ve ruhu sünnetle bezemenin en önemli sünnet olduğu bilincindedir. Onunla bir 24 saati beraber geçirmek, paylaşmak ve böylece ayları yılları bulan beraberlikleri yaşamak, sizin gözünüzde onun saygınlığını her geçen gün artırıyorsa, ona karşı sevgi ve saygınız zirvelere doğru tırmanıyorsa ve böyle beraberlikler de sizlere Resulullah’ın (sav) ibadet ve taatlarını, güzel ahlakını çağrıştırıyor ve Efendimiz’i (sav) gözünüzde yüceltiyorsa bu kişi gerçek alimdir, onun eteklerine yapışın derim…
Gerçek Alimin Rabbi ile İrtibatı Gerçekçidir
Evet, gerçek alimin Rabbi ile irtibatı gerçekçidir. Rabbi’ni anlatırken kafasındaki ve kalbindeki kuruntular nedeniyle flu olarak hissedebildiği değil, gerçek olarak gördüğü ve hissettiği Rabbi’ni anlatır. Rabbi’ne karşı duyduğu sevgisinin coşkusunu, yüzünden, mimiklerinden okursunuz. Namazlarının güzelliğini, kulluğa verdiği özen ve değerden, ibadetlerinden aldığı hazdan anlarsınız. Ta ötelerden bakan soyut bir gücü değil, şah damarından daha yakın olduğunu hissettiği ve sizlere de hissettirdiği Rabbi ile sımsıcak ilişkiler içinde olduğunu fark edersiniz. Rabbi’ne sevgisi gibi korkusu da gerçekçidir. Sevinçten gözlerindeki pırıltıya şahit olduğunuz gibi, korkudan sararan benzine de şahit olursunuz. İşte böyle bir alim görürseniz bilin ki gerçek bir alimdir ve Resulullah’ın gerçek varisidir. Sohbeti şifa, yanında oturmak en büyük ibadet ve en güzel ahlakî dönüşüm ve terbiye nedenidir. Bu izlenimleri almadığınız bir alim, ilmi kendine fayda etmeyen lâf ebesidir.
“Kıyamet günü bir adam getirilir ve cehenneme atılır. (ateşin hararetiyle) karın bölgesinde bulunan bütün muhteviyat dışarı çıkar. Bu adam eşeğin değirmen etrafında döndüğü gibi dönmeye başlar. Cehennem ehli toplanarak: “Ey falan, sana ne oluyor? Sen bize iyilikleri emredip kötülüklerden sakındırmaz mıydın?” derler. Adam şöyle cevap verir: “Evet, ben size iyiliği emrederdim, fakat kendim yapmazdım. Sizi kötülüklerden sakındırırdım, ancak onları kendim yapardım.” (Müslim, Zühd, 51/2989)
İşte böyle sonu kendini bile kurtaramayacak kadar karanlık görünen, samimiyetten uzak, takvadan, sorumluluk duygusundan bihaber kişileri, çok güzel konuşuyor veya akademik kariyeri bilmem nerelerde diye baş tacı etmek, dine değer vermemektir. Zira fiziken hasta olduğunda iyi bir doktoru ararkenki gösterdiğin gayret ve itinayı alim ararken ve peşine giderken de göstermezsen Allah bunun hesabını sorar ve sen de bunun hesabını veremezsin…
Maalesef zamanımızdaki alimlerin çoğunu, şu hadislerin tarif ettiği kişilerden görüyorum: “Vallahi bir zaman gelecek, insanlar Kur’ân’ı öğrenecek ve okuyacaklar. Sonra, ‘Biz okuduk, öğrendik. Bizden hayırlı daha kim var?’ diyecekler. İşte onlar cehennem odunudur.” (Taberani)
“Kim ki övünmek, sefihlerle, cahillerle, aklı noksan olanlarla münakaşa etmek, onları susturmak, insanların teveccühünü kazanmak için ilim öğrenirse Allahu Teâlâ onu cehenneme atar.” (Tirmizî, İbni Mace)
Allah (c.c.) bu ümmete, gerçek alimi sahtesinden ayıracak feraset, basiret ve uyanıklık versin.
Allah’a (c.c.) emanet olun.