Geliştiren Ve Özgürleştiren Liderlik / Doç. Dr. Adem Ergül

Bir öncü ve önderle maddi ve manevî beraberlik gerçekleşmeden, şahsiyet dilinin istenilen seviyede gelişmesi, imkânsız değilse de zordur.

Liderlik üzerine bugüne kadar elbette çok şeyler söylendi ve yazıldı. İnsanlık var oldukça da yine birçok şey söylenecek ve yazılacaktır. Liderliğe zaman zaman tecrübe penceresinden, kimi zaman ilmî araştırmalar ve teoriler penceresinden, bazen de hayal penceresinden bakılarak, inceleme ve değerlendirmeler yapılmış ve eserler kaleme alınmıştır. Bizim bakış zaviyemiz ise tarihi tecrübe birikiminden istifadeyi ihmal etmeden, insanı yaratanın onu en iyi bildiğini unutmadan, insan fıtratının sesinin gerçekte hakikatin sesi olduğunu göz ardı etmeden bu konuyu ele almaya çalışmaktır.

Liderlik, Kur’an’da nitelikli bir hedef olarak gösterilir. Furkan Sûresi’nde Rahmân’ın has kullarının Yüce Allah’tan “öncü insan/lider” olmayı talep ettikleri şöyle ifade edilir:

“(Rahmân’ın kulları şöyle dua ederler:) Rabbimiz! ... bizi takvâ sahiplerine imam/lider yap.” (Furkan, 25/74)

Lider, takımın sorumluluğunu üstlenen kimsedir. Dirayet, ehliyet ve feraset bakımından önde olmayan kimselerin liderliği, çoğu zaman gelişmenin önünde en büyük engeldir. İnsanların mesuliyetini üzerine alacak kimse, elbette sıradan birisi olmamalıdır. Özellikle şahsiyet ve karakter yönünden ekibi geliştirme liderliği, diğer bir ifadeyle “Eğitim Liderliği” sıradan bir liderlik değildir. Nitekim İbrahim -aleyhisselam- ile Rabbi arasında geçen şu muhavere/diyalog, hem liderliğin şerefine hem de gereken liyakate işaret etmektedir:

“Bir zaman Rabbi İbrahim’i birtakım kelimelerle (emir ve yasaklarla) imtihan etmiş, bunun üzerine o da onları tamamen yerine getirmişti. Bunun üzerine Rabbi de ona: «Doğrusu ben seni insanlara imam/lider yaptım» buyurdu. İbrahim ise neslimden de (böyle önderler ve liderler getir) deyince, Allah Teâlâ buyurdu ki: Verdiğim söz (senin neslinden de olsa aslâ) zâlimler için geçerli olmayacaktır.” (Bakara, 2/124)

Kaliteli insan, yalnız kendisi başarılı ve iyi olan değil, elbette başkalarının başarılarına ve iyiliğine de öncülük eden bir kimsedir. Bu yönüyle liderlik arzusu, bir kalitenin işaretidir. Ancak ehliyetine bakmadan böyle bir istekte bulunmak da hamlığın alâmetidir. Ayette işaret edilen en önemli liderlik keyfiyeti, haddini bilme ve zulümden uzak kalabilme erdemidir. Zulüm, adâletin zıddıdır. Adalet ise her şeyin ve herkesin hakkını bilme ve koruma titizliğidir. Böyle bir mesuliyeti üstlenemeyecek olanların zulme düşecekleri muhakkaktır. Zalim bir lider olmaktansa olmamak daha önemli olduğundan, ehliyet ve dirayetten mahrum ham insanların liderlik heveslerine sıcak bakılmamıştır.

Mesnevi’de anlatılan şu hikâye bu konuda güzel bir örnektir:

Küçük bir fare, kocaman bir devenin yularını kapıp eline almış, kasıla kasıla gidiyordu. Deve, karakteri ve uysal tabiatı yüzünden onunla yol alıp giderken fare kendi küçüklüğünü görmeyip:

«-Meğer ben ne müthiş bir pehlivanmışım, develeri sürükleyebilecek bir yiğitmişim!» diye böbürleniyordu.

Gide gide bir nehrin kenarına geldiler. Nehri gören fare, kibrinin şaşkınlığı içinde donup kaldı. Onun kibrinin farkında olan deve ise manidar bir şekilde:

«-Ey dağda, ovada bana arkadaşlık eden! Neden durdun? Neden böyle şaşırıp kaldın? Haydi, yiğitçe nehrin içine gir. Sen benim kılavuzum değil misin? Yol ortasında böyle şaşırıp kalmak sana yaraşır mı?» dedi.

Mahcup düşen fare, kekeleyerek şöyle cevap verdi:

«-Arkadaş! Bu su pek derin; boğulurum diye korkuyorum.»

Deve suyun içine girip:

«- Ey kör fare! Su diz boyu imiş, korkmana gerek yok!» dedi.

Fare çaresiz ve mahcup itirafına devam etti:

«-Ey hünerli deve! Nehir sana göre karınca, bize göre de ejderha gibidir. Çünkü dizden dize fark vardır. Benim dizim gibi yüz tanesini üst üste koysak ancak senin bir dizin eder.»

Bunun üzerine akıllı deve, fareye şu nasihatte bulundu:

«- Öyleyse, gurur ve kibre aldanıp bir daha terbiyesizlik etmeye kalkma; haddini bil! Sana olan hoşgörü ve müsamahama kapılıp şımarma; çünkü Allah, şımaranları sevmez!.. Var git; sen, kendin gibi farelerle boy ölçüş!»

Artık iyiden iyiye gerçeği anlayıp utanmış bulunan fare:

«-Tövbe ettim, pişman oldum. Allah için olsun şu öldürücü ve boğucu sudan beni geçir!» diye yalvardı.

Bu yalvarmalar karşısında deve, yine merhamet edip ona acıdı da:

«-Haydi! Sıçra da hörgücümün üstüne çık, otur! Bu sudan geçmek veya başkalarını geçirmek benim işimdir. Zira vazifem, senin gibi yüz binlerce âcize hizmetten ibarettir.» dedi ve fareyi nehrin öbür tarafına geçirdi.

İnsanı tanımayan onu yönetemez. İnsanı tanımak, ilim, irfan ve basiret ister. Bir kimsenin bu nimetlerden nasibi ne ise insan yönetimindeki gerçek başarısı da odur. Üç oyun ötesini göremeyen sığ bir idrakle ve perdenin arkasını sezemeyen kör bir basiretle insanı yönetme iddiası, esasen “körebe oyunu” oynamaktan farksızdır. Böyleleri nice kıymetleri çöpe atan “insan müsrifleri”dir.

Gerçek liderlik, robot yönetimi ya da hayvan yönetimi de değildir. “Geliştiren ve Özgürleştiren Liderlik”, insanı robotlaştıran ve köleleştiren değil, geliştiren, aktifleştiren ve özgürleştiren bir yönetim tarzıdır. Ne acıdır ki insanı robotlaştıran ya da sıradan bir hayvan seviyesine indiren düşünce ve sistemlerde yönetim adına ortaya konan prensipler, çoğu zaman insan haysiyet ve hakikatini görmezden gelen zulüm prensipleridir. Bu itibarla cihanşümul değerlerimize bakarak bazı insan yöneticilerine şu gerçeği hatırlatmak gerekir: “Bırakın da insanlar yalnız Allah’a kul olsunlar!”

Bilgi ve Bilgelik

Esas liderlik, gönüller arası organizasyon becerisini de gerçekleştirebilmektir.

“Geliştiren ve Özgürleştiren Liderlik”, mal, makam ve rütbeye dayanan gücün neticesinde oluşan bir liderlik değil, bilgi ve liyakat temelleri üzerinde tabii olarak gelişen bir liderliktir. Zira yönetmek istediğiniz insanlardan artınız olmadığı sürece, tabii ve fıtrî bir yönetim kurmanız mümkün değildir. Özellikle yönettiğiniz alanla ilgili bilgi, beceri ve tecrübe birikiminiz, sizi takım içinde lider konumuna yükseltecektir. 

Yüce Yaratıcı, insanın şerefini meleklere ilimle ispat etmiş ve böylece ilmin, insanı yüceltip onu öncü ve itaat edilmesi gereken bir kıvama yükselteceğine işaret etmiştir. Toplum önderlerinin tayininde “bilgi”nin yerine dikkat çeken şu âyetler de, İlâhî iradeye uygun liderliğin en temel vasfının bilgi olduğunu çarpıcı bir üslupla beyan etmektedir:

“Musa’dan sonra, İsrâiloğullarının önde gelenlerinin, peygamberlerinden birine:

«-Bize bir hükümdar/lider tayin et ki, (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım!» demişlerdi.

Peygamberleri kendilerine dedi ki:

«-Allah size Tâlut’u hükümdar olarak tayin etti.»

Bunun üzerine dediler ki:

«-Zengin bir mal varlığına sahip olmadığı halde, o bizim üzerimize nasıl bir hükümranlık kurabilecektir ki? Bu durumda biz, hükümdarlığa ondan daha liyakatliyiz.»

Peygamberleri de onlara dedi ki:

«-Onu, sizin üzerinize Allah seçti ve yine onu, bilgi ve cüsse bakımından sizden daha güçlü kıldı.» (Bakara, 2/246-247)

Rabbânî tayinin temel ölçüleri görmezden gelinerek sürdürülen liderlikler, âdil, insânî, ve fıtrî değil, çoğu zaman mal ve makam gücüne dayanılarak, nefsi tatmin adına zulümle varlığını sürdüren içi boş liderliklerdir. Bu nevi liderler, etrafında bulunan çalışma arkadaşlarını, geliştiren, büyüten ve özgürleştiren değil, tam aksine bodurlaştıran, robotlaştıran ve hatta köleleştiren bir karakter sergilerler.

İçinde yaşadığımız bilgi ve teknoloji çağı da göstermiştir ki, bilgiye büyük değer veren milletler, diğer topluluklar üzerinde hâkimiyet elde etmişlerdir. Fertlerde de durum aynıdır.

Günümüzde “koçluk” adıyla bilinen liderlik türünde de aranan özellik, liderin yönettiği kimselere rehberlik edebilecek düzeyde bir bilgi ve tecrübe birikimine sahip olmasıdır. Hz. Ali’ye nispet edilen “Bana bir harf öğreten, beni kendisine karşı âdeta itaatkâr bir köle kılmıştır.” sözü, bilginin gücünü ve muhatap üzerindeki tesirini ifade eder.

Liderlik önde olmayı gerektirir. Yönettiği alanla ilgili, bilgi bakımından personelinden geri kalan kimseler, önde olma hakkını kaybetmişler demektir. Böyleleri liderlik bir tarafa yöneticilik bile yapamazlar.

Sürekli kendini geliştirmek, etkili ve dinamik olmanın ve hatta üretici olmanın temel prensibidir. Kendini yenileyemeyen, zamanının bilgi ve becerisini kuşanamayan kimseler, bir şekilde lider olmuş olabilirler fakat uzun süre lider kalmaları zordur. Bu bakımdan müesseselerin ar-ge birimleri, varlıklarının devamı ve gelişmesi için ne kadar zaruri ise liderlerin de bilgi, beceri ve yeteneklerini geliştirecek eğitim programlarına devam edip araştırmacı bir ruha sahip olmaları da o kadar önemlidir. İşte ancak böyle liderler “Yetiştiren ve Geliştiren Lider” vasfını kazanabilirler.

Diğer taraftan liderlikte bilgi, bilgelikle, yani hikmet, basiret ve sağlam bir karakterle bütünleşmezse gereken tesiri icra edemeyecektir. Nice bilgi sahipleri vardır ki, karakterlerindeki zafiyet sebebiyle, başkalarına öncülük etmek bir tarafa, kendilerine bile liderlik etmekten acizdirler.

Üç oyun ötesini sezemeyen basiret körlüğü de liderliğe manidir. Bu bakımdan feraseti geliştirecek ve keskinleştirecek değer merkezli bir hayat tarzı, bir lider için vazgeçilmez bir esastır. Bunun da temeli, hem Hakk’a hem de halka karşı mesuliyet şuurunun (takvâ) gönülde sürekli hissedilmesidir. Etrafında bulunanların duygularını yönetemeyen ve yönlendiremeyen liderlikler, ancak bedenlere hükmedebilirler. Hâlbuki esas liderlik, gönüller arası organizasyon becerisini de gerçekleştirebilmektir. İşte böyle bir liderlik için, hem bilgiden hem de bilgelikten nasip almak gerekir.

Besleyici İlgi Göstermek

İlginin vereceği heyecanı, bir başka şeyle temin etmek de imkânsızdır.

Liderlik, ekibi canlı tutabilme becerisine sahip olabilmeyi gerektirir. Bunun yolu da ekip elemanlarına gösterilen yakın ilgiden geçer.

Üç çeşit ilgiden bahsedilir: Pozitif ilgi, negatif ilgi ve sıfır ilgi. Pozitif ilgi, muhatabın gönlünü hoş edecek şekilde ona iltifatta bulunmak, methetmek, yaptığı işi beğenmek, kendisine güler yüz göstermek gibi ilgilerdir. Negatif ilgi ise muhataba selam vermemek, yüzünü ekşitmek, hoşlanmayacağı sözlerle kendisini incitmek, uyarmak, kınamak gibi tavır ve davranışlarla hoşnutsuzluğu ifade etmektir. Sıfır ilgiye gelince, muhatabı âdeta yok saymaktır. Onu bir yerlerde unutmaktır. Psikologların tespitine göre insanı en çok inciten ve heyecanını söndüren ilgi de işte bu sıfır ilgidir.

Pozitif ya da negatif ilgi, bir şekilde muhatabın varlığını kabul etmek demektir. İlgisizlik ise karşımızdakinin varlığını kabullenmeme anlamına geldiğinden, çok ağır bir ceza ve onun kişiliğine yapılmış büyük bir saygısızlıktır. İnsanlar menfi ilgiyi sineye çekebilir ve hatta affedebilirler; fakat sıfır ilgi, iplerin kopması anlamına gelir. Kur’ân-ı Kerim’de inkârcılara verilecek cezanın bir çeşidinin de “ilgisizlik cezası” olacağı şöyle ifade edilir:

“Allah’ın ahdini ve kendi yeminlerini birkaç paraya satanlar var ya, işte onların ahirette hiçbir nasibi yoktur; Allah onlarla konuşmayacak, kıyamet günü kendilerine nazar etmeyecek (yüzlerine bakmayacak) ve yine onları temize çıkarmayacaktır. Onların hakkı, çok acı bir azap olacaktır.” (Âl-i İmrân, 3/77)

İlgi, gönüllere heyecan yükleyici ve besleyici bir gıdadır. Her yaştan insanın ve hatta tüm canlıların bir şekilde bu gıdaya ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacı karşılayan kim olursa olsun, ona karşı minnettar kalınır.

Keyfiyetli ilgi, “Geliştiren ve Özgürleştiren Liderlik”te olmazsa olmaz bir şarttır. Takım elemanını tanımak, onunla selamlaşmak, problemini çözmek, sevincine ve hüznüne ortak olmak, onun hem aidiyet duygusunu pekiştirecek, hem de motivasyonunu sürekli canlı tutacaktır. Kendisinin unutulduğu zannına kapılan bir ekip elemanında, heyecandan ve huzurdan eser kalmaz. İlginin vereceği heyecanı, bir başka şeyle temin etmek de imkânsızdır.

İlginin diriltici olmasının sırrı, samimi, içten ve karşılıksız olmasıdır. Kapitalist bir bakış açısıyla, daha fazla almak için ilgi duymak, negatif duyguları tetikleyeceğinden, kaliteli bir liderlikle böyle bir ilgi birlikte düşünülemez.

İlginin en etkili olduğu anlar, insanların zor anlarıdır. Darda kalmış, hastalanmış ya da imdat bekleyen yaralı bir yüreğe zamanında ilgi gösterip derdine çare olmak, unutulmaz bir ihsan olacağından, böyle bir ilginin değeri hiçbir şeyle ölçülemeyecek kadar büyük olacaktır. Yine öğretici, yol gösterici ve geliştirici ilgiler, değeri yüksek pozitif ilgi çeşitleridir.

Liderin ilgi ve iltifatta itidali kaybedip aşırıya kaçması, muhatabın hormonlu büyümesine vesile olur. Bu gibi durumlarda ham insanlar, olgun görünme hevesine kapılırlar. Böyle bir hastalığa yakalanan kimselerin yetişme ve gelişme merdiveninde yükselmeleri artık hayaldir.

İlgide cimrilik de heyecanları söndürür. Beklediği ilgiyi göremeyen kimseler, önce soğurlar, sonra küserler ve daha sonra da düşman kesilirler.

Geliştiren ve Özgürleştiren Liderlik’te ilgi, insanları köleleştirme adına ihsanda bulunma değil, her hak sahibine hak ettiği ilgi, iltifat ve ihsanı şükran duyguları içinde dengeli bir şekilde ikram etmektir. Yine böyle bir liderlikte muhatabı terbiye ve geliştirme adına ikaz ve cezalandırma şeklinde ilgi tezahürleri olsa bile, onu yok sayma ve unutma kabilinden sıfır ilgiye asla yer verilmeyecektir.

Güvenmek ve Güvenilmek

Yetki ve sorumluluk devretmesini bilen liderler, hem lider yetiştirirler hem de iş verimini ve kalitesini yükseltirler.

“Geliştiren ve Özgürleştiren Liderler”in en temel özelliklerinden birisi, hem güvenilir olmaları hem de takımına güvenebilmeleridir.

Güven oluşturamamış liderler, problem çözücü olamazlar. Zira hiç kimse, güvenmediği birisine derdini açmak istemez. Ekibine karşı sözüyle, özüyle ve duruşuyla emniyet telkin edemeyen liderler, hiçbir zaman takımlarında fedakârlık ve bağlılık şuuru oluşturamazlar.

Yönetim kitaplarında “İşi Delege Etme” ya da “Yetkilendirme” başlıkları altında incelenen bu konu, esasen yöneticinin paylaşıma açık ve personeline güven duymasıyla yakından ilgilidir.

İşi ya da hizmeti paylaşmanın iki temel prensibi vardır:

• Lider/yönetici, paylaşmaya açıktır.

• Personel bilgi, beceri ve şahsiyetiyle liderine güven vermektedir.

Keyfiyetli çalışanlara sahip olduğu hâlde bir liderin yetki devredememesinin sebepleri de şöyle sıralanabilir:

• Mükemmeliyetçi yaklaşımla “en iyi ben bilirim” anlayışında olması.

• Yerini kaybetme korkusuna kapılması. Diğer bir ifadeyle “çırağını kıskanan usta sendromu”na düşmesi.

• Herkesin kendisine muhtaç olduğu hissiyle tatmin olması ve bundan zevk alması.

• Ekibi tanıma, onları gereği gibi çalıştırabilme ve işleri organize etme becerisinden mahrum olması.

Bu özelliklerden herhangi birine sahip olan kimseler, yetki devredemezler. Böyleleri vehimlerinin kurbanı olup sürekli telaş halindedirler. Stresli ve huzurdan uzak bir hayatları vardır. Ailelerine, dostlarına ve hatta kendilerine bile ayıracak vakitleri yoktur. Kendi yanlışlarının kurbanı olarak işkolik olmanın sarhoşluğu içinde bocalar dururlar. Bu gibi kimseler, işi ya da hizmeti büyütmek bir yana, mevcudu da küçültür ve hatta bitirirler. Zira böylelerinin gönül âlemleri daralmıştır. Herkesi suçlarlar. Nazarlarında işi devredebilecekleri hiç kimseleri yoktur. Bu nevi kimseler lider olmak bir yana, yönetici bile olamazlar.

Gerçek liderler, başlangıçta güvenebilecekleri ekipler kurarlar. Sonra da bu ekiplerini, bilgi, beceri ve istidatlarını göz önünde bulundurarak yetkilendirirler. Hâkim bir insana ne yapacağını söylemek yeterlidir. Nasıl yapacağını ona bırakmalıdır. Her adımı kendisi planlayan liderler, güven duyamama hastalığına yakalanırlar. Böyle liderler, strateji, hedef ve politikalar yerine, sıradan işlerle vakitlerini doldururlar. Geneli görmek yerine teferruatta boğulurlar. Neticede ise büyümek yerine işiyle ve ekibiyle birlikte kendini küçültürler.

Yetki ve sorumluluk devretmesini bilen liderler, hem lider yetiştirirler hem de iş verimini ve kalitesini yükseltirler. Çünkü çalışanlar, kendilerine yetki verildiğinde tüm imkânlarını, istidat ve becerilerini ortaya koyar ve tüm sorumluluğu üstlenirler. Yüksek derecede işbirliği ve ekip çalışması da ancak bu şekilde sağlanabilir.

Engin Gönüllülük

“Geliştiren ve Özgürleştiren Lider”in gönlü, engin bir gönüldür. Engin gönül, cömertlik ve paylaşma erdemine sahip bir gönüldür. Kimseyi kıskanmayan, bilgi, ilgi ve itibar vermede cimri davranmayan gönüldür. Herkesin kazanmasını isteyen bir liderin yanında olmak, büyük bir motivasyon kaynağıdır.

Stephen R. Covey, 8. Alışkanlık isimli eserinde, verici kimliğe sahip insanları “Bolluk Bilincine Sahip Kimseler” olarak niteler ve şu tespiti yapar:

“Bolluk Bilinci, hayatı, tek galibi olan bir rekabet arenası olarak görmek yerine, sürekli genişleyen bir fırsat alanı, kaynak ve varlık pınarı olarak görmeniz demektir. Kendinizi başkalarıyla kıyaslamaz, onların başarıları için gerçekten mutlu olursunuz. Kıtlık bilincine sahip insan ise, kıyaslama temelli bir benlikten yola çıkarak, başkalarının başarısını tehdit olarak algılar. Aksini söyleseler bile, bu başarıları hasetle karşıladıklarını bilirler. Bolluk bilincine sahip olanlar ise rakiplerini en değerli ve en önemli öğretmenlerden biri olarak görürler.”

Bilgi, tecrübe ve becerilerini takımıyla paylaşan liderler, hem sevgi hem de saygı görürler. Takımlarının büyümesi, onların da büyümesi demektir. Bu gibi kimseler, özgüvenleri tam olduğundan makamlarını kaybetmekten korkmazlar. Kalfasını kıskanan usta misali, yanındaki kimselerin büyümelerinden rahatsız olan liderler ise hem sevilmez hem de saygıya layık görülmezler. Bu gibi kimseler, istidatları köreltici ve insanları küçültücüdür.

Engin gönül, affedicidir. Affedemeyen liderler, yetiştirici ve geliştirici değillerdir. Ekip elemanlarının bazı hatalarını görmezden gelemeyen önderler, her işi kendileri yapmak isterler ve kimseye güvenemezler. Güvenilmeyen ve yetki devredilmeyen takım elemanları da gelişme şansını hiçbir zaman elde edemezler. Geliştiren liderler, başarılarını ekipleriyle paylaşabilecek zengin bir gönle sahiptirler. 

Duyguları Gözetmek ve Robotlaşmamak

Duyguları gözetmeyen ve ihtiyaçları zamanında doğru değerlendiremeyen liderler, çoğu zaman mekanik bir liderlikten öteye geçemezler.

Üç-beş gönül dostuyla bir sofrada beraber bulunmuştum. Yemek sonrasında grup lideri olan dostumuz, garsonu çağırarak kendisinden iki adet ağrı kesici talep etti. Sonra da yanında oturan ekip elemanlarından birine dönerek:

«-Kardeşim, yüzünün rengi değişmeye başladı. Galiba migren ağrıların başlamak üzere. Bu hapların birini şimdi al, diğerini de bir iki saat sonra alırsın.» dedi.

Grup liderinin ekibini böyle görüp gözetmesi dikkatimi çekti. Kendi kendime “İşte sevilen bir lider olmanın sırrı bu olmalı.” dedim.

Duyguları gözetmeyen ve ihtiyaçları zamanında doğru değerlendiremeyen liderler, çoğu zaman mekanik bir liderlikten öteye geçemezler. Bu durum, liderliğin robotlaşması demektir. Robotlaşan liderler, ekip tutamaz ve takım kuramazlar.

“Geliştiren ve Özgürleştiren Liderlik”, monoton ve standart ilişkilerden ibaret bir liderlik değildir. Geliştiren liderler, zamanı, zemini ve muhatapların anlık durumlarını dahi gözetebilen basiret ve firâset sahibi kimselerdir.

Hz. Ali, “Gönüller selamette olmadıkça muhabbet izhar etmez.” buyurur. Dert ve tasalar içinde boğulan gönüllere pencere açmadıkça, ülfet, muhabbet, istek ve şevk harekete geçmeyecektir. Gönülleri rahatlatan ve yüzleri güldüren gerçek liderler, gönül frekanslarını bile hissedebilecek bir duyarlılığa erişmiş kimselerdir.

Liderlikte robotlaşmanın birçok sebebi sayılabilir. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

• Kendi benliğine ve menfaatlerine kilitlenmek. Bunu kendine tapmak diye de ifade edebiliriz ki, nefsin firavunlaşması demektir. Bu hastalığa yakalananlar, herkesi kendisi için yaratılmış hizmetçiler olarak kabul ederler. Böylelerinin yanında ve yakınında istidatlar körelir ve insanlar da köleleşirler.

• Şahsî ya da müesseseye ait prensipleri putlaştırıp, onları değişmez ve tartışılmaz esaslar olarak kabullenmek. Hâlbuki zaman zaman esnek davranabilmek gerekir. Arap’ın büyük idari dehalarından biri kabul edilen Mısır valisi Amr b. As’a, insan idaresindeki başarısının sırrını sorarlar. O da şu cevabı verir:

«-Benim her insanla aramda bir ip vardır. Aramızda bulunan bu ip gevşeyince gererim; çok gerilmişse de biraz gevşetirim. Böylece ipi koparmadan herkesi etrafımda tutmanın yolunu bulurum.»

• Adâleti, eşitlik olarak anlamak ve uygulamak. Hâlbuki herkesin istidadı, ihtiyacı ve anlama kabiliyeti farklıdır. Adâlet, herkese eşit davranmak değil, her hak sahibine hakkını vermektir. Son dönem büyüklerimizden Musa Topbaş (v. 1999) -kuddise sirruh- bir gün sohbetlerini organize eden hizmet ekibine şu ikazda bulunur:

«-Kardeşler! Bu sohbetleri organize ederken adaletli olun. Adalet herkese eşit davranmak değildir. Bazı kimseler vardır; onlarla yılda bir kez görüşmek kifâyet eder. Kimi vardır; ayda bir kez görüşmek gerekebilir. Yine öyleleri de vardır ki, onlarla her gün görüşmemiz uygun olur.»

• Kendini geliştirme derdinde olmamak. Hayattan beklentisi kalmamış liderler, statükonun devamını, varlıklarının garantisi olarak gördüklerinden, böyleleri de kısa sürede robotlaşacaklardır.

• Sistem körlüğüne kapılmak. Dünyayı doğru okumayan, değişimin farkında olmayan ve istişareye ihtiyaç hissetmeyen liderler de robotlaşmaya doğru hızla yol alıyorlar demektir.

Robotlaşan liderler, “Geliştiren ve Özgürleştiren” değil, “Körelten ve Köleleştiren” liderlerdir. Böylelerinin yanında ve yakınında bulunanlar, ya liderlerini robotlaşmaktan kurtarmalı ya da kendilerini israf etmekten kaçınmalıdırlar.