Feyz’in varlık nedenini, haklılığını, hayatın içindeki ölçü bozukluklarından bahsederek anlatmaya çalışacağım. Tarih konusunda, ekonomi konusunda değişik algılarla insanlar yanlış yönlenebiliyor. Aynı şekilde dini konulardaki algılarımızda da ya insanların yaşayamayacağı bir din modeli anlatılıyor ya da din, önce deforme ediliyor sonra reforme ediliyor. Biz bütün bunların dışında sürekli sahnelenen bu oyunda, toplumda bir ölçü sorunu olduğu ve bu boşluktan hareketle insanların bu alanı istismar ettiğini düşünüyoruz.
Harun Reşit, Dicle’nin kenarında veziriyle tebdili kıyafetle gezerken bir ihtiyara rastlıyor. İhtiyara hurma fidanı dikerken selam veriyorlar ve ne var yok dedikten sonra, kendisine diktiği o hurma fidanlarının meyvelerini görüp göremeyeceğini soruyorlar. İhtiyar cevaben, “Eğer benden öncekiler de böyle düşünseydiler, ben hiç hurma yiyemezdim.” diyor. Harun Reşit hemen vezirine işaret ediyor, bir kese altın verdiriyor ve ihtiyarı taltif ediyor. Akabinde ihtiyarın bu durum çok hoşuna gidiyor ve diyor ki: “Herkesin hurması mevsiminde meyve verir, benimki hemen meyve verdi.” Bu söz Harun Reşit’in çok hoşuna gidiyor ve bir kese daha altın takdim ediyor. Arkasından da ihtiyarda laf çok tabii, o da “Herkesin hurması bir verdi, benimki iki veriyor” diyor. İhtiyarın bu sözü üzerine Harun Reşit vezirine “Çabuk ol hemen buradan gidelim. Yoksa bu ihtiyar hazineyi boşaltacak.” diyor.
Yapılan bu etkinlikler bu çabalar kesinlikle boş değil. Allah indinde de dünya hayatında da bunun görünür göstergelerini kısa, uzun ve orta vadede inşallah hepimiz anlayacağız. Bir arif güzel bir söz söylemiş; insan kendisini Allah’tan ve kendisinden saklayamaz diye. Bu, insanın kendine dair algısıyla, duygularıyla alakalı bir şey. Daha çok bizim kültürümüzde nefs terbiyesiyle alakalı, yani ben ferasetiyle alakalı bir durum. İnsanlar bu anlamda kendilerinin ne durumda olduklarını biliyor tabi. Amerikalı’ların bir fıkrası var. Papazın birisi kilisede vaaz verirken, para da toplamak istiyor. Oturanların gönlünü almak için şu masum yüzler diye hitap edince, herkes kendi arkasındakine bakıyor. En arkadaki de duvara bakıyor, kim bu masum yüzler diye. Bu anlamda insanların kendileriyle ilgili algıları var, nefs hastalıkları var, kalp marazları var, yetişme bozuklukları var. Türkiye’de bizim insanımız, parayla kapitalist hayatla tanıştı. Ama buna tamamıyla yenik düşmedi ve kadim kültüründen gelen bir hassasiyetle dernekler, vakıflar, dergiler kurarak kendi özüne ait kazılar yaptı, sondajlar yaptı. Bir bakıma paraya tamamıyla teslim olmayıp, onu medeniyet algısının tesiriyle nasıl kullanabileceğinin hesabını, muhasebesini yapıyor. Şu an bizler, aslında ülkedeki insanımız, kendi adını ebedi kılacak şeyler yapmaya çalışıyor. Bu anlamda bir geçiş dönemi yaşıyoruz.
Feyz’in varlık nedeninin önemli olduğunu söylemiştim. İnsan hayatının içinde bu boşlukların nasıl doldurulması gerektiğine Feyz açısından baktığımızda şunları görüyoruz. Pratikte nefs terbiyesi çok önemli malum, akabinde doğru ölçülenmek çok önemli. Nefs terbiyesini başaran ve doğru ölçülerle ölçülenen insanlar, aslında pek çok şeyi başarmışlar demektir. Bu anlamda günahsızlık düşüncesi yanlış. Çünkü insan peygamber değil. Günümüz insanı da bu anlamda önemli olanın; Allah’a, kulluğa ait doğruluk hassasiyetimizi, meylimizi korumak ve bunu muhafaza etmek olduğunu biliyor. Her şeyden önce iman ehli olmak önemli. Hz. Ömer halife iken Amr bin As Mısır’da görevlidir. Hz. Ömer’e mektup yazar; “ Ya Ömer! Burada birisi dinden döndü, biz de ona anlattık, tekrar Müslüman oldu. Daha sonra tekrar dinden döndü, biz yine konuştuk, tekrar Müslüman oldu. Daha sonra tekrar dinden döndü, biz de gerekeni yaptık…” diyor. Hz. Ömer, Amr bin As’a yazdığı mektupta “Ben olsam ona sonsuza kadar şans tanırdım.” diyor. Bunu Hz. Ömer söylüyor. Günümüz insanı için iman hususunda ona sonsuza kadar şans tanıyacak bilgi, birikim ve yerde durmak, Müslümanlar açısından, tebliğciler açısından demek ki çok önemli. Tabi Hz. Ömer’in geçmişte yaşadığı bir olay var. Peygamber Efendimiz (sav) birisine İslam’ı anlatırken karşıdaki bir türlü ikna olmuyor, Hz. Peygamber ona anlatmaktan yorgun düşüyor. Hz. Ömer de “Ya Rasûlallah, bırakın ben halledeyim bu işi.” diyor. Hz. Ömer’in nasıl halledebileceğini biliyorsunuz. Hz. Peygamber de ona “Ya Ömer öyle olmaz.” diyor. Bir müddet daha Hz. Peygamber anlatmaya devam ediyor ve karşıdaki şahıs Müslüman oluyor, iman ediyor. Bu sahabe Hz. Ömer’i ömrünün geri kalan zamanında ne zaman görse “Ya Ömer! Beni az daha ebedi olarak cehenneme gönderecektin.” diyor. Hz. Ömer de onu ne zaman görse “Az daha seni ebedi olarak cehenneme gönderecektim.” diye ona latife yapıyor. İman tabi çok önemli; bizler insanların imanı hususundaki hassasiyeti Şenel İlhan Beyefendi'den öğrendik. Mesela televizyonda reenkarnasyon filmi oynasa, reenkarnasyon programı olsa Şenel İlhan Beyefendi o gece sabaha kadar bunu seyreden insanları düşünür. “Bu programı en az beş milyon kişi izlemiştir, sabahleyin beş milyon kişinin itikadını düzeltmek için ne yapabiliriz.” der. Evet keşke televizyonumuz olsa keşke gazetelerimiz olsa ki inşallah Rabbim bize bu gücü de verecektir. Biz de Ümmet-i Muhammed’e bu aziz millete imanını koruma ve geliştirme hususunda elimizden geleni yapabilsek.
Biraz ölçülerden bahsetmek için bu konuya girmiştim, tevbe ile ümit ilişkisi önemli. İnsanları imana davet ediyoruz, bu millet mayasında özünde mümindir, Müslüman’dır. Onun sadece kendisi ile ilgili bazı günahları hatırlaması belki ellerini kaldırıp “Affet ya Rabbi!” demesiyle ilgilidir. Ama insanlar ellerini kaldırmak için dahi ümide ihtiyaç duyarlar. Bu ümidi günümüz insanından esirgememek lazımdır. Kimseyi ötekileştirmeden dini, insanın anlayabileceği en güzel bir formda sunmak bizlerin boynunun borcu olmalı. Kasım Efendi’ye bir bayan gelmişti, “Oğlum ateist olduğunu söylüyor.” demişti. Buna da çok üzülüyordu, kendisi de eğitimci, iyi ve zeki bir Müslüman’dı. Oğlu küçükken aile ayrılıkları yüzünden babası tarafında kalarak, anneye karşı doldurulduğu bir zeminde yaşamış. Anne İslam’ı tercih ettiği için çocuk ateizmi tercih ediyor. Anne ateizmi tercih etseydi çocuk Müslümanlığı tercih edecekti. Yani şunu demek istiyorum; sosyal, psikolojik şartlar çok önemli. Kasım Efendi kısa bir murakabeden sonra ona, “Yok yok öyle değil, o ateist değil, o konuyu anlayamamış.” demişti. Yani farklı bir şekilde konuya bakmak insanları ateist ya da dindar diye tasnif etmekten ziyade bir konunun birden fazla nedeni olabileceğini düşünerek bir hizmet kurgulamak Şenel İlhan Beyefendi'nin her zaman bize anlattığı hizmet düsturlarındandır. Bunu Kasım Efendi’nin hayatında da görüyoruz. Şimdi bir tarafta kibir, riya, haset, kisb, ucub, yalancılık gibi nefs hastalıkları; diğer tarafta merhamet, tevazu, cömertlik gibi güzel ahlaklar var. Hz. Peygamber “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” demiştir. Bugün kendisiyle ilgili günah algısı insanları gerçekten sarsıntıya sokuyor. Dışarıdan da biz onları sarsıntıya sokmamalıyız. Hasan-ı Basri Hazretleri diyor ki: “Her günahın görüntüsü sarhoşluk gibi olsaydı sokakta gezemezdik.” Yani sarhoş insan dışarıdan belli olur. Kibirlilik, haset sahipliği, riyakarlık, cimrilik de eğer sarhoşluk gibi görünür bir şekle sokulsaydı sokaklarda gezemezdik. Demek ki insanlara bu konuda merhametli davranmakta fayda var. Bir şeyin birden fazla sebebi olabilir demiştik, insanlar sadece bir şeyi kabul ya da red noktasında durmuyorlar. Yetişme bozuklukları diye bir şey var, Şenel İlhan Beyefendi buna “kognitif bilgi, bilişsel yapıya” dikkat çekiyor. Yani insanın bilinçaltı yaşı denilen dönemde yaşadıkları çok önemli. O yaşta yaşadıkları şeyler; mesela dayak yemesi, kötülüklere uğraması, sevgisiz büyümesi ki bugün örneklerini çok görüyoruz. İleride onun sıra dışı bir insan olması için bu gibi şeyler yeter de artar bile. Dolayısıyla bu insanlar da tebliğ unsuruna muhatap insanlardır, tüm dünyada bu böyledir. Bir çocuğun küçükken elinden tutulup camiye götürülmesi, caminin sevdirilmesi, öyle geniş bir alanda koşturulması orada rahatlıkla bağırıp çağırabilmesi onun camiyle, dinle, diyanetle bilinçaltında tanışması demektir. Bu anlamda küçükken yaşanan şeyler çok önemlidir. Her şey işlenen bir günahla da alakalı olmayabilir. Mesela yalan söyleyen bir insanın yalan söylemesinin temelinde, kendini farklı gösterme isteğinin temelinde pekala sevgisizlik yatabilir. Dolayısı ile insanların sevgi sorunlarının olduğunu unutmamak lazım. Yine vesvese ve şüphe konuları çok önemlidir. Bugün vesvese ile şüphe arasındaki farkları bilmek insanlara çok şeyler kazandırıyor. Her şeyden önce pek çok gencin kalbinde dağlar gibi imanı olduğu halde kendini imansız zannetmemesine yarıyor. Kararlı, dengeli ve ne yaptığını bilen insanlardan oluşan bir toplumun neler başarabileceğinin temelini oluşturuyor. Bu konuda Feyz’in son sayısında yazarımız Abdulkadir Yılmaz’ın Şenel İlhan Beyefendi'nin sohbetinden naklettiği “Vesveseden Nasıl Kurtulunur?” yazısı hem akademik hem ahlaki hem de irfani bir yazıdır; derinlemesine okumanızı tavsiye ediyorum.
Bizleri Amerikanvari kişisel gelişim klişelerine mahkûm ettirmeyen, kendini yetiştirmek adına Budist artıklarına tenezzül ettirmeyen, ruhumuzun taa derinlerinde hikmet kaynağı olarak duran ve geliştirdiğimizde her şeyiyle kendini gösteren İslam ahlakını öğreten, bizleri bilgiden bilince sıçratan imanına inanarak kabullendiren çok kıymetli Şenel İlhan Beyefendi'ye çok şey borçlu olduğumuzu biliyoruz. O’nun günümüz insanı için bizlere Allah’ın büyük bir lütfu olduğunun her zaman bilincinde olmamızı diliyorum.