Çocuk İle İmtihan

Allah’ın kullarına; göz nuru, geleceğin umut ve aydınlığı, yuvaların mutluluk ve sevinç kaynağı, gönül neşesi… olarak bahşettiği çocuklar, ciddi bir imtihan sebebidirler. Ebedi saadetin kaynağı olabilecekleri gibi hüsran nedeni de olabilirler.

Çocukların varlığı; birer lütuf, nimet, zînet, güzellik olmakla beraber, Allah’ın bizlere emaneti olmaları dolayısıyla sorumluluklarımızı da beraberinde getirmektedir.

“Ey inananlar! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun; onun yakıtı, insanlar ve taşlardır; görevlileri, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, kendilerine buyrulanları yerine getiren pek haşin meleklerdir.” (Tahrim, 66/6) ayeti, söz konusu mes’uliyeti tüm berraklığıyla ortaya koymaktadır.

“Onlar, Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder kıl, diyenlerdir.” (Furkan, 25/74) ayeti ve benzer diğer ayetler de; peygamberlerin istek ve duaları doğrultusunda, bizlere örnek olmak üzere Kur’an’da nakledilmektedir.

Çocukların sağlık, beslenme, barınma, giyim… gibi maddi ve bedensel ihtiyaçlarının en iyi şekilde karşılanmalarının yanı sıra, sevgi, şefkat ve ilgi ile beslenerek manevi ve psişik yönden doyurulmaları da ruh sağlıkları ve şahsiyet kazanmaları bakımından büyük önem taşımaktadır. 

Psikolog ve pedagoglar, insan şahsiyetinin; ilkokul öncesi, çocukluk döneminin ilk altı-yedi yıllık evresinde şekillendiğini ifade etmektedirler. Bu nedenle, çocukluk dönemi çok önemlidir. Gençlik ve yaşlılık dönemlerinin temeli, bu küçücük yaşlarda atılmaktadır. İnsan ne kadar sağlıklı bir çocukluk dönemi geçirirse, ilerleyen yaşlarda da ruh dünyası o derece sağlıklı olacaktır. Kaotik ve bunalımlı geçen bir çocukluk, maalesef önlem alınmazsa, geleceğin de karanlık geçeceğine işaret ediyor olacaktır.

Bilim adamları; sağlıklı, kişilikli bir çocuk yetiştirmede anahtar kelimenin “sevgi” kavramı olduğunda hemfikirdirler. Sevgi ile yoğrulmuş, beslenmiş bir çocuğun geleceğini tanımlayacak kavram; “özgüven duygusu” dur. Şefkatsiz, sevgisiz büyütülmüş çocukların gelecekten fazla bir beklentisi olmayacaktır. Çocuklukta ne ekilirse yetişkinlikte o hasat edilecektir. Küçüklüğünde sevgi ekilen büyüdüğünde güzellik biçecek, sevgisiz yetiştirilen çocuklar ise ilerde bunalım ve mutsuzluk devşirecektir.

Canlı bir organizmanın geleceğinin genlerine, tohum ya da çekirdeklerine kodlanması gibi benzer şekilde insan hayatının istikbalde nasıl bir şekil ve yön alacağı da çocukluk döneminde formatlanmaktadır. O nedenle çocuklarımızın yetiştirilme, eğitim ve terbiyelerine büyük önem vermek zorundayız. Aksi takdirde sağlıksız ve tatminsiz büyütülen çocuklar yetişkin dönemlerinde kompleksli, kendilerine özgüvenleri yetersiz birer fert olarak topluma karışacaklardır. Böylesi bir durum da ömür boyu aile, toplum hatta manevi hayatlarında başarısızlıklara neden olacaktır.

Çocuklarımızın dini, milli ve moral değerleri öğrenmeleri, ileriki hayatlarında gerekli olacak ahlaki erdemler, fazilet ve meziyetleri elde etmeleri, sağlıklı sosyal davranışlar kazanmaları; yapılması gerekenleri “zamanında ve doğru şekilde” yapmamıza bağlıdır. Unutmamak gerekir ki “Ağaç yaş iken eğilir.”

ÇOCUKLAR BİZİ TERBİYE EDİYOR

Genel kanı, yetişkinlerin çocukları terbiye ettiği yönündedir. Oysa işin aslı çok farklıdır. İnteraktif bir etkileşim söz konusudur. Ebeveyn olarak anne ve babaların çocuklarının eğitimi ve terbiyesi noktasında çok büyük bir role sahip oldukları kuşkusuzdur. Ancak madalyonun bir de diğer yüzü vardır ki çoğu zaman dikkatlerden kaçar:

Nikah akdi ile evlilik tesis edilip aile kurumsal bir hüviyet kazandıktan sonra yuvadaki en tatlı heyecan artık bir çocuk beklentisidir. Bu öyle bir beklentidir ki; insanoğlunun kadim denenme ve sınanma vasıtasıdır. Bu çetin imtihanın doğum öncesi ve doğum sonrası evreleri söz konusudur.

İlginçtir; insanların çoğu doğacak ilk çocuklarının cinsiyetinin “erkek” olmasını arzu ederler. Bu istek bazılarında tolere edilebilir düzeylerde olabilirken bazılarında isteğin şiddeti “fetiş” boyutlarda olabilmektedir. Hatta kimi yörelerde “erkek çocuk doğurmadı” gerekçeleriyle cinayetler dahi işlenebilmektedir. Sanki erkek ya da kız doğurmak zavallı kadının elindeymiş gibi. 

Bu “erkek çocuk” takıntısı, en önemli sınavlardan biri, belki de en önemlisidir. Çünkü bu yüzden çoğu kişilerin ayağı kaymakta, sırf bu yüzden Allah’a asi ve isyankâr olmaktadırlar.

“Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları, dilediğine erkek çocukları verir.” (Şurâ, 42/49) “Ey Muhammed! Onlara sor: Kız çocukları Rabbinin de, erkek çocukları onların mı?” (Sâffât, 37/149). “Yahut o çocukları erkekler, dişiler olmak üzere çift verir, dilediği kimseyi de “kısır” yapar. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilendir, hakkıyla gücü yetendir.” (Şûrâ, 42/50)

Söz konusu ayetler; her şeyi takdir edenin Allah olduğu, bazı insanların bu husustaki yaklaşımlarının ne kadar da sakat olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Şûrâ sûresinde ifade edildiği gibi Allah (cc) dilediği kimseyi de kısır yapabilir. O halde isyan değil tedbirleri aldıktan sonra kula yakışan tevekkül ve rıza olmalıdır.

Erkek çocuk sendromunu izale edecek mühim bir ihtar da Efendimiz’in (sav) durumlarıdır. Her konuda ümmet için rehber olan Peygamberimiz, bu hususta da örnek olmaktadır. Herkesin bildiği gibi Efendimiz’in (sav) iki tane erkek evladı oldu, ancak küçük yaşlarda vefat ettiler. Yalnızca kız çocukları yaşadı. Eğer erkek çocuk muhakkak bir gereklilik olsaydı Allahu Teala her şeyden önce habibine bahşederdi. Yalnızca bu durum dahi erkek çocuğu bulunmayanlar için yeterli mesaj niteliğindedir.

İnsanların neden ısrarla erkek çocuğu istedikleri hususu, ayrı bir tartışma konusudur: İnsan, bilinçaltında erkek çocuğunu “kendi devamı” olarak görür. Soyunun devam etmesinden maksat aslında kendi adının sürekliliğidir. Erkek çocuğunu bu kadar seviyor olması da aslında kendini seviyor olmasından kaynaklanmaktadır.

Her şey dönüp dolaşıp kişinin kendisinde düğümlenmektedir. Erkek çocuk arzusu; Allah rızası, İslam’a hizmet gayreti gibi ulvi saiklere dayanmıyorsa; ego tatmini, böbürlenme nesnesi, gurur metaı gibi nedenlere kaynaklık edebilir. İşte bu yüzdendir ki Allah (cc) erkek çocuk vermeyerek insanları imtihan etmekte, denemekte ve bu ilkel duygularını terbiye etmektedir.

“Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer imtihandır; Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.” (Teğâbun, 64/15)

İnsanlar arasında statü, prestij göstergesi gibi algılanan çok miktarda mal mülk ve çocuk sahibi olmak, Allah katında üstünlük nedeni değildir. 

“Ne mallarınız ne de çocuklarınız, sizi bizim katımıza daha çok yaklaştıran şeylerdir! Ancak iman edip salih amel işleyenler başka. İşte onlar için işlediklerine karşılık kat kat mükâfat vardır. Onlar cennet köşklerinde güven içindedirler.” (Sebe, 34/37)

 

ÇOCUKLARIN  HASTALANMALARI

Çocuklar büyüme dönemlerinde, ergenliğe ulaşıncaya kadar narin, naif ve zayıf yapılı oldukları için sık sık hastalanırlar. Bu durum da anne ve babalar için ayrı bir çile ve imtihan sebebidir. Küçükler hastalandıklarında, büyüklerin adeta ahlak ve kişilik röntgenleri ortaya çıkar. Çocukların hastalanmaları karşısında anne ve babaların, aile bireylerinin hatta çevrenin karakter yapıları kendini ele verir.

Olaylar karşısında sabır, tahammül, isyan, tevekkül, rıza, metanet, korku, cesaret, yardımlaşma, dayanışma, cömertlik, fedakârlık, bencillik, merhamet… gibi bir sürü nitelikler turnusol gibi ortaya çıkıverir. Böylelikle kendinizi ve çevrenizi de tanıma fırsatı yakalamış olursunuz.

Çocuklara ilgi kişiyi Allah’tan uzaklaştıracak boyutlara varırsa Allah korusun gayretullaha dokunabilir. Sevgi ve ilgide ölçüyü kaçırmamak esas olmalıdır. Her şey tadı ve kıvamında muhafaza edilirse denge ve istikrar sağlanmış olur. Böylesi hassas konularda Allah’a sığınmak en isabetli yoldur. 

Nitekim bu hususla ilgili olarak İmam-ı Rabbani Hazretleri şöyle buyurmaktadır:

“Sonunda kadından ve çocuklardan ayrılacaksın. Bunların idaresini Allahu Teala’ya bırak! Bugün, kendini ölmüş bilmelidir. Onların işlerini Allahu Teala’ya bırakmalıdır. Tegâbün sûresinin onbeşinci ve Enfâl sûresinin yirmi sekizinci âyetinde meâlen, (Mallarınız ve çocuklarınız sizlere kesin olarak düşmandır. Onlardan sakınınız) buyruldu. Bunu iyi anlayınız! Tavşan gibi, gözleri açık uyku ne zamana kadar sürecek! Birgün gelip uyanılacak! Dünyaya düşkün olanlarla arkadaşlık etmek, onlarla görüşmek, öldürücü zehirdir. Bu zehirle öldürülen kimse, sonsuz olarak ölür. (Aklı olana bir işaret yetişir) demişlerdir. Biz ise, açıkça ve üzerine düşerek anlatıyoruz. Bunların yağlı, tatlı yemekleri, kalbin hastalığını artırır. Kalbin iyiliği, hastalıktan kurtulması nasıl düşünülebilir? Sakın! Sakın! Çok sakın.”

CELAL+ CEMAL= KEMAL

Çocuklarla imtihan olunmanın bir boyutu da; çekilen çile, mihnet ve meşakkat dolayısıyla Allah’a kurbiyyet (yakınlık) ve arınma vesilesi olmalarıdır. İnsan söz konusu musibetlerin etkisiyle terbiye olur ve olgunlaşır.

Allahu Teala’nın çok çeşitli tecellileri söz konusudur: Kullarını kimi zaman nimet, afiyet ve lütuf eksenli sınar ki bunlar daha çok “cemal” yörüngeli imtihanlardır. Bir de bela, musibet, mihnet ve meşakkat buudlu imtihanları vardır ki onlara da “celal” tecellileri diyoruz. 

Her iki sınama karşısında da insanlar çok değişik tepkiler verirler. İnsanoğlu gerçekten garip bir yaratıktır. Her bir tecelli ile karşılaşıldığında insanların nasıl tavır takındıklarını anlatan Kur’an’daki tasvirler gerçekten insanları hayret ve dehşette bırakacak çarpıcılıktadır.

İnsan ister ki bütün işleri hep yolunda gitsin. Bir eli yağda bir eli balda olsun. Sürekli refah ve huzur içerisinde asude bir hayat sürsün. Ama gelin görün ki “hilkat kanunlarında” böyle bir kural yazılı değil. Fert planında; iman hakikatlerine ermek, amelde ihlas ve ihsan sırrına ermek, güzel ahlakı elde etmek kısaca “kemale ermek” için ateşle yıkanmanız gerekir. Altın ile bakırı birbirinden ayırmak maksadıyla ateş verilmesi gibi… Toplum planında ise; mü’min ile münafığın belli olması ve birbirinden ayrılması için de “celal” tecellilerine ihtiyaç vardır. Ancak bu sayededir ki kömür ya da elmas meşrepliler tefrik edilir ya da keşfolunabilir. 

Zıt gibi gözüken bu iki tecelli bir arada yaşanmaksızın hakikat tam olarak tebarüz etmez. “Her şey zıddıyla kaimdir” sözünü de burada vurgulamak gerekir. İşte o nedenledir ki söz konusu terkibi “cemal+celal=kemal” formülasyonu ile ifade ettim.

İnsan hem celal hem de cemal tecellileri ile birlikte terbiye olunursa hakiki anlamda “kemal”i elde edebilir. “Kahrın da hoş nurun da hoş” sırrı da böylelikle tecelli etmiş olur. Bu manada yine İmam-ı Rabbani Hazretleri şöyle buyuruyor:

“Kalbinde sevgi taşıyanların sıkıntı ve üzüntü çekmeleri lâzımdır. Dervişliği seçenlerin dertlere, sıkıntılara alışması lâzımdır. Sevgili, sevenin çok üzülmesini ister. Böylece, kendinden başkasından büsbütün soğumasını, kesilmesini bekler. Sevenin rahatlığı, rahatsızlıktadır. Âşıka en tatlı gelen şey, sevgili için yanmaktır. Sükûnet bulması çırpınmaktadır. Rahatı, yaralı olmaktadır. Bu yolda istirahat aramak, kendini sıkıntıya atmaktır. Bütün varlığını sevgiliye vermek, ondan gelen her şeyi seve seve kapmak acısını, ekşisini, kaşları çatmadan almak lâzımdır. Aşk içinde yaşamak böyle olur. Elinizden geldiği kadar böyle olunuz!”

Çocuklarımıza iyi bir terbiye vermek iki cihan mutluluğumuz için çok önemlidir. Peki nasıl bir terbiye derseniz; rehberimiz Kur’an bu konuda da bizlere, Lokman Hekim’in çocuğuna öğütlerinden hareketle yol gösteriyor:

“Yavrum! Allah’a ortak koşma. Çünkü Allah’a ortak koşmak, büyük bir zulümdür.” (Lokman, 31/13) “Yaptığın şey bir hardal tanesi ağırlığı kadar olsa, bir kayanın içinde veya göklerde ya da yerin içinde gizlenmiş bulunsa da Allah mutlaka onu meydana çıkarır. Şüphesiz ki Allah, her şeyin inceliğini, gizli tarafını bilir; her şeyden haberdardır. Namazını dosdoğru kıl. İyiliği emret, kötülüğe mâni ol. Başına gelene sabret. Çünkü bunlar üzerinde titizlikle durulması gereken şeylerdir. İnsanlardan ilgini kesme. Böbürlenerek yürüme. Allah, büyüklük taslayanları ve övünenleri sevmez. Yürüyüşünde tabii ol. Sesini kıs. Bilesin ki seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.” (Lokman, 31/16-19) 

Bu bağlamda biz de yazımızı Kur’an’da geçen şu güzel duayı tekrarlayarak noktalayalım:

“Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle.” (Furkan, 25/74) Amin.