Feyz: Mesnevi ile nasıl tanıştınız?
Dr. Faik Özdengül: Kişisel gelişim ve hipnoterapi alanında bayağı iyi sayılabilecek duruma gelmiştim ki, Mesneviyle tanıştım. Kronolojik olarak üçüncü sırada olmakla birlikte hayatıma etkisi açısından artık ilk sırada. Hep ve daima başucu kitabım. Bununla ilgili olarak şu an Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanı Ercan Uslu ve S. Ü. Fars Dili Ve Edebiyatı Hocası Yakup Şafak Hocamı da burada anmalıyım. SADAV(Sosyal Araştırmalar Ve Dayanışma Vakfı) ın küçük bir odasında mütevazi bir toplulukla başladık Mesnevi derslerine 3 yıl önce. O gün bugün devam ediyoruz. Biz Mesnevi derslerine başladıktan sonra düşünce dünyamız tamamen değişti. Kıyısından köşesinden Mesnevi okuyorduk, ama mesnevi aslında böyle okunması gerekiyor. Yani bu işi bilen birisi başında olacak ve beş on kişilik grupla okumak lazım ve mutlaka şerhiyle birlikte tartışarak okunmalı.
Bir Konyalı olarak ne de geç kalmış hissettim kendimi ilk derste. Ve her şey yeniden başladı o gün orada. Önce kendi hayatım ve düşüncelerim tamamen değişmeye başladı, sonra etrafım, ardından danışanlarım.
Madem kitaplar insan hayatında bunca değişikliğe neden oluyor, ben de aynı yolu denemeliyim diye düşündüm. Bir yerde okumuştum "yazı oka benzer yaydan fırlatıp atarsın nerede duracağını kime değeceğini bilemezsin" mesajımın ulaşacağı tüm hedeflere diyerek başlıyorum ben de yazmaya. Yazılarımda kaynak Mevlana Celaleddin Rumi'nin eşsiz eseri Mesnevi olacak. Ondan esinlenerek kendi birikimlerimi paylaştım okuyucularla ve "Rumi ve Aşkın Terapi" isimli kitabı yazdım. (Bu kitapta Mesnevi baz alınarak Mesneviyle nasıl terapi yapılacağı anlatılıyor.)
Feyz: Batıdan bize gelmiş bir tabir var "kişisel gelişim" bu tabir ne demek Mesnevi'nin kişisel gelişim boyutu var mı?
Dr. Faik Özdengül: Kişisel Gelişim disiplinleri ve Psikoterapi anlamında Mesnevi'nin eşsiz bir eser olduğunu burada vurgulamak istiyorum. Kişisel Gelişimi: kendini tanıma, kendini disiplinize etme ve kendini ifade etme olarak algılarsak, bu anlamda Mesnevi başlıbaşına yol göstericidir. Mevlana Mesnevisinde öncelikle "Kendine doğru yola çık" der. Nitekim Peygamberimiz de "Kim kendini bilirse Rabbini bilir" derken kendini tanımanın aslında Yaratıcı'yı tanımak olduğunu vurgular. Mevlana da bu anlamda yolu özetler. Kendinden geçen bir yol. Batılıların akıl yoluyla varmak istedikleri yol için Mevlana "Bütün sanatlar, şüphe yok ki önce vahiyden meydana gelir, fakat sonra akıl, onların üstüne bazı şeyler katar" der. Vahiyden kopan hiçbir disipline yol vermez. Sonra yaşam koçluğu anlamında "Bu rebabın sesi neler söylüyor, bilir misin? Arkamdan gel de yolu öğren ." derken Koç arıyorsan önce Peygamberlerden başlayıp sonra da onların varislerini aramalısın der. Yolun çetin olduğunu ve mutlaka kılavuz gerektiğini söyler. Böylece Yaşam Koçluğunu yüzyıllarca önce ilan etmiştir Mevlanamız "Bildiğin ve defalarca gittiğin yolda bile kılavuz olmazsa şaşırırsın.Kendine gel! Hiç görmediğin o yola yalnız gitme, sakın yol göstericiden baş çevirme".der.
Yolun çetinliğine, mahiyetine, yönüne, zorluk ve çeldiricilere kadar tüm unsurlara işaret eder. Ve bu yolda enerjimizin yakıtımızın da aşk olması gerektiğini söyler. Ve gerçekten de bir Mürşide ihtiyaç olduğunu kesin beyan eder "Şu zamânede tek ve eşsiz bir insan olmak, yahut din yolunda olgunlaşmak istersen, bunu erenler meclisinden başka yerde arama. Erkekçe yaşamak istersen, olgun bir Hak erinin çevresinde dolan"
Feyz: Bize biraz Mesnevi ile ilgili araştırmalardan bahseder misiniz?
Dr. Faik Özdengül: Mesneviye ile ilgili en önemli kaynak bir İngilize ait Nicholsan diye bir İngiliz araştırmacı.Yani en sağlam kaynak bu. Ondan sonra İranlılar var, Firuzan ve Zamani var. Sonra bizim Gölpınarlıyla Tahir Mevlevi var. Tahirül Mevlevinin eseri en ideali .Bu eser Şamil Yayınları'ndan çıktı ve 18 ciltlik. Tahirül Mevlevi'de dede geleneğinden gelen birisi. O'da 20 yıl Süleymaniye camiinde Mesnevi dersleri yapmış. Onun o anlattıklarının toparlanmasından oluşuyor. Şimdi bunlardan derleyip topluyordu hoca 4 yılda biz 2000 beyt ancak okuduk. Tamamı ise 26.000 beyit, yani bu hızla bizim tamamını okumamız 20-25 sene sürer.
Şimdi zaten benim önceden bir çalışmam var. Zaten kişisel gelişimle, yaşam koçluğuyla yada birebir hastalarda psikoterapi anlamında çalışıyoruz zaten. Üzerine birde mesnevi olunca bu diğer birçok havada kalan şeylerin ne olduğunu açıklıyor. Ayrıca işte bizim insan, yani insan davranışları, insan ruhu vesairesi. Mesnevi bu konuları müthiş derlemiş toparlamış bunun için öyle ekstra bir uğraşmaya çabaya gerek yok. Mesnevi bunları halletmiş zaten.
Feyz: Mesnevi'de nasıl bir metod uygulanıyor ve vermek istediklerini nasıl veriyor.
Dr. Faik Özdengül:Mesnevinin yaptığı şu. Hikâyelerle bezenmiş mesnevi. Mesneviyi daha önce hikâye kitabı gibi algılıyordu insanlar, ama orda meselenin hikaye olmadığını söyleyebiliriz, yani mesnevi hikaye anlatmıyor. Hikâyeleri kullanıyor. Hikâye yazmak için anlatmıyor onları. Şimdi "hikayelerle terapi" diye bir bildiri hazırladım birkaç yerde de sundum bunları. Bir kaç kongrede de oldu.
Hikayelerle terapi konusunda Amerikalıların meşhur bir adamı var bunla ilgili Nilton Ericsson diye. Onun "indirekt telkin" yöntemi bu. Hatta bununla ilgili 50-60 tane enstitü kurulmuş adamla ilgili. Çok meşhur bir adam. Bu adamın özelliği gelen hastalarına Amerikan halk hikayeleri anlatıyor. Sonuçta bizim kolektif bilinç altımızı da bu hikâyeler oluşturuyor.
Şimdi hikâye anlatınca insanlar direnci kaldırıyor. Yani mesala, biz ilk defa bir araya geldik, tanıştık oturduk, aramızda direnç var. Birbirimizi tanımıyoruz. Ha bu arada aklımızdan "Ha işte bu, kopleksli deriz, şu deriz bu deriz", aklımızdan bir sürü şey geçer. yada birisine derdimizi anlatacağız , pazarlık yapacağız mal alacağız mal satacağız arada bir direnç var. O direnci kırmamız gerekiyor di mi? Bu direnci kırmanın en uygun yoludur hikâye. Çünkü mesela desem ki bak hemşerim elini öyle bağlıyorsun ama, dediğim anda savunmaya geçersin çünkü direk senle ilgileniyorum ama, ya arkadaşlar bir zamanlar bir köyde bir adam varmış diye başlasam hiç kimse üstüne almaz. Yani rahat dinler ama ben hikâyenin arasında ben lafımı yapıştırırım ona. Zaten burada maksat bilinç altına yöneliktir terapi. Asıl tedavide bilinçaltına yöneliktir. Yani bilinç düzeyinde değil. Terapide zaten şöyle olmuyor. Mesela çok öfkelisin. "Sen öfkelenme o zaman." demekle olmuyor terapide. Yani bilince yapılamıyor terapi. Bilinçaltına yapmamız lazım terapiyi. Bununda en nitelikli yöntemi hikâye anlatmaktır. İyi terapistler iyi hikâye anlatıcılardır aynı zamanda. Şimdi hikâyeler tehdit etmez anlatırken. İnsanlara atasözünde veya bir hikâyede geçen birşeyi söylediğiniz zaman kimse itiraz etmez. Hatta doğru mu yanlış mı diye tartışmaz bile.
Hikâyeler insanları transa sokar. Dinlerken transa girersin. Mesnevideki hikâyelerin kurgusuna baktığımız zaman mesnevide hikâyeler baştan sona anlatılıp bitirilmiyor. Şimdi hikâyenin başından biraz başlıyor. Ondan sonra ortasında oradan mevzuya geçiyor, orda telkin veriyor. Ama okuyanın aklı hikâyenin sonunda. Okuyanın bilinci hikâyenin sonuyla ilgilendiği için orda bilinçaltına giden sürgüyü açıyor o telkinlerin hepsi oraya geliyor. Ha oradan dönüyor " Ya ne oldu biz hikayeyi anlatıyorduk." diyor oradan biraz daha anlatıyor yine vermek istediğine geçiyor. Yani çok ilginç bir terapi yöntemi var Mesnevinin. Ki; bu Ericson'un inderekt telkin yöntemiyle çok uyuşuyor. Şimdi bu, bizim yaptığımız reel işlerle de birleşince, biz bu yöntemin adına aşkın terapi dedik.
Biz arkadaşlarla birlikte oturduk bu yeni bir tarz bununda bir adı olsun dedik. Bunun da adı aşkın terapi olsun dedik. Aşkın birazda tanrısallığı ya da ilahiliği de çağrıştırıyor. Kitabın adı da Rumi ve Aşkın Terapi. Rumi'yi biraz da batılılara da yönelik olsun diye kullandık. Çünkü batılılar Rumi diye tanıyor Mevlanayı. Bu kitap kırk bölümden oluşuyor. Bir yol yani hayatı bir yol olarak düşünmesinden mütevellitdir Mevlana da öyle görüyor zaten. Yani bir yerden alıp bir yere götürme işi. Yani sonuçta terapininde yaptığı aynı şey. Terapi dediğimizde aynı şey insanı bir yerden alıp bir yere götürmek. Bunu da kesinlikle bir kılavuz yapabilir. Yani insan kendi başına asla yapamaz bunu. Mesnevi de baştan sona bunu anlatır. "En bildiğin yolda bile kendi başına şaşarsın. En bildiğin yolda bile olsa kendi başına gitme." bunu söyler Mesnevi. Asla kılavuzsuz olmaz. Bu gün modern çağın kılavuzlarıda bir anlamda terapistlerdir.
Bu günün modern insanı da yalnız, tutunacağı arkasında geniş ailelerde yok. Yalnız insan netice de. O zaman ne yapıyor koyuyor cebine parasını terapistle konuşmaya gidiyor. Yani aslında bu gün yaptığımız iş eski şeyhlerin mürşitlerin yaptığı iş aslında yani. Yani ona ayna tutmaya çalışıyoruz. Aynada kendini göstermeye çalışıyoruz. Ne durumda olduğunu. Ondan sonrada donanımı ne ise onu fark edip görüp ona uygun bir yöntem geliştiriyoruz. Şimdi biz her insana takım elbise satamayız. Yani her insana yarayacak standart terapi olmaz. Yani bir nevi terzi gibi ona göre dikeceğiz.
Mürşitlerinde aslında yaptığı bu yani birine gece gündüz oruç veriyor öbürüne ayda bir veriyor, diğerine git tuvalet temizle diyor. Bu, zaten bu işi yapan birisinin özelliği, yani takım elbise satar gibi hazır yönetmek olmuyor. Mesnevi için birde şey deniyor. Mesnevi kendi başına bir irşat kitabıdır deniyor. Mevlevilerin iddialarıdır ama. Molla camiye sormuşlar oda öyle diyor, Mevlana için; Peygamber değil ama kitabı var diye. Zaten nasıl yazıldığı belli.
Feyz: Mevlana'nın Şems'den ayrıldığı dönemden bahsedebilir miyiz? Neler yaşandı Mevlana nasıl etkilendi.
Dr. Faik Özdengül:Evet, Mevlana'nın Şems'le ayrıldığı dönem var. Çok coşkun ve ciddi bir ayrılık anksetesi söz konusu. Belki bir ayrılık depresyonu var. Depresyon demeyelim belki ama yani şöyle; insanın çok sevdiği çocuğu, yakını öldüğü zaman ne hale geliyor. Yani onu o kadar çok seviyorsun ki, yani aşık olmuş birisinin sevgilisinden ayrılmasıdır. O süre içersinde zaten divanı kebir 40 bin beyt ortaya çıkıyor. Şems'den ayrıldığı dönemde lirik aşk şiirleri ile dolu. Avrupa da da en çok divanı kebir okunuyor. Müthiş lirik aşk şiirleri var Mevlananın. Acı ve coşkulu. Sonra Selahattin Zerkubi diye bir kuyumcu var, bir nevi teselli için ona gidiyor. O böyle çok geniş, engin, insanı dinlendiren bir adammış. Onunla tanışıyor. Selahattin Zerkubu'nin hiç okuması yazması da yok. Ümmi yani. Ve Mevlana onda sükun buluyor, ondan sonra da, mürşit isteyenleri ona yönlendiriyor. Ve tabi insanlar yine dedikodu çıkarıyor. Okuması yazması olmayan adama bizi mürşit diye gönderiyorsun diye. Ama tabi Mevlana tınmıyor onları. Selahattin Zerkubi de biraz sükun bulduktan sonra bir gün Hüsamettin Çelebi geliyor, diyorki Hakim okuyoruz Senai'yi okuyoruz Attar'ı okuyoruz. Bir araya geldiğimiz zaman, artık siz bir şeyler yazsanız diyor ve işte o zaman onu artık çıkartıp veriyor. Bizimde zaten gönlümüz bunu arzu etmekteydi diye. Ondan sonra sen yazarsan bende söylerim diyor. Mesnevinin yazılması işte yaklaşık 15 yıl falan sürüyor.
Yazılımı 13- 15 yıl sürüyor zaten tabi bazen 3 yıl kadar falan ara verdiği oluyor. Oda 26 bin beyittir zaten. Son hikayede zaten mesnevide yarım kaldı. Zaten mesele hikaye değil orda. Ama hikayelerle anlatmak başlı başına terapi niteliği kazandırıyor. Yani hikayenin litarütürde hikayelerle terapinin ciddi bir şeyi var.
Yani burda şöyle diyebilirmiyiz; çocukluğumuzda dedelerimiz ninelerimiz bunu keşfetmişler bir şeyi hikayleştirerek anlatırlardı çünkü. Evet, kesinlikle öyle. İndirekt terapide adama direk söylemiyorsun problemi dolaylı yoldan aktarıyorsun. Böyle yapsak iyi olmaz mı gibilerinden. Ericson yöntemiyle çok uyuşuyor. Aslında uyuşması çokda önemli değil ama insanlara Mesneviden dur şunu okuyum demeden önce bu tür bilim adamlarıyla iliştirilmesinden hoşlanıyorlar.
Feyz: Dünyanın Mevlana'ya ilgisi nasıl?
Dr. Faik Özdengül: Fakat burda da şöyle bir yanlışlığa düşmemek gerekiyor.Bu gün Mevlana çok ünlü artık. Amerika da İncilden sonra en çok okunan kitap diyorlar. Yani bu kadar çok okunuyor gerçektende. Biz de; zaten onlar ilgilendikten sonra ilgilenmeye başladık. Biz baktık ki batı bu kadar çok ilgileniyor, ne var acaba bunda diye biz sonra tekrar el attık. Yoksa bizden bu olay oraya gitmedi. Onlar önce keşfettiler aslında. Fakat bugün batılılar insanlara Mevlana'yı peygamberden daha önde göstermeye çalışıyorlar. İşte böyle bir risk var. Mevlana zaten bunu reddeder, fakat onların bunu böyle anlamaları işlerine geliyor. Zaten Mevlana "Akıl vahyin üzerine konulur." der. Vahyin üzerine konularak gider. Bundan binlerce kez çeşitli eserlerinde bahseder, ama bu riski gözardı etmemek gerekiyor.
Feyz:"İslam olmasa Mevlana olmaz zaten."
Dr. Faik Özdengül: Kesinlikle. Hristiyanlar pragmatist iyi niyetli değiller yani. Onlar iyi niyetli değil kullanmak için inceliyorlar bunu. Onlar pragmatisler ama mesnevi ben buradan ne alırım diye gelecek adamı çarpacak bir kitaptır. Mesnevinin net bir özgüveni var. Yani bir ayağım merkezde bir ayağımla 70 günence de dolanırım diyor.
Feyz: Mesnevi insanı nasıl değiştiriyor?
Dr. Faik Özdengül: Bir kere Cenab-ı Hak'la sevgili yapıyor seni. Yani sevilecek birisi yapıyor. Böyle bir ilişki oluşuyor bir zaman sonra, ister istemez. Sonra pozitif düşünmeye başlıyorsun yani hiçbir şeyin anlamı yok. Asıl olan aşk. Yani çok sevdiğin aşık olduğun bir sevgilin var zaman zaman kapris yapıyor ama sevgisinden hiç şüphe yok. Kaybetme korkusu yok. Ondan sonra güven problemi yok. Ama zaman zaman kapris yapabilir. Yani bu rahatlığı hepimiz hissettik (mesnevi okuyan arkadaş grubunu kasdediyor.)
Müthiş bir özgüven var Mevlana da öyle bir özgüven var ki Mevlana da bizim en çok yapmadığımız şey yani. Biz biraz şeyiz; müraiyiz. Biraz dervişleştik mi yada Müslümanlaştık mı aman şu günah mı olur yanlış mı olur birazda işimize gelir sorumluluk almayız pek. Ama pazarlayacağımız birisi varsa bizden önde ona pazarlarız mesela o karar versin deriz. Mevlana çok net karar da alır, inisiyatif de alır, küfreder de bazen yani bizim anladığımız manada mesnevide vardır bu tip şeyler. Yani çok direkt böyle.
Feyz: Şimdi, sorular arasında da var "kişisel gelişim" tabiri bize batıdan gelme öyle değil mi? Mevlana gibi alimlerin düşünürlerin kitaplarında eserlerinde bu kişisel gelişim var mı? Biraz açabilir miyiz? Batılıların bu konuda ki görüşlerine ne kadar ihtiyacımız var?
Dr. Faik Özdengül: Kişisel gelişim neden kaynaklandı. Kişisel gelişim, modern insanın yalnızlığından kaynaklandı. Niye kişisel gelişim diye bir şeye ihtiyaç var. Çünkü ben mutsuzum, yani batı insanı mutsuz, çünkü batı insanı yetişkini çok büyüttü. Yani insanın içinde üç tane yuvarlak olduğunu düşünün; bir insanın içinde bir anne baba var; değer ilke prensiplerin yer aldığı, artı sorunlarımızı çözen bir yer var oraya da yetişkin diyoruz artı birde çocuk var içimizde; keyif alan ihtiyaçları duyguları olan. Batının yetişkini çok büyük, ilke ve prensip olan kısım çok küçük veya yok, ilke yok prensip yok, norm yok, bir şey yok. Çocuk da çok küçük; keyifte alamıyor her şeyi böyle soğukkanlı çözen bir kafa. Bizde yani bizim toplumumuzda çocuk çok büyük, yani mesela hemen gaza geliriz biz, toplum olarak. Yetişkinimiz küçük, anne baba da büyük, yanlış, yasak, ayıp diyen taraf ta büyük bizde. Şimdi adam mutsuz; bir sürü teknolojik şey var ama mutsuz. Ondan sonra bir yol arıyor bir çıkış arıyor. Yani o zaman bu tür bir furya başladı. Sen her şeyi yapabilirsin, sen on numarasın, süpersin diyen bir anlayış gelişti. Ama bu anlayışın bir tarafı eksikti. Kaza ve kader kısmı.
Evet, anlatılan yöntemleri yapanların hepsi aynı sonucu alamıyor. Yapabilirsin diyor yani her şeyi yapabilirsin. Yapamayınca da duvara toslamış oluyor. O zaman biz bu kişisel gelişimi belki aklın düşünsel gelişimine dönüştürmemiz gerekiyor. Bende bu kelimeyi kullanmayayım onun için bütünsel gelişim diyelim diyorum. Mesela biz ona aklı Külli de diyebiliriz. Aklı cüzi var aklı külli var. Aklı külli diyince mesela şu odaya girdiğinizde her şeyi tek tek, mesela siz bana diyorsunuz ki bu odada ne var. Bende telefon var bardak var her şeyi tek tek sayıyorum. Ama aklı külli dediğimiz şey mesela bir kelime söylüyorum. O söylediğim kelimeyle bu odada ki her şeyi kapsıyor. Sana bir kelime söylüyorum ben. Sen o kelimeyi duyunca bunun hepsini anlıyorsun. Öyle bir yöntem.
Bizim divan edebiyatımız da böyledir mesela. Gül diyince bir sürü şeyi anlatır. Bizdeki şundan kaynaklanıyor, mesela; biz gül diyince, senin anladığın gülle benim anladığım gül bir değil, o zaman burada bir gelişmişlik var. Mesela Mevlana diyor ki; ben iyi hallerle de, kötü hallerle de oturdum kalktım. Herkes kendi zannınca benimle dost oldu diyor. Ama kimse bende ki hakikatleri araştırmadı diyor. Biz bir yere girdiğimiz zaman; on onbeş kişi orda otururken birisi oradan bir laf ediyor, şifreli bir laf ediyor, birisi onu yakalarsa diyor ki; ha bu beni anladı diyor. Yani her birimiz dildaş arıyoruz. Her birimizin aradığı dildaş. Beni anlayacak birisi. Bize de muayehaneye gelenlerin en çok söylediği laf. Kimse beni anlamıyor. Yani bize geldiği zaman; annem beni anlamıyor, babam beni anlamıyor diye başlarlar. Şimdi Mevlana da derki; bülbül yüz tane şarkı bilse, nağme bilse, gül bahçesi olmadan ötmez. Şimdi hanımlar bize derki mesela; kocam hiç konuşmuyor, tv nin karşısında sürekli. Dinlemiyor ki nasıl konuşsun adam birkaç kere denemiştir, daha ilk cümlede on tane karşıdan sayınca, adam bir daha konuşmayıverir, tamam artık konuşmayı bırakır yani.
Şimdi öyle olunca aradığımız şey dildaş. Dildaş arıyoruz. Ha işte bu kişisel gelişimin başlangıç noktası mutsuzluğuna bir çare aramak için başladı. İnsanı yüceltti ama tanrılaştırmaya götürdü. Yani insanda ki temel problem bu zaten. Bizde tanrılaşma potansiyeli var. Yani mürşitler ne yapıyor insana ilk önce insan olduğunu hissettirecek. Bir hiç olduğunu hissettirecek. Cenabı Allah la; bir Allah kul ilişkisi kurmak zorundayız. En temel yapmamız gereken bu. Çünkü insanı bıraksan tanrılaşmaya kalkıyor. O zaman, bu kavramın yani kişisel gelişimin temel eksiği bence; duvara tosladığı zaman ne yapacağını bilemeyişi. Çünkü kaza gelince akıl kör olur diyor Mevlana. Şimdi bu tür zamanlarımız var hepimizin.
O zaman ne yapacağız. niye olmadı , demekki bu bize çok uygun değil. Bizde eksik olan şey kendi potansiyelimizin farkında değiliz belki. Ama zaten yani Hz Ali ye diyor sen kitabın dilisin diyor Hz Ali söylüyor zaten. Mevlana diyor ki değerine değil himmetine bak diyor. Onları zaten söylüyor. Yani bir eksiğimiz falan yok onlardan. Ama tabi biz şu anda bütün yönümüzle yüzümüzle onlara döndüğümüz için oradaki bir moda hemen buraya geliyor. Bu moda yani sonuçta. Bizim zaten kendi tekkelerimiz var yada her mahalledeki yaşlılarımız bu işleri yapıyor zaten. Ama şu anda çok az böyle insanlarımız kaldığı için; bu günün profesyonel mesleği bizim mesleğimiz oluyor. Yani insanların mutsuzluğundan kaynaklanan bir sektör.
Feyz: Şems'den önceki Mevlana ile Şems'den sonraki çok farklı, Mevlana'yı Mevlana yapan Şems midir? Nasıl bir ilişkileri oldu?
Dr. Faik Özdengül: O zamanlar Mevlana 38 yaşları civarında. Şemsle karşılaştığı zaman yani. Kuranı kerimde Ahkaf suresi 15. ayette, 40 yaş ile ilgili bir ayeti kerime vardır. 40 yaş olgunluk ve üretme yaşıdır. Bende kendime 40 yaşında bir kitap yazacağım diye hedeflemiştim daha önce. Bende 40 yaşında kırk bölümlük o kitabı kendi kendime yazdım. Şimdi bu şuna benziyor bardak iyice doluyor doluyor bir damla daha düşünce taşırıyor.
Mevlana o kadar daralıp bunalıyordu ki Şems onun bu halini anladı bir kere. İnsana en çok ızdırab veren şey budur. Kendini anlatamamak yani. "Yani Mevlana'ın aradığı dildaşımıydı." Evet, öyle denebilir bazı açılardan.
O kadar çok şey konuştular ki. İnsan neden keyif alır. Yani biz kendi aramızda düşünelim. Anlaşabildiği, aynı dilden konuştuğu dildaş bir insan, en çok keyif veren bir şeydir. Aynı şeyi paylaşıyorsun aynı şeyi konuşuyorsun. İnsana en çok keyif veren şey odur. Bence Şemsin yaptığı şuydu; küçük bir devrim. Zaten o bardak iyice dolmuştu. Aldığı eğitim zaten müthişti. İnsan bazen küçük bir itelenmeye ihtiyaç duyar. Yani bir cesarete, hadi yapabilirsin der gibi. İnsan buna ihtiyaç duyar, ki; Şems'de Mevlana'ya bunu yaptı. Yani tabiî ki burada aslolan Mevlana. Şemse dönük bir aşırı özgüven var. Ondan sonra o az önce söylediğim inderkt telkin yöntemiyle ilgili. Ericson hep şunu söyler. Bilinçaltına güven der. Şimdi sen bir şey yapmak istiyorsun. Bana bu gün bir konferans ver diyorlar. Diyorum ki, olur mu olmaz mı, beğenirler mi beğenmezler mi. İyi bir hazırlık yapmalıyım kağıda yazmalıyım gibi, bir sürü endişe var ya. İşte burada Ericsson diyor ki bilinçaltına güven. Yani içerde bir ben daha var dedikleri şey. Yani bilinçaltı orda her şey var. Eğer sen oraya çıkıp transa girersen. Yani aynı ortak duyguyu yakalarsan bütünleşirsen bilmediğin bir sürü şey gelir içerden. Yani sonuçta bunu yaptı Mevlana. Yani o bir yerden kabloya bağlanmış gibi bir şey.
Feyz: Şems için Mevlana ya aşkı öğretti diyebilir miyiz?
Dr. Faik Özdengül: Hayır böyle diyemeyiz. çünkü Mevlana nın babası da Necmettin-İ Kübra'nın yolundaydı. Kübreviydi yani. Kübrevilerin temel özelliği, oradaki en temel saik zaten aşktır. Kübrevilikte zaten aşk kavramı var. Bu Mevlana için yeni bir şey değil. Tarikat ekollerini üçe ayırıyorlar. Ahyar, ebrar,şükrar diye. Birileri geliyor işte iyilik yapalım biz diyorlar. Bunlar ahyar, sonra diğerleri geliyor diyor ki; iyilik yetmez aynı zamanda nefsle mücadele lazımdır. Bunlarda ebrar, bir diğerleri var onlarda diyor ki aynı zamanda aşk lazım; o da olması lazım, işte onlarda şükrar. Yani Kübreviliğin yolunda zaten aşk vardı.
Ama aslında burada Şemsin birde yaptığı şudur, ben bunu anlayabiliyorum aslında, nasıl bir şey olduğunu. Yani bir iteleyici güç oldu. Ben kendim de; kitabımı yazarken aynı şeyi yaşadım kendimde. Yani sana inanıyor sende ki potansiyeli görüyor. Ve sana güveniyor ve bazen aşağılayarak bazen küfrederek bazen tutup kolundan uçurumdan aşağı çekerek seni atıyor ateşin içine. Çünkü; bunu yapabileceğini biliyor ve seni o ateşin içine atıyor. Ama aynı şeyi Şems kendisi yapamamış, neden, çünkü melese şu; Şems yönetemiyor. Bu neye benziyor biliyor musun? Sen çok iyi bir başbakan olabilirsin, ülkeyi çok iyi yönetebilirsin. Sende bu potansiyeli görüyorum. Ama benim öyle özelliklerim var ki ben müthiş bir yardımcı olursam olurum. Ama senin yerinde olamam. Mesela Hafızı Şirazi derki; hayat dediğin şey dostlarla mürüvvet etmek , düşmanları idare etmektir, der. Yani bu iki lafı bilsen yeter. İşte Şems öyle değildi. Şems bir topluluğa girdiği zaman ağzına ne gelirse sayıp döküyordu. En sonunda dayanamadılar öldürdüler. Bu kadar gerçekçi reel bir adamdı. Onun bu gerçekçiliğine Mevlana tahammül etti çünkü seviyordu. İnsan sevdiğine tahammül eder. Ama bazen de seninle ilgili gergin bir gerçeği ifade etsem ve gerçekten de gerçek olsa, bu bazen hoşuna gitmez. Yani bu kadarda bir laf bir adama kör kadı gibi söylenmez yani. Şems öyle biriydi. Mevlana bazen Mesnevi de ondan bahsederken artık burada duralım der. İki laf daha söylese orda birbirlerine girerler. Mevlana aklı ile bu gerçeği de biliyordu; ama Şems gibi bir aynaya da ihtiyaç vardı.
Feyz: Sema ile ilgili ne söylersiniz, bu konu folklorik bir unsur olarak öne çıkarılıp, özden uzaklaşıyor muyuz acaba?
Dr. Faik Özdengül: Sema Mevlana ile ortaya çıkmış bir şey değil. Daha eskiye dayanıyor, hatta bazı kaynaklar Hz Ebubekir e kadar dayandığını söylüyor. Hatta bildiğim kadarıyla yine Kübrevi tarikatınında var. Hatta size ilginç bir şey anlatayım. Benim bir hastam vardı. Bayan hemşireydi. Doktor bey ben çok sıkıldığım ve daraldığımda evin bir odasına geçiyorum ve orda dönüyorum dönükçe de müthiş rahatlıyorum demişti. İlginç ama bunu Mevlana ile ilişkilendirerek yapmadığını da biliyorum.
Yapma amacına bağlı. Ama, haklısınız artık bu gün öyle oldu ki; insanların para kazanma aracına dönüştü. Ben doktorum cerrahım aman ne iyi cerrahmış desinler diye de cerrahlık yapabilirim, para içinde yapabilirim, iyilik olsun diye de yapabilirim yani; bu yapanın yapmakta ki niyetine bağlı. Ama başında da söylediğim gibi biz Mevlana nın Muhammedi olduğunu sürekli vurgulamalıyız. Çünkü kayma buradan başlıyor. Ondan sonra nitelikliysek zaten biz Mevlana'yı adam gibi tanıtırız ama, o zaten kendini tanıtıyor bizim ekstra bir şey yapmamıza da pek gerek kalmıyor.
Feyz: Osmanlı'da Mevlana'ya ilgi nasıldı?
Dr. Faik Özdengül: Yahya Kemal'e sormuşlar Osmanlı nasıl oldu da bu kadar büyüdü, nasıl başardılar bunu, diye sormuşlar. Yahya kemal de pilav yiyerek ve Mesnevi okuyarak demiştir. Osmanlı da Mevlana çok önemliymiş. Bir kez Şeyhül İslam-ı padişah görevden almış. Normalde dini otoriteye müdahale yokmuş Osmanlıda. Oda Mevlana ya karşı kötü söz söylediği için almış. Yani Osmanlılarda Mevlana'ya karşı inanılmaz bir sevgi varmış.
Feyz: 2007'yi UNESCO Mevlana yılı ilan etti. Bununla ilgili ne söyleyebilirsiniz.
Dr. Faik Özdengül: Bununla ilgili Konya da zaten hem Büyükşehir Belediyesi hem de kültür müdürlüğü çok yoğun bir çalışma içerisindeler. Ve bizde büyük ihtimal Büyükşehirlerde Rumi ve Aşkın Terapi ile ilgili konferanslar yapacağız herhalde. Ve bu kitabında ikincisini yetiştirebilirsek onu hazırlamaya çalışıyoruz.
Feyz: Mevlana halk içerisinde biliniyor fakat asıl bilinmesi gereken yönüyle değil, bu anlamda batı bizden daha iyi Mevlana'yı tanıyor diyebilir miyiz?
Dr. Faik Özdengül: Biz zaten folklorik olarak biliyoruz Mevlana yı. Hangimiz Mesnevi'yi baştan sona okumuşuzdur. Ki, zaten Mesnevi öyle okunacak bir kitap değil. Mesnevi aslında tartışılarak şerhinden okunacak bir eser. Mesnevi bir dönem sonra insanın kesinlikle düşünce yapısını değiştiriyor. İrşat ediyor. Buna ben ve arkadaşlarımda şahit. Okumaya başladıktan sonra kendimizde çok değişmelere şahit olduk.
Feyz: Çok teşekkür ederiz.
Dr. Faik Özdengül: Ben de teşekkür ederim.