Dini İnkâr Sebepleri ve Bahane Olgusu / Dr. Aziz Çınar

Kitabınızda inancın kadim bir temeli olduğu gibi, inkârın da insanlık tarihi boyunca devam edegelen birbirine benzeyen temel bazı sebeplerinin bulunduğundan bahsediyorsunuz. Bu sebepler ve çözümleri hakkında bilgi verir misiniz?

Kur’ân bütünlüğü içerisinde, insanı inkâra sevk eden duygusal, fikrî ve sosyal etkenler, aslında zannedildiğinden çok daha fazla bir yekûn oluşturmaktadır. Bu noktada, insanı inkâra sevk eden iç ve dış sebepler bulunduğu gibi, bu sebeplerin nasıl etkisiz hale getirilebileceği hususunda Kur’ân ve Hadis kaynaklarında birçok çözüm yer almaktadır.

Konuyla ilgili âyet ve hadisler başta olmak üzere, tarihî bilgiler ve bilimsel veriler, inkâra sevk eden saiklerin temelde duygusal, fikrî ve sosyal sebepler olduğunu göstermektedir. Duygusal sebepleri; büyüklük taslama, inat, nankörlük, nefse uyma ve çekememezlik; fikrî etkenleri de şüphe, cahillik ve ön yargı gibi alt başlıklarla incelemek mümkündür.

Aslında her insanın yaratılışında olumlu özelliklerinin yanında fıtratı gereği bazı olumsuz özellikleri de bulunmaktadır. Bu sebeple kâinatın en mükemmel varlığı olan insanın aklını vahyin öngörüsüyle kullanarak düşünmesi ve tabiatında var olan bu tip olumsuz özellikleri kontrol altında tutması gerekmektedir.

İnkârcılığın sosyal sebepleri; insan unsuru, sosyal çevre (aile, eğitim, toplum, arkadaş) ve taassup alt başlıklarıyla ele alınabilir. Zira kişiyi doğduğu andan öleceği güne kadar çepeçevre kuşatan bu unsurlar, çoğu zaman insanın dinî gerçekleri inkâr etmesine sebebiyet verebilmektedir. Bu sebeplerin üstesinden nasıl gelinebileceğiyle ilgili dinî naslar ve bilimsel veriler yeterli derecede aydınlatıcı mahiyettedir.

Kur’ân-ı Kerîm’de, duygusal, fikrî ve sosyal inkâr sebepleri üzerinde özellikle durulmuştur. Bunu, konuyla ilgili âyetlerin oldukça fazla bir yekûnü oluşturmasından anlayabiliyoruz. Ayrıca zikredilen bunca âyetin bir hedefinin olmadığını söylemek mümkün değildir. Zira bir insanın imanı ya da inkârı onun için en büyük kazanım ya da kayıp demektir. Kişiyi inançsızlığa sürükleyen yukarıda belirttiğimiz sebepler, birçok iman sahibi kimseyi de önce iman zayıflığına daha sonra ise inkâra sürükleyebilmektedir. Zira insan, kendi benliğinden kaynaklanan bu çeşit duygusal ve fikrî etkenlerden ve dışarıdan maruz kalabileceği sosyal sebeplerden kendini korumaz, yaratılışında var olan selim fıtratına sahip çıkmazsa, her an inkâr tehlikesine maruz kalabilir. İlgili âyet ve hadisler, temelde insanı tüm bu inkâr sebeplerine karşı uyanık olmaya, kendisini mânevî tehlikelere karşı her an kontrol altında tutmaya teşvik etmektedir.

Konuyu bir başka açıdan değerlendirdiğimizde, Allah Teâlâ, yukarıda kısaca değindiğimiz insanları inkâra sevk eden duygusal, fikrî ve sosyal etkenleri detaylı bir şekilde kullarına bildirerek aslında yaratmış olduğu kullarına olan merhametini göstermektedir. Zira inkârı bir kalp hastalığı olarak değerlendirecek olursak, bu hastalığın temel sebeplerini bildiren yüce Allah’ın peygamberlerini insanların her türlü inkâr hastalıklarına karşı âdeta koruyucu birer hekim olarak gönderdiğini söyleyebiliriz. Bu durumda indirilen ilâhî kitapları ve bu kitaplardaki mesajları da, inkâr gibi kalp hastalıklarının tedavi yöntemlerini öğreten en kapsamlı ilâhî reçete olarak kabul edebiliriz.

İlk günden beri kendilerine gönderilen Allah elçilerine ve onların tebliğ ettiği gerçeklere çeşitli bahaneler ileri sürerek itiraz eden, değişik taleplerde bulunarak hakkı kabule yanaşmayan inkârcıların bu davranışlarının arkasında yatan temel sebep, hiçbir zaman dinin inanç sistemini, emir ve yasaklarını anlayamamaları ya da peygamberlerin getirdiği delillerin yetersizliği olmamıştır. İnkârcıların dine karşı cephe almalarının arka planında, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi büyüklenmek, inatçılık, nankörlük, nefsin arzularına esir olmak, çekememezlik gibi duygusal etkenler; şüphe, cahillik ve ön yargı gibi fikrî etkenler; insan unsuru, sosyal çevre (aile, eğitim, toplum, arkadaş) ve taassup gibi sosyal etkenler bulunmaktadır. Dolayısıyla inkâra götüren bu olumsuz özelliklerin üstesinden nasıl gelinebileceği konusu önem arz etmektedir.

Gerek önceki dönemlerde gerekse Allah Resulü döneminde yaşayan müşrik toplumlar, atalarının yolunu takip ettiklerini bahane ederek putlara tapınmaktan vazgeçmemişlerdir. Bunun temel sebeplerinin; tapındıkları putlara kutsallık atfederek çevrelerindeki insanlar üzerinde otorite oluşturmak, menfaat tedarik etmek, liderlik ve saygınlıklarını korumak, yorulmadan servet edinmek, nefislerini tatmin etmek gibi nedenler olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü hangi çağda yaşarsa yaşasın, menfaatiyle çelişen bir olayla karşılaşan kişi ve toplumlar derhal inkâr ve iftira yolunu tercih etmişlerdir.

Bu sebepledir ki, inkârcı toplumlar kendilerine gönderilen Allah elçilerini kendi çocukları kadar iyi tanıdıkları, onların gerçek peygamber olduğunu bildikleri halde, kendilerini diğer insanlarla eşit tutan dinî tebliğlere kulak vermek istememiş ve hakkın karşısında yer almışlardır. Hatta kendileri ilâhî hakikatleri inkâr etmekle de yetinmemiş; gurur, kibir, menfaat beklentisi, nefsin arzularına sınırsız uyma, halk üzerindeki otoritelerinin zayıflama korkusu gibi sebeplerle halkı da inkâra sevk etmeye çalışmış, hak yolda yürüyenlere akıl almaz baskı ve işkenceler uygulamışlardır.

Tarihî süreç içerisinde, ilk günden bu güne din karşıtı insanların ilâhî davet karşısında benzer olumsuz tepkiler verdikleri bir gerçektir. İnkârcı toplumların çoğunda ortak olumsuz özellik olarak; yüce Allah’a, meleklere ve kitaplara yönelik çeşitli iftira kampanyaları düzenledikleri; ilâhî mesajlar, âhiret âlemi, peygamberler ve inananlarla fırsat buldukça alay ettikleri zikredilebilir. Bunların yanında Allah elçilerini hapis, sürgün, taşlama, çeşitli işkence ve ölümle tehdit ettikleri; zaman zaman uzlaşma teklifinde bulundukları; bunda da başarılı olmazlarsa davalarından vazgeçirmek için inananlara en ağır psikolojik, fizikî ve ekonomik baskıları uyguladıklarını ifade edebiliriz.

Kitabınızda bazı çağdaş inkârcı akımlardan ve günümüz Müslümanlarının bu akımlara karşı nasıl bir yol izlemeleri gerektiğinden bahsediyorsunuz. Bu konuda bilgi verir misiniz?

Ülkemizde ya da dünya üzerinde insanları inançsızlığa iten Materyalizm (maddecilik), hümanizm (insancılık), Politeizm (çok tanrıcılık), Agnostisizm (Tanrının varlığı ya da yokluğunun bilinemeyeceği), Pragmatizm (faydacılık) ve Egzistansiyalizm (varoluşçuluk) gibi birçok inkârcı akımdan bahsetmek mümkündür. Ancak kitabımızda, günümüz inkâr sebepleri arasında özellikle bazı gençleri inkârcılığa sevk eden en önemli etkenlerden kabul ettiğimiz inkâr akımlarından sadece birkaçını zikretmekle yetindik. Söz konusu inkârcı akımların ilki olarak ateizmi ele aldık.

Ateizm

Ateizm, “kâinatta yaratıcı bir gücü ve ruhlar âlemini reddeden, duyularla elde edilen bilgi ve deney verilerinin dışında hiçbir bilgiye değer vermeyen ve kâinattaki her şeyin tesadüfler sonucu meydana geldiğini kabul eden sistemin adıdır.” Bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere, ateizmde Allah inancı başta olmak üzere hiçbir dinî inanç esasına yer yoktur.

Schopenhauer, Auguste Comte, Feuerbach, Marx, Nietzsche, Freud, Jean-Paul Sartre ve Ayer gibi filozoflar modern dönemde ateizmin öncüleri olmakla birlikte aslında bu akımın tarihi çok daha eski dönemlere dayanmaktadır. Zira Kur’ân âyetlerinde, Nemrut ve Firavun gibi saltanat sahibi inkârcılarla İslâm öncesi Câhiliye Arapları’nın bazı benzer iddiaları dikkatimizi çekmektedir.

Son dönemlerde özellikle 18. yüzyılda gerçekleşen bilim devrimi sonrası zihniyet devrimi yaşanmış, akabinde meydana gelen aydınlanma hareketleri neticesinde, materyalizm (maddecilik), sekülerizm (dünyacılık) ve pozitivizm (olguculuk) gibi dine karşı gelen dinsiz birtakım akımlar kendini göstermiştir. Özellikle Batı’da “aydınlanma çağı” ifadesiyle adlandırılan bu dönemlerden itibaren İslâm coğrafyasındaki bazı aydın düşünürlerin, geri kalmanın nedenini Müslümanların bilimsel zihin yapısına sahip olmayışına bağlayarak pozitivizme sarılmaları, bu inkârcı akımın İslâm toplumunda yayılmasına farklı bir ivme kazandırmıştır. Böylece bu gibi inkârcı akımlar vasıtasıyla, dinî gerçeklerle bilimin verileri arasında karşıtlık oluşturulmaya çalışılmış, ilmî verilerle test edilemeyen her türlü bilgi ve inanç reddedilmiştir. Ayrıca Osmanlı’nın son dönemlerinde II. Meşrutiyet’in ilânından sonra pozitivizme meyilli kimselerin üst seviyede görev almaları, Avrupa’ya eğitime gönderilen öğrencilerin ülkelerine döndükten sonra, yurtdışında aldıkları pozitivist düşünceleri popüler hale getirmeleri bu gibi akımların rağbet görmesinde etkili olmuştur. Buna bağlı olarak tanrı inancı ve din olgusu, bazı gençlerin düşünce dünyasından yavaş yavaş silinmeye başlamıştır.

Dünyevîleşmenin her geçen gün arttığı çağımızda ise, gerek ülkemizde gerekse uluslararası platformda ateizm anlayışının yaygınlık kazandığına şahit oluyoruz. Bu inkârcı akıma kapılan bazı gençlerin dindar ailelerin çocukları oluşu, konunun sanıldığından daha önemli ve tehlikeli boyutlarda olduğuna işaret etmektedir. Konu üzerinde çalışan uzmanlar, çocukların dinî eğitiminde geç kalınması, onlara küçük yaşlarda baskı uygulanması, toplumda inanılan değerlere uygun bir hayat sürdürülmemesi, gençlerin kafasını kurcalayan itikadî birtakım soruların cevabını uygun ve sağlıklı bir biçimde açıklanmaması gibi sebeplerle, genç nüfusun zaman zaman inanç açısından savrulma yaşadığına dikkat çekmektedirler. Bu açıdan baktığımızda, bazı aile yuvalarında anne-babanın çocuklara karşı ilgisiz kalması, aile büyüklerinin İslâm dininin güzelliklerini doğru algılayamaması veya çocuklarına sağlıklı bir şekilde aktaramaması, ebeveynin çocuklarıyla iletişimde sevgi dili yerine baskıcı bir tavır sergilemesi aslında cephenin ev içinde kaybedildiğinin bir resmidir. Özellikle cep telefonu, internet ve sosyal medyanın kullanım alanının her geçen gün artmaya devam ettiği çağımızda, İslâm dinini ve Müslümanları ötekileştirerek düşman gibi gösteren filmlerle propagandalarını rahatlıkla sürdürebilen ateistlerin, Müslüman gençleri ailelerinden kopararak kötü bir arkadaş çevresi edinmelerinde ve bir ateist haline gelmelerinde en önemli ekenlerden biri olduğu göz ardı edilmemelidir.

Ateist gençlerde gözlemlenen diğer bazı bariz özellikler içerisinde endişe, huzursuzluk, iç çatışma, yalnızlık, bencillik, katı kalplilik, duyarsızlık, kötülüklere meyil ve düzenli aile ortamından kaçış gibi vasıfları zikredebiliriz. Bu tip zararlı akımların olumsuz etkisinden korunmaları için, çocukların aile ortamında sevgi ve ilgiyle, her türlü zararlı akımlara karşı bilinçli ve uyanık bir şekilde yetiştirilmeleri, inancın teorik anlamının yanında pratik değerinin öğretilmesi ve pratik imanın eğitim sürecinin tamamına dâhil edilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, imanın kişinin gönlünde ve toplum hayatında varlık gösteremediği yerlerde İslâm’ın kazandırdığı toplumsal değerler zamanla kaybedilecek ve beraberinde mânevî bir çöküş kaçınılmaz olacaktır.

Günümüz inkârcı akımların en tehlikelilerinden birinin de satanizm olduğunu söylemek mümkündür.

Satanizm

Başta Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkeler olmak üzere, Batı dünyasında ve özellikle Amerika’da 1880’li yıllarda kısaca “şeytana tanrı diye tapınma” anlamına gelen “satanizm” 1960’lı yıllarda Amerika’da Anton Szandor LaVey tarafından sistematize edilerek alternatif bir din haline getirilmeye çalışılmıştır. Yahudi ve hıristiyan geleneğine, özellikle hıristiyan din adamlarına ve kiliseye karşı tavır alan bu akım mensupları, aslında bütün dinlere ve kutsal değerlere karşı başkaldırmış, din adamlarının sürekli kendisiyle korkuttukları şeytanı kahramanlaştırarak ona tanrı diye tapınmaya başlamışlardır. Satanistlerde genel olarak bir tanrı, cennet ya da cehennem inancı bulunmamaktadır. Hâlbuki Hz. Âdem’in üstünlüğünü kabul etmeyerek ilâhî imtihanı kaybeden ve insanların baş düşmanı olan şeytan, Allah Teâlâ’yı inkâr etmemiş ve tanrılık iddiasında bulunmamıştır.

Ülkemizde bu akımın etkisi ağırlıklı olarak 1990’lı yıllarda medyada gündeme gelmiş, o tarihlerden itibaren birçok genç, kendisini bu akıma kaptırmış, cinâyetler işlenmiştir. İçlerinden bazıları şeytana kavuşabilmek için intihar etmiştir. Çoğunluğunu iyi eğitim almış, varlıklı ama problemli ailelerin çocuklarının oluşturduğu satanist gençlerin kızlı-erkekli, metal müzik eşliğinde yaptıkları âyinlerde çeşitli hayvanlara işkence yaparak kurban edip kanını içtikleri görülmüştür. İntikam duygusu, başkaldırma eğilimi, istediğini yapma arzusu, büyünün gücünü kabullenmek ve şeytanı memnun etmek satanistliğin ilkeleri olarak kabul edilmektedir. Siyah renkli elbiseler giyen, evlilik dışı beraberlikte sınır tanımayan, kurban ettiklerini düşündükleri hayvanların kanlarıyla duvarlara yazı yazan, çoğunluğu içki ve uyuşturucu bağımlısı olan bu gençler, genellikle izbe yerlerde Satanik Black Metal orkestralarının hızlı ritimli müziği eşliğinde gerçekleştirdikleri âyinlerini huzur bulmak için yaptıklarını dillendirmişlerdir.

Satanistliğin inkârcı akımına kapılanlardan bazı gençlerin ise, kendisini fakir aileden dünyaya getirdiği için Tanrı’ya kızdığını, ailesinde huzur bulamadığını, dünya hayatının cehennem, ölümün ise gerçek boyuta geçiş olduğunu, daha fazla bir hayat sürdürmenin anlamsız olduğundan ruhunu şeytana sattığını, daha fazla özgürlük istediği için satanizmi tercih ettiğini söylemesi dikkat çekmektedir. Tam da bu noktada, yaşadığımız toplumda başta anne-babalar olmak üzere, gençlerin huzuru yanlış yerlerde aramamaları için, eğitimcilerin ve sorumluluk sahiplerinin gençlere el uzatmaları, onları hiçbir zaman dışlamamaları, gerekli ilgi ve sevgiyi göstermeleri, iyi bir arkadaş çevresi edinmeleri için gerekli desteği vermeleri ve onları yakın takibe almaları gerekmektedir. Ayrıca mâneviyat boşluğu içinde kalmamaları için onları her türlü inkârcı akımların zararlarına karşı bilgilendirmeleri, temel dinî alt yapıyı edinmeleri için elden gelen gayreti göstermeleri, insanın en şerefli varlık olduğu ve şeytanın insanlar için en tehlikeli düşman olduğu bilincini kazandırmaları büyük önem arz etmektedir. Zira ailesinden sevgi ve ilgi görmeyen, çevresi tarafından dışlanan ve yalnızlığa itilen, bu sebeple kişiliğini tam olarak geliştiremeyen ve bunalıma düşen gençlerin kendilerini ispat edebilmek için çevresindekilere bir tepki olarak bu gibi inkârcı grupların içine sürüklenmeleri daha kolay olmaktadır. Özellikle bu tip inkârcı akımlara hizmet eden internet, kitap ve dergi gibi görsel ve işitsel tüm iletişim araçlarının zararlarından korunup teknolojik imkânlardan bilinçli bir şekilde yararlanmaları konusunda gençlere gerekli eğitim ve desteğin verilmesi şarttır. Çünkü sağlıklı bilgi ve inançla donatılmayan insanların bâtıl düşünce ve kuruntuların esiri olmamaları neredeyse imkânsızdır.

Özetle ifade etmek gerekirse, yukarıda kısaca açıklamaya çalıştığımız gibi, gerek ülkemizde gerekse İslâm âleminde özellikle gençlerin, çeşitli sebeplerle ateizm, deizm ve satanizm gibi inkârcı akımlara kapıldıklarına şahit oluyoruz. Bu sebeplerin başında çocukların mutlu bir aile ortamında bilinçli bir şekilde yetiştirilmemeleri ve arkadaş çevresi geldiğini söyleyebiliriz. Ayrıca bu gibi inkârcı akım mensuplarının özellikle internet, cep telefonu, kitap ve dergi gibi kitlesel iletişim araçlarını kullanarak İslâm dininin bilimle çatıştığı, bünyesinde akla ve mantığa uymayan ilkeler barındırdığı, insanların özgürlüğünü kısıtladığı, dünyayı göz ardı ettiği için İslâm dünyasının geri kaldığı gibi gerçek dışı bazı fikirleri aşılamaya çalışmaları etkili olmaktadır. Bunların yanında günümüzde Müslüman olduğunu söyleyen ancak şiddeti ve yasağı ön plana çıkaran aşırı bazı grupların varlığı, yaşadığımız dünyada her geçen gün daha da artan dünyevîleşme arzusu, sınırsız özgürlük beklentisi ve bazı gençlerin öz değer ve kültürlerine yabancılaştırılması gibi inkârcı akımlara sürükleyen daha pek çok sebepten bahsetmek mümkün gözükmektedir.

Günümüz inkârcı akımları başlığı altında üçüncü ve son olarak, özellikle son zamanlarda bazı gençler arasında popüler olan deizmi ela almak istiyoruz.

Deizm

Deizmi kısaca “Allah’ın varlığını, evreni yaratanın O olduğunu kabul eden ancak vahyi ve peygamberleri reddeden, yaratıcının evrene hiçbir müdahalesi olmadığı ve olmayacağını savunan ve hiçbir dine mensubiyeti kabul etmeyen düşünce sisteminin adı” olarak açıklayabiliriz. Deizm, ilk olarak 17. yüzyılda, başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Batı’da Hıristiyanlığın baskıcı tutumuna karşı bir tepki olarak ortaya çıkmış ve kendi içinde farklı gruplara ayrılmıştır. Deizmin öncü isimleri olarak Edwvart Herbert, Benjamin Whichcote, Newton, Samuel Clarke, Voltaire, Jean-Jacques Rousseau ve Thomas Paine gibi Batı’lı düşünürler ile İslâm dünyasından İbnu’r-Râvendî ve er-Râzî’yi zikredebiliriz.

Tam anlamıyla akla dayalı bir tanrı inancına sahip olan deistler, bir taraftan evreni yaratan yüce bir tanrının varlığından bahsederken diğer taraftan bu tanrının kâinatın nizamına müdahale etmediğini, dünyada ne olup bittiğinden haberdar olmadığını ve yeryüzünde insanlar için dinî ve ahlâkî birtakım kurallar koymaktan aciz olduğunu iddia etmektedirler. Bu ise açık bir çelişkiden başka bir şey değildir. Üstelik Allah Teâlâ, âyetlerde kullarına çok yakın olduğunu, her an evrene müdahale ettiğini açıkça bildirmiştir.

Gençlerin deizme yönelme sebeplerini kısaca ele almak gerekirse; bazıları İslâm dininin bilimle çatıştığını, akla aykırı ilkeler barındırdığını, insanın özgürlüğünü kısıtladığını ve dünyayı göz ardı ettiğini ileri sürmektedirler. Bu iddiayı dillendirenler, çoğunlukla İslâm’a karşı gelen çevrelerde yetiştiğinden dinî hakikatler hakkında yeterli bilgiye sahip değillerdir. Zira İslâm dininin her zaman çalışmayı, ilerlemeyi, kazanmayı, güçlü olmayı emrettiğini bilmiş olsalardı, iddialarının yanlış olduğunu bilir, son bir iki asırdır İslâm ülkelerinin uluslararası arenada, bilim ve teknolojide arzu edilen seviyede olmayışının sebebinin İslâm dininin değil; Müslümanların eksikliği olduğunu anlayabilirlerdi.

Müslümanlar arasında servet, şöhret, makam ve mevki sahibi olan bazı kimseler de nefsânî arzularını kısıtlayan dinî hakikatlere karşı önce duyarsızlaşmakta daha sonra da yaşadığı gibi inanmaya başlamaktadırlar. Günümüzde hayata müdahale etmeyen, yaptırımı olmayan bir Allah inancı bu kimseler arasında rağbet görür hale gelmiştir. Çünkü içine düştükleri bu inkâr bataklığında öz benliklerine yabancılaşan bu kişiler, kendilerini bu ortamda daha bir özgür hissedebilmekte ve deizmi kendileri için âdeta bir çıkış yolu görmektedirler. Zira onlara göre bu inanç şekli, insanı hiçbir şekilde kısıtlamamakta, helâl-haram sınırları koymamaktadır. Ne yazık ki bu insanlar, yüce Allah’ı inkâr küfür olduğu gibi O’nun kudretini, gönderdiği peygamberlerini, indirdiği kitaplarını inkâr etmenin de aynı şekilde küfür ve inkâr olduğunu, tevbe edip dinin özüne dönmedikçe ilâhî rahmetten ebediyen mahrum kalacaklarını düşünmemektedirler. Bu açıdan baktığımızda deizmin ateizm ya da satanizmden daha az tehlikeli bir inkârcı akım olduğunu söylemek zor görünmektedir.

Daha evvel de ifade ettiğimiz gibi, ülkemizde ve dünya üzerinde yukarıda kısaca açıkladığımız ateizm, satanizm ve deizm gibi inkârcı akımların yanında daha pek çok akımdan bahsetmek mümkündür ancak biz bu kitabımızda bu kadarıyla yetindik. Tüm bu inkârcı akımların tehlikesinden korunmak ve gençleri korumak için birçok çözüm yolu zikredilebilir. Ancak bu noktada kanaatimizce çocukların mutlu ve ilgili bir aile ortamında yetiştirilmesi, özellikle zararlı arkadaş çevresinden korunması, gelişen teknolojik imkânların esiri haline gelinmemesi, İslâm dininin sahih kaynaklardan öğrenilmesi, Allah resulünün hayatının bir bütün olarak örnek alınması, eğitimde sevgi ve barış dilinin kullanılması büyük önem arz etmektedir.

Son olarak günümüz dünyasında inkâr sebepleri ve bu sebeplere karşı alınacak tedbirler hakkında neler söylemek istersiniz?

Günümüz dünyasında genelde tüm insanların özelde ise Müslümanların karşı karşıya oldukları inkâr sebeplerinin kısaca; dünyevîleşme, özenti, düşünce kirliliği, fakirlik, zenginlik, cahillik, ön yargı, nefis, şeytan, çevresel etkenler ve ateizm, satanizm, deizm gibi çağdaş inkârcı akımlar olarak sıralanmasının uygun olacağını düşünüyoruz.

Günümüzde dünyaya aşırı meylederek vahyi karşısına alan kişi ve toplumlarda acelecilik, ciddiyetsizlik, sınırsız özgürlük isteği, menfaatperestlik, materyalist yaklaşım, nefsin isteklerine körü körüne düşkünlük gibi özelliklerin, başta âhiret konusu olmak üzere birçok dinî hakikati inkâr etmeye sebep olduğu bir gerçektir. Çağımız İslâm toplumları da dâhil olmak üzere, âhireti ihmal edip dünyayı âdeta tapınırcasına ön planda tutarak tamamıyla zevk ve eğlenceye dalmış lüks ve refah içinde yüzen birçok insanın hayat biçimine ve dinî hakikatlere yaklaşım tarzına baktığımızda, helâl-haram sınırı gözetmediklerini görüyoruz. Bu kişilerin, dinin temel inanç prensiplerine gerekli saygıyı göstermedikleri, ahlâkî sınır tanımadıkları gibi zaman zaman çeşitli bahanelerle dini, dinin sembollerini ve dindarlığı eğlence malzemesi haline getirdiklerine ya bizzat ya da basın ve yayın yoluyla şahit oluyoruz. Buna bağlı olarak, adam öldürme, hırsızlık, aile içi şiddet, çeşitli istismarlar ve haksız uygulamalar her geçen gün artmaktadır. Bu noktada çözüm olarak, tüketim çılgınlığının yaşandığı günümüzde, özellikle İslâm toplumlarının bilinçlendirilmesi adına ciddi çalışmaların yapılması gerektiğini düşünüyoruz.

Günümüzde inkâra sürükleyen en önemli etkenlerden bir diğeri, vahyi kabul etmeyen geçmiş ataları ya da inkârcı çağdaşları taklit etmek, onların inanç ve hayatlarına özenmektir. Fıtratında İslâm eğilimi yerleştirilmesine ve kâinatta bir Allah inancına yönlendiren sayısız deliller bulunmasına rağmen insanların çoğu, nefsinin isteklerini öncelemekte, anne-baba ve yakın çevresinin de etkisiyle öncekilerden kalma birtakım bâtıl görüşleri benimsemektedirler. Taklidi bilinçsizce meslek haline getiren ve insan nüfusunun çoğunluğunu oluşturan bu kesim, hakka ve adalete karşı âdeta dilsiz, kör ve sağır kesilmektedirler. Allah’ın varlığını, birliğini ve İslâm dininin gerçekliğini açıkça ortaya koyan bunca delilleri reddederek hak dinin karşısında yer almaktadırlar. Kurtuluşun ancak kendi bâtıl geleneklerine uymakta olduğunu savunmakta, İslâm dinini ve Müslümanları kendileri için en büyük tehlike kabul etmektedirler.

Konuyu İslâm âlemi açısından değerlendirdiğimizde ise Yüce Allah, Hz. Peygamber’i en güzel sıfatlarla donatıp tüm insanlığa örnek insan ve son peygamber olarak göndermiştir. Öyleyse Müslümanların özenerek peşinden gitmesi gereken şahsiyet odur. Eğer bir toplumda Allah elçisinin getirdiği kurtarıcı hakikatler, onun örnek hayatı, güzel ahlâkı iyi bilinmez, öğretilmez ve gündemde tutulmazsa, yeni yetişen nesil başta olmak üzere toplum, kendisine başka örnekler arayacaktır. Bu gün bazı gençlerimizin hatta yetişkinlerimizin gündemini ve özendiği şahsiyetleri incelediğimizde, karşı karşıya olduğumuz durumun vahametini çok daha iyi görebiliyoruz.

Kanaatimize göre güncel inkâr sebeplerinin en önemlilerinden biri de düşünce kirliliğidir. İnsan düşünce yapısına göre birtakım ilkeleri benimser ve hayatını ona göre biçimlendirir. Düşünce kirliliği, insanın psikolojisini, inanç ve değer yargılarını olumsuz yönde etkiler, yaşadığı ortamda çeşitli aşırılıklar ve sapkınlıklara sebebiyet verebilir. Yaşadığımız toplumda düşünce kirliliğinin oluşmasında pek çok sebepten bahsetmek mümkün olsa da, özellikle dünyanın küreselleştiği ve sosyal iletişim ağlarının her yanı sardığı çağımızda, gençlerde görülen düşünce kirliliğinin en önemli sebeplerinden birinin de genelde teknolojik imkânlar, özelde ise internet ve diğer kitle iletişim araçları olduğunu söyleyebiliriz. Zira bazı medya araçlarıyla topluma açıkça inkârcılık aşılandığına, İslâm dışı birtakım inançların ve hayat tarzının cazip gösterilmeye çalışıldığına bizzat şahit oluyoruz. Bu noktada özellikle genç nesle, teknolojinin getirdiği kolaylıklardan yararlanırken, zararlarına karşı nasıl korunulacağı bilincinin verilmesi önem arz etmektedir.

Kitabımızda güncel inkâr sebepleriyle ilgili olarak tespit ettiğimiz diğer faktörler fakirlik, zenginlik, cahillik, ön yargı, nefis, şeytan, çevresel etkenler ve bazı inkârcı akımlardır. Yaşadığımız dünyada, aşırı yoksulluğun bazı insanlara inancını değiştirmek de dâhil olmak üzere her kötülüğü yaptırabildiğini görüyoruz. Aşırı zenginlerden birçoğunun da zamanla dinî hassasiyetlerini kaybettiğine şahit oluyoruz. Cahil bir insan, doğru-yanlış bilgisine sahip olmadığından her an inkâr tehlikesiyle karşı karşıyadır. Gerek İslâm dünyasında gerekse tüm insanlar arasında İslâm’a ve Müslümanlara karşı ön yargının inkâra nasıl sebebiyet verdiğini bizzat yaşıyoruz. Nefs-i emmârenin sınırsız isteklerine ve İblis’in aldatıcı vesveselerine boyun eğenlerin birçoğunun da zamanla inkâr girdabına sürüklendiği bir gerçektir. Aile, okul ve eğitimin çocukların inanç dünyasındaki olumlu ya da olumsuz etkisi müsellemdir.

Söz konusu inkâr faktörlerinin üstesinden gelebilmek için belirlediğimiz birkaç öneriyi kısaca zikretmek isterim:

- Açlık ve sefaletle mücadele eden dünya Müslümanlarının gelişmiş inkârcı milletlerin baskılarına; Hıristiyan misyoner ve Yehova Şahitleri gibi parayla din satın almaya çalışanlara karşı inancını, şahsiyetini, onurunu, bağımsızlığını ve dinî hassasiyetlerini koruyabilmesi için, İslâm ülkeleri arasındaki yardımlaşma ağının geliştirilerek güçlendirilmesi gereklidir. Bu alanda çalışan sivil kuruluşlar, vakıflar ve çeşitli hayır müesseselerinin zekât ve her türlü aynî ve nakdî yardımları ihtiyaç sahiplerine kısa sürede ulaştırmalıdır. Günümüz İslâm ülkelerindeki israfın önüne geçildiği takdirde, gerekli desteğin rahatlıkla tedarik edilmesi mümkündür diye düşünüyoruz.

- Zenginliğin de fakirlik gibi bir imtihan olduğu, Allah katında mutlak üstünlüğün ancak takvâ ile gerçekleşeceği, kazanırken ve harcarken yüce Allah’ın ilâhî yasalarına riayet edilmesinin lüzumu ve servet edinmek uğruna dinî hassasiyetlerin asla terkedilmemesi gerektiği bilincinin daha aktif bir şekilde gündemde tutulması önemlidir.

- Yaşadığımız dünyada bir Müslüman’a yakışır onur ve vakarla hareket edebilmek için en az fen bilimleri kadar din bilimlerinin de önem arz ettiği unutulmamalıdır. “İnsanın en büyük düşmanı cehalettir” sözünden hareketle, toplumun inkâra sürükleyecek inanç, söz ve davranışlara karşı sahih dinî inançla donatılması bir zarurettir. İslâm inancının bir bütün olduğu, Kur’ân ilkelerinin bir kısmını kabullenmekle Müslüman olunamayacağı, inanç konularında şakaya mahal bulunmadığı gibi itikadî hususlar, toplumun belleğine iyice yerleştirilmelidir.

- Yurt içi ve yurt dışında çeşitli algı operasyonlarıyla İslâm dininin gelişmeye ve ilerlemeye engel bir din olduğunu diline dolayan, Müslümanları mürtecîlikle itham eden, İslâm’ı terörizm ile birlikte zikreden, Müslümanları kan döken merhametsiz birer câni gibi göstermeye çalışan İslâmofobi akımlarının faaliyetleri, uluslararası düzeyde gündemi uzun süredir meşgul etmektedir. Çağımız Müslümanları bilgi, davranış, eğitim düzeyi, başarı seviyesi ve insanlığın huzurlu bir şekilde yaşayabilmesi için sağlayacağı katkılarla, İslâm dininin barış dini, Müslümanların da birer barış elçisi olduğunu ispat etmek durumundadırlar.

- Günümüz dünyasında nefis ve şeytan, insanları dinden uzaklaştırma adına yaptıkları faaliyetlerini bugün her zamankinden daha kolay sürdürebilmektedir. Bu anlamda özellikle çağımız gençlerinin, hem aile ortamında hem de okul eğitimi çerçevesinde, nefsin ve şeytanın tuzaklarına karşı kendilerini nasıl koruyabilecekleri konusunda yeterli derece bilgilendirilmesi elzemdir. Özellikle yetişkinler de dâhil olmak üzere cep telefonu, televizyon, internet ve tüm sosyal ağların olumsuz etkilerinden korunma hususunda, toplumun ciddi manada desteğe ihtiyacı olduğu kanaatindeyiz. Bu noktada veliler ve eğitimcilerin, hayat tarzı ve davranışlarıyla gençlere güzel birer örnek olarak daha faydalı olabileceklerini düşünüyoruz.

- Çocuğun içinde yaşadığı aile, eğitim kurumları ve arkadaş ortamının, gelecekteki inancıyla ya da inkârıyla çok yakından alâkası vardır. Mütedeyyin bir aile içerisinde, dinî hükümlere saygılı bir ortamda, iyi bir arkadaş çevresinde yetişen çocukların, ileride inançlı ve dinî hayatı bütün olması daha kolayken, inkârcı bir aile-ortam içerisinde ve arkadaş çevresinde mümin kalabilmek oldukça zordur. Daha da önemlisi ebeveynin ve eğitimcilerin, görevlerini icra ederken sevgi dilini kullanmaları, baskıya hiçbir zaman müracaat etmemeleri, yakın ilgi ve alâkalarıyla çocuklara İslâm’ı ve Müslümanlığı sevdirmenin yollarını iyi tespit etmelidirler.

- Bu tespitte en doğru ve verimli yöntemi bulabilmek için gerek İlâhiyat gerekse diğer ilimlerde alan uzmanlarının bir araya gelerek konu üzerinde kafa yormaları, icra edecekleri konferans, seminer, panel ve çeşitli eğitim faaliyetleriyle hem eğitimcileri hem de ebeveyn ve çocuklarını bilgilendirip yönlendirmeleri şüphesiz çok faydalı olacaktır.

- Zira küçük yaştan itibaren evinde anne-babası, okulunda öğretmenleri tarafından İslâmî hassasiyetler temel alınarak sevgi, ilgi ve şefkatle yetiştirilip eğitilmeyen, kafasına takılan bazı sorular büyükleri tarafından münasip bir şekilde çözüme kavuşturulmayan, arkadaş çevresi kontrol altında tutulmayan çocukların, ileride birtakım inkârcı akımların tuzağına düşmesi kuvvetle muhtemeldir. Gerek fert olarak gerekse yaşadığımız toplumda erdemli ve huzurlu bir hayat sürdürebilmek için, sorumluluk sahibi olan herkesin sorumluluk bilinciyle hareket etmesi kaçınılmazdır. Huzur ancak İslâm’dadır. İnkârla hiçbir zaman huzura erişilmemiştir ve erişilemeyecektir.