Cinsel Suçlulara Peygamberî Müdahale” isimli bir çalışmanız var. Sizi böyle bir çalışmaya yönlendiren sebepler nelerdir?
Öncelikle çok teşekkür ederim böyle önemli bir konuyu derginize taşıdığınız için. Adalet Bakanlığında sosyolog olarak görev yapıyorum. Görevim gereği çok farklı suçlardan gelen insanların işledikleri suçun etki ve sonuçları hakkında bilgi vererek onların yeniden topluma kazandırılmasına ilişkin çeşitli iyileştirici faaliyetlerde bulunuyoruz. Yapılan bütün çalışmalarımıza rağmen bir kısım cinsel suçlunun cezaevinden çıktıktan sonra yeniden suç işlediğini görebiliyoruz. Bu durumun nedenini sadece suçluya bağlamak kolaya kaçmak gibi geldi. O zaman kendi eğitim, iyileştirme ve yeniden topluma kazandırma süreçlerimizi de gözden geçirmemiz gerektiğini düşündüm.
Meslek hayatımın ilk yıllarında birçok kişinin yaptığı gibi ben de bu olayı yapanları lanetleyip daha ağır cezaların verilmesi gerektiğini düşünüyordum. Ancak zamanla suçlulara da mağdurlara da daha profesyonel yaklaşmayı öğrendik. Karşılaştığım her olayda mağdurun ve ailesinin yaşadıklarının her yüreğin kaldıramayacağı ağırlıkta olduğunu görüyordum. Hakeza zanlının ailesinin yaşadıkları ise zaten kendi başına ayrı bir travmaydı. Bütün bunlar üst üste eklenince bu konuda daha derin bir araştırma yapma ihtiyacı hissettim. Bu yeni arayışımın yönü inanç dünyamıza yönelikti. Özellikle İsra Sûresinin 32. ayeti benim için önemli bir motivasyon kaynağı oldu. Ayette: “Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur.” emri oldu. Bu ayetin içinde şöyle bir emrin olduğunu düşündüm. Eğer zinaya yaklaşmayacaksak, o zaman öncelikle bizim zinanın ne olduğunu bilmemiz gerekir. Ancak o zaman zinaya giden yolları kapatabiliriz. Çağdaş adıyla bu bir nevi önleyici güvenlik tedbiridir. Bunun için yapmam gereken ilk iş örnek olarak gönderilen peygamberlerin hayatlarını incelemek oldu.
İçinde bulunduğumuz zaman diliminde karşılaştığımız cinsel suçlara peygamberler döneminde de rastlandığını biliyoruz. Cinsel suçlulara doğru bir şekilde müdahale etmek için, örnek olarak gönderilen peygamberlerin cinsel suçlulara nasıl müdahale ettiklerini de bilmek gerekir. Bu amaçla; Hz. Âdem, Hz. Yusuf, Hz. Lut, Hz. İsa ve Hz. Muhammed döneminde yaşanan cinsel suçlara peygamberlerin nasıl müdahale ettiklerini inceledim ve onların müdahale yöntemlerinden yola çıkarak bilimsel bir metodolojinin ipuçlarını yakalamaya çalıştım.
Geçmişte yaşanan cinsel suç örnekleri ve toplu helak hadiselerine dair neler söylenebilir?
Tarih kitaplarından edindiğimiz bilgilere göre eşcinsellik, pedofili, ensest, nekrofili, bestialite, eksibitionizm, fetişizm, narsisizm, sadizm gibi sapkın davranışlar tarihin her döneminde görülmüştür. Ancak kendisinden hiçbir şüphe olmayan ilahi kitabımız Kur’an-ı Kerim’in belirttiğine göre Hz. Lut (a.s.)’un peygamber olarak gönderildiği kavim ise tarihte hiç kimsenin yapmadığı hayâsız ve çirkin işler yapmaktaydı.
“…Sizden önce âlemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayâsız-çirkinliği mi yapıyorsunuz? Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz.” (A’râf, 7/80-81; Hûd, 11/77-80; Hicr, 15/67-71; Şuarâ, 26/165-166; Neml, 27/54-55; Ankebût, 29/28-29; Kamer, 54/37)
Ayette belirtilen durum bize peygamberî müdahalenin ipuçlarını veriyor. Buna göre cinsel suç bireysel olarak işlendiğinde cürmünce ceza alır. Ancak toplu halde ve aşikâr yapılması ve toplumun büyük çoğunluğu tarafından sessiz kalınması helakı beraberinde getirmiştir. Bu konudaki genel kanaat homoseksüelliğin bundan önce hiçbir ülkede görülmediği değil, hiçbir ülkede toplumsal bir boyutta görülmediği yönündedir. Hz. Lut (a.s.)’un kavmi bu nedenle M.Ö. 2000 yıllarında helak olmuştur. Benzer bir eşcinsellik olayı İtalya’nın Pompei şehrinde de görülmüştür. Pompei yakınlarda bulunan Vezüv Yanardağı’nın M.Ö. 79 yılında patlaması sonucu onların da “…Üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar düşmesi” (Hûd, 11/82) sonucu helak olmuşlardır.
Genel anlamda, cinsel suçlara peygamberî müdahale yöntemlerinde neler var? Cinsel suçları engellemeye yönelik olarak nasıl bir metot izlenmiş? Peygamberî müdahalenin ipuçlarına dair neler söylenebilir?
Araştırma kapsamında Hz. Âdem, Hz. Yusuf, Hz. Lut, Hz. İsa ve Hz. Muhammed döneminde yaşanan cinsel suçlar, Kur’an merkez kaynak olmak üzere, incelenmeye çalışılmıştır. Bu kıssalar bir bütün olarak ele alındığında peygamberî müdahale yöntemine ilişkin kırk temel ipucu elde edilmiştir. Bu yazımızda bu ipuçlarının tamamını vermemiz mümkün değildir. Öne çıkan bazı ipuçlarını vererek merak edenleri konu ile ilgili yayınlanmış çalışmamıza yönlendirelim. (Bilgiç, Şükrü. “Cinsel Suçlulara Peygamberî Müdahale”. İşrak Yayınları. İstanbul. 2018) Bu ipuçları hem sosyal bilimler hem de hukuk sistemi için önemli metodolojik veri niteliğindedir. Peygamber kıssalarından elde ettiğimiz ipuçlarını dört aşamalı olarak şöyle sıralamak mümkündür:
- Aşama Suçu Önleme: İlk aşamada cinsellik doğal bir ihtiyaç olarak görülmüştür. Bu doğal ihtiyacın doğal/helal olan yollarla giderilmesi sağlanmıştır. Bu amaçla öncelikle helal ve haram sınırları çizilerek bilgilendirici bir çalışma yapılmıştır. Bu çalışma yapılırken güven temelleri üzerinde ücretsiz hizmet sunulmuştur. Buna rağmen haram/sapkın davranışlara devam edenlere belirsiz aralıklarla gayet nazik bir dille, helal ve haram dairesi hatırlatılmak suretiyle uyaranlar verilmiştir. Bu amaçla: göz haramdan sakındırılmış, müstehcen etkenler yasaklanmış, zinaya götüren etkenler ortadan kaldırılmış, haram lokmaya karşı da helalinden kazanç için çalışma önce teşvik edilmiş, ardından farz kılınmıştır. Aynı şekilde evlenme kolaylaştırılmış, buna rağmen evlenme imkânı bulamayanlara elleri altındaki cariyelerle evlenmesi önerilmiş buna da imkânı olmayanlara oruç tutmaları tavsiye edilerek alternatif çözümler oluşturulmuştur. Zina yüz kızartıcı suç olarak kabul edilerek toplumsal duyarlılık sağlanmış ve mahalle baskısı uygulanmıştır.
- Aşama Adil Yargılama: Bu aşamada ise suçun ortaya çıkması ve faillerin itirafta bulunması durumunda suç ve suçlu ile ilgili çok ayrıntılı bir araştırma yapılmıştır. Hukuksal/adli bir süreç başlatılmadan önce bireysel olarak itirafta bulunanlar tövbeye yönlendirilerek suçları ile yüzleşmeleri/hesaplaşmaları sağlanmıştır. Bireyler yargılanırken kişilikleri değil, suç teşkil eden davranışları hedef alınmıştır. Suçüstü yakalananlarda ise, bir araya gelmesi çok zor olan ve şahitliklerinden şüphe duyulmayan dört şahit aranmıştır. Bu şartları sağlamadan suç duyurusunda bulunanlara celd cezası uygulanmış ve ölene kadar şahitlikleri kabul edilmemiştir. Suç duyurusunda bulunanlardan öncelikle özeleştiri yapmaları istenmiştir. Zinaya eşlik eden iftira ve cinayetin önüne geçmek için önlemler alınmıştır.
- Aşama İnfaz: Titiz bir yargılama sürecinden sonra üçüncü aşama olan infaz sürecine (cezanın uygulanmasına) geçilmiştir. Yargılama sürecinde olduğu gibi infaz sürecinde de şahitler ve hâkim sürekli vicdanı ile karşı karşıya getirilerek keyfi uygulamaların önüne geçilmeye çalışılmıştır. Yargılama sürecinde aktif rol alan şahit ve hâkimin görevi yargılama süreci ile son bulmayıp bizzat infaz sürecini başlatan kişiler olarak görevlendirilerek yanlış yargılama varsa cezadan dönüşe imkân verilmiştir. Yargılama sürecinde mahkeme halka açık tutulmuştur. İnfaz sürecine toplumsal katılım, farz-ı kifaye hükmünde tutulup cezanın caydırıcılığı ön plana çıkarılmıştır.
- Aşama Sosyal Yaşama Uyum: İnfazdan sonraki bu aşamada; hem fail hem de toplum için normal yaşama dönme aşamasıdır. Normalleşme sürecinde devletin de önemli sorumlulukları vardır. Devlet, failin hızla normal bir hayata dönmesi için maddi şartlar sağlamıştır. Faillerin yeniden suç işlemesinin önüne geçmek için tedbirler almıştır. Mağduru ve toplumu korumak için sürgün cezası uygulamıştır. Sürgün cezası aynı zamanda faili de korur. Çünkü failin bu sayede, kendisi hakkında önyargıya sahip olmayan bir toplumda, yeni bir hayata başlaması daha kolay olacaktır.
Bu çalışmadan elde edilen veriler ışığında yapılan güncel değerlendirmelerinizi alabilir miyiz? Cinsel suç oranlarının düşürülmesinde tavsiyeleriniz nelerdir?
Her şeyden önce tarihî tecrübeden faydalanmak zorundayız. Bu sorun günümüze has bir sorun değil. Geçmişte değişik toplumlarda bireysel ve toplumsal sapkınlıkların yaşandığını biliyoruz. İnsanların büyük çoğunluğunun, şiddetle kınadığı suçların başında cinsel suçların geldiğini biliyoruz. Buna rağmen nasıl oluyor da en fazla işlenen suçların başında cinsel suçlar geliyor? Bu paradoksu açıklamak gerçekten çok zor. Ülkemizde son yıllarda cinsel suç oranlarında ciddi bir artış olmuştur. Bu artışın nedenlerine ilişkin birçok varsayım ileri sürülmüştür. Bu varsayımların doğruluğu tartışmalıdır. Ancak asıl olan bu varsayımların doğruluğundan ziyade bu suçluların iyileştirilmesinde, topluma kazandırılmasında nasıl bir yol izlendiği/izleneceğidir. Cinsel suçları istatistiksel olarak incelediğimizde belli dönemlerde bu suçların ne yazık ki yükselişte olduğu görülebiliyor. Bu yükselişin nedenlerine ilişkin spesifik bir araştırma yapılmış değildir. Belki bu konuda bir araştırma yapılmış olsaydı daha net bir şeyler söylememiz mümkün olabilirdi.
Bilginin güç, bilmenin ise ilahi bir buyruk olduğu düşüncesi ile cinsel suçlarla veya cinsel sapkınlıklarla mücadele etmenin temelinde bu sapkınlıklara yol açan etmenleri bilmek yattığını unutmamak gerekir. Ancak bu şekilde cinsel sapkınlıklarla daha etkin bir şekilde mücadele edilebilir. Yine bu sayede erken teşhis ve tedaviler yapılabilir. Aksi takdirde bu tür olayları kınamak ve cezaların ağırlaştırılmasını talep etmek bir sonuç getirmeyecektir. Yapılan bir araştırmaya göre bir teşhirci yaşamı boyunca bu eylemi üç yüz defa tekrarlıyormuş. Eğer bu kişinin bu eylemi neden yaptığını bilmezsek bu şahsı cezalandırmak veya cezaevine atmak bir sonuç getirmeyecektir.
Ayrıca cinsel saldırganlık eyleminde bulunan bir suçluya kimyasal kastrasyon (hadım) uygulanması da sonuç getirmeyecektir. Bu aynı zamanda İslam dinin yasaklamış olduğu bir yöntemdir. İslam dininin yasaklamış olduğu bir yöntemi bizim benimsememiz mümkün değildir. Zira bu cezanın uygulandığı ülkelerde de nihai başarı elde edilmediğini bilmek gerekir. Çünkü cinsel suçun birçok sebebi var. Kimyasal kastrasyon uygulandığında sadece bir faktörü devre dışı bırakmış oluyorsunuz. Bir faktör devre dışı bırakmakla suçun önüne geçilemez. Tutsak olan bir bireyin cinsel ihtiyacını önlemek için ilaç veriyorsunuz ancak aynı toplumda cinsel gücü artırmak için de birçok ilaç satılıyor. İlacı ancak suçu ortaya çıkan ve hapsettiğiniz kişiye verebilirsiniz. Peki, hiç tanımadığınız ve hiçbir resmi kurumda sicili olmayan ancak sapkın davranış gösteren kişiyi nasıl tespit edip suçu önleyeceksiniz? Kastrasyon kolaya kaçmaktır. Kesin çözüm değildir. Aynı zamanda kastrasyon bir diğer açıdan cezanın bireysellik ilkesi ile ders düşer. Bu cezayı uygulamakla sanığın eşini de cezalandırmış olursunuz. Bu durumda farklı olayların yaşanmasına neden olabileceği de unutulmamalıdır. Ne yazık ki cinsel suçları önlemeye yönelik başvurulan cezalandırma yöntemlerinin çoğu telafisi mümkün olmayan hatalara neden olmaktadır.
Cinsel suçları önlemeye yönelik çalışmalar yürütmek hem cinsel suçluları ıslah etmekten daha kolay hem de elzemdir. Köklü sorunlar doğru yöntemlerle çözülür. Bu yöntem de şudur; bilimsel veriler ışığında, insanlığın ortak ve köklü tarihi tecrübesinden yararlanarak, peygamberî müdahale yöntemlerini izlemektir.