Din, dünyadır; din, ahirettir. Hangisi ihmal edilse, eksik algıdır, gayrete dokunur. İnsan dünyada adalet ister, en güzelini ahirette bulur. Merhamet ister, en güzelini ahirette bulur. Muhabbet ister, en güzelini ahirette bulur. Hakikat ister, en kemalini ahirette bulur. “Şefaatim ümmetimin büyük günahkârlarınadır.” diyorsa son Nebi (s.a.v.), yollarında merhamet döşeli bir ahiretin dünyasını şu an yaşıyoruz demektir. Hz. Ali (k.v.): “Ahiretle aramızdaki perdeler kalksa imanım zerre kadar artmaz.” buyurmakla hakikati haykırıyor… Hem kabul hem idrak hem iman hem derinlik var sözünde... İmam-ı Rabbanî Mektubat adlı eserinde ahiret makamlarını anlatırken, yolda gördüğü büyüklerden bahseder:
“Bildiklerimden birkaçının Cennetteki makamlarını görmek istedim. Dikkat ettim. Göründüler; makamların sahiplerini de o makamlarda gördüm. Dereceleri, yerleri, şevkleri ve zevkleri başka başka idi. Başka bir yükselişte büyüklerimizin ve Ehl-i Beyt imamlarının ve Hulefâ-i Râşidînin ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerinin ve başka peygamberlerin makamları ayrı ayrı göründü. Meleklerin yükseklerinin makamları, Arş’ın üstünde göründü. Arş’ın üstünde o kadar yükselttiler ki, yeryüzünden Arş’a kadar veya bundan biraz daha az, yani Hâce Nakşibend (K.S.) Hazretlerinin makamına olan uzaklık kadar ilerlettiler. Nakşibend Hazretlerinin makamının üstünde, büyüklerden birkaçının makamı vardı. Bu makamın az üstünde Ma’rûf-i Kerhî ve Şeyh Ebû Sa’îd-i Harrâz’ın makamı vardı. Başka büyüklerin makamları, bu makamlardan biraz aşağıda ve birçoğu bu makamda idiler. Şeyh Alâüddevle ve Şeyh Necmeddîn-i Kübrâ aşağıda idi. Ehl-i Beyt imamları bu makamın üstünde idi. Bunların üstünde, dört halifenin “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” makamları vardı. Peygamberlerin “alâ nebiyyinâ ve aleyhimü’s-salâtü ve’s-selâm” makamları, o Serverin “sallallahu aleyhi ve sellem” makamının bir yanında idi. Meleklerin büyüklerinin “salevâtullahi ve selâmühü alâ nebiyyinâ ve aleyhim ecma’în” makamları, bu makamın öte yanında ve bu makamdan ayrı idiler. O Serverin makamı, bütün makamların üstünde, en başta idi. Her şeyin doğrusunu Allahu Teâlâ bilir.” Bu müşahedeler, ehlini, alabildiğine manen beslemiş, adeta dünyadaki hasreti vuslata çevirmiştir.
Günümüzde görülen bazı rahmanî rüyalarda da Allah’ın (c.c.) sonsuz rahmet ve merhameti nedeniyle zor durumda olan insanların uhrevî manada kurtuluşuna işaretler vardır. Bunlardan bir tanesini burada anlatmakta bir beis yok… Üstelik çok faydalı olacağını düşünüyorum:
“Ahmet kurtulmuş, Allah onu affetmiş.”
Seyyidimizin -Şenel İlhan Beyefendi- babasının evinin hemen bitişiğinde oturan Ahmet isimli bir genç vardı. Babası küçük yaşta ölmüş ve Ahmet öksüz büyümüştü. Annesi de Tokat Devlet Hastanesi’nde hasta bakıcı olarak çalışıyordu. Onun için aile eğitimi alamamış, düzenli olarak dinî vazifelerini yerine getirememiş bir çocuktu. Ama küçük yaşlardan beri Seyyidimize olan saygısı, muhabbeti her zaman yerindeydi. Namaz kılmayan, Kur’ân okumayan ama Seyyidimizi çok seven bir insandı. Seyyidim ne zaman babasını ziyarete gelse Ahmet, Seyyidimizin arabasının başında bekler, adeta bir koruma görevlisi gibi hiç kimseyi arabaya yaklaştırmaz, arabayı her türlü zarardan korurdu. Seyyidimiz de bu iyiliğinden ötürü O’na her seferinde geri dönerken harçlık verirdi. Ahmet büyüyüp 19 yaşlarına gelince bir bayanla evlendi. Mutsuz bir evlilikten sonra eşinden ayrıldı. Daha sonraları eşinin evine gidip barışma çabası içerisindeyken, kayınbabası tarafından vurularak öldürüldü. Seyyidimiz öldüğü haberini alınca O’nun adına çok üzülmüştü. “Allah ona merhamet etsin, keşke biraz hazırlığı olsaydı da öyle ölseydi.” demiş ve arkasından çok dua etmişti. Aradan iki sene geçtikten sonra Seyyidimiz bir gün rüyasında Ahmet’i görüyor:
“Ahmet, yol kenarında bekliyormuş. Seyyidimiz arabasını durduruyor ve camı açarak diyor ki: “Ahmet, nasılsın oğlum?” Ahmet ise: “İyiyim abi, çok iyiyim” diyor. Gerçekten de Ahmet rüyada biraz daha kilo almış, eli yüzü parlamış şekilde görünüyor. Sadece alnının sol köşesinde el ayasından biraz daha küçük şekilde bir morluk varmış. Sürtünmeden kaynaklanan bir morluk gibiymiş.
Sonra Seyyidimiz demiş ki: “Ahmet benden bir isteğin var mı? Sana harçlık vereyim mi?” Ahmet: “Otuz lira borcum var, eğer onu verirsen sevinirim abi.” demiş. Seyyidim de “al sana elli lira” diyerek arabada yanında oturan büyük oğlu Abdulbaki’ye elli lirayı Ahmet’e vermesi için uzatmış. O da elli lirayı Ahmet’e vermiş.” Rüya böylece bitiyor.
Bu rüya ile ilgili olarak Seyyidimiz dedi ki: “Ahmet kurtulmuş, Allah onu affetmiş. Sadece otuz lira borcu kalmış Ahmet’in. O borcunu ödersem artık hiçbir sıkıntısı kalmayacak. Allahualem alnının köşesindeki morluk da ondan kaynaklanıyor.” Seyyidimiz hemen Ahmet’in adına sadaka vererek onun borcunu ödüyor. Üstelik 20 lira da fazladan onun ruhuna sadaka bağışlıyor. Çünkü rüyada 30 lira yerine 50 lira veriyor. Böylece rüya tahakkuk ediyor. Sonra Seyyidimiz demiş ki; Ahmet’in annesi de bizim gibi düşünüyor, oğlum ahirete hazırlıksız gitti diye üzülüyordur. Bu hadiseyi ona anlatın da oğlunun adına sevinsin. Seyyidimiz, bu müjdeli haberi yakınlarına gönderince onlar da bu olayı teyit eder mahiyette şöyle bir olayın başlarından geçtiğini söylemişler. Rüya görülmeden bir ay evvel, savcılık Ahmet’in cesedini DNA testi yapmak için geri istemiş. Çünkü eşi, Ahmet öldüğünde hamileymiş. “Doğan çocuk Ahmet’in mi, değil mi?” diye bunun tespit edilmesi gerekiyormuş. İki sene sonra mezarı açıp Ahmet’in cesedine bakıyorlar. Yüzüne ilk bakan, hasta bakıcı annesi olmuş. Annesi oğlunun yüzünü ağlayarak açtığında cesedinin çürümediğini, hiçbir yerinde hiçbir bozulma olmadığını görmüş. Sadece alnının sol köşesinde el ayasından biraz daha küçük şekilde bir morluk varmış. Ahmet geride kalan 30 liralık borcundan, Seyyidimiz vesilesiyle kurtulduğu gibi Allahualem Seyyidimize ve Ehl-i Beyt’e olan samimi sevgisinden ötürü de Rabbimiz tarafından mükâfatlandırılmış ve cennet halkından olmuştur. Esasen cesedinin hiç çürümemiş olması şehadet belirtisidir, elbette en doğrusunu Allah (c.c.) bilir.”
Çevremizde zaman zaman yaşanan benzeri olaylar vardır ehline havale edilen… Bunlar gerçekten de çok çarpıcı olaylardır. Din algısında rüya gibi sahih bir alana üstelik ahir zamanda rüyaların mübeşşirat yani müjde olduğunu bildiren Peygamber Efendimize rağmen itibar etmeyenlerin kulakları çınlasın…
Seyyidimizin amcası Ahmet İlhan’ın vefatından sonra görülen “BULGUR RÜYASI / HÂLİ”
25.07.2011 günü saat 12.00 sularında Seyyidimizin amcası Seyyid Ahmet İlhan’ı elim bir trafik kazası neticesi kaybettik. Seyyid Ahmet İlhan’ın defin işleri, Seyidimizin talimatı üzerine arkadaşlarımız tarafından yapıldı. Borçları sorulup kapatıldı. Ve merhum, 26.07.2011 günü Ali Paşa Camii’nde kılınan öğle namazını müteakip Erenler’deki aile mezarlığına, kardeşlerinin yanına defnedildi. Aradan 5 gün geçtikten sonra bir ikindi vakti Seyyidimiz bizi telefonla aratıp, gece Ahmet amcasını gördüğünü ve onun kendisinden yardım istediğini söyledi. İslami terminolojide ‘yakaza’ olarak ifade edilen ve uyanık yani şuur yerinde iken görülen rüya anlamına gelen bir görüşle amcasını görmüştü. Seyyidimiz bu olayı ve sonrasındaki duygularını şöyle anlattı:
“Amcamı gördüm. Gayet dinç ve gençti. 40 yaşlarında gibiydi. Omuzları genişçe, pehlivan gibi diri duruyordu. Öyle ki, onu öyle dipdiri bir halde görünce şaşırdım ve hem sevinç hem hayretle;
“Amca sen ölmedin mi ya!?” dedim. Amcam bana yaklaşarak elini omzuma koydu ve “Bulgur işini halletmen lazım.” dedi ve rüya bitti. ‘Bulgur işi’ ne ise bu konuda sıkıntılıydı ve benden yardım istiyordu. Heyecanla, yataktan kalktım. Şaşırdım. O gece doğru dürüst uyuyamamıştım. Çok yorgun ve uykusuzken bu rüyayı gösterdiler. Amcamı iyi gördüm diye hem sevindim hem kaygılandım, ‘sıkıntısı ne acaba’ diye… Neticede sabahı zor ettim. Sabah olunca hemen bu işi halletmem lazım diye gerekli talimatları verdim. Zira beni bu konuda acele etmem için hem zahiren hem manen sıkıştırdılar. Normalde böyle konularda ben zaten acele ederim. Ama sanki birkaç gün tehir etmeyeyim diye beni uyardılar.”
Bu olayın devamını Nail Başeski’den dinleyelim;
“Neticede, Seyyidimizin talimatı üzerine Göksel Gürer’le “Bu bulgur işi nedir?” diye mevtanın oğlu Seyyid Celaleddin’i aradık. Seyyidimizin gördüğü rüyayı anlatarak “Bulgur işinin ne anlama geldiğini biliyor musun?” diye sorduk. Oğlu Seyyid Celaleddin “Benim öyle bir şeyden haberim yok, babamın bildiğimiz bütün borçlarını kapattık.” dedi. Bunun üzerine biz bir de annesini aramasını söyledik. Annesini arayınca biraz sonra telefonla bize döndü: “Anneme sordum, annem hatırladı. Babamın bir bulgur işi varmış, çok şaşırdım bu rüya bir keramet…” dedi. Ve Ahmet amcanın oğlu Seyyid Celaleddin, olayı şöyle anlattı:
“Yazmacılar Hanı’nda bir değirmenci varmış. Babam geçen yıl ona bulgur yapmak üzere iki teneke buğday götürmüş. Bulguru yapınca ücret olarak belli bir para vermiş. Bulguru eve getirmiş ama annem bulguru kalın bulmuş ve bir daha çektirmesi için geri göndermiş. Babam değirmenciden böyle bir şey talep edince de değirmenci sinirlenmiş: “Benim elimden gelen bu kardeşim, beğenmiyorsanız başka yere çektirin!” demiş ve aldığı ücreti sert bir şekilde geri iade etmiş… Babam da parayı, bulguru almış ve eve gelmiş. Bulguru da başka yerde yeniden çektirmiş… Anneme durumu anlatmış. Annem, “Bari parasını bıraksaydın, kul hakkı geçer.” demiş. Babam da “Parayı sokağa attı, aldım ki daha sonra siniri geçince verip helalleşeyim.” demiş. Velhasıl bu olayı zaman zaman hatırlar, borcunu veremediğinden yakınırmış. Kazadan iki gün önce yine konuşmuş. Bu arada değirmenci de değirmeni kapatmış…”
Bizler bu durumu öğrenince öncelikle değirmencinin oğlunu bulduk. Sonra onunla babasını ziyarete gittik. Adam kalp hastası imiş ve işi bırakmıştı. Evinde istirahat ediyordu. Ahmet İlhan’ın olayını anlattık, Ahmet amca, Tokat’ta itfaiye memuru olduğundan değirmenci, Ahmet amcayı hatırladı. Trafik kazasında kaybettiğimizi söyledik. “Allah mağfiret etsin.” dedi. Değirmenci; “Ahmet Bey bulgur çektirmek için bir miktar buğdayı bana getirdi. Ben de bulguru yapıp kendisine verdim. Lakin bir süre sonra tekrar geldi. Bulgurun istediği incelikte olmadığını ve yeniden yapmamı istedi. ‘Benim makinem bu kadar çekiyor’ dedim ve aramızda tartıştık, parasını iade ettim ben de…”
Değirmenciye Ahmet Amca hakkında Seyyidimizin gördüğü rüyayı ve hâli anlattık. Rüyayı duyunca çok etkilendi ve ağladı. “Benim hakkım ona annesinin sütü gibi helal olsun.” dedi. Biz yine de söz konusu meblağı fazlasıyla ödeyip helalliğini alıp döndük. Bu olayı daha sonra rahmetlinin eşi, çocukları ve damatları ile birlikte tekrar konuştuk. Herkes bu keramete şaşırıp “Babamızın böyle bir borcu olduğunu bizler de bilmiyorduk.” dediler. Merhumun eşi olayı “Benden başka bilen yoktu, Şenel oğluma maşallah…” dedi. “Allah ona bunu göstererek eşimi sıkıntıdan kurtardı. Benim de hatırımdan bu olay nasıl çıktı bilmiyorum.” diyerek hayret ve hayranlığını dile getirdi. Bu hadise Seyyidimizin tüm yakın çevresini gerçekten çok etkiledi.
Seyyidimiz bu olayı yorumlarken:
“Vallahi, billahi, tallahi benim bulgur işiyle ilgili hiçbir bilgim yoktu. Hatta rüyada bulgur deyince ne demek istediğini anlayamadım. ‘Hayır hasenat yapmamızı mı istiyor acaba?’ gibi de yorumladım. O yüzden bu rüya resmen bir keramet ve öte âlemden, yani kabir âleminden gelen bir haber, bir mesajdır. Bu olayı dürüstçe, objektif bir şekilde değerlendirebilen bir ateist Müslüman olur. Bu olay, Allah’ın varlığını, İslam’ın hak olduğunu, ahiretin var olduğunu, kabirde azabın var olduğunu, kul hakkının ne kadar önemli olduğunu ve daha nice şeyleri ispat eden bir olaydır. Bunu çevrenizle paylaşın, Rabbimizin bize bir rahmet ve merhamet tecellisidir bu. İnsanlar bundan istifade etsinler.” buyurmuşlardı.”
Bu da ölülerin Seyyidimizden yardım istediği ilginç rüyalardan birisidir. Daha dünyadayken, ahiretle zihinsel olarak bu kadar muhkem bağlar kurulabilmesi insanı oldukça düşündürüyor… İnsan için, anbean yaklaşan en büyük gerçek bu… Bundan daha büyük bir gerçek bilen varsa söylesin…
Evet, insan, özlüyor ahireti... Elde değil özlememek… Tüm peygamberler orada… Tüm salihler, veliler, her ümmetin büyükleri; dünyada yaşanmış milyonlarca olayın canlı şahitleri, mücahitleri, muvahhidleri, mazlumları… Yüreği sevgi dolu ve kurtuluş beratını almış insanlar… Kimi anadan, kimi yardan, kimi serden geçmiş insanlar... İçlerinde sahabe Hanzala (r.a.) misali guslü gökyüzünde alınanlar var... Daha gelmeden meleklerin karşılamak için bekledikleri var. İçlerinde göğe yükseltilen peygamberler var...
Ümit Meriç hoca, “ahiret sosyolojisinden” bahseder bir TV programında... Ahiretin de pişmanlıkları, neşesi, zevki, sohbeti vardır. Bir ateistin dahi ‘tarih yargılayacak’ derken, sanatkâr ise ‘adımız anılsın’ beklentisiyle dünyaya kalıcı eserler bırakmak isterken; tüm bu serzenişlerde dünyada aradığını bulamayan ruhların ahiret özlemleri ve ruhun ebedilik arzusu yatar. Dini ilga, milliyeti ilga eden fikirlerde dahi savaşların kavgaların haksızlıkların olmadığı yani adalet ve eşitlik olan bir mekân tasavvuru, yaşanabilir bir dünya özlemi, aslında cenneti dünyada görmek isteyen bir bilinçaltı vardır. Varoluşçular dahi varlıklarını “ruhça” tescil etmek isterler. Yaklaşık aynı kaygılarla... Mutlu, yaşanabilir ve ebedi olana karşı konulmaz bir arzu, istek... Yani aslında dünyada ruhun çığlığıdır ahireti istemek... Tüm fikirler de adeta dünyada olmak zorunluluğuna karşı bir savunma mekanizması... Ebediyeti, aşkınlığı isteyen bir talep... Bunun dile dökülmesi, bilince çıkması, adının konulması, kendince itiraf edilmesi ise başlı başına bir inanç retoriğidir ki, bunun ete kemiğe bürünmüş şekline ancak “İslam” diyebiliriz. İnsanın İslam’la buluşmasının getirdiği huzur ki, bugün, insanın, kendi içindeki ebediyet arzusuna vereceği ya da verdiği en muhkem cevaptır. Bu huzurun içimizde hissedilmesi ise İslam-fıtrat ilişkisinin en büyük delili... Uzun arayışlardan sonra çiçeğini bulmuş arı gibi İslam’ı seçen din mensuplarının duygu ve düşünceleri buna en güzel örnektirler.
İmam-ı Nevevî’nin Riyâzü’s- Sâlihîn tercümesinde geçen bir hadis-i şerif şöyledir:
“Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Cennet ehli Cennete girince, Allah tebareke ve Teâlâ: “Bir şey istiyor musunuz, (onu) size fazlasıyla vereyim.” buyurur. Cennetlikler: “Yüzlerimizi bembeyaz yapmadın mı? Bizleri ateşten kurtarmadın mı?” derler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk (kulları ile arasındaki) perdeyi kaldırır. Artık cennetliklere Rablerine bakmaktan daha sevimli bir şey verilmemiştir.” (Müslim, et-Tâc, V, 423)
Ahiret hasretimizi besleyen bundan daha büyük bir müjde olabilir mi?
Allah (c.c.) Nâziât Suresi 46. ayette: “Kıyameti gördükleri gün onlar, sanki dünyada ancak bir akşam, yahut bir kuşluk vakti kadar kalmış gibidirler.” buyuruyor. Neşelerimiz, üzüntülerimiz, evlat, çoluk çocuk, hatun, zenginlik fakirlik, sağlık hastalık, dert, sıkıntı, bela… Hepsi bunun içinde… Hepsi imtihan…
Bizler bugünü yaşadığımıza göre, bugünün de muhasebesini ona göre yapmamız gerekli. Ahir zamanı, âlimler son Nebi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in vefatıyla nispet eder, ahir zaman, onun vefatıyla başlar derler. Güzel insan, büyük Velî Muhammed Raşid Hazretleri de vefatından önce “Sonun sonuna, sonun sonuna, sonun da sonuna geldik.” demişti. Öyleyse bizler ya ahir zamanın nasipli çilekeşleri ya da bulunduğu zamanın farkında olmayan delileriyiz… Aksini düşünmek mümkün görünmüyor…