Din Eğitiminde Manevi Boyut / Doç. Dr. Hasan Meydan

 

İnsanın “manevi potansiyelini” nasıl anlamlandırabiliriz? İnsanda temelde varoluşsal olarak bir arayış mı var? Maneviyatın kökenine ya da insan-maneviyat ilişkisine dair neler söylenebilir?

Yaratılmışların en mükemmeli ve Yüce Allah’ın teveccühüne en fazla mazhar olan varlık olarak insan bedensel varlığının ötesine geçip, aşkın olanı his ve tecrübe etme potansiyeline sahiptir. Bu his ve tecrübeler derinlemesine tefekkür, duygu dünyamız üzerine derinlemesine gözlem, dini ibadet ve sorumlulukların yerine getirilmesi esnasında yaşanan içsel tecrübeler, toplumsal yaşamda diğer insanlarla ilişkilerimizde ve yaratılmışların ahenk ve uyumundaki muhteşemliği fark etme yoluyla yaşanır. Bir bütün olarak insan maneviyatını oluşturan bu tecrübeler, bir yandan insanın elle tutulan ve gözle görünenin ardındaki gerçekliği fark edebilen diğer yandan da ruhsal dünyasını ve kişiliğini sağlıklı temeller üzerine kuran bir kemâlât yolcusu olmasının en önemli araçlarındandır.

İnsan, Yaratıcının fıtratına yerleştirmiş olduğu manevi potansiyelin peygamberler aracılığıyla gelen vahiyle buluşması sayesinde Yaratıcıyı tanır ve anlam dünyasını ona göre kurar. İnsandaki fıtrî manevî potansiyel uygun ortamı bulduğunda inkişaf ederek sistemli bir dinî yaşayış olarak görünür hale gelir. Bu potansiyeli inkişaf ettirecek ortamlar çoğunlukla inanç ve maneviyat ile şekillenmiş ortamlar olarak değerlendirilirken zaman zaman tam tersi ortamlar da insandaki manevî açlığı, anlamlandırma ve Yüce Yaratıcısına bağlanma ihtiyacını harekete geçirebilmektedir. Bu bağlamda özellikle Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. İbrahim (a.s.) örneği çok değerli mesajlar barındırmaktadır. Henüz küçük bir çocuk iken putlarla çevrili bir dünyada içten doğma bir yüce varlık duygusu ve sezgisi ile sarsılan Hz. İbrahim (a.s.), bu duygunun kendini davet ettiği gerçek Tanrı’yı aramaya koyulmuştur.

Maneviyatın insan için fıtrî bir duygu olduğunu günümüzde Batı’da sık görülen kurumsal dinî geleneklerden uzak seküler maneviyat arayışları üzerinden okumak da mümkündür. Bu insanlar geleneksel dinlerin kurum, ritüel ve öğretilerinden uzaklaşarak önce sekülerleşme temayülü içine girerken bir müddet sonra New Age denilen çoğunlukla yapay, eklektik manevî öğretiler oluşturma ve bunlarla kendilerini tatmin etme yoluna gitmektedirler. Anlamlı bir hayat yaşama, kutsal bir yüce varlık ile ilişkiyi hissetme, kâinat içindeki her şeyin bir bütün olduğunun şuuruna varma, içsel tecrübeler yaşama, madde ötesinde bir gerçeklik arayışı ve farkındalık gibi dinî maneviyatın geleneksel kavramları bu tür arayışlar tarafından ödünç alınarak seküler bir anlayışla yorumlanmaya çalışılmaktadır. Aslında dinî maneviyat çerçevesinden bakınca olumsuz bir durum olarak görünse de kurumsal dinden farklı nedenlerle uzaklaşmayı tercih eden insanların seküler dünya içinde bile içlerindeki fıtrî manevî potansiyelin çağrısından uzaklaşamadıklarını göstermek açısından gerçeklik önemlidir.

İnsanın maneviyat algısında manevî zekâ ve çocuk maneviyatı üzerine neler söyleyebiliriz?

Çocukların manevi tecrübelerinin anlaşılması üzerine son yıllarda gerçekleştirilen araştırma sonuçları manevî eğitim politika ve uygulamaları üzerine büyük etki yaptı. Bu araştırmalar çocuklarda maneviyatın fıtrî ve evrensel bir olgu olduğunu ve çocukların aşkın anlamı arama ve kimliklerini oluşturma sürecinde maneviyatın dikkate alınması gereken eşsiz bir güç olduğunu gösterdi. Eğitim politikalarını etkileyen bu araştırmalar çocuklarda maneviyatın biyolojik temellerinin bulunduğu ve çocukların maneviyatı yaşayış biçimlerinin yetişkinlerle hem benzer hem de kendine has özelliklere sahip olduğunu gösterdi. Artık eğitimde rahatlıkla şunu söyleyebiliyoruz: “Maneviyata yönelik bir potansiyel ya da kapasite her insanda bulunur. Bu potansiyel tıpkı insanın spor, müzik, resim vb. potansiyeli gibidir. Üst düzeye çıkarabilmek için uyandırılmaya, eğitilmeye, uygulamaya, antrenmana ve dönüştürülmeye ihtiyaç duyar.”

Çocuklar yaşadıkları, şahit oldukları olaylarda sadece kendilerine ne olduğunu değil niçin olduğunu da anlamaya çalışırlar. Bunu yaparken de yaşadıkları dinî tecrübelerini, edindikleri manevî değerleri ve ayrıca açıklama sağlayabilecek diğer tüm yolları yardıma çağırırlar. Aslında bu bir anlama çabasıdır ve doğal olarak dinî ve manevî tefekkürü çocuk gelişiminin ayrılmaz bir parçası haline getirmektedir. Bu özellikleri nedeniyle çocukları doğal filozoflar olarak isimlendirmek mümkündür. Çünkü onlar hayatın anlamına ilişkin meraklı sorularını sürekli sorarlar. Bu durum aslında onların maneviyat arayışının -amaç, kimlik ve anlam arayışının- yansımasıdır. Çocukların doğum, hastalık, ölüm, hayranlık uyandırıcı çeşitli durumlarla muhatap oldukları her an anlam arayışları daha derinleşir. Yetişkinler onları bu tür soruları sorup muhtemel cevapları aramaya teşvik ederek manevî ve düşünsel gelişimlerine destek olmalıdırlar.

Türkiye’de az sayıdaki araştırmalar çocukların, hafife alınmayacak kadar zihinsel ve duygusal sınırlamalarla kuşatılmış olmalarına rağmen yaratıcı ve üstün güç ile vasıtasız iletişim kurmaya istekli olduklarını belirlemiştir. Bir yaratıcı kavramına inanma duygusu çocuklarda başlangıçta tezahür etmese bile bilkuvve mevcut olan fıtrî bir yetenektir. İnsanın temel duyguları üzerinde yükselen bu inanma istidadının varlığını, çocukların Allah ile ilgili soruları sormaları ve -kendilerine özgü çocuksu şekillerde de olsa- cevaplamaları göstermektedir. 2,5-3 yaşına kadar bu potansiyel istidat, Allah’a inanma ve bu inancın göstergesi olan ibadet etme duygusu, yalnızca bir çekirdek halinde bulunmaktadır ve sevgi, korku, bağlanma gibi ana duyguların üzerine temellenen kompleks bir duygu olarak gelişimine devam etmektedir. Bu yaşlardan itibaren ise merak ve sorularla dışa vurmakta ve çevre etkisi ile şekil almaya başlamaktadır.

Çocuğun manevî potansiyeli; sağlıklı eğitim ortamlarında işlendikçe anlamlandırma, ilişkisellik, bütünlük, bilinçli aşkın tecrübeler, farkındalık ve madde ötesine dair bir arayışa doğru gelişme gösterir. Bu bağlamda son yıllarda manevî okuryazarlık veya manevî zekâ gibi kavramlar literatürde sıkça rastladığımız kavramlar arasına girmiştir. Manevî okuryazarlık duygusal ve etik okuryazarlığın ötesine geçerek hem kalp hem de kafadan gelerek büyüyen erdem ve iç görünün daha derin boyutuna doğru uzanan, bizi aşkın âleme derin bir sevgi ve tüm varlığa sonsuz bir merhametle yönlendiren bir özelliktir. Manevî zekâ kişiye birtakım nitelikler kazandırır: Örneğin bu zekâ türü gelişmiş bir gençte kendi dışındaki varlıklarla münasebetinde umursamazlık ve gaflet hali nadiren görülür, günlük işlerinde kutsal boyutun farkındadır, sıradan işler içinde ilahî bir bağlantı bulunduğuna dair farkındalık sahibidir ve erdemli bir birey olmak onun için çok değerli bir erektir.

Çoklu zekâ çalışmaları göstermektedir ki çocuktaki farklı zekâ (sosyal, sözel, sayısal, bedensel, ritmik vb.) türleri uygun ortamda işlendikçe gelişebilen bir yetenek olarak potansiyelde bulunur. Eğer sağlıklı bir ortamda işlenirse gelişir aksi halde heba edilen bir yetenek olarak kalır. Manevi zekâ da kutsala ilişkin bir bağlanma ve güvenme ihtiyacı ve kutsalla anlamlandırma arayışı olarak çocukluktan itibaren farklı düzeylerde insanda fıtrî olarak bulunur. Gelişip olgunlaşması için ebeveyn ve eğitimcilerin bu ihtiyacı dikkate alıp arayışa sağlıklı bir rehberlik yapması gerekir.

Din eğitiminde hatta dinî algıda günümüzün temel problemlerinden biri mana ve şekil bütünlüğü… Bu anlamda dinî ahlak ve maneviyat ilişkisine dair düşüncelerinizi alabilir miyiz? Seküler kaygılar ahlaka engel midir?

Çağımız adeta ifrat ve tefritler çağı… Modernlik namına manayı tamamen dışlamak, dini ya tamamen şekle hapsetmek ya da onu sadece bir duygudan ibaret saymak… Ne arasanız var bu aşırı uçlara savruluşta. Bu anlamda modern çağın manayı hayatın dışında tutmak için sarıldığı pek çok anlayışa şahit olduk. Örneğin modern düşüncenin mihenk taşlarından birisi olan psikanalitiğe göre insan iki temel güç üzerinde tanımlanabilecek kadar basit ve süflî bir varlıktı: libido ve tanatos. Bu iki olgu insanın temel ihtiyaç ve güdülerini cinsellik ve saldırganlık olarak belirliyor ve fıtrî güdüler olan bu iki güdünün her yolla tatminini de meşru kılıyordu. Sonuç itibariyle bu karamsar, insanı aşağılayıcı tablo maneviyat, estetik ve etiğe dair ne varsa hepsine darbe vuran tahripkâr bir anlayış ortaya koyuyordu. Buna bir de evrimciliğin insandaki kutsal özü yok sayarak onu biraz daha fazla gelişmiş bir canlı mertebesine indiren anlayışı eklenince insan ve varlığa ilişkin tüm anlamlandırma çerçevelerimiz tahrip olmuştur.

Öte yandan dini anlayışımızda da mana ve şekil arasında sağlıklı bir denge kurabildiğimiz söylenemez. Bu dengesizliğimiz indirgemecilik olarak hayata bakışımıza yansıyor. Mesela imanda indirgemecilik yapıp imanı sade bir ikrara indirgeyebiliyoruz. Ya da dinî emirleri sadece ibadetlerin rükün ve şartlarına, Müslüman olmayı dinin muamelata ilişkin bazı hükümlerini şekil olarak yerine getirmeye hasredebiliyoruz. Oysa imanda indirgemecilikten kurtulabilmiş bir mümin akşam yemeğinde önüne gelen tabağın içinde sebzeden önce “nimet” görür. İmanın çift yönlü güveni temsil ettiğini duyumsayabilmektir mesela indirgemecilikten kurtulmak… Malumunuz iman en basit haliyle “güvenmek” demektir. İnanan kişi Allah’a güvenir. Ayrıca inanmak Allah’ın insanın kendisine güvendiğini de ikrar etmektir. Çünkü Allah, tüm varlıklar içinde emaneti teslim edecek varlık olarak insana güvenmiştir. İman bunun şuurunda olmaktır. Ancak imanı basit bir tasdik ve ikrara indirgediğimizde bu şuur buhar olup gitmekte...

İmanın meyvesi olan ibadet; şekil ile anlamın, madde ile mananın en yoğun şekilde buluştuğu bir dünyayı ifade eder. İbadette şekil ile anlam birleşmektedir. İbadet ancak anlamına uygun bir niyetle yerine getirilirse meyvesini verir. Fakat bu, niyetin ibadetin şeklinden bağımsız olduğu anlamına da gelmez. Bu özelliği ibadeti, insanın gündelik şuurunu köklü değişime zorlayan bir eylem haline getirir. Mevlânâ ibadetlerin madde ve manasının birbirinden ayrılamaz doğasını ifade etmek için sevgi ve hediye metaforunu kullanır. Ona göre sevgi, düşünce ve manadan ibaret olsaydı oruç ve namazın zahirî suretleri de kalmaz, yok olurdu. Dostların birbirlerine armağan sunmaları, dostluğa nazaran ancak görünüşe ait şeylerdir. Fakat bu suretle o armağanlar gönüllerde gizli bulunan sevgilere şahadet eder. Hediye dostluğun derin anlamını sakladığı gibi namaz ve oruç da kulluğun derin anlamlarını saklar. Ancak zor olan, hediye vermede saf sevgiyi ve çıkarsız ilişkiyi yakalamanın zorluğunda olduğu gibi ibadet etmede de halis niyet ve manevî derinleşmeyi yakalayabilmektir.

Şekil ve manasıyla insanın tüm fiilleri bir bütündür. Yanlış olan mana için şeklin; şekil için de mananın örselenmesidir. Özsüz beden nasıl bir işe yaramazsa bedensiz öz de bir işe yaramaz. Tohumu kabuksuz olarak yere ekersen baş vermez, tutmaz fakat kabuğuyla ekersen tutar, büyük bir ağaç olur. İbadet için de ahlak için de durum aynıdır. Ahlakî davranışı ontolojik bir temelden koparıp dünyaya ait bir menfaate bağladığınızda tüm hayrı heba etmiş olursunuz. Ancak insana ve canlı-cansız varlıklara hürmeti gerektiren yüce Yaratıcının eseri olmak gibi bir ontolojik bağ kurduğunuzda ahlakın anlamı başka olur. Artık çocuğunuza söylediğimiz doğru davranış budur, çünkü böyledir, sonuçta bize de döner gibi sığ temellendirmelerden kurtulup varoluşumuza bağlanan bir anlam ile ahlakı temellendirmiş olursunuz. Aksi halde tamamen dünyevî bir yaşama ya da birilerinin manipülasyonu ile gece teheccüd kılıp sabah masum Müslümanları katleden, onların medeniyet birikimini yok eden zahirci dinî anlayışlara savrulmak kaçınılmaz oluyor.

Bugün özellikle maneviyatı güçlendiren strateji ve yöntemler dinî eğitimde çok önem arz ediyor. Bunun başlangıçta insanı konuya yakınlaştıran, kalbimizi meylettiren, aidiyet duygumuzu geliştiren tarafları olduğu gibi, yolun devamında ahlaken geliştiren, feraset ve hikmeti davet eden doğal ve vazgeçilmez tarafları da var. Maneviyatı güçlendiren strateji ve yöntemlere dair tavsiyelerinizi, düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Modern eğitimin dayandığı pozitivist epistemoloji anlayışı varlığı nicel bir bakış açısıyla değerlendirip sosyal ve insanî meselelerin nitel yönlerinin objektif bilgiye ve dolayısıyla da eğitime konu olamayacağını öne sürdü. Dolayısıyla modern eğitimde insanı tanırken ve tanımlarken bilişsel ve mekanik boyut önemsendi. Oysa insan vicdan, merhamet ve sağduyu gibi manevî bir boyuta da sahiptir. Sadece bilişsel ve mekanik yetenekler yönünden ele alınan insan, karşısındaki insanları da salt mekanik, duygu boyutu olmayan varlıklar olarak algıladığı için onlara kolayca zarar verebilir duruma gelir. Nitekim modern eğitim bugün bilgiyi işleme ve ondan maddî ürün ortaya koymada başarılı olurken şiddet, anlayışsızlık, güvensizlik, dürüst olamama gibi sosyal problemleri çözememekle eleştiriliyor. Bu nedenledir ki son dönemlerde eğitimde maneviyat, eğitimin ruhu, manevî eğitim gibi kavramlar temelinde yürütülen çalışma ve öneriler artmıştır.

İslam toplumlarının giderek daha fazla açık toplum özellikleri kazandığı günümüzde din eğitimcilerinin insandaki fıtrî manevî potansiyeli doğru yönlendirebilmesi büyük önem arz etmektedir. Zira son yıllarda kapalı toplum konumundan hızla çıkan Müslüman toplumların dışsal etkilerle yaşadığı çözülmeler dikkate değer boyutlardadır. Din alanındaki mevcut karmaşık ve çetin yapı, tabii olarak din eğitimi alanını da etkilemekte ve din eğitiminde mevcut/geçmişten miras alınmış bilgi tutum ve davranışları adeta işe yaramaz hale getirmektedir. Neticede toplumda din eğitiminin kalitesinden memnuniyetsizlik artmaktadır. İnsanlar tarafından dinî kurumların ve din öğretiminin insanın güncel hayatına hitap edemeyip geçmişte yaşamaya devam ettiği izleniminin edinilmesi, anlamlandırmaya yönelik değil retorik bir öğretim anlayışının benimsenmesi insanları dinî maneviyat arayışından uzaklaştırmaktadır.

Günümüzde depresyon ilaçlarının kullanımının bu kadar artması en fıtrî antidepresan olan imanın yeterince duyumsanamadığının en önemli göstergesidir. İmanın duyumsanması eğitim-öğretim süreçlerinde anlam arayışına ve manevî tecrübeye önem vermekle mümkün olur. Bu anlamda günümüz eğitiminin ve özelde din eğitiminin en büyük sorunu anlam arayışını ve manevî tecrübeyi göz ardı etmesidir. Örneğin mesleki din eğitiminde manevi derinleşmeyi önemsemediğinizde yetişen din görevlisi manevî, ahlakî bir rehber olmak yerine bir tekniker gibi işlev görebilmektedir. Din eğitimi ve din hizmetlerinde gönül dilini tekrar konuşturmaya başlamak için öncelikle meslekî din eğitiminde manevî derinleşmeye daha fazla önem vermek gerekmektedir. Öte yandan günümüzde ciddi bir gelişim gösteren manevî sosyal hizmetler alanı manevî açıdan kendini olgunlaştırmış din görevlilerini beklemektedir. Manevî sosyal hizmetler çalışanı; merhamet etme, ilgi gösterme, başkalarının dertlerine ortak olma, kederlerini paylaşma, yardımlarına koşma; mazlumların, mağdurların maruz kaldıkları sıkıntıları göğüsleme, bir anne içtenliğiyle onların üzerine titreme, herkese kol kanat germe gibi hasletlere sahip olmalıdır. Bu ise duygu boyutu ihmal edilen bir eğitimle mümkün değildir.

İnsanın manevî eğitiminde tasavvuf iyi bir referans olabilir mi? Bu konuda, muhkem bir ahlak ve maneviyata dair, güncel boyutta bazı yüzleşmeler de kaçınılmaz. Maneviyata yüklenen anlam, kişilik, kimlik, mücadele, yüksek ahlakî donanım, bilgi, günümüz insanını değerlendirme, tebliğde temsil kabiliyeti, her bakımdan örneklik gibi kuşatıcı bir bireysel alana yayılınca, bu konuda neler söylemek istersiniz?

Tasavvuf; Allah (c.c.) yüceliğini tanıma, kâinat ve insanın varoluş sebebini anlama, insanı mükemmel bir varlık hâline getirebilme arayışı çerçevesinde şekillenmiş bir sistemdir. Diğer bir deyişle tasavvufun en önemli amaç ve işlevlerinden birisi, insanı eğitmektir. Tarihte tasavvufî eğitim; belli bir dönemden sonra tekke, zaviye ve dergâhlarda yürütülmüş bir eğitimdir. Medreseler daha çok zahiri ilimlere yönelirken tekkeler, insanın iç dünyasını eğitmeye çalışır. Manevî derinliği artan insanın ahlâkî yönden olumlu davranışları en üst düzeyde kazanması amaçlanır. Tasavvuf eğitiminin dayandığı sûfî bakış açısına göre bireyde oluşan manevî problemlerin derecesinin artması, kişinin ruhuyla bağlarının zayıflamasından kaynaklanmaktadır. İnsanın ruhu ile sıkı bir bağ kurmasını hedefleyen ve çalışmasını bu yönde yoğunlaştıran sûfî hayat, modern insanın benliğinin yeniden ihya ve inşasını kurma anlamında ilham alınabilecek ilke ve yöntemlere sahiptir.

Tasavvuf en basit haliyle bir nefis mücadelesi sürecidir. Bu sürecin en önemli özelliği insanın varoluşsal enerjisini kendi nefsine yöneltmesidir. İnsan doğruları ne kadar bilirse bilsin günübirlik toplumsal hayattan beslenen bir ego, insan vicdanının sesini kolaylıkla boğup kâmil bir ahlak gelişimini engelleyebilir. Oysa tasavvuf eğitimi kişiyi başkasıyla uğraşmak yerine kendi nefsi ile mücadele için enerjisini kullanmaya yönlendirir. Tüm enerji kendini tanıma (iç gözlem) ve kendinle mücadeleye yöneltilir. Kendisini tanımayan insan, ne kadar eğitilirse eğitilsin bir şey kazanmaz. İnsan; kendisinin mükemmel olmadığını, eksikleri olduğunu anlayarak eğitimi kabul edecek ruhsal hazır bulunuşluk ile bu eğitime başlar. Başkalarının kusurlarını araştırıp ifşa etmek, gıybet ve dedikodu yapmak, iftira atmak, kıskanmak, hile yapmak yerine; kendi kusurlarını fark etmeye, kendi nefsinin fısıltılarına ve hilelerine karşı uyanık olmaya niyetli bir şekilde bu yola girer.

Tasavvufun en önemli uğraş alanlarından birisi dinin manevî boyutunu yaşama konusunda geliştirdiği uygulamalardır. Tasavvuf, başından beri nefs/benlik ve onun dinî yaşam yoluna engel olan hevâ ve şehvetlerine/arzu ve isteklerine dikkat çeken ayet ve hadisleri inceleme konusu edinmiş ve nefsin bu durumlarına karşı koyabilecek usul ve yöntemler geliştirerek inanan bireye çeşitli pratik ve egzersizler önermiştir. Tasavvufun nefsi arındırma ve insanın manevî potansiyelini geliştirme yöntemlerine günümüzün rekabetçi ve yıpratıcı dünyasında daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Dolayısıyla tasavvuf, günümüz din eğitimi faaliyetlerinde insanın manevî potansiyelini geliştirmek için önemli bir kaynak olarak önümüzde durmaktadır. Din eğitimiyle ilişkisi bakımından tasavvuf eğitimi, din eğitiminde psikolojik zemine, manevî ve ahlakî gelişime daha çok ağırlık veren bir din eğitimi için yardımcı unsur olarak düşünülmektedir. Günümüzde din eğitiminin temel hedefleri arasındaki zihin eğitimi, kalp ve nefis eğitiminde tasavvuf eğitiminin birikiminden yararlanarak bilginin şuura dönüşmesine daha fazla katkı yapılabilir.

Tasavvuf, modern eğitimin teorik olarak ortaya koyduğu ancak kâmil bir insan yetiştirmek için uygulamaya koyamadığı pek çok eğitim ilke ve yöntemini geleneksel olarak bünyesinde barındırır. Tasavvuf en geniş manada tanımladığı sohbet ilkesi ile sosyal eğitimi; zikir, havf ve reca ile davranışçı eğitimi; ihsan sırrı ile elinden gelenin en iyisini yapma ilkesini; rabıta ve mürşit anlayışı ile model olma ve almayı; hizmet ilkesi ile yaparak yaşayarak öğrenmeyi somutlaştırır. Tasavvufun Kur’ân’dan ilham alarak şekillendirdiği nefsin mertebeleri ve bu mertebelerin nasıl kat edileceğine dair yöntemler de günümüz gelişim ve eğitim uzmanlarına çok şey anlatmaktadır.

Son dönemlerdeki çalışmalar geleneksel ilim ve irfan kültürümüzün günümüz sosyal ve beşerî bilimlerine ışık tutma potansiyeline sahip olduğunu göstermektedir. Bunun için hem geleneği temsil eden ilmî alanlarda hem de bilim dünyasında önyargılardan uzak bir anlayışın gelişmesine ve disiplinler arası çalışmaların artırılmasına ihtiyaç olduğu da muhakkaktır.