Yeryüzündekilere Merhamet Edin ki Allah da Size Merhamet Etsin

 

Koparak hayatımızdan bir günü daha eksilten her bir takvim yaprağı unutmayalım ki bizi sonsuz bir yok oluşa değil aksine ebedi bir hayata taşımaktadır. Bu ebedi hayatın cennette mi yoksa cehennemde mi devam edeceği ise bu fani dünya hayatında aldığımız ve uyguladığımız kararlarımızla direkt bağlantılıdır. Yani imtihandayız, hayat dediğimiz süreç baştan aşağı bize yöneltilmiş sorularla dolu bir sınav alanıdır. Bu nedenle bu gerçeği atlayarak, bu fani dünyada ebedi kalacakmışız ve hiç hesaba çekilmeyecekmişiz gibi bir yaşam sürmek, ancak büyük bir yanlış hesabın ve gafletin neticesi olabilir.

Evet, ne yazık ki hiç bitmeyecekmiş gibi görünen ama sessizce ayağımızın altından çekip giden sayılı zamanın tuzağına takılmayan insan sayısı maalesef ki azdan da azdır. İşte bu gaflet nedeni ile yaşam serüvenimizde bizi biz yapan, insanı insan kılan pek çok değeri de ne yazık ki yok ediyor; görmezden, bilmezden geliyoruz çoğu zaman...

Evet, imanın ve İslam’ın en güzel meyvesi ve semeresi şüphesiz ki şefkat ve merhamettir. Zira İslam dini her şeyden önce merhameti, şefkati, sevgiyi öne çıkarır ve müntesiplerinden bu güzel erdemleri kuşanmasını ister.

Rabbimiz de bize kendisini Kur’ân-ı Kerîm’de en çok “Rahman” ve “Rahim” isimleri ile tanıtır. Biraz ince düşünürsek, her surenin başında besmele okunması ve her işe besmeleyle başlanmasının sünnet olması çok anlamlıdır... Bu demektir ki: “Ey kullarım, her işe başlarken niyetinizi şefkat ve merhamet duyguları altında yeniden bir gözden geçirin, ne kendi nefsinize, ne yakınlarınıza, ne de hiçbir kimseye hatta hiçbir canlıya zarar verecek işlere niyet almayın ve bu işlere başlamayın… Ayrıca benim size olan merhametimi ve şefkatimi de hiçbir zaman unutmayın…”

Evet, insan çok önemli bir varlıktır. Akıllıdır, duyguludur, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellilerinden en fazla nasiplenen bir canlıdır. Rabbimiz eşref-i mahlûkat olarak yarattığı insanoğlunda ağırlıklı olarak bu isim ve sıfatlarının tecellilerini görmek ister. Bununla ilgili ayet de hadis-i şerif de bir hayli fazladır. Nitekim biz müminler için en güzel örnek olan iki cihan serveri sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) merhamet dolu bir peygamberdir. Hatta onun bu vasfı hiçbir beşere nasip olmayacak şekilde Kur’ân da övülür. Mesela denir ki: “Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe, 9/128) Bu ayeti biraz daha açarak ifade edersek:

“Andolsun, size kendi içinizden, yakından tanıdığınız, meşru ilişkilerle devam eden bir nesilden doğan, hakka ve tevhide yönelen, üstün meziyetlere sahip, en güzel ahlaklı, asaletli, cömert, kerem sahibi, ibadete itaate düşkün bir Resul gelmiştir. İslâm’ın izzet ve şerefine sahiptir, kudretli ve hükümrandır. Sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. Size çok düşkündür, üstünüze titrer. Özellikle mü’minlere karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.”

Evet, açıkça anlaşılıyor ki bu ayetin bizi taşımak istediği gerçek, bu yüce Nebiye (s.a.v.) tabi olarak merhamet ve şefkat taşıyan yüreklere sahip bireyler olmamızdır.

Peki, merhamet, şefkat nedir, niçin önemlidir? Merhamet; esirgemek ve şefkat etmektir, acımak ve insaflı davranmaktır, kalp inceliği ve gönül yumuşaklığıdır; dolayısıyla kalp kırmamak, gönül yıkmamaktır. Fedakârlıktır, karşılıksız yardım severlik, cömertliktir. Zulümden, haksızlıktan, kin ve düşmanlıktan, kan ve gözyaşından uzak durmaktır. Hak aşığı, Yunus’un deyimi ile Allah’ın bütün mahlûkatına en azından Yaradanın hatırına acımak, şefkat etmektir.

Rabbimiz çok merhametlidir. Öyle ki bütün varlıklar, Allah’ın engin rahmetiyle çepeçevre kuşatılmıştır. Hatta yokluktan varlığa çıkışları, ilk yaratılışları dahi “Rahmân ve Rahîm” olan Allah’ın rahmetinin tecellisi iledir. Rabbimiz, yüce kitabında ‘Rahmân ve Rahîm’ isimleri ile  ‘sınırsız ve sonsuz rahmet ve merhamet sahibi’ olduğunu ifade eder. Bir kudsi hadiste de “Rahmetim gazabımı geçti.” buyurarak, merhametinin celâlinden öne çıktığını açıkça ifade eder. İşte Yüce Rabbimiz, zatına ilke edindiği bu rahmet ile yarattığı tüm canlılara acır, şefkatle muamele eder ve nimetler vererek karşılıksız ikramda ve ihsanda bulunur.

Merhamet duygumuz bütün mahlûkatı kuşatmalıdır. Nitekim merhametli ve şefkatli yüce Nebî (s.a.v.) “Yeryüzündekilere merhamet edin ki Allah da size merhamet etsin.” buyurarak, merhametin kapsamının çok geniş olduğunu ifade etmiştir.

Tabiî ki bu merhametin bir sınırı da olmak zorundadır. O da Allah’ın merhamet etmediği kimselere karşıdır. Zira adaleti gerçekleştirmek merhametten önde gelir, Allah’ın sınırlarını ihlâl edenlere ve yasaklarını çiğneyenlere, zulmedenlere acıyarak cezalarını vermemek, merhamet değildir. Aksine merhamet burada o kişilere acımamayı gerekli kılar. Zira “Zalime merhamet, masuma merhametsizliktir.” düsturundan hareketle bunun sınırlarını Kur’ân ve sünnet ölçeğinde belirlemek ve bu ölçüler içerisinde hareket etmek aklın, mantığın ve adalet duygumuzun da bir gereğidir. Yani açıkçası “merhametten maraz” doğmasına müsaade etmemek gerekir.

Dikkat edilmesi gereken bir husus da Allah’ın insanların kalplerine koymuş olduğu acıma duygusunu yerinde değerlendirmektir. Bu duygunun hakkı verilmez de eyleme dönüşmeden sadece birer güzel duygu olarak kalırsa bunun vebali ve sorumluluğu vardır. Nitekim Hz. Peygamber, Allah Teâlâ bir insanı helâk etmek istediğinde, ondan, önce utanma duygusunu, sonra güvenilirliği, peşinden de merhameti aldığını söylemekte; kalbinden merhameti alınan bir kimsenin ise Allah’ın rahmetinden mahrum kalacağını bildirmektedir.

Bu konuda şu örnek manidardır: Bir seferinde çok sevdiği torunlarını öperken Peygamberimizi gören bir bedevînin, “Biz çocuklarımızı öpüp okşamayız.” demesi üzerine Allah Resûlü’nün verdiği cevap, çok dikkat çekicidir. “Allah, senin kalbinden merhameti çekip almışsa ben senin için ne yapabilirim ki!”

İnsanın tüm mahlûkata karşı, rahmeti, merhameti, sevgiyi, saygıyı kendisine ilke edinmesi gerektiği son derece açıktır. Çünkü merhamet ve şefkat hem yeryüzünü en kalıcı huzur ve barış ortamına taşımakta hem de insanı asıl merhamet sahibi olan Allah’a yaklaştırmakta ve O’na dost yapmaktadır. O hâlde, eşi ve çocukları ile hatta tüm çevresiyle huzurlu bir ortamda yaşamak isteyenin de gayesi Allah’a yaklaşmak olanın da yolu, merhametli ve şefkatli olmaktan geçer.

Bu güzel erdemleri hem nefsimiz olarak kuşanmalı hem de yeni nesilleri eğitirken sevginin ve saygının temel duygusu ve eşsiz mimarı olan merhamet ve şefkat duygularını yerleştirmeye çok önem vermelidir.

Allah’a emanet olun.