Cemaatleşmek Ayrışma Nedeni Oldu! / Kasım Yağcıoğlu Efendi

Cemaatleşmenin çok faydaları var, Allah da Müslümanlara “bir olun, beraber olun” manasında cemaatleşmeyi öngörüyor. Bu manada cemaatleşmenin vazgeçilmez faydaları var. Fakat bu cemaatleşme, sonraları gruplaşma ve  ayrılığa dönüşünce, İslam kültüründe ve ahlakında insan ilişkilerine yakışmayan durumlar meydana geliyor. Bu konuda neler söylenebilir?

Öncelikle şunu söyleyeyim, Allah, okuyanlara ve dinleyenlere en güzel, en hayırlı amelleri nasip eylesin. 

İnsan, fıtraten birlikte ve topluluk olarak yaşamak zorundadır. İslam, böylelikle Müslümanların fakirine fukarasına sahip çıkılmasını istiyor. Yaşlıları, yetimleri ve dulları gözetip kollayan, her türlü dıştan saldırılara karşı bir arada olan şuurlu bir toplum olarak yetiştirmek istiyor. Rabbimiz,  Müslümanları Kur’an etrafında bir araya gelmeye davet ediyor.  

İlk zamanlar hayırda yarış gibi olan çalışmalar, sonraları herkesin kendi alanı içerisinde güçlü bir yapıya bürünmesi ve diğerlerini dışlaması gibi bir duruma gelmiştir. Bu durum, her cemaatin elinde bulundurduğu imkânları kaybetmemek için belli bir süre sonra artık cemaatin çıkarları neticesinde hizipleşmeye neden olmaktadır. Günümüzdeki cemaatler Müslümanların topyekun birlik halinde olmalarına mani olur bir hale geldi. Böyle cemaatleşmek İslam’ın özüne aykırıdır.

“Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 8/46)

Bugün ben cemaatlere baktığımda Müslümanların genelde bu duruma düştüğünü görüyorum. Kibirlenen ve “ene” diyen her cemaat parça parça bölünmüş ve gruplara ayrılmış durumda. Herkes yaptığı hizmetlerle övünmekte, kibirlenmekte; böylelikle diğer gruptakilere karşı üstünlük taslamakta. Bu ise tevhid inancına ters düşüyor ki o zaman cemaatleşmeyi yanlış anladınız demektir. Cemaatleşmek, hizipleşmek ve kamplara bölünmek değildir. Küçük cemaatlerin birleşmesi ile büyük bir “Ümmeti Muhammed” cemaati olur. Bu zamanda bunun önünde engel olan bütün cemaatler tehlikededir, bilerek veya bilmeyerek…

Müslümanlar namaz kılarken hiçbir grup ya da cemaat ayırt edilmeksizin bir araya gelebiliyor, değil mi? İşte namazda niçin bir araya geldiklerinin şuuruna varmalılar. Namazdan çıkınca herkes kendi yoluna giderse bu iş olmaz. Ümmet olmanın getirdiği bağ iman bağıdır; yoksa neseb, hemşehrilik, ırk, kabile, hele hele çıkar beraberliği asla olmamalıdır. 

Bize İslam tarihi bu konuda birçok ibretlik olaylar anlatıyor. Peygamber Efendimiz’den (sav) çok kısa zaman sonra Mekke-i Mükerreme’de hizipleşmeler başladı. Hizipleşmenin sonunda rahmet mi oldu, mağfiret mi olundu? Aksine büyük ayrışmalar ve acılar ortaya çıktı. Hulefâ-i Râşidîn efendilerimizden Hz. Ömer namaz kıldırırken menfaat icabı hançerlendi ve şehit oldu. Hz. Ömer, arkasındaki cemaatin Allah’a Peygambere iman ettiğine, sevgi bağladığına inanarak o cemaate imamlık yapıyordu. Ondan sonra Hz. Osman şehit edildi, daha sonra İmam Ali şehit oldu. Bunlar da yetmedi, İmam Hasan hanımı tarafından zehirlettirildi. Kerbela şehidi İmam Hüseyin’e de bir kahpelik düzenlendi. Hz. Peygamberin evlatları acımasızca öldürüldü. 

Bütün İslam tarihine baktığımızda uyuyan fitne olan tefrikayı görürsünüz. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda harpten yeni çıkmış bir millet, ayağında postalı olmayan bir ordu, birinin başında kavuk var ötekinin başında şapka var… Bu şartlarda bir devlet kuruldu ama bu millet azmetti çalıştı, ordusunu da besledi, devletini de güçlendirdi. Biraz geliştikten sonra dış güçler “Biz bu Müslümanlara hürriyet tanıyalım ama birbirlerine de düşürelim… Nasıl düşürelim? Biz bunlara hayır cemiyetleri kurduralım. Hayır cemiyetlerinde halktan para toplamak için bunlar birbirleriyle yarış ederler, kavga ederler, biz de elimizi sıcaktan soğuğa sokmadan muvaffak oluruz.” dediler. Daha sonra hayır dernekleri kuruldu. Dergâhlar tekkeler kapalıydı ama herkes yine el altından işini görüyordu. Herkes hayırda yarışır gibiydi ve bugüne geldik. Bugün de cemaatleşmede hizipleşme tehlikesi var, geçmişte Mekke-i Mükerreme’de başlayan tefrika ne ise bugünkü tefrika da bu. Hepsine sorsan “Allah’a inanıyorum, Peygambere inanıyorum.” diyor ama hiç kimse de Allah ve Resûlünün birlik çağrısına maalesef uymuyor. 

Allah (cc); “Onların işleri aralarında şûrâ-danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da sarf ederler. Bir haksızlığa uğradıklarında üstün gelmek için aralarında yardımlaşırlar.” (Şûrâ, 42/38, 39) buyurarak, müminlere işlerini ortaklaşa yapmalarını ve yardımlaşmalarını emredip birlik ve beraberlik içinde olmalarını istemiştir. Allah’ın emrettiği bu birliği ben şu an görmüyorum. Aksine bugün, cemaatleşmeyi hizipleşmek olarak gören grupları görüyorum.

Hz. Peygamber (sav) “Mü’minlerin birbirlerine karşı sevgi ve merhametlerindeki örneği bir vücudun örneği gibidir. Bir azası rahatsızlandığında tüm vücut uykusuzluk ve ateşle ona ortak olur.” buyurmuştur. (Buhari, Müslim) 

Ben bugün cemaatlerin tutumlarından dolayı ikinci bir “Kerbela” hadisesinin vuku bulmasından korkuyorum. Çünkü Türkiye’de “senin taraf benim taraf, senin efendin benim efendim” kavgası gittikçe arttıyor.  Allah bizleri bunlardan muhafaza buyursun. 

Cenab-ı Hakk buyuruyor ki: “İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde fesat çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.” (Rûm, 30/41) 

Hz. Peygamber (sav): “Cemaat rahmettir, tefrika ise azaptır.” buyurmaktadır. (İbn Hanbel, IV,145)

Bugünkü Müslümanlara benim tavsiyem; birlik Kur’an’dan olmalı, çünkü herkes okuyor.  “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” (Âl-i İmrân, 3/103) 

Cenab-ı Hakk, Kur’an ehli olmamızı ve Kur’an’a sarılmamızı emrediyor. Peygamber Efendimiz de buyuruyor ki: “Ey benim ümmetim! Ben sizin çokluğunuzdan ve birliğinizden memnun olurum. Mahşerde herkes ümmetini yanına aldığı zaman ben de sizinle şeref duyacağım, rahat edeceğim, zevk bulacağım, bunlar benim ümmetim diyeceğim.”

Bugünkü hareketlerimiz, yapmış olduğumuz dedikodular, gıybetler, birbirimize üstünlük kurma hırsları… Bu şekilde Peygamber Efendimizin (sav) huzuruna varırsak Peygamber Efendimiz “Siz kimsiniz, ben size İslam’ı böyle mi öğrettim? Sen bir hırsının yüzünden yüzlerce kişinin namusuyla oynadın, yüzlerce kişinin kısmetiyle oynadın, yüzlerce kişinin hayatıyla oynadın. Sen misin benim ümmetim?” deyip azarlamaz mı? Peygamber Efendimiz bunları da kabul eder mi? Onun için bugün insanlar çok iyi derlenip toplanmalı. 

Cenab-ı Hakk Peygamber Efendimize de böyle buyuruyor: “(Ey Muhammed!) Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) insanlar için, hak olarak indirdik. Kim doğru yola girerse kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapar. Sen onlara vekil değilsin.” (Zümer, 39/41) Dünyadaki bütün insanları Müslüman edeceksin diye bir kaide yok. Sen gelen ayetleri tebliğ edeceksin, inananlar olursa cemaatine alırsın. Ama inanmayanları da zorlama, çünkü sen onlara vekil değilsin. Efendim sen şöylesin böylesin deyip onu kendimize düşman edinmeyelim. Herkes duysun ki cemaatleşmek, tefrikalaşmak, senlik benlik davası gütmek İslam için en büyük zarardır. Bu zararın şerrinden Allah’a sığınırım. Bugünkü cemaatleşmeler çok, bir tane iki tane beş tane değil. Bunların bazıları köşeyi epeyce dönmüş, bazıları dönmek üzere... Hangisi olursa olsun bugünkü cemaatleşmenin sonu ikinci bir Kerbela vakasının geleceğine işarettir. Bu yazımızı herkese gönderin, bunu okusunlar, düşünsünler, böyle olur mu desinler.

Cemaatleşmek hayırdır, rahmettir. Fakat bu hizipçiliğe, karşı tarafı kötülemeye dönüşürse İslam’a büyük bir sıkıntı olacağını öngörüyorsunuz? Bu zamanki tarikatların durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bundan beşyüz sene evvelki ehl-i tarikle bugünkü ehl-i tariki karıştırmayalım. Bugünkü taklit oldu, gösteriş oldu. O nerede bu nerede; o şekerdi bu şab oldu, şab başka şeker başka. Renk olarak ikisi de beyaz ama tatları başka… Sen şeker niyetine çayına şab atarsan yüzün buruşur iyi olmaz, zarar verir sana. İkisi de beyaz ama tadı ayrı. Hülasa bugünkü Ümmet-i Muhammed’in arasında cemaat ayrışmaları var. «Ama Efendim cemaatler İslam’a hizmet ediyorlar» İslam’a hizmet etmek, İslam’ın emrettiği gibi amel edip asla ayrılığa, tefrikaya düşmemektir. 

“Bereket cemaatle beraberdir.” (İbn Mâce, At’ime, 17)

Bundan yetmiş sene önceyi çok iyi biliyorum. O dönemde bir hoca efendide okuduğun zaman “Oğlum ben seni buraya kadar okuttum. Sen bunun ilerisini falan hoca efendiye git, orada oku.” diye buyrulurdu. İşte orada rahmet vardı. Şimdi “Gök kubbenin altında bizim cemaatimizden başka cemaat yoktur.” deniliyor. El elden üstündür. Mesela Hacı Bayram Veli Hazretleri, Eşref-i Rumî Hazretlerine diyor ki: “Ben seni buraya aldım, damadım oldun. Her şey oldun ama senin esas kısmetin, anahtarın Suriye’nin Hama kasabasında. Orada şu zâta git, o senin dersini tamamlasın.” diyor. Gördün mü, işte o zamanlar rahmet vardı. Şimdi öyle değil ki; “Varsa da yoksa da benim.” diyor. Ayrıca o zamanki dergâhlarda, medreselerde bütün ilimler vardı. Dünyaya ne lazımsa o ilim vardı, ahirete ne lazımsa o ilim vardı. Şimdi o ilimleri okumak için dört beş tane fakülte bitirmen lazım, ona da insan gücü yetmez. O zamanki insanlardaki kafa yapısı, ruh yapısı bambaşka bir âlemmiş. Bununla beraber “İhtilafta rahmet vardır.” demekle bugünkü çapulcuların ihtilafında rahmet olmaz. Zaten o günkü eşkıyaların da ihtilafında rahmet yoktu. Allah ve Resûlünün yolunda olup kendisinin şahsî, nefsî hiçbir davası olmayarak İslam için var gücüyle çalışanlar arasında, ilim yolunda olanlar arasında rahmet vardı. Yoksa filan adaya ben sahip olacağım, filan villaya ben sahip olacağım, filan arabaya ben sahip olacağım diye bir ihtiras yoktu. Kur’an-ı Kerim’de böyle buyuruyor:

“(Ey Muhammed!) Sana da o Kitab’ı (Kur’an’ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Artık, Allah’ın indirdiği ile aralarında hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp da onların arzularına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır.” (Mâide, 5/48)

“Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Haydi, hep hayırlara koşun, yarışın!” (Bakara, 2/148)

Birbirinizle ilim yolunda, Hakk yolunda yarışın diyor Allah. Ama senin yarışmanda Allah ve Resûlü, Kur’an, hadis, itikat, amel var mı? Yok! Ne var sonunda? İhtiras var. Ne var sonunda? Zenginlik var. Ne var sonunda? Enaniyet var. Senin ilmin, senin başını parçalayacak, o ilimden insana hayır gelmez. Eğer böyle ilimden hayır gelseydi çok ulemalar son zamanda zındık olmazdı. 

Ezanlar “Tanrı uludur, tanrı uludur.” diye Türkçe okunduğunda “Allahu Ekber’in yerine başka bir kelime ile ezanı ifa edelim mi?” diye berbere sorsaydın, marangoza sorsaydın, lokantacıya sorsaydın, demirci ustasına sorsaydın ne cevap alırdın? Onlar Allahu Ekber’in yerine “tanrı uludur” olur der miydi? Adam demirci ustası, adam berber, adam lokantacı, ne bilsin. Bunu kim yapar? İşte bunu ilmi olan yapar. İşte bu millete ezansız kametsiz namaz kıldırdılar. 

“Tanrı uludur” ile “Allahu Ekber”in uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur. “Allahu Ekber” Cenab-ı Hakk’ın zatına mahsustur, sıfatına mahsustur, onun yerine başka bir lafız getiremezsin. Ama şimdi bazı eserlerde de yazıyorlar “Tanrı Teala” diye. “Tanrı Teala”nız sizin olsun. Necip Fazıl’a sormuşlar “Allahu Ekber ile Tanrı arasında ne fark var?” diye. O da: “Allah, Tanrının cezasını versin.” demiş. “Allahu Ekber” ile “Tanrı” kelimesinin mana bakımından hiçbir alakası yok. Bizim ağzımıza yakışmayan bir kelime. Bunu kim yaptı, âlimler yaptı. Demek ki ilmiyle âmil olmayan âlimlerin eline düşersek işte böyle çok şeyler bize mubah görülüyor. Onun için ne kadar inanıyorsan o kadar amel edeceksin, ne kadar ilmin var o kadar amel edeceksin; amelin de ilmin de birbirine eşit olsun. Eğer inandığın gibi amel edemiyorsan, okuduğun gibi de amel edemiyorsan çok acayip bir hale düşersin. Ama bu sadece Ümmet-i Muhammed’in ulemasında değil haa! Beni İsrail’in ulemalarında da varmış bunlar, onlar da kendi inançlarını böyle saptırmışlar. Onun için Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor: “Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini inkâr eden topluluğun hâli ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Cuma, 62/5)

İlim öğrenmek için kalkıp da altı ay bir sene yol giden ulemaya canımız kurban, onlara bir şey demiyoruz… Bunlardan bugün de mevcut, o ulemalara da karşı saygımız var, sevgimiz var. Ama kalkıp da “Alan razı satan razı.” diyerek bilmem neye de cevaz verirsen o zaman Allah bizi de senin şerrinden muhafaza buyursun diyeceğiz. Allah bizleri bu hallerden muhafaza buyursun. 

Tefrika, Allah’ın kitabından uzaklaşmayla başlar, Peygamber Efendimiz’in (sav) ahlakından uzaklaşmayla başlar, ulemanın vakarından uzaklaşmayla başlar, büyüklerin duruşlarından vazgeçmeyle başlar. Onların bir ciddiyeti vardır, zamanındaki insanlara nasıl davranıldıysa ona saygı göstereceksin, ben de böyle olmayı istiyorum diyeceksin. Allah cümlemizi çirkin ve kötü hallerden muhafaza buyursun. 

Allah bu ümmeti tefrikadan korusun. Birlik ve beraberlik nasip etsin inşallah. İkinci bir Kerbela acısı yaşanmasın.  Allah’a emanet olun...