Taşıdığımız özellikler itibariyle farklı bir yolcuyuz şu varlık âleminde. Bu yolculuk, doğum öncesi bilemediğimiz zamanlarda ve şekillerde başlamış. Dünya âlemine gelişimize kadar, Rahmân olan yüce Rabbimizin hususi ve zaruri ve hatta mecburi olarak çizdiği rotada ve şekilde bir seferimiz olmuş. Bu yolculuk süresinin ne kadar sürdüğünü bilemiyoruz. Kur’ân-ı Kerim’de bu dönemin ayrıntılarına rastlayamıyoruz. İnsan Sûresi’nde bu süreçle ilgili olarak şöyle buyrulur:
“Gerçekten insan üzerine dehirden öyle bir zaman geçti ki, o vakit insan alınır, (insanlıkla tanınır) bir şey değildi.” (İnsan Sûresi, 76/1)
Anne karnında gerçekleşen yolculuğun evreleri hakkında ise Rabbimiz bizi nispeten geniş bir şekilde bilgilendirir:
“Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta nutfe haline getirdik. Sonra nutfeyi alaka (aşılanmış yumurta) yaptık. Peşinden, alakayı, bir parçacık et haline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla insan haline getirdik. Yapıp-yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir. Sonra, muhakkak ki siz, bunun ardından elbet öleceksiniz. Sonra da şüphesiz, sizler kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz.” (Mü’minûn Sûresi, 23/12-16)
Bu süreçte sırrını ve hakikatini insanoğlunun tam anlamıyla kavrayamayacağı “İlâhî nefha/ruh” kendisine üflenerek bu yolculuk farklı bir mahiyet kazanır.
...Ve şu dünya âlemine nüzul/iniş/geliş gerçekleşir. Bu safhada o, bir takım kabiliyet ve istidatlarla mücehhez ise de gerçek bilgi anlamında tam bir cahildir; ne yapacağını, nasıl yapacağını bilemez haldedir:
“Siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (Nahl Sûresi, 16/78)
Evet, artık dünya yolculuğu başlamıştır. Bu yolculukta da değişik safhalar vardır: Bebeklik, çocukluk, gençlik, olgunluk ve ihtiyarlık... Ay’ın gökyüzünde hilalden başlayıp, dolunaylaşması ve tekrar incelip gözden kaybolması gibi...
İlk gençlik yıllarına (buluğa erme dönemine) kadar çocuk âdeta çevresine emanettir. Anne babası, yakınların ve diğer sorumlulara vazifeler yüklenir. İnsan bu süreçte bir takım kazanımlar elde eder. Burada herkesin nasibi özeldir ve ancak kader sırrı ile izah edilebilir. Doğduğunuz yer, zaman ve çevre sizi kuşatır ve şekillendirmeye başlar. Yolculuğun bu safhasında yapıp ettiklerinden insan sorumlu tutulmaz.
Fakat bir devre gelir ki bu devre, gençlik dönemine adım atıştır; işte burada roller, vazifeler ve sorumluluklar yeniden belirlenir. Yolculuk esasları değişmiştir. İnsan artık bu safhada kendi iradesinin sonuçlarından mesuldür. Evet, külli irade diye ifade edilen, Rabbimizin onun hakkındaki çizdiği genel bir kader planı vardır; ancak bu kader planının içinde insana tahsis edilen bir tercih alanı da mevcuttur. İşte dünya yolculuğunun en zor kısmı da burasıdır. Bu süreç imtihan sürecidir.
Yolculuğun bu döneminde yanlış yollara girmemek, kendisinden beklenilen sırat-ı müstakim (Allah’ın razı olacağı dosdoğru bir yolculuk) üzerinde bu seferi tamamlamak önemlidir. Yolculuğun selameti bakımından, başta insanın kendi saptırıcı duyguları (hevâsı) olmak üzere, insan ve cin şeytanlarının yalan yanlış telkinlerine ve diğer aldatıcılara kulak asmadan ve gönlü kaptırmadan yola devam etmek gerekecektir.
İnsanın yolculuğun bu safhasında doğru bilgiye ve hatta kılavuza ihtiyacı vardır. Beş duyu (kulak, göz, tat alma, koklama ve dokunma) ile elde ettiği bilgiler var ise de bunlar çoğu zaman kesin ve doğru bilgiye ulaşmak için yetersiz kalacaktır. Bunlarla elde edilen bilgiler çoğunlukla zandan/kanaatten ibarettir. Zan ise hakikat demek değildir. İşte burada Rabbimiz, kulunu kendi halinde çaresiz bırakmamakta, şerefli elçileri vasıtası ile ona kılavuzluk edecek bir yol haritası lütfetmektedir:
“İnin oradan (cennetten) hepiniz. Tarafımdan size bir yol gösterici (peygamber) gelir de kim ona uyarsa, onlar için herhangi bir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” dedik. (Bakara Sûresi, 2/38)
“Şüphesiz biz onu (ömür boyu yürüyeceği) yola koyduk. O bu yolu ya şükrederek ya da nankörlük ederek kat eder.” (İnsan Sûresi, 76/3)
Rabbimiz insanlık tarihinin hemen her döneminde insanın önüne böyle bir yol kılavuzu göndermiştir. Bu kılavuzlardan bizim nasibimize düşen, Kur’ân-ı Kerim ve onun en güzel açıklaması olan Rahmet Peygamberi Efendimiz Muhammed Mustafâ’nın sünnetidir. Rabbimizin ifadesiyle:
“Gerçekten bu Kur’an en doğru olan yola götürür...”(İsrâ Sûresi, 17/9)
Varlığın anlamını ve izahını en güzel Kur’ân’da buluruz.
İdrak ve tefekkür dünyamızın karanlık noktalarını Kur’an’la aydınlatırız.
Bilemeyeceğimiz/gayb âleminin perdelerini, yolculuğun ölümden sonraki safhalarını Kur’ân nuruyla açabiliriz.
Şu âlemde varlıkla ilişkilerimizi onunla nizama sokabiliriz.
Duygularımızı onunla yönetebiliriz.
Fertler ve toplumlar arası ilişkilerimizi, onunla sıhhatli bir hâle getirebiliriz.
Birçok tehlike ve uçurumlar barındıran hayat yolculuğumuzu, onun gerçekleştirilebilirse Rabbimizin razı olacağı bir hayat kalitesine -yine O’nun izni ve yardımı ile- vasıl olabileceğiz demektir.
Bu, kendi adımıza en hayati meselemizdir. Zira yolculuğun dünya sonrası safhası, bu sürecimize göre devam edecek ve o süreçte artık yolculuk bizim irademize bırakılmayacaktır.