Cenab-ı Hakk’ın kulları üzerinde görmek istemediği birtakım çirkin sıfatlar vardır. Bunlardan en kötüsü kibir yani büyüklenmektir. Rabbimiz Kur’ân’da ilk büyüklenen varlığın şeytan olduğunu bildirir ve bu sebeple doğru yoldan ayrılıp lanetlenen bir yolu tercih ettiğini anlatır.
“Hani biz meleklere ‘Âdem’e secde edin.’ demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.” (Bakara, 2/34)
“Allah, ‘Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak haddine değil! Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın.’ dedi.” (A’râf, 7/13)
Görüldüğü gibi kibri nedeniyle şeytan hem cennetten hem Allah’ın rahmetinden uzaklaştırılır. Şeytanın niçin büyüklendiği de Kur’ân’da açıkça birçok ayette vurgulanmıştır:
“Allah, ‘Sana emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?’ dedi. (O da) ‘Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın.’ dedi.” (A’râf, 7/12)
Anlıyoruz ki, yaratılışını beğendiğinden kibirlenmiştir.
İmtihan gereği şeytanı örnek göstererek biz kullarına ders veren, nasihat eden Rabbimiz, her kulun kibir veya büyüklenme denilen tehlikeli duygudan sakınması gerektiğini söyler. Aklımızı, ilmimizi, vicdan denilen içimizdeki bizi doğruya yönlendiren sesi dinleyerek, kibir illetine karşı dikkatli olmamız, uyanık olmamız, bu konuda bilgili olmamız gerekir. Zira kibir denilen illete müptela kişi, bencilce sadece kendine yönelir, sadece kendine değer verir, kendini sever. Daha ileri seviyede Firavun örneğinde olduğu gibi kendini tanrılaştıracak kadar sapıkça duygulara bile girer.
Kibir kimi insanda az kiminde çok, her insanda vardır. Zira yaratılışımız buna müsaittir. Bize düşen bu duygudan pozitif anlamda istifade etmek, yani iyi yönde kullanmak ve negatif olan tarafından sakınmak, şiddetle kaçınmaktır.
Kibir marazının temelde iki nedeni vardır. Birincisi ontolojik (varlıksal) yani yaratılıştan gelen nedendir. İkincisi epistemolojik nedenler, yani bilgisizlik, muhakeme bozukluğu, cahillik vs. gibi düşünce hatalarından kaynaklanan nedenlerdir.
Varlıksal olarak her insan yaratılış itibariyle ben merkezlidir, bencildir. Bu yapı ister istemez insanlarda kibre neden olur. Muhakeme bozukluğu ile de insanlar kibre düşerler.
Nedenlerini göz önüne alarak kibrin önce üç çeşidinden bahsetmek mümkündür.
Birincisi ontolojik (varlıksal) kibir, ikincisi haklı kibir, üçüncüsü haksız kibir.
Haklı kibir ve haksız kibir de kendi aralarında sebepleri itibarıyla ikiye ayrılırlar. Haklı kibrin birisi vakardır ki bu caiz olan kibirdir. İkincisi ise kişinin kibirlenmek için mantıklı gerekçeleri olsa da ahlaken uygun olmayan kibirdir. Mesela bir adam paşadır, validir, zengindir, ilim sahibidir, yakışıklıdır vs. bu kişileri bu nedenler büyüklenmeye sevk edebilir. Ama bunlarla kibirlenilmesi haramdır, caiz değildir.
Haksız kibir de kendi arasında ikiye ayrılır. Birincisi ahmak veya aklı kıt olan insanların basit nedenlerle, bu nedenleri öne çıkararak kendilerini üstün görmeleridir. Mesela bir bedevi iyi at tımarlıyorum, iyi fidan yetiştiriyorum vs. gibi basit nedenlerden kendini Peygamberimizden (s.a.v.) dahi üstün görebilir.
Bir diğeri de hiçbir neden olmadan kendinde olmayan vasıflarla kişinin kendini büyük görmesidir. Ahmaklık, cahillik, muhakeme bozukluğu gibi nedenler bu tür kibre sebep olurlar.
Haksız kibre insanlar daha çok manevi konularda yani sübjektif konularda düşerler.
Ontolojik kibir ki yani varlıksal kibir bunların içerisinde en tehlikeli olanıdır. Cinsel sapkınlık gibi bir sapkınlıktır. Bu kibir sahibi bundan tevbe etmeden cennete giremez. İslam’daki, her maraza rağmen cennete girebilirsin ama “zerre kadar kibir varsa cennete giremezsin” tehdidi ontolojik kibir sahiplerine yönelik bir tehdittir. Zira bunların kibri hakka karşı bir kibirdir. Nitekim bir hadis-i şerifte bu konu şöyle bildirilir:
Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez.”
Sahabeden biri: İnsan elbise ve ayakkabısının güzel olmasını arzu eder, deyince şunları söyledi: “Allah güzeldir, güzeli sever. Kibir ise hakkı kabul etmemek ve insanları küçümsemektir.” (Müslim, Îmân 147)
Hakka karşı kibirlenmek sonucu itibariyle Allah’a karşı veya O’nun nebisine Resulüne karşı yapılan en tehlikeli kibirdir...
Şimdi sırasıyla bu kibirleri açalım.
Ontolojik kibir varlıksal olan yaratılıştan kaynaklanan kibirdir. Şeytanîyetin önemli nedeni bu kibirdir. Ben merkezli olmaktan, enaniyetten kaynaklanır. Varlıksal olarak kibirlenmek büyüklenmek insana yakışmaz. Zira insan yaratılış itibariyle acizdir, fakirdir, fanidir.
“İnsan zayıf yaratıldı.” (Nisâ, 4/28)
“İnsanı nutfeden (bir damla sudan) yarattı. Böyle iken bakarsın ki o, Rabbine açık bir hasım kesilmiştir.” (Nahl, 16/4)
Bu büyüklük ancak bir ismi de el-Mütekebbir olan Rabbimizin zatına yakışır. Dolayısıyla ancak noksanlardan münezzeh olan, ezelî ve ebedî olan Allah’a yakışacak büyüklüğü, bir kulun kendine yakıştırmasından daha büyük adaletsizlik, ahmaklık ve muhakeme bozukluğu olamaz. Zira evveli kokmuş bir meni, akıbeti çürümüş bir toprak olan, hastalanmaktan, yaşlanmaktan, en netice ölmekten kaçamayan ve ayrıca her gün tuvalete gitmek, yemek, uyumak gibi şeylere ihtiyacı olan insanların, kendilerine tanrısal bir büyüklük yüklemeleri ne kadar ahmakça ve adaletsizce bir düşüncedir.
Kibir hem Allah’a karşı hem onun nebi ve resulüne karşı edepsizliğin, saygısızlığın da baş nedenidir.
Edepsiz adam kibirli adamdır. Edepsize, Allah’ın rahmeti ve feyzi de gelmez. Gelse de onun bir işine yaramaz, bereketini faydasını görmez. Bütün tasavvuf kitaplarında edebe çok önem verilir. Allah yolunda ilerlemek için sevgi lazım derler ama edep sevgiden önde gelir. Sevgisi az olan bir adam edeple feyzini alır ve manevî bütün yolları aşar. Ama edepsiz adam bu yolda ilerleyemez. Edepsiz adam kendini haksız yere büyük görür. Onun sosyal ilişkileri stratejidir. Kendi menfaatine odaklıdır, umursamazdır. Karşılıklı sosyal ilişkilerinde hep kendi çıkarına bakar. Bunun nedenleri avamlık, bedevilik, akılsızlık, ahmaklıktır. Efendimiz böyle kişiler için onları kendi haline bırakın demiştir.
“Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.” (A’râf, 7/199) ayeti de bu tür ahmakların, bedevilerin lâf anlamaz kibirli hallerine işaret ederek bu cahillerden yüz çevirin der.
Her insan zekâsına göre potansiyeline göre kibirlenir. Zeki insanlar, İslam’da vakar denilen büyüklüğü yakalarlar. Yani izzet-i nefsten kaynaklanan ve kötülüklere karşı, günaha karşı olan haklı kibri yakalarlar. Aklı kıt, ahmak adam da bir özelliğini büyütür, onunla kibirlenir.
Vakar sahibi Müslüman’a tevazu olması tavsiye edilir. Tevazu olmak İslam’da emredilmez, tavsiye edilir.
Vakar sahibi bir Müslüman, kibir gibi kötü bir günaha düşmeyeyim diye dikkatli olur. Bu nedenle bilerek, isteyerek kendini bulunduğu konumdan aşağılarda gösterebilir. Böyle yapmak, yani iradesiyle, bilerek, isteyerek tevazu olmak, erişebilir olmak anlamında da önemlidir. Zeki adamlar bu incelikleri anlar.
Allahu Teâlâ hem bizleri hem bu dünyayı imtihan formatında yarattı. Her an başımıza bir sıkıntının, bir belanın gelmesi de bize bu gerçeği hatırlatmak ve gafletten kurtarmak içindir.
Bu konularda sadece bilgili olmak yetmiyor bilinçli olmak da gerekiyor. Bilinç ise bilginin kalp tarafından da onayı demektir. Kendimizin ne olduğunu, nasıl hatalar yaptığımızı, ne tür günahlarla baş başa olduğumuzu bilmemiz ve dikkatli olmamız gerekir.
Allah merhametlilerin en merhametlisidir, günahları çok bağışlar. Fakat böyle düşünerek Allahu Teâlâ’yı “af makinesi” gibi görmek yanlıştır.
“… Allah’ın affına güvendirerek şeytan sizi ayartmasın.” (Lokman, 31/30) Ayette, şeytan insanı Allah’ın rahmeti, merhameti ile güvendirip doğru yoldan çıkarır deniyor. O zaman Allah’ı hep affedici görmek yerine “ya bazı günahlarımızı affetmezse halimiz nice olur” diye düşünmek ve korkmak gerekir.
İslam âlimleri bu nedenle “Bir kul havf ve reca arasında olmalı, bu iki duygu arasında gidip gelmeli.” derler. Yani hem Allah’tan korkmak hem de ondan ümit var olmak gerekir. Korkmadan her günahı işleyip sonra ümit var olmak, şeytanın aldatması, nefsin oyunudur.
İçimizde bir canavar var onu unutmayalım. Onun adı nefstir. Allah’ın bizi noksan veya muhtaç yaratması her gün tuvalete gitmeye mecbur bırakması bir rahmettir, firavunlaşmaya çaredir. Malum firavun hiç hastalanmazdı. Kendinin tanrı olduğuna inanırdı.
Rabbimiz bize kulluğumuzu unutturmasın. Sosyal hayatın içinde Rabbimizin çok hikmetli işleri vardır. Diyelim ki sen bir şeyhsin veya mürşitsin. İnsan ilişkilerinde sana en lazım olan bilgiyi vermek için Allah sana yardım eder. Sende olmayan ve asla hatırına gelmeyecek olan bir bilgiyi senin yanında hizmet eden birisi vasıtasıyla öğretir.
Mesela sen kötülüğü bilmezsin, kötüler vasıtasıyla Allah sana her şeyin, senin sandığın kadar beyaz ve temiz olmadığını, adeta çevrendeki kişiler vasıtasıyla gözüne sokarak gösterir.
Diyelim ki sen valisin halka karşı nasıl bir tavrın olmalı?
Herkesi iyi sanarak kendini onlara açarsan, olduğun gibi samimi davranırsan işlerin her zaman iyi gitmediğine şahit olursun. Zira senin iyiliğini kimi insanlar isterken kimileri de sana düşman olurlar. Bu durumda halkı idare etmek için müdara ahlakını öğrenmelisin. Müdara veya cah yerinde de herkese lazımdır.
Hazreti Âişe validemizden rivayetle:
Bir gün içeri girmek için birisi geldi. Resul-i Ekrem, “Müsaade edin, içeri girsin! O kabilesinin en kötüsüdür.” buyurdu. O kimse, odaya girince, gülerek karşılayıp iltifat etti. O kimse gidince merak edip sordum:
“Ya Resulallah, kötü biri dediğiniz kimseye iltifat etmenizin sebebi nedir?
Buyurdu ki:
“İnsanların kötüsü, zararından korunmak için kendisine ikram edilendir.” (Buhari)
Dinden taviz vermeden insanları idare etmeye müdara denir.
İnsan ilişkilerini iki türlü yürütmek gerekir. Bir menfaat odaklıdır. Yani onun sana, senin ona menfaatinin dokunması için yapılan iyi ilişkilerdir.
İkincisi bir kişinin şerrinden emin olmak için onunla iyi ilişkiler içerisinde olmaktır. Eğer sen şerli bir adama kaba ve sert davranırsan bu adam sana düşmanlık edebilir. Sihir, büyü yaptırabilir. Daha birçok zararlar verebilir. İşte böyle akıl edip o kişileri güzelce idare edip onlara dost olmadan ama düşmanlıklarını da kazanmadan idare etmek gerekir. Yani Hazreti Peygamberin örneğinde olduğu gibi davranmak gerekir.
Şunu unutmayalım, bizim çevremize gelen bazı adamlar, bizim eğitimimizde bize yardımcı olan antrenman arkadaşlarıdır. Sende olmayan bir ahlakı, bir bilgiyi o kişiden alırsın. Allah’ın böyle ince hikmetli işleri vardır. Bunları görünce Rabbimizin hikmetine hayran olursun. Eğitimimiz için bunlar önemlidir. Ama burada bizim zorla edindiğimiz değil, Allah’ın tayin edip gönderdiği insanlar önemlidir. Bu konuda uyanık olmak, akıllı olmak ve bu fırsatları kendimiz için iyiliğe değişime, gelişime çevirmek gerekir.
Nitekim bu dünyada bu gelişim ve değişim için varız.
Allah’a emanet olun.