Ashab-ı Kiram'ın Peygamber Sevgisi / Prof. Dr. Seyit Avcı

Sizden biriniz, ben kendisine çocuğundan, babasından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça kâmil manada iman etmiş olamaz.” hadis-i şerifine ittiba eden Sahabe-i Kiram Efendilerimiz’i, Peygamber Efendimiz’i (sav) bu denli hoş, güzel, engin sevmeye iten sebepler nelerdir? 

Söz konusu hadisin bir başka rivayetinde “ailesinden ve malından da” denilmiştir. (Müslim, İmân 69)  İmam Nevevî (ö.676/1277), bu hadisin açıklamasında müminler üzerinde Resul-i Ekrem Efendimiz’in (sav) hakkının bütün insanların hakkından daha büyük olduğunu, müminlerin ebedi cehennemden O’nun sayesinde kurtulduklarını, hidayete de ancak O’nun sayesinde kavuştuklarını belirtmektedir.1  Hatib el-Bağdadi’nin (ö.463/1071) rivayet ettiği, “Hiç biriniz, benim getirdiğim şeylere uymadıkça olgun mümin olamaz”2  hadisi de müminlere gerçek imanın yollarını göstermektedir. Diğer bir hadiste ise Efendimiz aleyhisselam şöyle buyurmuştur: “Kimde üç şey bulunursa imanın tadını tatmış olur. Allah ile Resulü kendisine başkalarından daha sevgili olmak, bir kimseyi yalnız Allah için sevmek, Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi ateşe atılacakmışçasına kerih görmek.” (Buhârî, Müslim, Tirmizî) Yine İmam Nevevî bu hadisin İslam’ın temel kurallarından biri olduğunu söylemiş, Aynî (ö.855/1451) de onun bu görüşüne katılmıştır. Aynî’ye göre bu hadiste, imanın aslını hatta aynını oluşturan Allah ile Peygamber sevgisi vardır. Gerçekte Allah ve Peygamber sevgisi, Allah’tan başkasını sevmemek ve küfre dönmeyi istememektir. Bu da ancak imanı kuvvetli, kalbi imana yatkın ve imanı etiyle kanına karışmış olan kimselere müyesser olur. İşte imanın tadını tadacak olan kişiler böyle kişilerdir.3 Nitekim Ahmed b. Hanbel’in (ö.241/855) rivayet ettiği bir hadiste de Resul-i Ekrem Efendimiz’e “İman nedir?” diye sorulmuş, Efendimiz aleyhisselam da kelime-i şehadeti zikrettikten sonra; “Allah ve Resulü’nün sana her şeyden daha sevimli olmasıdır.” (Ahmed, IV, 11) cevabını vermiştir. Sevgi konusundaki Abdullah b. Hişam’dan gelen bir başka rivayete göre Abdullah şunları anlatmıştır: “Bir defasında Resul-i Ekrem ile birlikte bulunuyorduk. Resul-i Ekrem orada bulunanlardan Ömer’in elini avucunun içine almış oturuyordu. O sırada Ömer, “Ya Resulallah! Sen bana canımın dışında her şeyden daha sevgilisin.” diyerek Resul-i Ekrem Efendimiz’e olan sevgisini ifade etti. Onun bu sözüne karşılık Resul-i Ekrem Efendimiz, “Hayır, ben sana canından da sevgili olmalıyım.” buyurdu. Ömer hemen, “Canımdan da” dedi. Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz, “İşte şimdi oldu ya Ömer!” buyurdu. (Buhârî, Eymân 3)

Resul-i Ekrem Efendimiz neden sevgi üzerinde bu kadar titizlikle duruyor ve ısrarla sevgiyle ilgili inceliklere temas etme gereği duyuyordu?

Her şeyden önce O’nun hayatı bilinmeden, kalpler O’nun sevgisiyle bezenmeden istenilen İslamî bir yaşayışın gerçekleşmesi mümkün değildir. Nasıl mümkün olsun ki? O’nu tanımadan gerçek sevgiyi yakalamak, O’na karşı sevgide kemâle ermeden imanda olgunluk mertebesine ulaşmak söz konusu değildir. Çünkü O “Beni canınızdan da çok sevmedikçe olgun mümin olamazsınız” buyurmaktadır. Buna göre olgun iman O’nu sevmekle elde edilir, Allah sevgisi de ona bağlıdır. Resul-i Ekrem Efendimiz’in sevgi üzerinde bu kadar ısrarla durmasının bir başka sebebi de insanın sevdiğine benzemesi ve onun gibi olmak istemesidir. Zira insan sevdiğine benzemek ve onun gibi olmak ister. Allah Resulü’nü seven O’nun yoluna girecek, sünnetini benimseyecek ve Allah’a sevgili bir kul olma imkânı elde edecektir. Çünkü Allah sevgisinin yolu peygamber sevgisinden geçer. O’nu Yaradan sevmiş, bundan dolayı da O’nu âlemlere rahmet olarak göndermiştir. Şairin,

Muhabbetten oldu Muhammed hâsıl

Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl?

beytinde O’nu sevmenin önemine işaret edilmiştir. Sonuç olarak Allahu Teâlâ’nın sevgisini kazanmak için önce Resul-i Ekrem Efendimiz’i sevmek ve O’nun sevgisine kanmak gerekir. O’na duyulan sevgi, ilahi aşk yolunun hem başı hem de sonudur. Müslümanların gerçek mutluluk ve kurtuluşları ne kendi varlıklarıyla ne de yakın akrabalarıyladır. Belki o Peygamber’e olan sevgi ve bağlılıklarıyla mümkündür.4

Bu sevginin Sahabe-i Kiram Efendilerimiz’deki tezahürleri nelerdir? Hayatın içinde pek çok somut zeminde gözlemlenen bu konuyu örneklerle açar mısınız? 

Gerçek bir imanla Resul-i Ekrem Efendimiz’e inanmış her müminin kalbinde şüphesiz O’nun sevgisi vardır. Bu sevgide insanlar birbirinden farklıdır. Bu sevgi kimisinde az, kimisinde çok olabilir. Resul-i Ekrem Efendimiz’i sevme konusunda Ashab-ı Kiram’ın payları diğer insanlardan fazla, sevgileri tam, mükemmel ve içtendir. Zira sevgi bilginin eseridir. Onlar Resulullah Efendimiz’in bütün hallerini gayet iyi bilirlerdi.5 Nitekim Mücahid (ö.104/723) bu gerçeği “Gerçek âlimler Resulullah’ın ashabıdır.” sözüyle ifade eder.6 Sevmek için bilmek ve tanımak gerekir. Sevgilinin belli başlı özellikleri keşfedilip hayranlık uyandıran yönleri öğrenildikçe, ona duyulan sevgi daha bir derinleşir, gönüldeki yeri daha bir büyür. Ashab-ı Kiram, Resulullah Efendimiz’e son derece bağlı ve zerrelerine kadar O’nun sevgisiyle dolu idiler. Kişiliklerini oluşturan unsurların başında O’na olan sınırsız sevgileri gelmekteydi. Sevgilerinin ölçüsü candan içre olmaktı. Bu sevgi anadan babadan, evlattan ve hatta candan içre bir sevgiydi. O kuşak Resulullah Efendimiz’i severdi. Öyle ki O’nunla birlikte bulunabilmek, O’nun bir tebessümüne ve iltifatına mazhar olabilmek için can atarlardı. O’nu candan sevenler, çevresinde pervane gibi dönerler, O’nun ayağına en küçük bir dikenin bile batmasına tahammül edemezlerdi. O’na reva görülenlere karşı gayrete gelir, etrafı velveleye verirlerdi. O’nun ayrılığına geçici bir zaman da olsa dayanamazlardı. Eğer O iltifat etmese hıçkırıkları kıyamete kadar devam eder giderdi. Kimisi O’nu görmeyen gözü, kimisi O’nu duymayan kulağı ve kimisi de O’nu konuşmayan dili istemezdi. Onlar böylesine bir sevgi ile bütünleşmişler ve Allah Resulü’nü hece hece öğrenerek O’nun yaşayışı gibi bir hayat sürmüşlerdi. Asr-ı saadet Müslümanlarının ilk özelliği Resulullah Efendimiz’i sevmekse, ikincisi öğrenmek ve yaşamaktı. Allah Resulü onlar için bir rahmetti ve onlar bu rahmetten yudumlamak için hayatları boyunca çırpınmışlardı. Kısacası o neslin kılavuzu, Resulullah sevgisiydi. İnsan olmaları sebebiyle onların da birtakım hata ve kusurları elbette ki oluyordu ama Allah Resulü’nü sevmekte pek fazla kusurları olmuyordu. Sahabenin Resul-i Ekrem Efendimiz’e olan eşsiz sevgi örneklerini gösteren rivayetlerden birine göre, Resul-i Ekrem Efendimiz’in yanına bir sahabe geldi ve O’na şöyle dedi: 

“Ey Allah’ın elçisi, ben seni canımdan çok seviyorum. Seni oğlumdan da fazla seviyorum. Bazen evde otururken aklıma sen geliyorsun. O zaman ev bana dar geliyor. Hemen kalkıp yanına gelerek mübarek yüzüne bakmakla ferahlıyorum. Seni görmesem canım çıkacakmış gibi oluyor. Fakat beni bir şey düşündürüyor. Yarın ikimiz de öleceğiz. Sen cennete girince diğer peygamberlerle birlikte olacaksın. Ben ise daha aşağı mertebede kalacağım için, seni bir daha görememekten korkuyorum.” Hz. Peygamber ona herhangi bir cevap vermedi. Adam ayrılıp gitti. Daha sonra Nisa suresindeki, “Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehitlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.” (Nisâ, 4/69) ayeti nazil oldu. Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz o sahabeyi çağırdı ve kendisine bu ayeti okudu.7 

Hz. Ali’ye (r.a.), “Resul-i Ekrem Efendimiz’e (sav) olan sevginiz nasıldı?” diye sorulduğunda O, “Resul-i Ekrem, bize mallarımızdan, çocuklarımızdan, ana babalarımızdan ve susayan bir kimsenin soğuk suya olan arzusundan daha sevgili idi.” (Kâdı Iyâz, Şifâ, II, 51) diye cevap verdi. Nitekim Resul-i Ekrem Efendimiz de Hz. Ali’nin bu sevgisini “Şüphesiz Ali, Allah ve Resulü’nü sever, Allah ve Resulü de onu sever.” sözüyle doğrulamıştır. (İbni Hacer, Fethu’l-Bârî, VII, 72)

Zeyd b. Desine ile Hubeyb b. Adi’nin Resul-i Ekrem Efendimiz’e olan sevgileri de bir başkadır. Bu iki sahabe, hicretin 3. yılında gönderilen Reci seriyyesinde Lihyan Oğulları tarafından esir edilerek Mekkeli müşriklere satılan esirlerdendir. (Buhârî, Cihad 170; Ebû Dâvûd, Cihad 105) Müşrikler Zeyd’i şehit etmek için darağacına bağladıklarında orada bulunanlardan Ebu Süfyan, Zeyd’e (r.a): “Allah aşkına söyle Zeyd, şimdi sen çoluk çocuğunun yanında olsaydın burada da Muhammed bulunsaydı, senin yerine O’nun boynunu vursak ne iyi olurdu değil mi?” dedi. Zeyd, Ebu Süfyan’a baktı ve: “Ben ailemin arasındayken, Muhammed aleyhisselamın değil burada olmasını istemek, şu anda bulunduğu yerde ayağına bir diken bile batmasına gönlüm razı olmaz.” karşılığını verdi. Bu sözleri işiten Ebu Süfyan, “Hayret doğrusu! Ben dünyada, ashabının Muhammed’i sevdiği kadar hiç kimsenin bir başkasını sevdiğini görmedim.” demek zorunda kaldı.8 Sonra Hubeyb’in (r.a.) yanına giderek Zeyd’e sorduklarını ona da sordu, ondan da aynı cevabı aldı. O da Resulullah’ın ayağına bir diken bile batmasına razı olamayacağını söyledi.9 

Ümmü Habibe annemizin Resul-i Ekrem Efendimiz’e olan sevgisi de dillere destan idi. Aynı Ebu Süfyan bu defa, Mekke’nin fethi için hazırlıkların yapıldığı günlerde Medine’ye gelerek Resul-i Ekrem Efendimiz’den Hudeybiye Antlaşması’nın süre olarak biraz daha uzatılmasını istedi. Resul-i Ekrem Efendimiz’in olumlu bir cevap vermemesi üzerine, kalkıp kızı Ümmü Habibe’nin yanına gitti. Eve girdiğinde Resulullah’ın yattığı yatağa oturmak istedi. Babasının yatağa oturacağını anlayan Ümmü Habibe, hemen yatağı toplayıp odanın bir köşesine kaldırdı. Bu durum karşısında şaşkına dönen Ebu Süfyan: “Kızım yatağı mı bana layık görmedin, yoksa beni mi yatağa?” diye sordu. Ümmü Habibe, “Evet yatağı sana layık görmedim. Çünkü o Resulullah’ın yatağıdır. Sen ise pis bir müşriksin.” dedi.10 Kızından bu cevabı işiten Ebu Süfyan, “Kızım sen benden ayrıldıktan sonra çok kötü olmuşsun.” diyerek yanından ayrıldı.11 Bir zamanlar Resul-i Ekrem Efendimiz’e karşı amansız mücadeleler veren Ebu Süfyan’ın karısı Hind binti Utbe de Mekke’nin Fethi sırasında Müslüman olmak için Resul-i Ekrem Efendimiz’in huzuruna geldiğinde, “Ya Resulallah! Şimdiye kadar yeryüzünde herkesten çok senin zelil olmanı istedim. Bugün ise yeryüzünde benim için senden daha sevgili biri yoktur.” dedi. Resul-i Ekrem Efendimiz de onun bu sözlerine karşılık, “Evet, öyledir.”  buyurdu.12

Resulullah Efendimiz’e ashabı tarafından gösterilen bu rağbet ve yarışma, bazı insanlarda olduğu gibi sırf nefsani istek ve arzulardan kaynaklanmamakta, aksine Resul-i Ekrem Efendimiz’e yakın olup O’nun hizmetinde bulunmak ve O’ndan istifade etmek gibi yüce gayeler taşımaktadır.

“Hz. Peygamber’e uymak” deyince Sahabe-i Kiram Efendilerimiz ne anlıyorlardı?

Resulullah Efendimiz’e (sav) tam ve kusursuz bir şekilde tâbi olabilmek için önce O’nu tam ve kusursuz olarak sevmek lazımdır. Muhabbette gevşeklik olmaz. Âşıklar sevgililerinin divanesi olup onlara aykırı bir davranışta bulunamazlar. Allah’a giden yolda bütün hal ve hareketlerinde Resul-i Ekrem’e ittiba etmekten başka bir kılavuz yoktur. Nitekim Süfyan es-Sevri (ö.161/778), “Resul-i Ekrem’i sevmek O’na ittiba etmekle olur.” demiştir.13 Cenab-ı Hakk, “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” (Âl-i İmrân, 3/31) ayetinde Resulü’ne tâbi olmayı kendi sevgisine bir alamet olarak göstermiştir.14 Bu ayet, her türlü söz ve fiillerinde Muhammedî örneğe tâbi olmanın lüzumunu ifade eder. Resul-i Ekrem Efendimiz’in sünnetini bütün incelikleriyle yaşayan kimsenin kalbini Allahu Teâlâ marifet nuruyla aydınlatır. Bütün fiillerinde Allah sevgilisine uymaktan daha şerefli bir makam yoktur.15 Zira O’na uymak gönüllere hayat, gözlere nur, göğüslere şifa ve ruhlara lezzet verir.16 Beden tam manasıyla Resulullah’a tâbi olmakla hayat bulur.17 Hz. Peygamber ümmetine, özellikle o devirde ashabına, kendi yolunu takip etmelerini, sonradan çıkacak birtakım bidat ve hurafelere tâbi olmamalarını, her ne olursa olsun sünnetine sıkıca sarılmalarını tavsiye etmiş, bu hususta onlara son derece önemli nasihatlerde bulunmuştur. Hadis kitaplarının değişik bölümlerinde zikredilen bu tür hadislere Buhari’nin Sahihi’nde özel bir kitap tahsis edilmiş, diğerlerinde ise çeşitli bab başlıkları altında yer verilmiştir.18

Resul-i Ekrem Efendimiz’e tâbi olma konusundaki hadislerden bazıları şunlardır:

“Malumunuz olsun ki sözün en hayırlısı Allah’ın kitabıdır. Yolların en hayırlısı da Muhammed’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlardır. Her bidat dalâlettir.” (Buhârî, Müslim, İbn Mâce)

“Siz benden sonra pek çetin ihtilaflar göreceksiniz. Onun için benim sünnetime ve hidayete mazhar olmuş Hulefâ-i Râşidîn’in sünnetlerine yapışınız.” (Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn Mâce)

“Size iki şey bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız sürece asla doğru yoldan sapmazsınız. Bunlar Allah’ın kitabı ve Resulü’nün sünnetidir.” (Muvatta, Kader 3)

Ashab-ı Kiram, Resulullah Efendimiz’in sünnetine tam manasıyla tâbi olmakta son derece başarılı olmuştur. Zira onlar Allah Resulü’nün sözlerine kayıtsız şartsız boyun eğmişler, imkânları ölçüsünde emirlerini yerine getirerek yasaklarından kaçınmışlardır. Nitekim Allahu Teâlâ: “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasak ettiyse ondan da sakının.” (Haşr, 59/7) buyurmuştur. Onlar hayatları boyunca Resulullah Efendimiz’in izinden gitmişler, söz ve davranışlarında O’na uymanın bereketini yaşamışlardır. Bu suretle onların ahlakı, Resul-i Ekrem Efendimiz’in ahlakıyla süslenmiştir. Onlar Resul-i Ekrem Efendimiz’in bütün sünnetlerini kendi yaşayışlarında uygulamışlar ve böylece sünnete uymanın bütün yönlerinden istifade etmişlerdir.

Sahabe-i Kiram Efendilerimiz’in Peygamber Efendimiz’in (sav) yolunda yaptıkları fedakârlıklardan bahseder misiniz?

Efendim, seven sevdiğinin rızasını kazanmak için her şeyini ona verebilmelidir. Verilecek olanlar arasında mal bulunduğu gibi insanın en kıymetli varlığı olan canı da vardır. Nitekim Resul-i Ekrem Efendimiz’i sevmenin gereği bahsinde geçen “Canından da fazla sevmedikçe...” hadisini Hattabi (ö.388/988), “Ölümün pahasına da olsa benim yolumda canını feda etmedikçe gerçek mümin olamazsın.” şeklinde anlamaktadır.19 Seven sevgili uğrunda bazen servetinin üçte birini, bazen yarısını ve bazen de tamamını sarf eder. Malından ayırdığı miktar sevgisinin ölçüsüdür. Zira sevginin derecesi, sevgili uğrunda diğer sevgililerden vazgeçmekle ölçülür. Sevgi, gönlü tamamen kaplamışsa artık o gönle başka bir sevgi sığmaz, sevgili uğrunda her şeyini feda eder.20 Ashab-ı Kiram, Hz. Peygamber’in rızası uğrunda mallarını harcamaktan kaçınmadıkları gibi, maruz kaldığı tehlikelere karşı kendisini korumak için canlarını feda etmekten de çekinmemişlerdir. Ashabın hayatı bu gibi tereddütsüz ve büyük fedakârlıkların sayısız örnekleriyle doludur.

Enes b. Malik’in anlattığına göre, Uhud Savaşı’nda Resulullah Efendimiz’in şehit edildiğine dair bir söylenti çıktığı zaman bu haberden dolayı Medine halkı büyük bir paniğe kapıldı. Medine’de feryatlar o kadar yükseldi ki bu feryatları duyan ensardan bir kadın, hemen yola çıkarak harp meydanına geldi. Orada babasının, çocuğunun, kocasının ve kardeşinin cesetleriyle karşılaştı. Etrafında bulunan mücahitlere, “Resulullah nerededir?” diye sordu. Mücahitler, “İleride.” dediler. Kadın derhal Hz. Peygamber’in bulunduğu tarafa doğru koştu. O’nu gördüğü zaman elbisesinin ucundan tutarak, “Anam babam sana feda olsun ya Resulallah! Sen sağsın ya gerisi ne olursa olsun. Hiç önemi yok!” dedi.  Ebu Talha da Uhud Savaşı’nda Resul-i Ekrem Efendimiz’in önünde bulunuyor, O’nu koruyor, bir taraftan da düşmana ok yağdırıyordu. Ebu Talha her ok attığında Resul-i Ekrem Efendimiz başını kaldırıyor ve okun nereye düştüğüne bakıyordu. Resul-i Ekrem Efendimiz başını kaldırdığında Ebu Talha da başını kaldırıyor, “Anam babam sana feda olsun ya Resulallah! Böyle yapayım ki sana ok isabet etmesin. Canım sana feda olsun, ne istersen emret, ne arzu edersen söyle yapayım.” diyordu.

Sevenler, sevdikleri için canlarını feda etmeyi göze aldıklarına göre bu yolda mallarını feda etmeleri gayet tabiidir. Ashabdan her bir ferd, Hz. Peygamber’in rızası uğrunda hiçbir şeyi esirgemezdi. Onlar Resulullah sevgisinde böyle yarışıyorlardı. Canlarını O’nun yolunda sebil yapıyorlar, O’nu hoşnut etme uğrunda her şeylerini feda ediyorlardı. Böylece onlar bütün Müslüman nesillere, asırlar boyu devam edecek sevgi tezahürlerinin en muazzam abidelerini dikerek örnek olmuşlar ve bu örnekleri bilfiil hayatlarında yaşayarak göstermişlerdir.

Sahabe-i Kiram Efendilerimiz’in, Hz. Peygamber’e muhalefet edenlere karşı çıkmaları nasıldı?

Ashab-ı Kiram, Resul-i Ekrem Efendimiz’i o kadar çok severdi ki, O’nun değil şahsına, bir kılına bile zarar gelmesi onları tedirgin ederdi. Birisinin O’na yan bakması veya saygısızca davranması onları çileden çıkarırdı. Hicretin V. yılında yapılan Mustalik Oğulları Gazvesi’nden Medine’ye dönülürken baş münafık Abdullah b. Übey b. Selul, muhacirler aleyhinde çirkin sözler söylemiş ve “Medine’ye vardığımızda soylu ve güçlü olanlar, zelil ve güçsüz olanları oradan kovacaktır.” diyerek ordu içinde tahrikte bulunmuştu. İbni Selul’un söylediği bu sözleri haber alan oğlu Abdullah, babasının önünü keserek elinde kılıcı olduğu halde, “Muhammed aleyhisselam insanların en şereflisi, ben ise en adisiyim demedikçe asla bu kılıcı kınına sokmayacağım.” dedi. Bu sözleri işiten İbni Selul, “Vay Allah’ın belası vay! Muhammed insanların en şereflisi ben ise en adisiyim.” demek zorunda kaldı. Böylece Abdullah da babasının yolunu kesmekten vazgeçti.21 Münafık bir babaya oğlu tarafından böyle bir ders verilirken, Resul-i Ekrem Efendimiz’in aleyhinde bulunan bir gayr-i müslime de şu şekilde haddi bildiriliyordu:

Ashabdan Garafe b. Haris, Mısır’da bulunduğu sırada bir Hristiyan’ın Resul-i Ekrem Efendimiz hakkında birtakım kötü sözler söylediğini duydu. Hemen adamı yakalayıp iyice bir dövdü ve burnunun kemiğini kırdı. Orada bulunanlar Garafe’yi tutup Mısır fatihi Amr b. el-As’ın huzuruna çıkardılar. Amr, “Biz onlara eman vermiştik, niçin böyle yaptın?” diye sordu. Garafe, “Herhalde Resulullah’a küfretsinler diye eman vermedik.” deyip İslam diyarında gayr-i müslimlere tanınan hakları birer birer saydı. O zaman Amr b. el-As, “Doğru, haklısın.” dedi ve Garafe’yi serbest bıraktı.22 

Resul-i Ekrem Efendimiz hakkında uygunsuz sözler sarf edenlerden birisi de küfrün elebaşlarından Ebu Cehil’di. Onun akıbetini aşere-i mübeşşereden olan Abdurrahman b. Avf şöyle haber vermektedir: “Bedir Savaşı’nda saflar arasında bulunuyordum. O sırada sağıma ve soluma baktım, bir de ne göreyim; ensardan iki çocuğun yanındayım. Biri beni dürterek, “Amca! Ebu Cehil’i tanır mısın?” dedi. “Evet, onu ne yapacaksın?” dedim. “Duyduğuma göre o Resulullah’a söver, hakaret edermiş. Bugün ya ben onu öldüreceğim, ya da bu yolda öleceğim.” dedi. Ben çocuğun bu sözlerinden dolayı hayretler içinde kaldım. Diğeri de aynı şeyleri söyledi. Çok geçmeden Ebu Cehil’i müşrikler arasında dolaşırken gördüm. Onlara, “İşte bakın sorduğunuz adam!” dedim. Hemen ona doğru koştular ve kılıçları ile vurarak onu öldürdüler. (Buhârî, Müslim)

Hz. Peygamber’in sevdiklerini sevmeleri (Ehl-i Beyti’ni ve akrabalarını sevmeleri, ashabını sevmeleri, Kuran’ı sevmeleri) nasıldı? 

Resulullah Efendimiz’in Ehl-i Beyti’ni tanımak cehennemden kurtulmaya, onları sevmek sırat köprüsünden kolay geçmeye ve onlara yardım etmek ilahi azaptan emin olmaya vesiledir.23 Kur’ân-ı Kerîm’de onların fazilet ve üstünlüğüne doğrudan veya dolaylı olarak temas eden birtakım ayetler vardır. Bundan dolayı Ehl-i Beyt’i sevmek her mümine farzdır. Zira Allahu Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmuştur: “De ki: Ben bu tebliğime karşı akrabalıkta sevgiden başka hiçbir mükâfat istemiyorum.” (Şûrâ, 42/23) Bu ayet-i kerimede zikrolunan akrabalık, Resulullah’a olan akrabalıktır. Hz. Peygamber’in sevdiği yakınlarını samimi olarak sevmek müminler üzerine bir borçtur. Kur’ân ayetleri yanında birçok hadiste de Ehl-i Beyt’e sevgi beslenmesi istenmiş ve bu husus Hz. Peygamber’i sevmenin bir gereği sayılmıştır. Nitekim Resul-i Ekrem Efendimiz bunu belirtmiş ve Ehl-i Beyti’ni sevmeleri için ümmetini teşvik etmiştir. Bu hadislerden bazıları şöyledir:

“Size iki büyük emanet bırakıyorum. Eğer onlara iyi yapışırsanız asla sapıtmazsınız. Biri Allah’ın kitabı, diğeri de Ehl-i Beytim’dir. Bakalım onlar hakkında bana nasıl uyacaksınız.” (Müslim, Tirmizî)

“Ehl-i Beytim’i bana olan sevginiz sebebiyle seviniz.” (Tirmizî, Menâkıb 36)

“Ehl-i Beytim’i Allah ve Resulü için sevmeyen kimsenin kalbine iman girmez.” (Tirmizî, Menâkıb 28; Ahmed, IV, 165)

Müslümanların kendi aralarında akrabalık bağlarına riayet etmeleri lazım olduğuna göre, Hz. Peygamber’in akrabalarına karşı daha ziyade riayet etmeleri kaçınılmazdır. Bundan dolayı Ashab-ı Kiram’ın hepsi, hanedan-ı nübüvvete karşı büyük bir hürmet ve muhabbet beslerdi. Aralarında bazı dünyevi anlaşmazlıklar olsa da hiçbir zaman onlara sevgi ve saygıda kusur etmezlerdi. Zira onlara karşı sevgi kesilmemeli ki dünyevi ve uhrevi fayda temin edilebilsin. Hz. Ebu Bekir, Ehl-i Beyt için, “Ehl-i Beyt’in haklarını görüp gözetmede Resul-i Ekrem’i hatırda tutunuz.” (Buhârî, Ashabu’n-Nebi, 12) ve “Resulullah’ın yakınlarına yardımcı olmam, bana kendi akrabalarıma yardım etmemden daha sevimlidir.” (Buhârî, Ashabu’n-Nebi 12; Müslim, Cihad 52; Ahmed, I, 10) derdi. Hz. Peygamber’in aile ve yakın akrabası Müslümanların nazarında müstesna bir mevkiye sahip olmuştur. Başta Ashab-ı Kiram olmak üzere bütün müminler onları diğer insanlardan daha çok sevip saymışlardır. Bu neslin cemiyet içinde rencide olmaması ve kendilerine olan saygı ve sevginin sarsılmaması için de gerekli her türlü tedbirleri almışlardır.

Ashab-ı Kiram’ın da karşılıklı saygı ve sevgilerine, birbirlerine ne kadar değer verdiklerine dair İslam tarihinde pek çok menkıbe vardır. Onlar hiçbir zaman birbirlerinin fazilet ve meziyetlerini itiraftan geri kalmaz, birbirlerine karşı şefkat ve merhamet göstermekten geri durmazlardı. Nitekim bu gerçeği Kur’ân-ı Kerîm şöyle ifade eder: “Muhammed, Allah’ın Resulü’dür. O’nunla beraber olanlar, kâfirlere karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler.” (Fetih, 48/29) “Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Haşr, 59/9) Nitekim tarihi gerçekler bu ayetleri tasdik etmektedir. Mekkeli muhacirler vatanlarını terk ederek Medine’ye hicret ettiklerinde din kardeşleri olan Medineliler tarafından pek sıcak karşılanmışlardı. Evs ve Hazrec kabileleri, gelen Müslümanlara şefkat ve merhamet kanatlarını açmışlar, onları bağırlarına basarak barındırmışlar, evlerine alarak kendilerine ikram etmişlerdi. Onlarla ekmeklerini bölüşmüşler, mülklerini paylaşmışlar ve onları kendilerine kardeş yapmışlardı. Ensardan her biri, muhacirlerden olan kardeşine malının yarısını veriyor, hatta birden fazla zevcesi bulunanlardan bazı kimseler kadınlarını boşamayı ve bekâr muhacirlere nikâhlamayı bile teklif ediyordu. Bahreyn’in fethi esnasında Hz. Peygamber ensarı yanına çağırarak Bahreyn arazisini onlar arasında taksim etmek istediğini söylediği zaman ensarın hepsi birden, “İlk önce muhacir kardeşlerimize verilsin, onların ihtiyacı çok, biz hissemize düşeni sonra kabul ederiz.” demişlerdir. Dünya tarihinde, birbirlerine bu kadar candan bağlanmış insanları anlatan başka bir hadiseye pek rastlanmaz.24  

Resul-i Ekrem Efendimiz’i sevmenin alametlerinden birisi de Kur’ân-ı Kerîm’i sevmektir. Zira Resulullah Efendimiz’in ahlakı Kur’ân idi. Bu gerçek O’nun en sadık hayat arkadaşı Hz. Aişe’nin (r.anha.) şehadetiyle sabittir.25 İnsan soyut fikir ve tavsiyelerden daha çok, somut örneklerden hoşlanır. Cenab-ı Hakk, insanı bu karakterde yaratmıştır. Bu yüzden Allahu Teâlâ, Kur’ân ahlakını hayatında yaşayacak o yüce şahsiyeti seçmiş ve O’nu adeta canlı bir Kur’ân gibi insanlığa sunmuştur. Kur’ân’ı sevmenin alameti, Resul-i Ekrem Efendimiz’i sevmektir.26 Abdullah b. Mesud, “Bir kimse kendisinin iyi veya kötü bir insan olduğunu öğrenmek istiyorsa Kur’ân’a müracaat etsin. Eğer Kur’ân’ı seviyorsa Allah ve Resulü’nü seviyor demektir.”27 sözüyle Allah ve Resulullah sevgisinin ölçüsünü Kur’ân’ı sevmeye bağlamıştır. Kur’ân’ı sevmek; onu okumak, manalarını anlamak, hükümleriyle amel etmek, Resul-i Ekrem Efendimiz’in sünnetlerine tâbi olmak ve O’nun emirlerini yerine getirmek suretiyle olur.28

Bu rivayetler ilk Müslümanların Resul-i Ekrem Efendimiz’e olan bağlılıklarını göstermektedir. Buna göre hangi asırda olursa olsun bütün Müslümanların O’nu dünyadaki herkesten ve her şeyden daha çok sevmeleri, O’nun emir ve yasaklarını kendi arzularına tercih etmeleri ve O’nun bütün davranışlarına tâbi olmaları gerekmektedir. Bu görevi layıkıyla yerine getiren nesil ise Ashab-ı Kiram’dır. Ashab-ı Kiram iliklerine kadar Resulullah Efendimiz’in sevgisiyle dolu idi. Onlar Allah Resulü’nü sevdiler ve bize O’nu sevmenin manasını öğrettiler. Onların şahıslarında Peygamber sevgisinin en yüksek manzaraları tecelli etti. Onlar, Resulullah Efendimiz’in getirdiği hidayet ve ilmi kabul ederek onu öğrendiler. Bu sayede kalpleri dirildi, gönülleri hayat buldu. Çünkü onlar pek verimli toprak gibi idiler. Allah Resulü’nün rahmet yağmurlarını emerek özlerine sindirmişler, bu sayede İslam tarihinde müstesna nesil olarak yerlerini almışlardır. Sevmek için bilmek ve tanımak lazımdır. Sahabelerin hayat hikâyeleri okunduğu zaman onların nasıl bir sevgiyle Resul-i Ekrem Efendimiz’i sevdikleri görülecek ve böylece sevmenin yolları öğrenilecektir. “Usul olmadan vusul olmaz.” denilmiştir. İnsanın arzu ettiği bir gayeyi gerçekleştirmesi ancak o gayeye kendini ulaştıracak sebepleri ve yolları iyi bilmesiyle mümkün olur.

DİPNOTLAR:

1) Nevevî, Minhâc, II, 15; bk. İbn Hacer, Fethu’l-bârî, I, 59; Aynî, Umdetü’l-karî, I, 163.

2) Hatîb, Târihu Bağdâd, IV; 369; Beğavî, Mesâbîhu’s-sünne, I, 160.

3) Aynî, Umdetü’l-karî, I, 169.

4) Konrapa, Peygamberimiz, s. 376; Muhammed Osman, Mehabbetü’r-Resûl, s. 46, 54.

5) Gazâlî İhyâ, IV, 301; İbn Hacer, Fethu’l-bârî, I, 160; Aynî, Umdetü’l-kârî, I, 164; Kastallânî, Mevâhib, II, 93.

6) İbn Abdülber, Beyânü’l-ilim, II, 37.

7) Taberânî, Mucemu’s-sağîr, s. 57; Ebû Nuaym, Hilye, IV, 240; Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, VII, 7. Müfessirler, yukarıdaki ayetin tefsirinde bu olaya benzer rivayetler nakletmektedirler. bk. Taberî, Câmi, V, 163: Beğavî, Meâlim, II, 103; Süyûtî, Dürru’l-mensûr, II, 588-590.

8) İbn Sa’d, II, 56; Taberî, Tarih, II; 542; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-gâbe, II, 120-122; İbn Kesîr, Bidâye, IV, 67.

9) Beyhakî, Delâil, III, 326; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-safve, I, 622.

10) Ebû Süfyan o zaman henüz İslam’a girmemişti. Mekke fethinde Müslüman oldu. İbn Hacer, İsâbe, II, 179.

11) İbn Sa’d, Tabakât, VIII, 96-100; İbn Hişâm, Sîre, I, 396; Beyhakî, Delâil, V, 8; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, VII, 116; Zehebî, A’lâmü’n-nübelâ, II, 223.

12) Buhârî, Menâkıbu’l-ensâr 23; Müslim, Akdiye 9. Resûl-i Ekrem Efendimiz   (s.a.)’in “Evet öyledir” sözünü hadis şarihleri “Evet, bizi sevmen daha da artacak, iman kalbinde yer edecek” şeklinde açıklamışlardır. İbn Hacer, Fethü’l-bârî, VII, 141.

13) Gazâlî, İhyâ, IV,360; Kâdı Iyâz, Şifâ, II, 60.

14) İbn Atıyye, Muharrarü’l-vecîz, III, 79.

15) Kastallânî, Mevâhib, II, 100.

16) Kastallânî, a.g.e., II, 101.

17) Sühreverdî, Avârif, s. 50.

18) bk. Buhârî, İ’tisam 96. kitab; Müslim, Fedâil 129, 139; Ebû Dâvûd, Sünnet 5, 6; Tirmizî, İlim 10, 16; İbn Mâce, Mukaddime 1, 6. İbn Mâce’nin Sünen’inde ilk bab sünnete ittiba ile başlar. Müsned’deki bu tür hadisler için bk. Sââtî, Fethu’r-rabbânî, I, 185-200.

19) Beğâvî, Şerhu’s-sünne, I, 51; Kirmanî, Kevâkibü’d-derârî, XXIII, 97.

20) Gazâlî, İhyâ, II,166.

21) İbn Sa’d, Tabakât, II, 65; Beyhakî, Delâil, IV, 52; Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, IX, 317; Köksal, İslâm Tarihi, V, 49;  DİA., I, 80.

22) Beyhakî, Sünen, IX, 200; İbn Abdülber, İstîâb, III, 1254; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, IV, 338; İbn Hacer, İsâbe, III, 185; Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, VI, 13.

23) Kâdı Iyâz, Şifâ, II, 105.

24) İbn Sa’d, Tabakât, III, 523; Keskioğlu, Hz. Muhammed, s. 195. 

25) bk. Müslim, Müsafirin 139; Ebû Dâvûd, Tatavvu 26; Nesâî, Kıyamu’l-leyl 2; Dârimî, Salât 165.

26) Ebû Talib el-Mekki, Kûtu’l-kulûb, II, 53; Kâdı Iyâz, Şifâ, II,63; Kurtubî, Câmi, IV,61.

27) Beyhakî, Âdâb, s.346; Kâdı Iyâz, Şifâ, II,64; İbn Kesîr, Fedailu’l-Kur’an, s.17; Gazâlî, İhyâ, I, 281.

28) Kâdı Iyâz, Şifâ, II,63.