Allah Teâlâ insanoğlunu niçin yarattığını şöyle beyan ediyor: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56)
Tarih sayfaları insanların, firavunlara, krallara, derebeylerine, zalim sultanlara ve benzerlerine karşı verdiği çok kanlı ve şiddetli hürriyet mücadeleleri ile doludur. Bundan dolayı “Kulluk” tabiri insanlar için iyi şeyler çağrıştırmayabilir. Ve insan bu anlamda hürriyetine düşkün bir varlıktır.
İnsanın Allah’a (c.c.) kulluğu yukarıdaki kulluklardan çok farklı, asil bir kulluktur. Öyle ki bu kulluk insanı yukarıda saydığımız köleliklerden kurtardığı gibi nefsin, şeytanın ve kötü arzuların kulluk ve köleliğinden de kurtarır. Dolayısıyla denilebilir ki bir kişi Allah’a (c.c.) kulluğu zül sayarsa yaratılmışların kulluk ve köleliğinden de asla kurtulamaz.
İnsanoğlu yaratılışından itibaren kendi içinde varlığını fark ettiği hem müspet hem de menfi bencillik duygularının tesiri altında hayatını sürdürür gider.
Kur’ân, nefs-i emmare olarak adlandırılan içimizdeki menfi bencillik duygusunu, Hz. Yusuf‘un (a.s.) diliyle şöyle haber verir: “Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü Rabbim’in merhamet ettiği hariç, nefs aşırı derecede kötülüğü emreder.” (Yusuf, 12/53)
Nefs-i Emmare: Kibir, hırs, şehvet, kıskançlık, cimrilik, kin, düşmanlık gibi bütün kötü his ve huyların kaynağıdır. Şehvet düşkünüdür. Kötü şeyleri, zararlı işleri emreder ve insanın aklını ve iradesini hayra kullanması noktasında zorluk çıkarır. Hesap ve ahiret derdi yoktur. Sadece keyfini düşünür. Sınır tanımaz, terbiyeyi sevmez. Bu sebeple Allah’ın da düşmanıdır. Hadis-i kudside: “Nefsine düşmanlık et, çünkü o benim düşmanımdır.” buyrularak bu gerçek haber verilir. O sebeple kesinlikle bu zararlı yapının terbiyesi gerekir.
İnsanın neredeyse hücrelerine sinmiş olan bu manevi kötülük damarı ile alakalı olarak en kuşatıcı tespit ve tahlilleri ve bu marazi durumun ilaçlarını ise ancak Kur’ân ve Hazreti Peygamber’in (sav) sahih sünnetleri bize haber verir. Başka beşeri bir din, felsefi görüş veya ideolojilerde bu dertlerin gerçek ilacı asla bulunmaz.
Nefs-i emmareden kurtulamayan, nefsin köleliğinden kurtulamaz. İnsanda nefs-i emmareden kıl kadar bir eser kalsa o kadar duygularının esiridir. Yani makam sevgisinin, riyanın, şöhretin, şehvetin, malın mülkün esiri… Böyle şeylere köle olan, Allah’a (c.c.) ne derece kul olabilir ki? Dolayısıyla bir Allah’a kulluktan kaçan kişilerin aslında kendilerine kaç tane mabud edindiği ortadadır. Durum bu merkezdeyken bir şahsın özgürlükten dem vurması cahillikten ve kendini kandırmaktan başka bir şey değildir. Böyle bir insan aslında kral da olsa köledir, sultan da olsa köle; nefsinin ve şeytanın kölesi…
Bu nedenle Allah’a (c.c.) kulluk insanı köleleştiren, onun güç ve yeteneklerini sınırlayan bir zillet ve küçüklük değildir; aksine insanı diğer varlıkların üzerine çıkaran ve bağımsız kılan bir yüceliktir.
İnsanoğlu, kendisini yaratan Allah’ın (c.c.) emir ve yasakları doğrultusunda hayatını disiplin altına alırsa hem kendine ve çevresine yararlı bir insan hem de Allah’a güzel bir kul olur.
Müslüman olduğunu ikrar eden bir kimse sözünde sadık olmalı, kime kulluk ettiğinin tespit ve tahlilini inceden inceye iyi yapmalıdır. Allah’a (c.c.) tapıyorum derken yanına başka ilahları da ilave etmekten şiddetle kaçınmalıdır. Yani cahiliye devri insanlarına benzememelidir. Onlar hem Allah’a inanır hem de kendilerine birtakım yardımcı ilahlar edinirler, şirk sonucu tehlikeli bir günaha düşerlerdi. Allah Teâlâ bütün günahları tövbesiz de affedebilir ama şirk günahı hariç. Şirk ehlinin önce şirkten tövbe etmesi gerekiyor.
Evet, “La ilahe illallah” diyen bir kul bu ikrarın ne manaya geldiğini iyi düşünmeli ve bu tevhid inancına göre duygu düşünce ve eylemlerini kontrol altına almalı. Ama bu iş kolay değil. Bu işin kolay olmadığı ayetle de ifade ediliyor: “Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.” (Ahzâb, 33/72)
Emanet, Allah Teâlâ’nın tekliflerinin tamamına verilen isim. Ruhlar âleminde gerçekleşen misak ve yüklenilen emanet sebebiyle de insan yeryüzünde Allah’ın halifesi hükmünde. Bu emanete karşılık böyle bir yücelik payesi verilmiş. Eğer bu emaneti zayi etmezse bu paye onun. Evet, bu sözleşme insanın işinin zor olduğunu ama imkânsız olmadığını gösteriyor. Zira “Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar...” (Bakara, 2/286) ayetinde insanoğlunun bu yükü yüklenebilecek istidatta olduğu açıkça ifade ediliyor.
İnsanoğlu sırf imtihan için bulunduğu şu dünya hayatında da devamlı terakki içinde olmaya çalışmalı. Nitekim hadis-i şerifte “İki günü müsavi olan zarardadır.” buyrulmuş. Bu hadis her gün birbirinden daha çok sayıda namaz kılmayı, oruç tutmayı, zikir yapmayı ifade etmiyor elbette. Zira insanın zamanı sınırlı ve sayılı… Ama Allah’a doğru manevi bir yakınlaşmayı anlatıyor. Bu yakınlık tevhidin özümsenmesi, yakînin artması, ahlaki terakki içinde olmak, ilimde, marifette devamlı yükselen bir grafik izlemek anlamlarını ifade ediyor.
Sadece bilgide yükselmek insana bir şey kazandırmaz. Günümüzde ağırlıklı olarak bilgisayara bilgi yükler gibi kafalar bilgi yüklemeye veriliyor. Gereğiyle amel etmek ihmal ediliyor. Evet, din adamlarının sade bir kuru bilgi yarışı ve atışmasına girmesi akıl kârı değildir. Bu tutumları insanın kendine yapabileceği en büyük kötülük olarak görmek gerekir. Zira sadece bilgi depolayan ve onu satarak vakit geçiren insan, yiyecek maddesi sattığı halde kendisi yemeyen gibidir ki onun sonu kesinlikle açlıktan dolayı ölümdür. O kişiler aslında manevi olarak ölmüşlerdir de salâsı öbür âlemde duyulur…
Bilgi sahibi olan âlim İmam-ı Gazalî gibi olmalı… Riya, gösteriş peşinde olduğunu ilmiyle anlayarak bir sıçrama yapmalı… Ve tevhidin hakikatine varmak, riya duygusundan kurtulmak, ihlâsı elde etmek için, hadislerde büyük cihad olarak ifade edilen nefs mücadelesine girişmelidir. Maalesef çevremizde lâf üreteni, millete akıl vereni, hatta cilt cilt kitap yazanı çok görmekteyiz. Ama nefsiyle yaka paça olanı göremiyoruz. Veya çok az gerçek âlim bu inceliğin farkında olarak İslam’ı yaşamaya çalışıyor.
Sadece kafasında depoladığı bilgiye bakarak ben de bir İmam-ı Azam’ım demekle İmam-ı Azam olunmuyor. Ondaki tevhid şuuru, Allah sevgisi, vera ve takva duygusu sende var mı? Gel, bizleri kandırsan bile kendini kandırma. Allah korusun âlimin aldanışı zenginin iflası gibidir. Acısı da faturası da büyük olur.
Peygamberimiz “Kahrolsun altına, gümüşe lükse kul olan insan.” diyor (Tirmizî, Zühd, 42)
Bilgisiyle para, makam, şöhret peşinde olan bu zümreye dâhil olur. Allah’a değil nefsine kul olmuş olur. Dikkat etmelidir.
Evet, görevimiz ve yaratılış amacımız kulluktur. Peygamberler bu kulluğu bildirmek ve nefslerinde yaşayarak göstermek için seçilmiş özel insanlardır. Ve bütün Peygamberler kendi lisanı ile “abd” yani “kul” olduklarını iftiharla söylemişlerdir.
Hazreti İsa Kur’ân da şöyle der: “...Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum...” (Meryem, 19/30)
Kur’ân’da Süleyman (a.s.) hakkında: “...Süleyman ne güzel bir kuldu! Doğrusu o, daima Allah’a yönelirdi.” (Sâd, 38/30) buyrulur.
Kur’ân’da Eyyûb (a.s.) hakkında: “...Gerçekten biz Eyyûb’u sabreden bir kimse olarak bulduk. O ne güzel bir kuldu! O, Allah’a çok yönelen bir kimse idi.” (Sad, 38/44) buyrulur.
Kur’ân-ı Kerîm’de birçok güzel isim ve sıfatla anılan Efendimiz için de en şerefli bir isim olarak “abd” tabiri kullanılır. Cenab-ı Allah’a en yakın bulunduğu miraç olayında kendisinden “abd” diye söz edilmiştir. (İsrâ, 17/1 - Necm, 53/10)
Rasulullah’ın “abd” özelliği “Resul” sıfatından daha üstündür. Zira kul olma yönüyle hakka ubudiyet özelliğini yansıtır. Resul yönüyle de insanlara tebliğ özelliğini ifade eder. Allah’a yönelik kul olma özelliği, halka yönelik resul olma özelliğinden daha önemli ve daha üstündür.
Bundan dolayı da kelime-i şahadet ve kelime-i tevhid de önce “kul” sıfatı sonra “resul” sıfatı zikredilir. Aynı şekilde Cenab-ı Hakk, Kur’ân-ı Kerîm’de de “Hamd, kuluna Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren ve onda hiçbir eğrilik yapmayan Allah’a mahsustur.” (Kehf, 18/1) ayetiyle peygamberlik görevinden söz ederken Resulullah’tan “kul” diye söz eder.
Bütün bunlardan alacağımız ders ne olmalıdır denirse ki bizim için de kulluğumuz bütün sıfatlarımız ve vasıflarımızdan önde gelmeli, Allah’a karşı kulluk görevimizi öne çıkarmalı, güzel bir kul olmak için ilim, amel ve ihlâs üçlüsü üzerinde kulluğumuzu inşaya gayret göstermeliyiz.
Allah’a (c.c.) emanet olun.