Ahlakların Efendisi “Hilm”/ Şenel İlhan Beyefendi’nin Sohbetinden

Hilm ahlakı, Rabbimizin güzel isimlerinden “el-Halîm” isminin kullardaki karşılığı veya yansımasıdır. Güzel ahlâkı oluşturan meziyetlerin en kıymetlilerinden olduğu için bu ahlâk, âlimlerce “seyyidü’l ahlâk” olarak nitelendirilmiştir. Gerçekten insan ilişkilerinde bu meziyet öylesine önemlidir ki, özellikle irşad ve tebliğ ile görevli âlimlerin, daha çok peygamber olarak gönderilmiş elçilerin olmazsa olmazıdır.
Rabbimizin el-Halîm isminin anlamı: acele ve kızgınlıkla muamele etmeyen, hep yumuşak olan ve yumuşak davranan, mücrimlerin cezasını vermeye ve hepsini kahretmeye gücü yetip dururken bunu yapmayan, onlar hakkındaki kararını hemen vermeyip tehir eden, geriye bırakan, çok sakin, çok sabırlı çok hoşgörülü demektir.
Halîm, kudreti yetmesine rağmen hikmete bağlı olarak cezalandırmayıp mühlet verendir. Günahları sebebiyle kullarına lütfetmeye ve iyilik yapmaya devam edendir. O, kendisine itaat edene rızık verdiği gibi O’na karşı başkaldıranı da rızıklandırır. Kendisinden korkan ve iyilik edene nimet vermeyi kesmediği gibi günah işlemeye devam eden kullarına da lütfu kesmez. Belâ ve musibetlerden koruması için kendisine dua edeni veya ibadetle meşgul olup bu dilekte bulunmayanı koruduğu gibi, dua etmeyen ve kendisinden gafil olan kimseleri de belâ ve musibetlerden korur.
Bu ismin kullarda hilm olarak yansıması veya tezahürü de aynı duygu veya davranış biçimlerini içerir. Hilm sahibi bir insan aceleci değildir, kızgınlık ve öfkeliyken karar verip muamele etmez, hep yumuşak huyludur, nefsine karşı yanlışlık yapanları cezaya muktedir olduğu halde hemen cezalandırmaz, cezalarını tehir eder veya affeder. Bu konularda çok sabırlı, çok sakin ve çok hoş görülüdür.
Şu da var ki, her hoşgörü ve yumuşaklık Allah (c.c.) ve Resulünün (s.a.v.) sevdiği, övdüğü hoşgörü ve yumuşaklık değildir. Yaratılıştan korkak, olup bu nedenle hakkını koruma cesareti olmayan içine kapanık tiplerin de halim selim görüntüleri vardır. Bu görüntü vitrinlik aldatmadan başka bir şey değildir. Bu tipler, halktan korktukları veya ayıplanmaktan, rezil olmaktan çekindikleri için yumuşaktırlar. Korkacak, çekinecek ortamdan çıktıkları veya güçlü olduklarını hissettikleri zaman onları tanımakta zorlanırsınız, zira bu tipler kendilerine yapılan en ufak bir yanlışta hemen intikam alırlar. Öyle ki, amir olsa memuruna, komutan olsa erlerine, polis olsa halka, baba olsa eşine veya çocuklarına zulmeder, dışarıdaki halka ise gayet efendi ve şirin gözükürler. Toplum maalesef ki bu tiplerle doludur, halk da bunları cahilliğinden hoşgörülü, efendi, hilm sahibi kişiler sanır. Hâlbuki bunlara halîm demek kuzu postu giymiş kurdu, koyun sanmak kadar aldatıcıdır.
O halde halîm kişi güçlüdür ve gücünün farkındadır, cesurdur, cesaretinin farkındadır. Kendisine yapılan bir haksızlık, saygısızlık karşısında intikam almaya yetkisi de gücü de vardır. Ona engel olan tek şey sadece Allah’ın sevgi ve rızasını kazanma duygusu veya onları kaybetme korkusudur. Dolayısıyla hilm ahlakı gerçekten üstün bir ilim, akıl ve irade gücü ile birlikte Hakk’a karşı sevgi ve saygının bilinçli bir tezahürüdür, bu nedenle de her kişinin harcı olmayan üstün bir özelliktir.
Tabii hilm sahibi olmanın birçok ölçüsü daha vardır, bunlar ise elbette Kur’an ve sünnetin ortaya koyduğu ölçülerdir. Kur’an ve sünnetin müsaade etmediği yerlerde yumuşak, hoşgörülü ve affedici olmak, fazilet değil, rezilettir, zillet ve meskenettir. Mesela din, iman, vatan, namus gibi kutsal değerler çiğnendiğinde veya onlara bir saldırı olduğunda bağışlayıcı veya hoşgörülü olunamaz. Aksine böyle durumlarda öfke, gazap ve intikam duygusunun kişilerdeki şiddeti, onun güzel ahlakının önemli bir ölçüsü olur. Fetih Sûresi 29. âyet buna işaret etmektedir. “Muhammed Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler.”
İşte bu ölçüler içinde kalmak şartıyla hilm sahibi olmak Kur’an’ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde çok methedilmiştir.
İbn Ömer’den (r.a.) rivayet edildiğine göre, Allah’ın Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Bir mü’min kulun sırf Allah’ın rızasını kazanabilmek maksadıyla yuttuğu bir öfke yudumundan Allah huzurunda sevap açısından daha büyük bir yudum bulunmamaktadır.”( İbn Mâce, “Kitâbü’z-Zühd”, 3397, s. 368)
Hz. Aişe’den (r.a.) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ey Aişe! Muhakkak Allah rıfk (nezaket ve yumuşaklık) sahibidir ve rıfktan hoşlanır. Sertlik, kabalık ve nezaket dışı diğer davranışlara vermediği ecri rıfk sayesinde verir.” buyurmuştur. (Müslim, “Kitabü’l Birr ve’s-Sıla”, 77, 6492)
Kur’an’ı Kerim’de Hazreti Peygamberin (s.a.v.) hilmine işaret eden şu ayet çok önemlidir. “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Âl-i İmrân Sûresi 3/159) Bu ayet, Uhud Savaşında yaşanan olaylar hakkında nazil olmuştur ve bu ayette Hazreti Peygamberin (s.a.v.) inananlara karşı Allah’ın yardımı ile yumuşak ve affedici olmasının ne kadar isabetli olduğu vurgulanmıştır. Zira kaba ve kötü davranışların tebliğde başarıyı negatif yönde etkileyeceği veya başarıyı düşüreceği psikolojik bir gerçekliktir. Bu nedenle bütün peygamberler aynı olmasalar da öncelikle yaratılıştan hilm sahibidirler.
Hicretin sekizinci yılı Mekke’nin fethi günü yaşanan olaylar ise, Hazreti Peygamber’in (s.a.v.) hilminin tüm tarihe ders veren, en unutulmaz, en can alıcı örneğidir. Yıllarca Hazreti Peygamber’e (s.a.v.) ve ona inananlara akıl almadık işkence ve düşmanlığı reva gören en şedid kâfir topluluğu o gün Mekke’de aciz ve esir konumuna düşmüşlerdir. Herkesin beklentisi artık intikam alma günüdür. Zira başka liderler ve askerler hep böyle yapmışlardır.
Hazreti Peygamber de (s.a.v )bunun farkında olarak Mekke halkına sorar: “Ey Kureyş topluluğu! Şimdi benim, sizin hakkınızda ne yapacağımı düşünüyorsunuz?”
Onlar da : “Biz senin hayır ve iyilik yapacağını umarız. Sen kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin, böyle birinin oğlusun” derler.
Peygamber (s.a.v.) ise “Ben de Hz. Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi, ‘size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allah sizi affetsin! Çünkü O, merhametlilerin en merhametlisidir.’ diyorum. Haydi, gidiniz! Artık serbestsiniz.” buyurur. (Hadislerle İslâm, C. VII, s. 144, İstanbul: DİB Yayınları, 2017)
Bu örneklerden çıkarılacak ders şudur ki, iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak, İslam’ı tebliğ ve irşad faaliyetlerinde bulunmak, Hazreti Peygamber’in (s.a.v.) ve ashabının üzerine farz olarak ciddi bir sorumluluk olduğu gibi ümmeti olan bizlere de öyledir. Dolayısıyla, fındık kabuğunu doldurmayacak kadar basit meselelerde bile şeytani bir öfkenin güdümünde hareket ederek, sonu en anlamsız ve en acımasız olaylara kadar varan öfkeli çıkışların zirve yaptığı şu zorlu zaman diliminde, hem tebliğ ve irşadda başarılı olabilmek, hem de topluma huzur ve barışı getirebilmek adına, ‘hilm’ ahlakının içerdiği hoşgörüye, sabra, her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz ortadadır.
Bu çok önemli erdemi anlayıp bununla vasıflanabilmek dua ve temennisiyle yine sözümün sonunu değerli büyüğümüz ilim, irfan ve hikmet ehli Şenel İlhan Beyefendi’ye bırakıyor, onun bu konudaki özlü bir sosyal medya paylaşımı ile yazımı noktalıyorum.
“Hilm Ahlakı; yani, kızmamak, muhatabını cezayı hak etse de affetmek, ilişkilerde sabırlı olmak, akl-ı selimle davranmak, temkinli, vakur ve yumuşak olmak gibi anlamları olan güzel bir ahlaktır!
İslam âlimleri de, hilm ahlakını çok ender bulunan ve hatta; velilerde, âlimlerde, ariflerde bile her zaman bulunmayan, çok çok muhteşem çok nadir ve özel bir güzel ahlak olarak görürler!
Sağlam iradeli, akıllı, sabırlı, her şeyden önemlisi de güçlü bir insan olmadan, hilm ahlakına sahip olmak, imkânsız ve kendinde varlık iddiası ise komik duruma düşmek ve rezil olmak demektir.
Yani, bir devlet başkanı, bakan, vali, mal mülk sahibi zengin, fiziksel olarak güçlü vs. olmak veya bunlardan hangisi sende varsa işte o gücüne rağmen, affetmeye gücün yettiği halde, haksızlığa uğradığın halde duruma göre gücünü yok sayarak, ceza vermemen anlamına gelir… Yoksa İmam Şafii hazretlerinin “hilm-i himârî” dediği, yani kızması gerektiği yerde kızmayan “eşek”tir dediği güçsüzlükten kaynaklanan sümsüklük, pısırıklık ve bir bakıma şahsiyet cüceliği olan, “başına vur ekmeğini al” türünden şeytani bir dayatma ahlakı ile yetişmiş, zavallı aciz, korkak, bir zelilin, elbette hilm sahibi bir halîm olmadığı apaçıktır ve gün gibi ortadadır!
Ayrıca, bir şekilde gücü yakalamış fakat aklı az, zekâsı kıt, kültürsüz, hilmi besleyen diğer ahlaklardan da yoksun bir insan ise, sırf gücünü göstermek için, bazen adalet adına, kimi zaman, kibrinden, çoğu zamanda, basitçe tatmin olmak için “Cahili padişah etmişler de önce annesini, babasını kesmiş” darb-ı mesel sözüne ayna olur, zulmeder, kibreder ve üstelik asla affetmemekle de kemalât bulur, sefa bulur ve tam bir müzmin cahil ve azgın bir zalim olur çıkar!
Kurtuluş ise, kesinlikle yüksek ahlaklı ve ilmî, aklî, kültürel anlamda donanımlı, âlim, lider, sanatçı, iş adamı ve kanaat önderi kişilerin ümmete sahip çıkmasında ve kısacası kurtuluş, İslam’ın güzel ahlakındadır!”