Temel Psikolojik İhtiyaçlarımız

İnsanların temel psikolojik ihtiyaçlarını psikologlar şöyle tespit etmişler: sevmek, sevilmek, saygı duymak ve saygı duyulmak ihtiyaçları. Bir insan çocukluk döneminin ilk yıllarından itibaren sevilmeyi sever ve ister. Çünkü sevilmek ekmek gibi, su gibi, hava gibi temel bir ihtiyaç ve önemli bir ruhi gıdadır. Bu gıdayı yerinde ve zamanında alamayan insanlar bunun eksikliğini çocukluk, ergenlik, gençlik ve yaşlılık gibi hayatın tüm evrelerinde hisseder ve etraflarına da duygu ve davranışlarıyla hissettirirler. Mesela sevgiye yeterince doyamayan çocuklar ilerleyen yaşlarda, belki çok az istisnalar hariç, çevrelerinden de bunu esirgerler veya yeterince veremezler. Halkı idare eden bir konumda olsalar zalim olurlar. Nerede çalışırsa çalışsın, insanlara sevgisi olmadığından merhamet ve acıması da olmaz. Velhasıl, sevgi denen ruhi gıdayı almadan büyüyen çocuklar ileriki yaşlarında problemli insan olurlar. Malum, insanlarda yaratılıştan gelen ve tabiat veya seciye gibi isimlerle adlandırdığımız huylar vardır. Bunlar çalışmayla kazanılmış şeyler değildir. Rabbimiz’in imtihan için verdiği huylardır ve olumlu veya olumsuz yönleri vardır. Bu huyların üzerine insanlar sonradan huylar edinirler. Bunlar çevrenin etkisiyle elde edilmiş müspet veya kötü huylar olabilir. Mesela yaratılış olarak merhametli, sevgi dolu, cömert bir insan; merhametsiz, sevgisiz, cimri birileri tarafından yetiştirilip eğitilirse cimri, sevgisiz ve merhametsiz bir adam moduna girebilir. Hatta bu davranış tekrarları ile zamanla yaratılışından bambaşka birisi haline de gelebilir. Bu sebeple insan hayatında eğitimin önemi son derece büyüktür.

Sevilmek ihtiyaç olunca, sonuçta sevilmeyi herkes sever ve hatta kendisi kimseyi sevmese de sevilmek ister. Evet, sevilmek ihtiyaç olduğu gibi birilerini sevebilmek, bunu gerçekleştirmek de bir ihtiyaçtır. Mutlu bir insan, sevebilen bir insandır. Sevmeyi bilmeyen, sevmeyi yaşamayan, bunu hissetmeyen insanlar da sevilmeyen insanlar gibi yarımdırlar, mutsuzdurlar. Darp, hırsızlık, taciz gibi kötülüklere bulaşmayan, uyuşturucu veya madde bağımlısı çocukları ve gençleri olmayan veya çok az olan huzurlu bir toplumda yaşamak istiyorsak, ailelerde ve okullarda sevmek ve sevilmek öğretilmeli, bu konuya tüm derslerden daha fazla önem verilmeli, titizlik gösterilmelidir. Yoksa çok önemli ruhi ihtiyaçlar olarak psikologların tespit ettiği bu konulardan sınıfta kalan toplumlarda terör eksik olmaz. Cinayetler, hırsızlıklar, kavgalar eksik olmaz. Çünkü seven insanlar sevdiklerini öldürmeye, darp etmeye, dövmeye, onun malına ve canına zarar vermeye kıyamaz, bunları yapamazlar. Çevresine zarar veren, uyuşturucu veya madde bağımlısı gençler, çeteler içine girip sağa sola saldıran ve insanların ellerindekine hak etmeden göz diken çocuklar; aile içinde sevgiye, saygıya doyamamış bu konuda açlık çeken çocuklar ve gençlerdir. Belki çok az istisnalar hariç bilmek gerekir.

Görsel ve yazılı medya yaptıkları yayın ve dizilerle, filmlerle, mutlu bir toplum için sadece maddi refaha ulaşmak yeterlidir gibi bir algı oluşturmaktadır; bu çok büyük bir aldatmacadır. Zira toplum içinde inceleme yapılırsa görülecektir ki zengin ailelerin çocukları içindeki madde bağımlıları, fakirlerden az değildir. Nitekim paraya ihtiyacı olmayan meşhur sanatçıların uyuşturucu yüzünden medyaya düşen haberleri herkesin malumudur. Velhasıl çocuklarına sevgi değil sadece para vererek bunu karşılamaya çalışanlar büyük yanılgı içindedirler. Zira nasıl ki vücudun su ihtiyacı kebap yemekle karşılanamazsa sevgi ve ilgi mahrumu gençler de yalnız para ile bu açlığı gideremezler.

Peki, bu kadar açık olan bir gerçeği niçin fark edemiyoruz? Ve niçin eğitimi düzeltmek deyince aklımıza matematik, fizik, kimya, biyoloji vs. gibi hep maddi ilimler geliyor? Bunları bilmek niçin daha çok önemli, sevgiyi bilmekten veya sevmeyi bilmekten? Gerçekten bunu anlamak mümkün değil. Ben âcizane şeytanın ve şeytanlaşmış insanların icat ettiği ideolojilerin ve onların ürettiği sistemlerin bu algıda payı büyük diyorum.

Velhasıl işimiz zor. Aynı şekilde saygı duymak ve saygı duyulan insan olmak da temel psikolojik ihtiyaçlardan… Bir insan, saygı duyulması gereken değerlere ve büyüklere saygı duyma yeteneğini kaybetmişse çok önemli bir ruhi değerini kaybetmiş demektir. En büyük olan Rabbi’ne, O’nun aziz Peygamberi’ne, anasına, babasına, âlimlere, bayrağına, mukaddes ve kutsal olan şeylere saygı duymayan, duyamayan, büyük küçük bilmeyen, bilemeyen insanlardan ne hayır çıkar ki! Evet, saygı duymamak, bu önemli erdemi yitirmek, delilik gibi bir şey olup temelde bir değer takdir duygusu bozukluğudur. Peygamber’e bir artisten daha fazla saygı duyanların, güzel ahlaklı birisine değil de zenginler karşısında saygıdan sakat kalanların hali de değerler karmaşasıdır. Öğretim ve eğitim hatasıdır. Saygısını yitirenlerin veya değer karmaşası yaşayan insanların çoğunluğu teşkil ettiği bir toplumda taşlar yerine oturmuş olur mu? Ve bu toplumda huzur ve bereket olur mu? Elbette ki olmaz,     olmayacaktır da; zira bu, eşyanın tabiatına aykırı bir durumdur. Dolayısıyla huzurlu bir toplum oluşturmak için, saygı duymak erdemini yitirmemiş fertlerin varlığı kaçınılmazdır.

Yine saygı beklemek de bir ihtiyaçtır. Bir âlimin talebesinden, bir büyüğün küçüğünden, bir babanın evladından, bir devlet büyüğünün tebaasından saygı beklemesinden doğal bir şey olamaz. Herkesin bir şekilde bir insan ve bir birey olarak saygıyı hak eden bir konumu vardır. O konumuna binaen, çevresinden gerekli saygıyı göremeyen kişilerin iç âleminde duygularının sağlıklı olması mümkün değildir. Sevgi ve saygı konusunda çevresinden yeterli şekilde beslenemeyen çocuklarda özgüven sorunu olmaması da mümkün değildir. İçine kapanık, asosyal tipleri toplumda çoğaltmak istiyorsak çocuklarımızdan bunları esirgeyelim, arzumuz gerçekleşir(!).

Neticede seven ve sevilen, saygı duyan ve saygı duyulan bir insan olmak o kadar önemlidir ki işte bir ömür insanlar bu ihtiyaçlarını kapatmak için didinir ve insanlardan bunları almak isterler. Toplum içindeki çırpınışlarının aslında bu ihtiyaçların temini ile alakalı olduğunu bilemeseler ve fark etmeseler de bu böyledir. Velhasıl bu açığı kapatmak için kimi insanlar meşru dairede, sevilecek ve sayılacak işlere yönlenirler; kimi zayıf ve güçsüzler veya kendini öyle hissedenler de kolay olan yola tevessül edip sevgi ve saygıyı kazanmak için yapmadıkları şeyleri yapmış gibi göstermek suretiyle yalan sözlere, yalan fiil ve davranışlara tevessül edebilirler.

Yalan, İslam’da çok büyük bir günahtır. Hadislerde yalan; zinadan, içkiden büyük görülmüştür. Zinadan, içkiden daha büyük günah olması, insanlarda yaptığı tahribatın büyüklüğündendir. Zira yalan ile, insan kendine olan saygısını yitirir. Yalanı çok olan insana toplum da saygı duymaz. Dolayısıyla insan için en önemli ahlaklardan birisi doğruluktur. Yani sıdk, eminlik, güvenilirlik… Oturması, kalkması, konuşması yalan olan, güven vermeyen adamı kim sever. Güvenilirlik, ilişkilerde çok önemlidir. Efendimiz o sebeple yalana müsaade etmemiştir.

Bu saygı ihtiyacı ve sevilmek ihtiyacı, Allah’a karşı iman ve ihlası pekişmemiş alimlerde riya olarak tezahür eder. Riya, yalanın bir türüdür. Mafya lideri gücünü, bir zengin malını, alim de ilmini ve ibadetini, sevgi ve saygı ihtiyacı için kullanır. Bundan kurtulmak ilim ister, büyük çaba ister. Derin analizler ister, her şeyden önemlisi güçlü bir iman ve Allah sevgisi ister... Ortalıkta İslam alimiyim diye gezenlerin ve halkı irşada talip olanların, önce fiili yalancılıktan kurtulmaları, yani kendilerini irşad etmeleri gerekir. Ama bunu görmek çok zordur. Bu zorlu çaba ise İslam’ın özüdür; tasavvuf bu nedenle önemlidir. Çok güçlü bir iman olmadan, insanın riyasından ve insanlardan gelecek beklentilerden kurtulması zordur. Hak etmediğin bir saygıyı beklemek riya ile mümkün olur. O sebeple İslam alimlerinin en büyük tehlikesi riyadır.

Allahu Teala’nın, Kur’ân’ın, Hazreti Peygamber’in (sav) büyüklüğünü anlatan ihlâssız âlimlerin, bunları kullanarak “Ben ne büyük bir âlimim görüyor musunuz! Ben aslında sevgiye saygıya layık birisiyim!” deme çabalarını, gözlerindeki yalancı pırıltılardan anlamak zor değildir. Ama bu insanlar için bu duygu öyle büyük bir istektir ki bu istekten kurtulmak zor ötesi zordur.

Şeytan gibi, bir ömür, Allah’a ibadet ediyorum diye kendine ibadet eder ve hatasını anlayamaz. Bir anlatan olur da çıkarsa, kendisi karakter olarak kötü biri ise hatasını söyleyene düşman olur. Bu işten paçayı kurtaran azdır. Bu sebeple bir Müslüman’ın kendine rehber olarak seçtiği âlimin ihlaslı olması, halktan maddi manevi ve psikolojik hiçbir beklenti içinde olmayacak kadar ihlaslı olması çok önemlidir. Kendi yalanını, sahtekârlığını, Allah karşısındaki duruş bozukluğunu göremeyen, fark edemeyen, şeytana uymuş giden bir âlim, talebesine nasıl kılavuzluk edip doğru yolu gösterecek ki.

Gerçekten özü sözü doğru, Allah’tan başka kimseden korkmayan, insanların gözüne girmek için sözlü ve fiili yalana başvurmayan, buna ihtiyaç hissetmeyen bir âlim, bu zamanda azdan azdır. Bulunca da yapışıp bırakmamak gerekir. Çünkü onlar Hazreti Peygamber’in gerçek varisleridir ve seni O’na (sav) götürürler.