Sorumluluktan Kaçış / Saadet Eren

Ahlak dışı davranışların aklîleştirilmesi ana eksenli bir değerlendirmede, ahlaki olan ve ahlaki olmayanın insan zihninde netliği öncelikle önem kazanıyor. Ahlak felsefesi ve İslam’da ahlak açısından ahlakî olan ve olmayan nedir?

İnsan eylemleri ahlakın konusu olduğu için hem ahlaki karar öncesinde hem de ahlaki değerlendirmelerinde yanlışa düşme ihtimaline karşı hafızaya atacağı bilgiyi geçerli ve güvenilir olanlardan seçmelidir. Kendisi ya da bir başkasının ahlakiliğini değerlendirme, ahlaki olan ve ahlaki olmayan davranışların bilinmesini gerektirir. Ahlaki ölçütün bilinmesi hem tercihlerini belirlemede hem de başkalarının eylemlerini değerlendirmede esas olacaktır. Ahlakiliğin gayesi iyiye ulaşmak olsa da kötünün bilinmesi de gayeye ulaşmadaki engelleri tanımaya yarar. Bir de “kötü”nün yalnız onu yapanı değil zamanla kendi dışındakileri de etkileyeceği düşünüldüğünde, davranışın ahlaki olmayanlarını bilmek, en az ahlaki olanı bilmek kadar kıymetlidir. Bir de kötülüğe bulaşmakla yaşanılacak sonuçlar göz önüne getirildiğinde, kuralların bilinmesi kadar uyulması ve korunması da gerekecektir. Ne yapılmaması gerektiğini bilmek, ne yapılması gerektiğini göstermesi açısından da rehber niteliği taşımaktadır.

Öncelikle insanın sahip olduğu akıl ve irade ile diğer varlıklardan ayrıldığını görmemiz gerekir. Özgür ve bilinçli olarak ahlaki olana yönelmesi ve çeldiricilere rağmen kararını eyleme dönüştürme çabası ile değerli olur. Düşünce tarihi boyunca ahlakiliğin nedeni üzerinde tartışmalar mizaç ve eğitim kavramları üzerinden devam ederken, felsefe ve dinlerin ahlaka açtıkları alanın oldukça geniş olduğu görülür. Herkes için ve her zaman kabul edilebilir evrensel ahlaki ilkeler var mıdır? Ahlakın kaynağı ve değeri nedir? Benzer sorulara felsefi disiplinler kadar ahlak merkezli olma niteliği ile İslam dininden de bilgi derlemek mümkündür. Kur’an sorumluluğun yerine getirilmesinde, aklı doğru ve etkin kullanmanın önemini ısrarla vurgular. Buna göre aklı, mantık kurallarına uygun ve aktif olarak kullanan insanın, hakiki mutluluğa erişebileceğini ifade eder. İnsanın hem kendi hem de kendi dışındakilerin yaratılış gayesine uygun işleri “iyi” olarak tanımlanırken, uygun olmayan işleri ise “kötü” olarak nitelendirilir.

Evrensel ahlaki ilkelerin mümkün olup olmadığı üzerine tartışmalar sürerken, hem dinden bağımsız ahlaki öğretilerin hem de ahlak merkezli dinlerin, tutum ve davranışları iyi ve kötü kategorilerinde sıraladıklarını görürüz. Bu sınıflamalar insana uyması veya terk etmesi gereken davranış kalıpları olarak sunulur. Davranışlar uygulanabilirliği ve sonuçları açısından ele alınmadıkça içselleştirilmesi ve davranışa dönüşmesi beklenemez. Mizaç, fizyoloji, psikoloji, eğitim, sosyal ve fizik çevre gibi değişkenler davranışların seçiminde belirleyicidirler. Bunun yanı sıra iyi olanın gerçekleşmesi ve kötü olandan uzaklaşılması ancak gösterilecek çaba ve dirençle mümkündür. İnsanın eylemleri üzerine düşünmesi ve neden başka türlü değil de böyle davranması gerektiği ile ilgili bir açıklaması olmalıdır.

Sanırız bu işlem, ahlaki olmayan tercihlere düzmece açıklamalar bulmaktan daha erdemlidir. Eylemlerinde özgür bırakılan insan, özgürlükle beraber sorumluluğu da üstlenmiş olur. Sorumluluk davranışlarının sonuçlarına katlanmak demektir. Sorumluluk hangi otorite tarafından yüklenmiş ise sürecin de aynı muhatap tarafından değerlendirileceği kabul edilir. Yani sorumluluk beşeri bir sistemle yüzleşmeyi gerektirebileceği gibi ilahi bir yükümlülük söz konusu ise yüzleşmenin yaratıcıya kadar uzanabileceğini de kabul etmek gerekir.

İnsan kendisine ve kendi dışındaki her şeye ki buna yaratıcı da dahil olabilir, nasıl davranması gerektiğine dair bilgiyi farklı kaynaklardan edinecektir. Bilgiyi kendi subjektif değerlendirmesiyle üretebileceği gibi, sosyalleşme süreciyle toplumdan veya inancı gereği ilahi mesajlardan çıkarabilir.

Peki, kötülük iyinin bilinmemiş olmasına mı bağlıdır yoksa iradi bir sorun mudur? Kötünün sadece bilgisizlikten doğacağını kabul etmek gerçeklikle örtüşmeyecektir. Çünkü bilmesine rağmen iyiye değil de kötüye yönelen insanların varolması bu iddiayı doğrular. Ahlaki kuralların işlevinin ya da hikmetinin kavranmasıyla davranışın içselleştirilmesi kabulünü hızlandırır diye düşünebiliriz. Yine de bu, sapmanın her zaman olası olduğunu değiştirmez. İşte tam bu noktada insanın ürettiği bahanelerin ardına sığınarak sapmalarını haklı çıkarma girişimleri dikkat çekicidir. Böylesi bir girişim kuralı ve kural koyucu otoriteyi tanımak olarak yorumlanabilirse de, seçimlerinde otoriteye itaati gerçek bir kabulü gösterecektir. Sorumluluktan kurtulma adına zihnin ürettiği bahane bulma olarak tanımlayabileceğimiz “aklîleştirme” otorite ile hesaplaşmada işe yaraması ümidiyle hazırlanırlar. Sürecin öznesi olan insan ahlaki olan ve ahlaki olmayan üzerinden eylemlerine yön verirken, aklına ve iradesine rehberlik edecek yol haritasının ne olacağına karar vermek durumundadır. Böylece kendisine verilen akıl ve irade emanetinin gereğini de sağlıklı bir şekilde yapmış olacaktır.

Ahlaki olanı ahlaki olmayandan ayırmadaki ölçütüler oldukça fazladır. Adalet, haz, güç, ruh dinginliği, çalışma, otoriteye boyun eğme, çıkar, fayda, özgürlük, niyet gibi kavramlar üzerinden yapılan değerlendirme ile insanlar ahlaki buldukları davranışa yönelmektedir. Ancak bu ölçütler göreceli bir değerler dizgesine götürmekle kalmaz, iyi ve kötülerin de karmaşıklaşmasına sebep olur. Kimileri hiçbir şeye aldırış etmeden yaşamaktan yana olmuş, kimileri de haz verici şeylerin peşinde koşmak iyidir demiş. Ölçülü ve adaletli olmak iyi sayılırken güce sahip olmakla iyiye ulaşılır diyenlere de şahit olunmuş. Yorumsuz ve yargısız kalmanın iyi olduğundan bahseden de var, çalışmanın ve şükretmenin altını çizen de. Tanrıya boyun eğerek haklarını teslimi için uğraşmanın iyi olduğundan da söz edilir, kuralları reddederek iyi olunacağı ifadesi de çıkar karşımıza. Hakikati bulma yolculuğunda felsefenin salt akılla ulaştığı değerlendirmeler kıymetli olsa da acaba yeterli midir?

Ahlaki değerlerin hakkın, adaletin ve mutluluğun tesisinde katkısı ne olacaktır? Benzer sorulara cevap bulma yolculuğu elbette insana alternatif kaynakların kapısını aralayacaktır. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın isimlerinden hareketle, yaratıcıda bulunan özellikler vurgulanarak benzer davranış yansımaları insandan beklenir. Ölçüye uyanlar övgüye mazhar olurken uyumayanlar ise yaşayacakları akıbet tasvir edilerek uyarılır. Kaynağını vahiyden alan ahlakın inanç ve ibadetler kadar insan için bağlayıcı olduğu ifade edilir. Kötülüğün kendine iyi görünmesi illüzyonuna karşı uyanık olması gerektiği hatırlatılır. Bilinen büyük günahların dışında, stokçuluktan dilenmeye, ümitsizlikten gıybete, cimrilikten dünyaya bağlanmaya, böbürlenmeden iftiraya, korkaklıktan zulme, cehaletten küfre, kıskançlıktan boş konuşmaya, inatçılıktan asabiyete, gururdan aceleciliğe, riyadan gösterişe, nankörlükten azgınlığa kadar ahlaki olmayan durumları örnekler. Ahlaki olanın da aktarıldığı ifadelerle bilinir hale getirilen iyi ve kötüler belirsiz olmaktan çıkarılmış olur. Bu bilgilerle sorumluluk süreci başlatılan insan kayıplar, yoksunluklar ve cezalar olmaksızın dünya ve ahiret hayatını sürdürme şansını yakalar. Kur’an, Allah’ın adalet ve merhametinin her şeyi kuşatacağına dair vermiş olduğu mesajla, kurtuluş için ümidin her koşulda yaşatılmasını da önermektedir.

Ahlakî olmayan davranışların aklîleştirilme sebeplerinde neler dikkatimizi çekiyor?

İnsan aklı bilgiler arasında bağlantı kurup yeni bilgiler üretebilmeyi mümkün kılar. Farklı kaynaklar ve yöntemlerle edindiği bilgiyi işleyerek karşılaştığı sorunları çözme ve olumsuz durumlardan korunma fırsatı sunar. Aklını etkin ve doğru kullanmayarak sapanlar ise yoksunluk, kınanma ve ceza gibi istenmeyen durumlara maruz kalabilirler. Böylesi bir sonucu kendi seçimleri ile hak etmiş olan insan, ahlaki olmayan davranışlarını akla uygun hale getirmek isteyecektir. Sıkça başvurulan bir zihin kalkışmasına dönüşen savunmalar ya tercih ettiği davranışın aslında ahlaki olduğunu açıklamaya ya da ahlaki olmadığını kabul etse de hatasına kılıf uydurmaya dönüşecektir. Böylesi bir girişim ile yaşadığı içsel çatışmadan kurtulma ve kendini bekleyen olumsuz sonuçlardan uzaklaşmanın ümid edildiği söylenebilir. Bu nedenlidir ki ahlaki olmayan eylemlerini ilk etapta kendine karşı haklılaştıran insan, ikinci etapta ise muhataplarına karşı ikna planlarına dönüşecektir. Diğer insanlara karşı hedefini tutturma ihtimali olsa da, yaratıcının sınırsızlığı ve mükemmelliği karşısında bu aldatıcı kalkışmanın onu planladığı sonuca götürmeyecektir. Kendini aklama adına tüm girişimler doğrulama gerektireceğinden, savunmanın hem formel hem de içerik açısından geçerli olması şartı aranacaktır. Subjektif değerlendirmelerle ahlaki olmayanı ahlakiymiş gibi sunmak, insan için bir illüzyona neden olursa iyi ve kötünün zamanla yerlerinin değişeceği de görülür. Aklîleştirme sebepleri bu yönteme başvuranların sayısı adedince çoğaltılabilir. Kimi sahip olmadığı değerlerin kendisini üzmesini engellemek için bu yöntemi kullanırken, kimi de sorumluluktan muafiyet adına aklîleştirmeye gidebilir. Kimi vicdan azabından kurtuluş için, kimi de eskiden beri iyi bilinen geleneksel’i yaşatma arzusuyla ya da kaderci bir anlayışın ardına sığınarak kendini temize çıkarmak isteyecektir ki aklîleştirme ihtiyacı muhatabın yanıltılması amaçlı olabileceği gibi kendi yanılması ya da aldatılması nedeniyle de tutunacağı bir dal haline gelebilir. Bu sebeple yanlışa düşmemek için ne yapmak gerektiği de önem kazanır. Doğru düşünmenin kurallarını koyan mantık sayesinde, aklın doğru ve etkin kullanılması sağlanarak, hatadan korunma da mümkün olur.

Mantık iyi ve kötünün ayrıştırılmasını da sağlar. Ayrıca İslami açıdan şerrin bilinmesi insanın kendini koruması adına oldukça önemlidir. Olması gerekenler gösterilerek yapılması istenenin sınırları da çizilmiş olur. Ölçüyü ihlal etmenin sonucu haksızlıklara ve zarara uğrama ihtimalinin sergilenmesi, olumsuz davranışların cazibesini yitirmesini sağlayabilir. Çünkü kötü olanın tercihi ve yanlışa düşme sadece o insanı değil diğerlerini de etkileyeceğinden, bu konuda farkındalık sağlamak oldukça kıymetlidir. Yaratıcıya ve diğer insanlara karşı hazırlanan aklîleştirmeler bazen aldatma niyeti taşımaz ama bozuk, tutarsız ve yanlış bilgiye dayanıyor olabilirler. İnsan yanlışa düştüğünün ve ahlaki davranmadığının farkında bile olmaz. Bilgiden yoksun olma, kibir, dikkatsizlik, önyargı, ihtiras gibi nedenlerle tercih ettiği olumsuz davranışları ısrarla savunabilir. Bilmeme nedeniyle ölçü dışında hareket eden insan sapmasını akla uygun hale getirmeyi çözüm olarak görecektir. Sağlam bir değerlendirme yapamadığı için bu duruma düşmüş olanlar, “ön yargı”, “daha fazlasını kazanma hırsı” “prestij sağlama”, “ün peşinde koşma” ya da “duygusallık” sebebiyle asıl bilinmesi gerekenleri kör noktada bırakıp, iyi ve kötünün ayrımını yapmada zorlanacaklardır.

Bir durumdan sorumlu tutuluyor ve sonuçlarına katlanmamız isteniyorsa, doğru yaptığımız şeyleri aşırı vurgulayarak hatamızın üzerinde durulmasını engelleyebiliriz. Bir ihmal veya kasıt bulunan durumlardan kendisini kurtarmak için bu yönteme başvurulabilmektedir. Sapma davranışlarında uydurma gerekçelerle hazırlanan aklîleştirmeler vasıtasıyla yaptığını doğrulatarak masumiyetini ilan etmeye çalışabilirler. Kendine ait iyi eylemler yetersiz sayıda ise ve aynı türde değil ise yaptığı kötülüğü örtbas edemeyecektir. Ayrıca çok kişinin iyi demesi ile kötü sonuçlar doğuran bir yanlış doğruya dönüşmeyeceği gibi kötülük de iyiliğe evrilmeyecektir.

Genelleme yapılarak oluşturulan aklîleştirmeler de geçerli olmazlar. İstediğini yeme içme özgürlüğünün kısıtlandığı bahanesiyle, tüm ahlaki kuralların kısıtlayıcı ve engelleyici olduğu genellemesine ulaşılması delilin tam olmadığını gösteren bir örnektir. Çünkü ulaşılan bilginin geçerli olması için çok sayıda örnekle doğrulanması ve örneklerin konuyla uyumlu olması şartı aranır. Bir sonraki aşamada bu genellemeler önyargıya dönüşür ki artık fikir ve eylem hataları ard arda gelir. 

Kendini kurtarmaya çalışan insan hadiseyi basitleştirerek gerçeği örtbas etme niyetini taşır. Kısaltılmış ifadeler ve belirsiz cümleler kullanarak yapılacak bir savunma tatmin ediciliği açısından tartışılır hale gelecektir.

Ahlaki sapmalarda neden olarak ileri sürülen bahanelerden biri de iki olumsuzluktan birini seçmek zorunda bırakıldığı kurgusudur. Orada bir problemin çözüm yolu için başka çözüm yolları da üretilebilecek iken, bunu ikiye indirmek niyetin samimi olmadığının göstergesi olabilir. Ya cennet vardır ya ahiret yoktur gibi bir iddia, ahiretin var olması halinde cehennemin varlığını göz ardı etmesinden dolayı delil olarak eksiktir.

Savunmalarda kullanılan argümanlardan bir başkası da, kötü olmayan fiillerin zoraki iyi olarak kabul edilmesi yanılgısıdır. Oysa kötü olmadığı gibi pekala iyi de sayamayacağımız nötr eylemler vardır. Bazı kavramlar, kapsam açısından tam bir ayrılık ilişkisi sergilese de, her kavram için bunu görmeyiz. Dolayısıyla alternatifin ikiden fazla hazırlanabilme durumu araştırılarak yanlıştan korunma adına önlem alınabilir.

Fikir ve eylem bazında sapanların, küçük farkları önemsemeyip kabul ederek zamanla işi aşırılığa götürmeleri söz konusudur. Duruma karşı duyarlı olması gereken insan, ahlaki olmayana yönelimde böyle bir sonuca gitme ihtimaline karşı iyi ve kötü ayrımlarını zihninde netleştirmelidir. Zan ile hareket etmemeli ve zannın fazlasından kaçınarak, kötü olana ahlaki yakıştırmasında bulunmamalıdır. Böyle yanlışlardan hareketle hataya düşenler, savunmalarını zanna kapılma tesiriyle masum göstermeye çalışabilirler. Ancak zan’ın fazlası da ahlaki olmadığı için men edilen bir davranıştır. Dolayısıyla bu bahane de kendini aklamada kabul edilemez.

Olmuş bitmiş hadiseler ve zıt varsayımlar ileri sürerek sorumluluktan kaçma yolu da kimilerine hep açıktır. Müslüman bir ailede dünyaya gelseydim böyle olmazdım savunması bir avuntudan ibaret olduğu kabul edilse de bahane bulmanın en klişe halidir.

Yanılgılardan birisi de iki şey arasındaki benzerlikten hareketle, aynı oldukları kanaatine ulaşmaktır. Bedensel kalıba bakarak huy ve karakter analizinde bulunmak gibi. Hele bir de benzerlikler gerçek değilse diğer özelliklerin de tutması beklenemez. O yüzden anoloji dediğimiz bu yöntemde savunma dayanaksız hale gelmiş olur.

Bir davranışın ahlak açısından kötü olduğunu deneyimlemek isteğiyle ahlaki olmayanı yapmak rasyonel bir açıklama olmadığı gibi, yumurtanın bozuk olduğunu anlamak için o yumurtayı tamamen yememiz de gerekmez. Anolojiyi kötüye kullanarak akıl yürütenler için iki şey arasında pek çok benzerliğe rağmen farklılık olabileceğini kabul ettirmek gerekir. Bu yöntem bazı bilgileri elde etmede veri sağlasa dahi savunma argümanı olarak güvenilir değildir.

Genel bir değerlendirme ile bilerek ve yanıltma gayesi ile bu yöntemlere başvuranlar ahlaki olmayana meşru bir zemin hazırlama gayretindedirler. Nedenleri psikolojik, biyolojik, sosyolojik, ekonomik, siyasi ve zihinsel temele dayansa da tüm akilleştirmelerin ortak noktası geçerlilik testine tabi tutulacak olmalarıdır. Hakikatin ne olduğunun açığa çıkması ile çarpıtılmış bilgiye dayanan iddia, geçersiz olacaktır diye özetleyebiliriz.

Ahlakî olmayan davranışları aklîleştirme ve mantığa bürüme eyleminin insanda sosyal ve psikolojik sebeplerine dair neler söylenebilir?

Ahlaki davranışlarla ilgili olarak gerek karar verme aşamasında gerekse kararı eyleme dönüştürmede birtakım çatışmaların yaşanması olağan bir durumdur. Çatışmalardan kaynaklanan rahatsızlığın giderilmesi herkesin ulaşmak istediği bir son olacaktır. İşte kaygının yok edileceği vasıtalardan biri “aklîleştirme” olarak ifade edilen savunma mekanizmasıdır ki, yaşanılan durum akla uygun hale getirilir. Çatışmayı nihayetlendirecek olan kendine haklılaştırma süreci, dışarıdan gelecek tehdit ve yargılamaları da bertaraf edecektir. Ahlaki ölçüye uymayan davranışlarla ilgili asıl neden gizlenerek, yapılanlar akla uygun gerekçelerle savunulur. Bu süreç, bedenle ilgili göstergelerin normalin dışında seyrettiğinde devreye dengeleyicilerin girdiği “homeostatis” denilen dengelenme mekanizması ile benzerlik gösterir. Çatışmalarla bozulan ruh halimiz, psikolojik savunma mekanizmalarının üreteceği avuntu ve telkinlerle eski dengesine dönebilir. Bazı dürtü, tutku ve eğilimlerin yol açtığı suçluluk duygusu ile bozulan ruhsal mekanizma, dengeyi koruma çabası sergileyecektir. Burada devreye savunma mekanizmaları girerek işleyiş korunmuş olur. Ancak bu yönteme çok sık başvurma, iyi ve kötülerin yer değiştirmesi riskini artıracaktır. İnsan bu durumda gerçeklikten kopup duyarsızlaşabilir.

İstediği başarıya ulaşmadaki yetersizliklerini, hafifletici mazeretlere sığınarak örtme girişimi bahane bulmayı en sık kullanılan savunma mekanizması yapar. Çünkü olumsuz eleştiri ve yargılamalar bir süre sonra bilinçte özgüven yitimine yol açarak korku ve kaygıyı tetikler. Kaygıdan kurtulmak için sebepler üretmeye yönelen insan, sadece topluma değil kendi vicdanına karşı da haklı çıkma derdindedir. Aldatıcı senaryolar eşliğinde bazen iradesiyle ortaya çıkan durumlardan bazen de iradesi dışında karşılaştığı olumsuzluklardan uzaklaşarak, sahte bir mutluluğa yelken açılır.

Duyarsızlaşmanın başladığı böylesi bir ortam “aklîleştirme” tohumlarının yeşilleneceği uygun arazilerdir. Gaflet hali de denilen bu atmosfer, sapma davranışlarına yol açan nedenleri akla uygun hale dönüştürerek sorumluluktaki payını azaltmak ister. Aslına bakılırsa kiminin böyle bir derdi de yoktur. Onlar ne kendilerine ne de otoriteye karşı sorumluluk hissederler. Hatta aklanma hazırlığı içinde olmak dahi onlar için bir gereksinim değildir.

Ahlaki olmayana yönelim sebebi ile davranışı haklılaştırma için kullanacağı gerekçe muhtemelen örtüşecektir. Diyelim yoksulluğa ya da yoksun olmaya bağlanan sapmalarda bahaneler de muhtemelen aynı gerekçe ile sunulacaktır. Adaletli bir değerlendirme ise hakikatin ne olduğu üzerinden gerçekleşecektir. Mükemmel ve aşkın bir varlığın değerlendirmesi ile yasaların ve yazısız normların subjektifliğinde gerçekleşen bir değerlendirme eşdeğer olabilir mi?

Vahiy bilgisinden ve Allah’ın esmalarından yola çıkılarak hadiseye bakıldığında, hesap günü hakikatin apaçık ortaya çıkacağı söylenebilir. Zira Allah’ın isim ve sıfatları hakikatin ne olduğunu açığa çıkarabilecek kapsamdadır. İlahi mesajlarda her şeyi bilen, işiten, gören, her şeyi yapmaya gücü yeten, adaletle hükmeden, kimseye haksızlık etmeyecek, kim ne kadar iyilik etmişse karşılığını verecek ve kim zerre kadar kötülük etmişse cezasını uygulayacak bir yaratıcı bilgisi aktarılarak hakikatin tüm ayrıntılarıyla sergileneceğine dair kanaati pekiştirmektedir.

Kibir, şımarıklık, düşmanca duygular ve tutkular gibi psikolojik nedenler ahlaki olmayan davranışların ortaya çıkmasını tetikleyebilir. Tutkulu aşklar, maddi ihtiraslar, narsisizm gibi haz merkezli duyguların esiri haline gelen insanın, kendi davranışları üzerine sağlıklı bir değerlendirme yapması beklenemez. Elbette hastalık tanısı konulmuş olanları ayrı tutmak şartıyla, ahlaki değerlerin bilinmesi ile kazanılmış farkındalık hemen her insan için ruh sağlığını korumada katkı sağlayıcıdır.

Aklîleştirme yöntemi ile muhatabı yanıltma ve aldatma, kendi egosunu tatmin etme arzusuna dayanabilir. Aldatma ile incelik ve kudret sergilemiş olduğunu düşünen insan, bundan haz alarak üstünlük duygusuna kapılabilir. Ancak bu bir üstünlük alameti olmaktan çok, zaaf ve hile göstergesidir. Tutku kibir, kıskançlık, öfke ve özgüven gibi duyguların aşırılığı ahlakiliği bozan sebepler arasındadır. İnsan birtakım saplantılar ya da alışkanlıklar nedeniyle ahlaki olandan uzaklaşılacağı gibi birine karşı duyacağı sempati veya antipati nedeniyle de kötülüğe bulaşabilir. Hatta sevmediği insanı mahcup etme girişimi veya ona karşı haklı çıkma takıntısı da bunlara eklenebilir. Egosuna hizmet eden kişi için, çoğu zaman hakikati olduğu gibi görmek zaten mümkün olmaz. Acelecilik, şüphe ve tecrübesizlik nedeniyle ahlakilik konusunda ihmallere rastlamak da mümkün. Sehven diyebileceğimiz bu durumlar için bunun hata olduğunu kabul etmek yerine, hatayı kendisine yakıştıramayanlar sahte bahaneler uydurmayı kendine yakıştırarak çelişkiye düşmüş olurlar. Tutarlılık tezgâhından geçirilmeden kabullenilmiş her düşünce ve eylem, ahlaki olandan uzaklaştırıcı etki gücüne sahiptir. Fikirde ısrar veya gevşeklik de kötülük tuzağına tutulmada risk oluşturur. Değerlendirme yapılmadığı zaman insan yaptığını kötü olsa dahi körü körüne savunmaya devam edecektir. 

Toplumsal gruplara ait birtakım yargılar ve kalıplaşmış sözler nedeniyle de sapma davranışlarına rastlanabilir. Hafızada yer eden ve sıkça tekrarlanan bilgiler iyi ve kötü üzerine değerlendirmeyi değiştirebilir. O yüzden günümüzde reklam ve propaganda araçları ile oluşturulmaya çalışılan algı karşısında uyanık olmak gerekir. Özellikle prestij sahibi olan ya da rol model konumunda bulunanların ne düşünüp ne yaptığının diğerleri üzerinde etkisini kabul etmek gerekir. Onların tercihleri diğerlerinin hafızasında sıkıca tutunduğundan, etkilerinin de uzun süreceği düşünülür.

Yine insanın işine gelmeyen bilgiyi hafızadan silmesi doğru ve yanlışı iyi ve kötüyü belirlemede etkilidir. Bu yüzden hafızadaki manipüle edilmiş bilgiler yanılsama ile kötü olanı iyi olarak gösterebilir.

Sapma davranışlarının ortaya çıkmasında bir başka sebep de engellenmiş olduğu kanısıyla düşülen tuzaktır. Engeli ortadan kaldırma isteği duyan insanın yaptığı hesap, eğer kendini daha fazla sıkıntıya sokacak gibi görünüyorsa, öfkesini asıl engele değil de kendinden daha zayıf olana yönelterek gerilimden kurtulmayı hedefler. Böylece ahlaki olmayan davranışından dolayı tekrar büyük bir zarar ve mağduriyet yaşamaz ancak muhatabını mağdur etmekle bir kötülüğe daha imza atmış olur. Kendi rahatlaması adına bir masumun zarar görmesine sebep olan insanın ahlaki iyiliği şüphesiz zedelenecektir.

Etkilendiği bir insanı her yönüyle takip edip onunla özdeşleşerek, zamanla onun ahlaki olmayan davranışlarını taklit eder hale gelebilir. Duyulan sempati nedeniyle hiç düşünülmeden kabul edilen tutum ve eylemler, ahlaki olandan uzaklaştırarak, insanı hem kendisine hem de başkalarına zarar verici hale getirebilir.

Sosyal bir hayata mecbur olan insan iletişim kazaları nedeniyle de sapma yaşayabilir. İletişim araçlarından dil ve bedenle verilen mesajların karşı tarafta yapacağı etkiyle ahlakiliği aşan bir tepki verilebilir. İletişim sırasında kullanılacak sembollerin anlamından çok, kişiyi nasıl etkilediği önemli hale gelir. Hadiseye böyle bakılması tepkinin neden olumsuz hale geldiğini de açıklayacaktır. Bu nedenle iletişimde tarafların birbirine geri bildirim vererek anladığını onaylatması önemlidir. Bakış açısının empati yoluyla sezilmesi, iletişim kaynaklı olumsuzlukları da azaltabilir.

Kültürel arka planımızın ne olduğu da oldukça önem taşır. Bizi ahlaki olmayana iten bir sebep olabileceği gibi olumsuz koşullara rağmen karşıt tepki geliştirerek iyi olana yönelimi de hızlandırabilir. Bu etki bazen gelenek ve göreneğin koşulsuz taklidi olarak karşımıza çıkarken bazen de genelin kabulüne karşı direnmeyi getirecektir. Koşulsuz itaat düşüncesi insanın gelişiminde bir handikap oluşturması, her işittiğini doğru kabul etmesiyle karşıt fikirlere antipati duyacaktır. Belki de haksız ithamlarda bulunacak ve aklın bu şekilde hasar alması hataya düşmeyi kolaylaştıracaktır.

Kendi tutum ya da davranışlarını sağlam bir temele dayandıramıyor olsalar da toplumda taraftarlarını artırmayı istemeleri nedeniyle aklîleştirmeye ihtiyaç duyulabilir. Olayların sadece görebildiğimiz yanı ile değerlendirilmesi yanlışa düşmenin ya da ahlaki olmayanı tercih etmenin hazırlanmasına hizmet eder. Oysa gördüğümüzün dışındaki hakikat kanaatimizi değiştirebilir. Kıyas kuralları dikkate alınmadan sosyalleşme sürecinde edindiğimiz bilgilerle yaşamak, sapma ve yanlışa düşmeyi kaçınılmaz kılar ve aklîleştirmeleri kullanarak insan sorumluluktan kurtulmaya yönelir.

Sosyal nedenlere dayandırılan bahanelerle sapmaları haklı göstermeye çalışma, toplumsal hayata mecbur olan insanın belki de en sık başvurduğu savunma kategorisidir. Kısacası statü kazanma, prestij sağlama, şöhret ve nam elde etme, çatışmalardan kurtulma, liderlik arzusu, toplumca onaylanma isteği gibi gerekçeleri akilleştirmenin sosyal nedenleri olarak da sıralayabiliriz.

İman hususundaki reddedici aklîleştirmelerin tevhid düşüncesiyle uyuşmayan düşünüş biçimlerine eşlik etmesi kaçınılmaz görünüyor. Şirk, inkâr, çelişkiler ve şüphecilik bağlamında Kur’an’ın bu tür çarpıtmalara verdiği cevaplara dair düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Kur’an, iman temelinde üretilen aklîleştirmeleri hem bilgi içeriği hem de formal açıdan ele alarak, açıklamalardaki yanlışlıklara, çelişki ve mantık hatalarına dikkat çeker. Aklî izahlar ile ilahi mesajlar aktarılırken, hakikatin kabulüne davet vardır. İnkârcıların şüphe ile düştükleri şirk batağından, manevi körlükleri devam ettiği sürece çıkamayacakları bildirilir. Batağa saplanmasından ve manevi körlüğünden insanı sorumlu tutan Kur’an, ahlaki olmayan eylemlerin sonuçlarına da katlanması gerekeceğini aktarır. Allah’ın varlığı ve birliğini kabul eden tevhid anlayışı ile çelişik olan inkârcılığın, bahaneler üzerinden haklılaştırma girişimlerini sorumluluktan kurtulmaya yönelik çabalar olarak görmektedir. Kur’an, hak ve hakikatin inkârcılarına, kendi kullandıkları gerekçeler üzerinden cevap verir. İnkâr hangi başlıklara dayandırılmış ise o konuyla ilgili Allah’ın isim ve sıfatlarının eşliğinde aklî açıklamalar da bulunur. İman etmenin akla uygun oluşu, inkârın ise doğru bilgiye dayanmadığı, tarihsel süreçte yaşanan olaylar örnek verilerek gösterilir. İnkârda ısrar edenler için kendilerini bekleyen yakın ve uzak akıbetlerin neler olduğu bildirilir. Tevhid düşüncesine uymayan yaklaşımlardan olan ilahlığa kalkışma ve iman esaslarını reddetmeyi cehalet emaresi olarak niteler. Kur’an her türlü şüphe, çarpıtma çelişki ve tahrifatın bozucu etkisinden kurtulan aklın, hakikatin bilgisine ulaştırabileceğini ifade eder. Zihnin üretebileceği sorulara karşı verdiği cevapları ile tüm insanlığı düşünmeye sevk eden Kur’an, yapacakları tercihlerden sorumlu tutulup Allah’a döndürülecekleri hesap günü için sıkça uyarılar da bulunur. İnsanı şiddetli azap ve kötü akıbetten koruma merhametiyle mesajlarını ileten Kur’an, Allah’tan başka varlıklar da ilahlık vasıflarının bulunduğunu iddia etmeyi şirk koşmak olarak adlandırıp geçersizliğine dair aklî delilleri sunar. Kur’an, iddianın doğru olması durumunda uyumlu ve mükemmel işleyişin yerini çatışma ve dağılmanın alacağını ifade eder. Ayrıca düzmece ilahlara kutsiyet atfeden insanın mutlak ve mükemmel bir yaratıcıya tepki gösterme cesareti de bir başka çelişki olarak değerlendirilebilir. Ataların dinine uymadığı bahanesiyle düştükleri şirki meşrulaştırmaya çalışanlara da, inançları akıl ile sorgulamalarını ve körü körüne kabul etmemeleri tavsiyesinde bulunur. Allah’a ait olmayanı O’na isnad etmenin ya da Allah’a ait olanı yok saymanın hakikati örtmek olduğu ifade edilir. Kutsal olarak kabul ettikleri varlıklara ait gücün, sürekli var etmeye, ilk ve son yaratmaya, adaletle hükmetmeye yeterliliği üzerinde düşünülmesini ister. Allah’ın mutlak gücü karşısında işlenen bu sapmanın hiçbir mazeretle ortadan kaldırılamayacak bir sorumluluk olduğu belirtilir. İlahlığa kalkışmadan, melekleri ilah kabul etmeye, peygamberi inkârdan mucizelerin reddine, tekrar dirilişin imkânsız bulunuşundan kaderin ve vahyin inkârına kadar tüm sapmalar delile dayanan açıklamalarla cevaplanır. Aklı ve kalbi tatmin etmeye yönelik açıklamalar inkâr etme nedenlerini geçersiz kılacak tarihte yaşanmış olayların aktarımı yapılarak desteklenir. Aklı askıya alma ve potansiyelini kullanmamanın ciddi bir ihmal olduğu Kur’an’dan çıkarılabilecek bilgiler arasındadır. İnat, kibir ve cehalet gibi nedenlerle hakikatin çarpıtılması ya da kasıtlı olarak çelişikmiş gibi sunulması, şüphe tohumlarını ekeceğinden başkalarının inkârına da sebep olunabilir. Bu yüzden sorumluluk kapsamı genişlemiş olacaktır.

Tevhidden sapmanın bir kader olmadığı, bilinçli ve ısrarlı bir inkârın sorumluluğunun yine inkârcıda olacağı gerçeği de ifade edilir. Kendi inançsızlığını kadere bağlayarak kurtulacağını sananlara cevaben Kur’an, Allah’ın ezeli ilmiyle insanın seçimini ne yönde yapacağını bilmesinin iradeye hükmetmek olmayacağı bilgisini vererek “kader”in arkasına sığınılamayacağını açıklamış olur. Her şeyin önceden belirlenmiş olması durumunda, bağlayıcı kurallara ve hesap gününe ait ödül ve cezaların konulması da gereksiz olurdu temelinde insan, düşünmeye davet edilir. Tevhid ile ilgili konularda izlemeye dayalı bir delilin mümkün olmadığı durumlarda, Kur’an, hadis ve sünnet, icma ve kıyas yoluyla hakikatin işaretlerini görmenin ya da sezmenin imkan dahilinde olduğu bilgisine ulaşılır. Kur’an’ın işaret ettiği bu kaynaklar üzerinden tevhid ile alakalı şüpheler giderilebilecek iken, çaba harcamadan inkâr ve şirki tercih etmedeki sorumluluğun insana ait olacağı için, sonuçlarına katlanmayı da kabul etmesi gerekecektir.

Sadece tevhide dair değil, genel manada ahlak dışı davranışların aklîleştirilmesi, sosyal hayat içinde geniş bir yelpazede ele alınması mümkün… İnsanlar, ne tür olay ve örneklerden yola çıkarak ahlak dışı davranışlarını aklîleştiriyorlar? Ve Kur’an’ın bu tutumlara karşı eğitici yaklaşımları ve ihtarları nasıl?

Ahlaki olmayan seçimleri akla uygun hale getirme çabası, sosyal hayatın hemen her noktasında karşılaşılabilen bir durumdur. Aile içinden kamu ve özel kurumlardaki hiyerarşik ilişkilere, ticaretten farklı meslek gruplarına kadar geniş bir yelpazede aklîleştirmelere başvurulduğuna şahit oluruz. Çıkış noktası bazen isyanı haklılaştırma bazen de kötü alışkanlığı aklama arzusudur. Nefsin tutkuları ve esareti örtülmek istenmiş de olabilir. Saldırganlığın, haksızlığın, iftiranın, alayın, gafletin, kibrin, aceleciliğin, yalanın, nankörlüğün, sözden dönmenin, hırsızlığın, öldürmenin, maddi-manevi zarar vermenin ve ihanetin açıklaması olur kimi zaman..

İnsanın kendisi ya da kendi dışındakilerle sürdürdüğü ilişkiyi, niyet süreç ve yöntem kadar sebep olduğu sonuçlar açısından da sorgulamak, adil bir değerlendirme yapmayı sağlayacaktır. Diğer insanı sürekli yargılamak yerine, kendisini düşünmenin objesi olarak seçmesi, ahlaki duruşuna katkı sağlayacaktır. Yüklenen sorumluluğun yerine getirilmesi, iyi ve kötüye dair net bir bilgiye sahip olmaya bağlıdır.

Bu yüzden sorumluluk yükleyen tarafından hem kuralların hem de ödül ve cezanın bildirilmesi, değerlendirmenin meşruiyeti ve adaleti için elzem görünmektedir. Ancak insanın sınırlı oluşu ve değerlendirmeye esas değişkenlerin sınırsızlığı düşünüldüğünde, ideal bir değerlendirmenin ancak aşkın ve mükemmel bir yaratıcı eliyle gerçekleşebileceği sonucuna ulaşılacaktır. Kur’an, yapılması teşvik edilen ve ödüllendirilen davranışlar ile yapılması men edilen ve cezalandırılacak davranışları kategorize ederek zamanla adaletli bir değerlendirmeye zemin hazırlar. Ardından insanı eylemlerinden sorumlu tutacağını vurgularken, uyarıları önemsemeyerek sahte gerekçelerle hakikati örtme girişiminde bulunanları da kınamaktadır. Sözde mazeretler üzerinde eleştirel düşünmeye davet ederken, aklîleştirmelerin geçersizliğini özgün ifadeler kullanarak açıklar. İyi davranış örneklerinden hareketle mantıksal çıkarımlarda bulunması istenen insan, karşılaşılacak olası durumları ön görmesi ve tedbir alması için görevlendirilir. Ölçüye uyulmaması halinde kendisini bulacak akıbetin, kişinin hak ettiği bir son olacağı belirtilerek, ahlakiliğin tamamen kişinin isteğine bırakılmış bir tercih olmayıp zorlayıcılığına dikkat çekilir. Hem bu dünya hem de ahiret hayatında kazanım ve kayıplara yol açacak sonuçlarından dolayı, tercihlerinde dikkatli ve özenli olması istenir.

Sosyal hayata bakıldığında ise olumsuz olana sapma gerekçelerinin ikna edici olmadığı görülür. Yani ahlaki olmayana yönelimde kullandıkları aklîleştirmelerin, konuya uygun açıklamalar içermediği ya da delillerin yetersiz olduğu görülür. Konu dışında alakasız bağlar kurularak kendini aklamaya çalışma, mantık açısından hatalıdır. Çoğu kez yola çıkılan bilgi ile varılan sonuç arasında bağ kurulamadığından, geçerli bir açıklama olarak kabul edilmez. Peşin hükümde bulunma ya da aceleci davranma çoğu kez bu hatalara düşme nedeni olarak çıkar karşımıza. İspata muhtaç olanı delil yerine koyarak oluşturulan aklîleştirmeler de hatalı bir kıyasa dayandırılmış olur. Yapılan bu tür hataları örneklendiren Kur’an, ölçüye aykırı fikir ve eylemlerin makul hale getirilmeye çalışıldığı aklîleştirmeleri, delilleri açısından niçin tatmin edici olmadığını açıklayan bir yaklaşım sergiler. Aklîleştirme girişimlerinde davranışa yönelik bir değerlendirme yapmak yerine, inkârlarını konu dışındaki Kur’ani ölçüyü tebliğ le görevli peygambere dayandırdıklarına şahit oluruz. Okuryazar olmayışını öne sürerek bu makamın ona verilemeyeceği, dolayısıyla söylediklerinin ölçü olarak kabule değer olmadığı gerekçesiyle inkârlarını meşrulaştırmaya çalışırlar. Oysa hakikatin ne olduğu konusunda kişilik özellikleri ve özel şartların temele alınması mantık hatası olarak kabul edilir. Hakikatle örtüşen şeyler söylüyorsa doğrudur yoksa kişiliğine, mizaca ve şartlara bağlı olarak hakikat değişmez. Hakikat tüm bunlardan bağımsızdır.

İnkârla ilgili delil sunmak yerine, özel durumların öne sürülmesi aklî bir açıklama yerini tutmayacaktır. İlkesel olarak başkasının açığını bulma girişimi zaten ahlaki bir davranış da değildir. İnsan bir kişi ya da grupla özdeşleşerek davranışlarının ahlaki oluşunu bu nedeni dayandıramaz. Özdeşim kurulanın yetkinliği hangi alanda ise o alanda otorite kabul edilmesi anlaşılabilen bir durumdur. Ancak çoğu zaman alan dışındaki etkinin devamı söz konusu olur ki bu hataya düşme ihtimalini artıran bir sebeptir. Kur’an’da sıkça ataların anlayışını körü körüne kabul etme konuya uygun düşen bir örnektir. Bazen ataların dışında şöhret ve servet sahibi olanlar için de özdeşim kurma yanlışına rastlanır. Ön planda olmayı hak etmemiş olanları, evrensel ölçü kabulü ile takip etmek ne derece isabetlidir? Özdeşim kurmanın iyi olmadığı gibi bir bilgi de kabul edilemez. Ancak alan ve çerçeve ile ilgili hassasiyet oluşmadıkça yanlışa düşme olasılığı göz ardı etmemek gerekir.

Haklı çıkmak için konuyu saptırma hamleleri Kur’an tarafından tespit edilerek, asıl konuya yani hakikatin ne olduğuna ve Allah’ın isimleri ve sıfatlarına vurgu yapılarak dönülmesine davet vardır. Kur’an’da ahlaki olmayan tercihini açıklamaya çalışanlar için verilen cevaplar da oldukça çarpıcıdır. Tuzak kurarak alay ederek ve hafife alarak hakikate ve ölçüye uymayanlar için verilecek tepkinin de benzer olacağına işaret edilir. Allah’ın bu eylemleri yapanların en hayırlısı olacağı vurgusuyla bildirilen mesajlar caydırıcı niteliktedir. İlahi adaletin tecelli yönteminin benzer bir karşılık üzerinden gerçekleşeceği bildirilir.

Ahlaki olarak uyulması istenen bir davranışın yapılamayacağından hareketle, her ölçünün reddedilmesi de rastlanan başka bir hatalı durumdur. Genel olarak tüm davranışlarına meşru bir gerekçe oluşturulmaya çalışılmaktadır denilebilir. Bazen doğrudan dayanak olmayacak sebepler, sebepmişçesine ileri sürülerek durum kurtarılmaya çalışılır. Tabii bu durumun öncelikle fark edilmesi önemlidir ki asıl konuya çekme mümkün olsun. Daha çok duyguların yönettiği insanlarda aklı doğru kullansalar da bu durum rastlanabilir. Aklın duygulara teslim olduğu bu hal, yanlışa düşme ya da ahlaki olmayana yönelim sebebi olarak karşımıza çıkar.

Çoğunluğun yaptığı yanlış olamaz gerekçesiyle hazırlanmış bir savunma ise delile ve rasyonel açıklamaya dayalı olmadan ileri sürülür. Günümüzde kitlelerin manipülasyonu bu yöntemle yapılabilmektedir. Popüler kavramlar, semboller ve ritüeller davranış üzerinde etkindirler. Çoğunun onayladığı davranışı sorgulamaksızın kendine rehber edinecek pek çok insan vardır. Oysa hakikatin, akla dayalı delili başka bir ifadeyle rasyonel bir dayanağı olmalıdır. Öyle ki metodik şüphe ile bilgiye yaklaşmak bu tür bir yanlışa düşme olasılığını en aza indirebilir.

Allah’ın merhametiyle ölçüyü aşanları affedeceğinden yola çıkan insanın, nasılsa affedilecek zannı ile her türlü sapmasını sürdürdüğüne dikkat çeken Kur’an, art niyet taşıyarak girişilen bilinçli hata ve günahların değerlendirmesinin adalete uygun olacağını bildirmektedir. Elbette son hüküm sahibinin Allah olduğu vurgulanarak insan bu gevşeklik için uyarılır. Ahlaki olmayan bazı davranışlara yönelimde niyet okuma ya da hoşa giden kişileri memnun etme adına sergilenir. Bu nedenle nefsimizin hoşa giden fikir ve davranışlarına şüphe ile bakmayı alışkanlık haline getirmek doğru olacaktır. Kur’an’da sorumluluk kapsamındaki davranışların sonuçlarına katlanılması gerekeceği hatırlatıldığında cezalardan kurtulmak için başkalarını suçlamaya kalkanlara ait açıklamalara da yer verilir. Aklı kullanmaya dair teşvik her zaman ön planda tutulmaktadır diyebiliriz. Yaptığını meşru hale getirmek isteyen insan, istediği kadar özgüvene sahip olsun, sergilediği ahlaki olmayan davranışı ortadan kaldırmayacaktır. Savunmanın şıklığı kötüyü iyi etmeyeceği gibi, yetersiz bir savunma da iyiyi kötü yapmayacaktır. Delil ya da gerekçe uydurma kasıtlı bir eylem olup, bilincin birbirine destekleyen bilgileri kendini aklama için kullanılmasıdır. Bunun için bazen eylemi yapan, diğer insanların tercihlerine ait bilgi verir. Bazen de şahit olunan benzer durumlar paylaşılarak mahcubiyet giderilmeye çalışılır. Oysa her bireyin sorumluluğu kendi üzerinedir. Diğer etkenlerin payı olsa da sonuçtaki sorumluluk elbette faile ait olacaktır.

Gerekçeler uydurarak durumu makul göstermeye çalışan insanın kendi egosunu kurtarmak için güzel nedenlerin arkasına gizlenmek istemesi de mümkündür. Kendince uydurulan bahanelerin cezadan korunma için yaratıcıya karşı ileri sürülmesi, Kur’an’da aktarılan örnekler üzerinden görülebilir. 

Davranışın kimleri nasıl etkilediği de önemli bir başlıktır. Beşeri bir sistemde yapılan davranışın yaratacağı mağduriyet ile zararın boyutları ölçülebilir. Bu ise yaptırımın şiddetini belirlemede bir veri olacaktır. Bir eylem ya da bir ihlal çok ağır bedel ödemeyi gerektirebileceği gibi hafif bir ceza ile de bedel ödenmiş olabilir. Ancak yaratıcının koymuş olduğu kuralların ihlali sonrasında verilecek cezanın kaygısı, bahane uydurma çabasının en kuvvetli nedeni olarak yorumlanabilir. Kur’an’da ceza gerektirici davranışların savunmasına kalkışanlara verilen aklî cevaplarda, dünyada iken bu davranışları terk etmesi istenir ve hakikatin mutlaka açığa çıkacağına dikkat çekilir. Uydurulan bahanelerle rahatlamanın tehlikesine vurgu yapılarak, kaçınılmaz sonun elbette herkesi bulacağı ilan edilir. Çeşitli bahanelerle durumu hafife alan insanın, bu uyarılarla davranış değişikliğine yönelmesi beklenir. Yapılan kötü eylemi, sahte gerekçe uydurarak haklılaştırmaya çalışmakta da ayrı bir değerlendirme gerekecektir. Hilelerin boşa çıkarılması ise Kur’an’da aklîleştirmelere verilen rasyonel cevaplarla gerçekleşmektedir. Akıl oyunlarının işe yaramayacağına vurgu yapılarak, bu oyunu kuranlara da zarar vereceği ifade edilir. Kendi içinde gizlediği hakikatin açığa çıkma ihtimalini göz önünde bulundurmak suretiyle, ahlaki karar almanın ve ahlaki eylemde bulunmayı kolaylaştırıcı olması yönünde eğitici bir yaklaşım sergileyen Kur’an, zarara uğramak istemeyen insan için tatmin edici açıklamalar sunar. Vakit varken kapsamlı düşünmeli, ahlakiliği bozucu çeldiricilere karşı hazırlıklı olmalı, sağlam bir iman ile irade güçlendirilmeli, uydurulan bahanelerle hakikat örtülmemeli, davranışların doğuracağı sonuçlar üzerine düşünmeli, akıl doğru ve etkin kullanılmalı, Allah’ın belirlediği ölçüye uyma çabası gösterilmeli, cümleleri ile ifade edilebilecek Kur’an’i eğitim insanlığa rehber olmaya devam edecektir.