Rabbimiz mahlukatın bir kısmını hayat sahibi olarak yarattı. Hayatı da çok gizemli bir şekilde su ile kâim kıldı. Anasır-ı Erbaa denilen toprak, hava, ateş ve su dörtlüsünün en temel ve en hayati olanı su’dur. Su; katı, sıvı, gaz ve plazma olarak nitelendirilen maddenin dört halinden biridir. Fakat maddenin dört haline de dönüşebilen yalnızca su’dur. Damar damar dünyamızı, nehir nehir vücudumuzu dolaşarak, geçtiği her yere “Hayy” esmasını pompalar. Akarsu ile zaman arasındaki ilişki, düşünen insanları hep şaşırtmıştır. Irmak aynı zamanda her yerde; doğduğu yerde, kaynadığı yerde, akıp gittiği yerde, çağlayanda, delta’da. Su zaman gibi, zaman su gibi akar. İnsan da belki kayıkçıdır bu suda. Akıp gitmekte olan ân’ı yaşayan ve o anda geçtiği yerlerde, nehir kıyısında, sürekli değişen hayat sahnelerini seyreden bir kayıkçı. Su için yalnızca şu an vardır. Halleri değişik de olsa zamanı birdir; çünkü o sudur. Abdest alırken geçmişten ve gelecekten çekip alır bizi; Ân’a, şimdiye çeker varlığımızı; silkinir, irkilir ve kendimizin farkında oluruz. Vücut dünyamızın ve dünya vücudunun % 75’i su’dur. Bu oran suyun aleyhine biraz değişecek olsa hemen hayati tehlike baş gösterir. Su hayattır. Rabbimiz, her canlı şeyi sudan yarattık buyurur. (Enbiya, 21/30) El-Hayy esmasının su ile, suyun da canlılıkla alakasını görürüz ayet-i kerimede. Bakmayın H2O dediklerine; dünyada su ne ise hakikat aleminde de odur. Aslının hakikat olması nedeniyle kokusu, tadı ve rengi bildiğimiz kategoriye girmez. Öyle yumuşak ve mülayim oluşunu küçümsemeyin; sevgi zorbalıktan, yumuşaklık sertlikten, su kayadan güçlüdür. Yani mülayim görünen şeyler daha güçlüdür. Su buhar olup türbünleri döndürdüğünde yakıp kül eden korkunç bir enerjiye dönüşür. Suyun suyuna gittiğinizde; taşır, akar, aracılık eder, temizler, nüfuz eder, sevkeder, ısıtır. Öfkelendiğinde; ateş olur, yakar, kavurur, püskürür, kül eder, delip geçer, tufan olur, sel olur, yıkar, kırar, binlerce yıllık medeniyetleri bir anda harabeye çevirir. Hayatın yegane kaynağı olan bu mübarek varlık, televvün eden tüm bu halleriyle hayatı anlatır bize. Yukarda zikrettiğimiz Enbiya sûresinin 30. ayetine atfen bir beylik soru vardır; “Madem ki her bir canlı sudan yaratıldı, hem ateş hem de canlı varlık olan cinleri bu bağlamda nereye oturtacağız?” derler. Bir şeyler söyleyerek konuyu incitmeye gerek olmadığı açıktır. İşte oksijen ve hidrojen; biri yanıcı diğeri yakıcı iki gazdır. Bir haliyle su, diğer haliyle ateş! Rabbimiz dünyamızın son günlerine atfen bir kıyamet sahnesi tasvir eder bizlere ve denizleri ateşlendirip tutuşturacağım buyurur. (Tekvir, 81/6) Cin deyince aklıma geldi; Aşırı korku ve şiddetli öfke ataklarında ecinni taifesi ile insan arasındaki koruyucu kalkan aktivitesini kaybeder. Böylece insan, ilişme dediğimiz tasallut saldırısına açık hale gelir. Rasulullah (sav) böylesi hallerde bu tutuşturulmuş ateşin derhal su ile söndürülmesi telkininde bulunur. Yani abdest almak şer mahlukat ile aramızdaki güvenlik sistemini tekrar aktif hale getirir. Tabi ki tasallut nedeniyle elimizden bir kaza, bela çıkmadan önce abdest almak kaydıyla! Seküler teoride şizofren olarak nitelendirilen tasallut kurbanlarının, kuduz virüsü kapmış hastalar gibi sudan korktukları, aylarca yıllarca banyo yapmadıkları hatta ellerini, yüzlerini bile yıkamadıkları bilinir. Ölürler de suya yaklaşmazlar. Aslında sudan korkan hastamız değildir; diğeridir!
İzzetin tecellisi ancak suda zuhur etmiştir şu görüngüler aleminde. Derler ya “Su gibi aziz ol!” diye. Böyle bir üstünlük gerekir velayet ehline. Ateşi su söndürür; günahın ateşini de. Onun olmadığı yerde toprak vekalet eder ona. Toprak da ateşe çok dayanıklıdır; uzay araçlarının dışı metal kaplama olsa da içi tuğladır. Su izzeti nedeniyle temizdir. Su kirli olmaz; kirletilmiş olabilir. Bu kirlilik onun bir iş gördüğü, bir şeyleri temizlediği anlamına gelir. Tüm inşaat malzemelerini temin etseniz, su devreye girmeden bina yapamazsınız. İşin ilginç tarafı suyun birleştirici kimya misyonunu yerine getirdikten sonra aradan sıyrılıp uçup gitmesidir. Tesis edilen devasa apartmanların hammaddesinde ve yapıtaşlarında su yoktur! Gider, halden hale girerek kendisine kendisiyle abdest aldırarak, tertemiz haliyle-bir başka iş için- tekrar gelir. Böyle üstün, böyle izzetli olmak yaraşır Allah kuluna! Aziz olan Allah’ın Arş’ı su üstündedir. Mutahhar, müberra, musaffa, mücella; bütün üstünlük vasıflarını Arş-ı Azam için sayıp döksek az gelir. İyi geçinirseniz sudan iyisi yoktur. Su ile karşılanır bu dünyaya gelen her kişi; su ile yolcu edilir dünyadan. Çok manidardır; hasta son nefesinde sudan başka bir şey istemez. Bir yudum su girer boğazdan aşağı; ruh dışarı çıkar. Ruhun kafesliğini yapmış olan beden son kez yıkanarak yolcu edilir toprağa. Ve… Su ile karşılanır ötelerde…
Cennete Giriş
Cennetlik olan kişi, derecesine göre hangi cennet kapısından girecekse orada hazır bulunur. İlk olarak sterilize ve dezenfekte nehirlerinde arınarak insânî zaaf ve kusurlarından temizlenir. İçi dışı pırıl pırıl olur. Cennette yaşayacak özelliklere kavuşmuş olarak yani bir cennet insanı olarak ırmaktan çıkar. Bu nehir cennet havuzu olarak telakki edilir. Çünkü cennetin büyüklüğüne nispeten havuz, dünyanın küçüklüğüne izafeten devasa bir nehirdir. Cennetlik olan insan kral veya kraliçe’dir. Derecelerine göre kendilerine uygun görülen kapıdan girerler. Yine derecelerine göre yüzlerinin parlaklığı başka başkadır. Cenneti kazananlar için giriş güzergahında bir “hoş geldiniz seremonisi” düzenlenir. Bu karşılama programı incilerden, zümrütlerden yaratılmış ve tören için geçici olarak dizayn edilmiş bir çadırda gerçekleşir. Adına çadır denilmiştir ama dünyada onun benzeri ve onun büyüklüğünde bir tek köşk bile bulmak mümkün değildir. Senetlerde çadırın uzunluğunun Cabiye ile San’a arası kadar olduğu bildirilir ki bu yaklaşık beşyüz kilometreye tekabül eder. Yalnızca bu tören için hazırlanmış; hûri, gılman ve vildan denilen seksen bin kişilik cennet personeli, çadırın içerisinde “hazır ol” vaziyetinde efendilerini beklemektedir. Cennetlik insan, bu çadırın içerisinde teftişe çıkarak hizmetçilerini bir bir denetler ve tanır. Hizmetçiler, efendileri önlerinden geçerken ona büyük saygı ve sevgi gösterisinde bulunurlar.
Girişteki Çeşmeler
“Onlar cennet kapılarından birisine vardıklarında orada bir ağaç görürler ki onun kökünden iki çeşme fışkırmaktadır. O çeşmelerin birinden içmeleri söylenir. Ondan kana kana içerler. İçlerinde sıkıntı verecek ne kadar eziyet, şiddet, öfke ve kin varsa hepsi sökülüp atılır. Sonra ikinci çeşmeye varırlar, onunla temizlenirler. Sonra onların üzerinde nimetin berraklığı meydana gelir. Vücutlarından tüyler dökülür, başları kirlenmez, yüz ve derileri saydamlaşır, pürüzsüz olur. Artık cennetin içine girebilirler.” (Buhari-Müslim)
Şimdi bir düşünelim! İnsanlar hayal gibi silinip yok olacak bir dünyanın geçici zevkleri için nice ızdıraplarına katlanıyor. Herkes bir diğerinin malını, mülkünü burada bırakıp gittiğini gözleriyle görüyor. Dünya biz insanlara maalesef acı, sıkıntı, hastalık ve meşakkatten başka bir şey sunamıyor. İmam Gazali “Allah’a yemin ederim ki cennette sağlıklı olmaktan başka hiçbir nimet olmasaydı, yalnızca bu bile dünyayı terketmemize ve cenneti istememize yeterdi!” diyerek sürekli olmak kaydıyla tek bir nimetin bile bizleri fevkalade mutlu kılacağı tespitinde bulunur.
İşte Rabbimiz’in cennet ehline bahşedeceği nimetlerden bazıları:
-İşte bu yüzden Allah onları o günün fenâlığından esirger. Yüzlerine parlaklık, gönüllerine sevinç verir. Sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve oradaki ipekleri lütfeder. Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar. Ne yakıcı sıcak görürler orada, ne de dondurucu soğuk. Ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkar, kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur. Yanlarında gümüş kaplar ve billur kaselerle, gümüşî beyazlıkta billur gibi şeffaf kupalarla dolaşılır ki -sâkiler, bunlara dolduracakları cennet şarabını cennetteki insanların iştahları- ölçüsünde tayin ve takdir ederler. Onlara orada bir kâseden içirilir ki karışımında zencefil vardır. (Bu şarap) orada bir pınardandır ki adına Selsebil denir. Cennettekilerin etrafında öyle ölümsüz genç hizmetçiler dolaşır ki, onları gördüğünde kendilerini etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın. Ne yana bakarsan bak, hesapsız nimet ve ulu bir saltanat görürsün. Üzerlerinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan elbiseler vardır. Gümüş bilezikler takınmışlardır. Rableri onlara tertemiz içecek içirir. Onlara “İşte bu sizin işlediklerinizin karşılığıdır, çalışmalarınız şükre değer.” denir. (İnsan, 76/11-22)
-Onlara: Yaptıklarınıza karşılık sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak afiyetle yeyin, için (denilir). Ayrıca biz onları ceylan gözlü hûrilerle evlendirmişizdir. Onlara canlarının istediği meyve ve etten bol bol verdik. Orada karşılıklı kadeh tokuştururlar ama burada (içki yüzünden) ne saçmalama vardır ne de günaha girme. (Tûr, 52/19, 20, 22, 23)
-Altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Canlarının isteyeceği ve gözlerinin hoşlanacağı ne varsa hepsi oradadır. Sizler orada devamlı olarak kalacaksınız. İşte bu, sizin çalıştığınız ameller sebebiyle mirasçı kılındığınız cennettir. Sizin için orada bol bol meyveler vardır, onlardan yiyeceksiniz. (Zuhruf, 43/71-73)
-Pınarlardan doldurulmuş kadehler dolaştırılır. Berraktır, lezzet verir. O içkide ne sersemletme vardır ne de onunla sarhoş olurlar. (Sâffât, 37/45-47)
-Takva sahipleri cennetlerde ve pınar başlarında olurlar. Oraya güvenlik içinde girerler. Biz onların gönüllerindeki kini söküp attık. Hepsi kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar. Orada kendilerine hiçbir zahmet dokunmaz ve onlar oradan çıkarılmayacaktır. (Hicr, 15/45-48)
-Birçoğu geçmiş ümmetlerden, birazı da sonrakilerdendir. Özenle işlenmiş mücevher tahtlar üzerindedirler. Karşılıklı yaslanmışlardır. Çevrelerinde ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dönüp dolaşır; maîn çeşmesinden doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehler ki bundan ne başlarını bir ağrı tutar, ne de kendilerinden geçip sarhoş olurlar. Arzulayıp seçecekleri meyveler, canlarının çektiği kuş eti. Ve iri gözlü huriler, sanki saklı inciler gibidir. Yaptıklarına bir karşılık olmak üzere onlara sunulur. Orada boş bir söz ve günaha sokan bir laf işitmezler. Yalnızca bir söz işitirler: “Selam, selam…”
-Sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere. Düzgün kiraz ağacı, meyveleri salkım salkım dizili muz ağaçları, uzamış gölgeler, durmaksızın akan sular, tükenmeyen ve yasaklanmayan sayısız meyveler içindedirler. Ve kabartılmış döşekler üstündedirler. (Vâkıa, 56/13-34)
Cennet Ağaçları
Cennetlerde ağaçların türü ve sayısı sonsuzdur. Ancak Tuba Ağacı’nın farklı bir özelliği var. O bütün cennetleri dolaşan ve en üst cennetteki meyveleri diğer cennet katlarına taşıyan bir ağaç. Nimetlerinden her cennetliğin ortak olarak yararlandığı bir rahmet ağacı.
Rahmet Nehirleri
Tıpkı Tuba Ağacı gibi, bütün cennetleri dolaşan müstesna bir ırmak var; Rahmet nehri... Onun kaynağı da en üst cennet. Cennetlerde sayısız nehirler vardır ama bu en güzel nehir bütün cennetleri dolaşarak özel bir nimet ve lezzet taşır. Suyu hepsinden saftır. Rengi kardan beyaz olup kıyısındaki kumlar saf incidir. Cennetin diğer ana arterleri şöyle: Kevser Nehri, Kâfur nehri, Tesnim Nehri, Selsebil Kaynağı ve Mühürlü Rahik nehridir.
Efendimiz’in Kevser Nehri
Efendimiz’in (sav) nehridir. Havuz olarak da teşbih edilir. Genişliği üçyüz mil olup kaynadığı yer Arş’ın altıdır. Oradan Sidre’ye gelerek Firdevs-i Âlâ cennetine dökülür. Çok hızlı akan bu nehir, Firdevs cennetine ve oradan da alttaki diğer cennetlere geçer. Bir içenin bir daha susamayacağı bu ırmağın, koku ve tadını anlatabilecek bir sözcük yoktur. Cennete ilk gireceklerin dünyevi kusur ve hastalıklarını temizleyen bu nehirdir. Cennetin giriş kapısının yanına şöyle bir uğrayan Kevser Irmağı, Sırat’ı geçmeyi başarıp cennete girecek olanlara ilk hizmetini sunacaktır. Renkli cevherlerden milyonlarca kadeh, kenarında hazır beklemektedir. Efendimiz ve inananlar içeri girdiklerinde ilk yaptıkları şey; Kevser’in içine girmek, ondan içmek, onda yıkanmak ve dünyevî kusurlardan temizlenip arınmaktır. Irmak kenarlarında zaferan bitkileri ve reyhanlar vardır ki efil efil kokarlar. Kevser Nehri’nin kıyılarında, terleyen inciden ve kırmızı yakuttan, çok yüksek ağaçlar vardır; dalları salına salına şarkı söylemektedir. O nehrin tabanı altın, kumları mercandır. Burada meskun olan cennetlikler Kâfur tepeciklerinde otururlar ve üzerlerine Arş’ın tabanından nesrin suları dökülür. (Cennetlerde gökyüzü Arş’ın tabanıdır)
Süt, Şarap ve Bal Irmakları
“Allah’a karşı gelmekten sakınanlara vaad edilen cennetin durumu şudur: Orada bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır...” (Muhammed, 47/15) Rabbimiz’in çoğul ifadesi bu ırmakların dört ile sınırlı olmadığını bildirmektedir. Belirtilen şey, bizim dünya hayatından da tanıdığımız birkaç içecek türünün tasnifidir. Efendimiz yukardaki ayet-i kerimenin açılımını bizzat veriyor. Şöyle ki; “(Cennetliklere bahşedilen) köşklerin altlarından ırmaklar akar, o ırmakların suları saf ve temizdir. Bulanıklık yoktur onlarda. Orada tadı bozulmamış sütten ırmaklar vardır. O sütler hayvan memelerinden çıkmış değildir. Orada, içenlere lezzet verici şarap ırmakları vardır. O şarapları adamlar ayaklarıyla üzüm ezerek elde etmiş değildirler. Orada saf bal ırmakları vardır. O ballar, arılardan elde edilmiş değildir. (Ebu Muaz)
Mühürlü Rahik Nehri
“Rahik” tertemiz, arı, duru içecek demektir. Bulanıklığı, tortusu ve kirli bir yanı yoktur. Bu içeceğin mühürlenmesi ve mührünün misk diye nitelendirilmesi, onun kapları içinde korunduğunu ve ancak içileceği zaman kapağının açılacağını gösterir. Böyle olunca daha önce hiç kimsenin içmediği, ağzını değdirmediği, iyi korunduğu, taze olduğu ve hiç bozulmadığı anlaşılır. Buyurunuz! Size bir Kur’an mucizesi daha!.. Ambalajlama ve standardizasyon bizim hayatımıza yaklaşık elli yıl önce girmiştir. Dünyevi şartlarda; sterilizasyon sağlanması ve ürünün bozulmadan kalması, içende bir emniyet ve güvenlik duygusunun oluşması, markanın tanınması, sahte ürünlerden müşteriyi koruma düşüncesi de ön planda tutulmakta, ayrıca bozulmasın diye ürünün içerisine koruyucu maddeler de eklenmektedir. Medeniyetin ancak bugün ulaşabildiği bu teknik hizmetlerden Kur’an 1400 yıl önce bahsetmektedir. “Kendilerine ağzı kapalı, mühürlü, saf bir içki içirilir. Sonunda misk kokusu bırakır...” (Mutaffifîn, 83/25, 26) Ağzının mühürlü olması içenin onurunu artırmak içindir. Cennetlik kuluna Rabbimiz önem vermiş, özen göstermiş, onu mükerrem kılmıştır. Ambalajlar, filigramlar ve şişe kapaklarının mühürleri efendinin huzurunda ilk kez açılır. Cennet testilerinin ve şişelerinin kapaklarındaki damganın misk olması da estetiği ve zarafeti artırmaktadır. Şişe ve testiler saydamdır, içindeki şarap dışından görünür. İnsanlar bu tabloyu ancak yeryüzünde görebildikleri şeyler çerçevesinde anlayabilirler, ötesine geçemezler. Oranın kendisine özgü zevkleri, kavramları ve değerleri vardır. Bizler yeryüzünün sınırlı duygularından kurtulduğumuz zaman özgürce düşünebiliriz. Karışımı tesnim’dendir. Yani mühürlenmiş olan bu rahikin damgası sökülmekte ve melekler tesnim denilen pınardan alınan içeceği Rahika karıştırıp süper bir kokteyl yapmaktadırlar. Bu içkileri sunan huri, gılman ve vildanların güzelliği, saygı ve hürmetleri akılların almayacağı kadar mükemmeldir.
Tesnim Kaynağı
Allah’a (cc) yakın olanların içtikleri kaynaktır. Sevgili kullar o enfes kaynaktan sürekli olarak içerler. Diğer cennetliklerin içeceklerine de bir rahmet ve ikram olarak tesnim şarabından biraz karıştırılarak, kokteyl yapılarak verilir. Cennetler kademelendirilmiş olsa da Rabbimiz’in rahmeti olarak bazı nimetlerin cennetler arası sirkülasyona tabi tutulduğu ve tıpkı kan dolaşımı gibi devr-i daim ettiğini anlıyoruz. Tuba denilen rahmet ağacı da öyle değil miydi? Tesnim Allah dostlarının içeceği olsa da tüm cennetlikler içeceklerinde bir miktar tesnim tatmaktadır. “Şüphesiz ki iyiler (ebrar), karışımı kâfur olan bir kadehten içerler.” (İnsan, 76/5)
Selsebil Kaynağı: Coşkun akan, devasa bir pınar olarak tahayyül edilebilir. Gılmanların bardak ve kadehleri doldurarak cennetliklere servis yaptıkları zencefil kokteylli bir kaynak. Cennetlikler gezintiye çıktıkları esnada kenarlarda dizili kadehlerden alıp içine daldırırlar. Zevki sürekli ve müthiş lezzetli bir hayat suyu...
Ab-ı Hayat; sonsuzluk içeceği... Selsebil’den gürül gürül akan “Şeraben Tahur” yani Cennet Şarabı’dır. “Orada onlara bir kadeh içirilir ki karışımı zencefildir. O, cennette Selsebil denilen bir kaynaktır. (İnsan, 76/17, 18)
Hz. Nuh-Gemi-Tufan-Su.
Hz. Hacer-Safa-Merve-Hz. İsmail-Zemzem-Su.
Hz. Eyyub-Hastalık-Sabır-Şifa-Su.
Hz. Musa-Firavun-Şirk-Ölüm-Su.
Hz. İbrahim-Tevhid-Ateş-Su.
Hz. Yunus-Sınav-Ceza-Su.
Hz. Hüseyin-Yezit-Kerbela-Şehadet-Su…
Rasulullah (sav) ki kadınlara, kölelere, fukaraya, yolda kalmışlara, yolunu yitirmişlere hayat suyu bahşetti. Çatlayan dudaklarımıza hakikat suyunu damlatarak, çöle dönmüş hayat iklimimizde vahalar oluşturdu. Her kurumaya yüz tuttuğumuzda o iksirle, o âb-ı hayatla ihya olacağız; kabirde, mahşerde, mizanda, sıratta… Cehennem ateşine müstehak çıralaşmış vücudumuz onun şefaat suyu ile nar-ı cahimden kurtulacak. Ve O’nun Kevser Havuzu’nda yıkanıp arınacak. Rabbimiz’in vaad ettiği cennetlere koşacağız.
O, bizatihi suyun kaynağı, menbaı, gözesidir… Hendek’te mübarek parmaklarından, bizzat kendinden, kendi özünden -su olup- akmadı mı?