Hayat mücadelesi denilen şey; akışkan, durdurulamayan ve sürekli değişen zamanın dinamik etkisi ile, yer çekimine bağlı mekânın statik etkisine maruz insanoğlunun eskime ve pörsümeye karşı geliştirdiği bir reaksiyon, savunma, yenilenme ve koordinat belirleme çabasıdır.
İnsanlar hayatı boyunca “var olma” mücadelesi verirler. İnsanın doğuştan getirdiği en asil duygu; “varlığının olabildiğince farkında olma, kendini kanıtlama ve varlığını sürekli kılma” güdüsüdür. Kariyeri, etiketi, makamı, titri, statüsü ne olursa olsun, genel olarak insan, bütün bir ömrü boyunca aslında bu temel ihtiyacın tatmini için çabalar durur. Zımnen çevresindeki insanlara şunu haykırır: “Ey insanlar lütfen beni fark edin, bana değer verin, beni sevin, takdir edin, bana saygı gösterin.” Çoğu zaman da maske takar, insanlardan kaçar. Farkında değildir ama kaçtığı kişi aslında kendisidir. Sıraladığım bu güdüleri doyurulmayan insanlar, çevresindeki insanlarla sağlıklı bir iletişime geçemezler.
Kıskanç olurlar, ezikliklerini başkalarını ezerek telafi etmeye çalışırlar. Başarıyı hazmedemezler. Çevrelerini refüze etmeye uğraşırlar. Kapris yaparlar. Kimliksiz ve kişiliksiz olurlar. Aradıkları şey aslında bir yudum mutluluktur.
Mutluluk ya da huzur; insanların en temel özlem ve arayışıdır. İnsanoğlu bütün bir hayatı boyunca onu arayacak biçimde kodlanmıştır. Herkes onun peşindedir. Aranmadık yer, çalınmadık kapı bırakılmaz onu bulabilmek adına. Kimi için Kaf dağının ardında, kimi için rüya ve hayallerde, kimi için ideolojilerdedir. Kimi için sanatta, sporda, cinsellikte, kimi için ise parada, makam, mevki ve statüdedir. Bazıları için sağlıktır, bazıları için şöhret, bazıları için müziktir o. Bazen içki masalarında bazen de uyuşturucuda aranır. Kimi için ise hiçbir zaman elde edilemeyecek bir ütopyadır.
İnsanlar mutluluğu para, şöhret, makam, marka vb. değerlerde arar hâle gelmişlerdir. Oysa bunlar birer serap, illüzyon konumundaki mevhum varlıklardır. Bedensel zevkleri mutluluk sanmak, çağımızın en büyük yanılgılarındandır. Zevklerin, hazların, mutluluğa belli ölçülerde katkıları olsa da esas itibariyle “mutluluk, ruhun hazzıdır.” Ruh, insanda sonsuza açılan kapıyı ifade eder. Sınırlı ve sonlu objeler ancak sınırlı ve sonlu ihtiyaç ve zevkleri tatmin eder.
Olayın kaynağında, insanı madde olarak algılayıp ruhunu arka plana atan anlayış yatmaktadır. Bedensel hazlar ile mutluluk, birbirinden çok farklı şeylerdir. Hedonizmin esiri olmuş insanlar her türlü bedensel haz ve zevki fetiş boyutunda tadarken, tatminsizliğin pençesindeki arayışlar sapkınlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Oysa mutluluk ruhun hazzıdır. Ancak manevi değerlerle tatmini mümkündür. Materyalizm ve pozitivizmin kıskacındaki insanlık, maalesef bu bataklığa saplanmış, debelenip durmaktadır. Nüfus her geçen gün yaşlanmakta, toplum, dinamizmini yitirmektedir. Suç oranları, cinsel sapkınlıklar, intiharlar limitleri zorlamaktadır. İstatistiklere göre batıda doğan çocukların %30’dan fazlası gayrimeşru ilişki sonucudur.
Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız günümüz meselelerinin temelinde; ekonomik, sosyal, politik, kültürel, teknolojik, dini… birçok faktör bulunmaktadır. Söz konusu bu problemlere insanoğlu sağlıklı çözümler üretmek zorundadır. Çağımızda hayat şartları o kadar kompleks ve karmaşık bir hal almıştır ki, insanın salt bir birey olarak tek başına bu olumsuzlukları göğüsleme gücü kalmamıştır. O nedenle cemaatleşme olgusu bir zaruret halini almıştır.
Uçsuz bucaksız yerlerde, yıllar boyu birbirine paralel ve destek olarak uzayıp giden rayları bilirsiniz. Üzerlerinde binlerce yolcu, yük, ümit, sevinç, ayrılık ve mutluluk taşırlar. Her hava şartına birlikte karşı koyar, her olumsuzluğu birlikte omuzlarlar. Hedefe ulaşmada en önemli etken rayların bu paralelliğidir. Paralelliğin bozulması ufukların kararması demektir. “Birlikte hareket etme” hedeflere erişme ve amaca ulaşmada en temel şarttır.
İşte“Feyz Dergisi” dediğimiz oluşum; yukarıda sıraladığımız günümüz problemlerine çözüm üretme noktasında her türlü olumsuz şartların hüküm sürdüğü, her türlü imkansızlığın kol gezdiği bir ortamda, tamamen Şenel İlhan Beyefendi’nin insanlığa karşı duymuş olduğu derin sevgi, şefkat ve merhamet duygusunun kristalize olmuş somut bir yansımasından başka bir şey değildir aslında.
Okuyucularını ufuk sahibi kılarak, sorumluluk ve duyarlılık kazanmalarını sağlayarak bilinçlendirmek; kurumsallaşmış bir dergi olma özelliğini geliştirerek hizmette sürekliliği korumak Feyz’in temel hedefidir.
Feyz’in misyonu; İslam’ı, temel referanslarından hareketle öğrenen ve öğreten, ahlaki erdemler konusunda topluma rehberlik edebilecek donanıma sahip fertler yetiştirmek, dinî ve ahlakî alanda ihtiyaç duyulan konularda çözümler üretmek, bilimsel ve teknolojik gelişmelere paralel olarak değişen dünyamızda manevi ve moral değerlerimizi koruyup geliştirici yayınlar yapmaktır.
Feyz; lider yetiştiren bir ekoldür. Şenel İlhan Beyefendi'nin ana gayesi Allah rızası doğrultusunda, Kur’an ve sünnet ekseninde geleceğin hizmet “er”lerini yetiştirmektir. Bu hizmetin temel karakteristiği ise “Ehl-i Beyt” yörüngeli oluşudur. Feyz dinamizminin kaynağında Ehl-i Beyt sevgisi vardır.
Günümüz meselelerini değerlendirirken “ahir zaman” perspektifiyle yaklaşmak esas olmalıdır. Dünyamızda cereyan etmekte olan olayların; Efendimiz’in (sav) on dört asır öncesinden bildirdiği şekliyle mucizevi bir şekilde aynen tahakkuk ediyor olması bizler için uyarıcı ve mesaj yüklüdür. Ahir zaman yaklaşımı bu çerçevede şekillendirilmelidir. Şenel İlhan Beyefendi'nin hizmet anlayışında da bu düstur belirleyici olmaktadır.
Şenel ilhan Beyefendi’nin bir orkestra şefi maharetiyle; fert ve toplum enstrümanlarını bir araya getirerek sergiledikleri liderlik sayesinde Feyz Dergimiz bugün bir ‘ekol’ hâline gelmiştir.
Vahyin ışığında akıl, ilim ve hikmetle hareket etmek O’nun şiarıdır. Yukarıda sıraladığım kişilik ve karakter özelliklerine “merhamet” ve “adalet” duygularını da ekleyip Şenel İlhan Beyefendi'nin önderlik özellikleriyle bir araya getirdiğinizde ortaya çıkan kavram ise Feyz camiasının dinamizmini oluşturan “sinerji” olgusudur. Gaye yalnızca Allah’ın rızasıdır. Önemli olan ‘hoş bir sada’ bırakabilmek, karanlıkta kalanlara ışık olabilmektir. Unutmamak gerekir ki; “Bir mum başka bir mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez.”