Yüce Rabbimiz abesle iştigal etmez, bunu tartışmaya bile gerek yoktur. Yarattığı şeylerin hepsinin mutlaka sebepleri ve hikmetleri mevcuttur. Bizler bu hikmetleri bazen çok açık seçik fark ederiz, ama algılamada çok zorlandığımız zamanlar da olur. Zira bazı hakikatleri ve onlardaki hikmetleri fark etmek, bu dünyanın imtihan formatında yaratılmış olması hasebiyle feraset ve basiret gibi derin düşünce ve bakışlara ihtiyaç hissettirebilir. Yani bütün bunları imtihan mantığında değerlendirip bu karışık meselelerin mesajını anlamak ve bizden istenen cevapları bulmak hayatta her zaman çok kolay olmayabiliyor. Hatta bu sebeple yaratılan şeylerin veya yaşanan olayların hikmetini kavrayamamak kimi zaman kişileri inkâra veya isyana da sürükleyebiliyor. Şeytanın yaratılış hikmetlerini kavrayabilmek de bu anlamda önemlidir.
Her müminin şeytan deyince anladığı ve algıladığı şeyler çok farklıdır. Bazı müminler şeytanın sadece adını bilirler ama üzerlerindeki etkisini hiç bilmezler. O sebeple de kendi kararları sandığı birçok kararın aslında şeytanın etkisiyle, ona tâbi olarak aldığı kararlar olduğunu fark etmez bile. Bunu açık seçik görse eminim birçok kararı kesinlikle almaz, bundan şiddetle kaçınırdı. Yine kendi düşünceleri sandığı ve kendine kızıp lanet ettiği birçok kötü düşüncenin de aslında şeytanın düşüncelerinin zihin ve gönül aynasındaki yansımaları olduğunu bilseydi yine kendini gereksiz yere hırpalamaz ve üzmezdi eminim. Maalesef ki şeytanın varlığını dikkate almamak ve onu yok farz ederek yaşamak insanoğlunun başına çok büyük belalar açıyor ve ahiret âleminde bu hakikatleri görüp hayretler içinde kalacağı muhakkaktır. Elbette tüm bu aldatılmaların sebebi şeytanın metafizik bir varlık olması ve yaptığı kötülüklerin gözle görülememesidir. Bu sebeple şeytanı görmek baş gözüne değil, daha çok akıl ve gönül gözüne ihtiyaç hissettirir.
Şeytan bir ülkenin içine sızmış dost görünen ajanlara benzer. Yüzüne güler ama düşmanlarla işbirliği yapar. Fark edilmemek için çok sinsi çalışır ve gizli faaliyetleri ile toplumu birbirine düşürür. Dostları düşman, düşmanı dost gösterir. Hep ince hesaplarla varlığını hissettirmeden kötülükler yapar. Bu sebeple şeytanın gizli faaliyetlerini anlamak hatta varlığından haberdar olmak için peygamberlere ve getirdikleri haberlere ihtiyaç kaçınılmazdır. Açıkçası semavî kitaplar, şeytanın hile ve desiselerini, vesveselerini haber vermese deşifre etmese bizler asla şeytanı bilemeyecektik. Nitekim Kur’ân’da, Adem (a.s.) ile şeytan arasındaki haset ve kıskançlığın haber verilmesi, yine şeytanın adeta hayat hikâyesinin ve karakterinin tüm incelikleri ile anlatılması hiç boşuna değildir. Birçok sahih hadisle de şeytanın Adem’e ve nesline ne gibi düşmanlıkları yapabileceği açıkça haber verilmiştir. Adem (a.s.) öldü ama torunları ve nesli devam ediyor. Şeytan ise her geçen devir zarfında daha büyük bir tecrübe kazanarak yaşamaya devam ediyor. Bizler ahir zamanda kıyamete yakın günlerdeyiz. Yani, şeytanın en tecrübeli ve dolayısıyla da en tehlikeli olduğu dönemlerini yaşıyoruz. İşte müminlerin, böyle azılı bir düşmanla imtihan edildiklerini bilmeleri gerekir. Bu azılı düşmanın farkında olmamak veya tehlikesini küçümsemek ise şeytanın en büyük kozu ve silahıdır. Zira şeytanın cahil insanları, kendini dikkate almayanları kandırması, tabiri caizse çocuk oyuncağı bile değildir.
Ku’rân’da yüze yakın ayette şeytandan ve onun karakterinden bahsedilmesi bize ders ve örnek olması içindir. Şeytan bizim önemli bir imtihan nedenimizdir. Onun, iyi bir kul olmak isteyen insanlara çıkardığı güçlüklere, ayartma ve kandırmalara, vesvese ve aldatmalara karşı aldığımız tavır, takındığımız tutum da bizim imtihanımızdır. Yani, bu dünyanın imtihan dünyası olması ile şeytanın varlığı birebir uyumlu bir şeydir bu nedenle… Bizler şeytandan kaçarak Allah’a (c.c.) yaklaşacak ve hakikate ulaşacağız. Peki, böyle önemli bir imtihan vesilemiz olan ve ismine şeytan denen kötülük kaynağının hayatımıza ne kadar müdahil olduğunun yeterince farkında mıyız? Fark etsek yine bu kadar hayatımıza müdahale etmesine izin verir miydik? Benim hayat görüşüm, benim hayat tarzım, benim düşüncem, benim fikrim diye rahatlıkla ortaya koyduğumuz düşünce ve eylemlerin birçoğunun aslında, bizi ayartan şeytanın hayat görüşü, şeytanın hayat tarzı, şeytanın düşüncesi ve parlak fikirleri olduğunu açıkça bilseydik, ne yapayım diye bu düşüncelerimizi rahatça söyleyebilir veya icra edebilir miydik? Evet, birçok insan açısından ben hiç sanmıyorum, diyorum. Ama bunu açıkça bilse de şeytan gibi inkâr ve isyan edenler de yine olacaktı. Fakat müminler içinde ona bu denli uyanlar eminim çok çok azalacaktı.
Ku’rân ve hadisler şeytanın hangi sözlerle ve hangi duygularla bizleri kandırdığı konusunda çok önemli örnekler ve ipuçları verir. Bir kısmını hayatımızdan örneklendirerek paylaşalım, inşallah faydalı olur.
Mesela, müminler diyarı bu güzel ülkede zaman zaman ateistlerle karşılaşırız. Onlarla konuşur niçin inanmadıklarını sorarız. Aldığımız cevaplar akla mantığa girandır. “Kardeşim dinde zorlama yok, ben senin zorla mümin olmanı istemem. Ancak sen bunca kelamî ve ilmî delillerin, ispattan öte neredeyse Allah’ı (c.c.) gösterdiği bir zamanda Allah’ı (c.c.) inkârı nasıl başarıyorsun? Bu, siyaha beyaz demek kadar zor işi nasıl yapıyorsun?” dediğimizde aldığımız cevaplar şaşırtıcıdır. Genellikle bu konuşmalardan elde ettiğimiz izlenim şudur ki; şeytan gibi kendine biçilen kaderi beğenmeyenler, imtihan olmak zoruna gidenler, peşin lezzetlere aldanıp gelecek olanı beklemeye tahammülü olmayanlar, bile bile inkâr yolunu seçmektedirler. Bu anlamda aklını kuma gömerek Allah’ı (c.c.) inkâr edenlerin durumu ile şeytanın inkârı büyük bir benzerlik arz eder. Çünkü şeytanın bir özelliği Allah’a (c.c.) inandığı halde inkâr etmesidir ki bu çok ilginç bir durumdur. “Meleklere ‘Adem’e secde edin.’ demiştik. İblis müstesna hepsi secde ettiler, o ise kaçındı, büyüklük tasladı ve inkâr edenlerden oldu.” (Bakara, 2/34) ayetinde ifade bulduğu gibi, şeytanın bilerek inkârının sebebi haset, kibir, isyan, öfke gibi duyguların etkisinde kalmasıdır. Öyle ki bu duygular nedeniyle aklı, vicdanı, mantığı bir kenara bırakmıştır. İşte aynı negatif duygularla insanoğlunu da peşinden inkâr ve isyana sürükler. “Böyle olur mu?” demeyin, bu durum hayatımızda çok karşılaştığımız bir şeydir. Mesela, evladına kızan bir babanın “Seni evlatlıktan reddediyorum; benim senin gibi bir evladım yok. Mirasımdan da mahrum ediyorum. Ölürsem cenazeme de gelme…” demesi ve manen oğlunu öldürmesi çok rastlanan bir şeydir. Aynı şekilde babasını inkâr eden ve reddeden evlat da çoktur. İşte biyolojik olarak evlat olmakla beraber, manen evlatlığı bitirmek, aslında evlatlık görevlerini bitirmektir. Şeytan da Allah’a (c.c.) isyan ederek kulluk görevlerini bitirmiştir. “Sana kulluk yapmayacağım, kullarını da azdıracağım, isyan ediyorum, bana karşı yaptığın bu haksız tutumunu protesto ediyorum...” demiştir. Bütün bunlara rağmen, şeytanın, yaptığı kötü şeylerden dolayı tıpkı günahkâr insanlar gibi zaman zaman Allah’ın (c.c.) azabından korkuya kapıldığı, bir bakıma pişman olduğu ama bu halini sürdüremeyip tekrar isyana yöneldiğini görüyoruz. Aşağıdaki ayet buna güzel örnektir.
“Şeytan onlara amellerini güzel gösterdiği zaman, ‘Bugün insanlardan size galip gelecek yoktur, ben de size yardımcıyım.’ demişti. Fakat iki tarafın karşı karşıya geldiği görününce arkasını dönüp kaçtı ve şöyle dedi: Ben sizden kesinlikle uzağım. Ben sizin göremeyeceğiniz şeyler görüyorum ve ben Allah’tan korkarım. Ayrıca Allah’ın azabı çok çetindir.” (Enfâl, 8/48)
Sonuçta, şeytan kötülükte kendisine benzemekten kaçınacağımız, peygamberler ise iyilikte onlara benzemek için çalışacağımız örneklerdir. Şeytanın adeta bizle yaşayarak düşüncelerimize, hayallerimize, duygularımıza ve zihnimize ortak olması ve içimize attığı negatif fısıltıların, vesveselerin nereden geldiğinin gözle görülememesi çok tehlikeli sonuçlara neden olur. En tehlikeli sonuçlarından bir tanesi şeytanın hedef saptırmasıdır. Yani vesvese ve şüphelerin insana ait olduğunu sandırmak neticesi, kişilerde meydana getirdiği aşağılık kompleksi ve özgüven yıkımıdır.
“Kur’ân okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın. Gerçek şu ki; şeytanın, inanan ve yalnız Rabblerine tevekkül eden kimseler üzerinde bir hâkimiyeti yoktur. Şeytanın hâkimiyeti, sadece onu dost edinenler ve Allah’a ortak koşanlar üzerindedir.” (Nahl, 16/98-100) ayetinde hatırlatıldığı gibi “Eûzü billâhi mineşşeytânirracîm” diyerek şeytanın şerrinden Allah’a (c.c.) sığınmamızın istenmesi, tehlikenin büyüklüğüne işaret anlamında önemlidir. Kim ki şeytandan gaflet eder ve o sinsi düşmanı hafife alırsa en büyük zarara uğrayanlardan olur, bilmesi gerekir.
Şeytanın hayatımıza ve düşüncelerimize nasıl müdahale ettiğini bilseydik, Ku’rân’a ve sünnete uymayan düşüncelerimizi söylerken; benim hayat görüşüm, benim düşüncem, benim parlak fikrim demekten imtina ederdik. Zira bu söylemlere aslında; şeytanın hayat görüşü, şeytanın düşüncesi, şeytanın parlak fikri demek gerçeğe daha uygundur. İnsanoğlu buna katiyetle inansın ki gerçek tam da böyledir ve yaptığı iş şeytanın adımlarını takip etmekten başka bir şey değildir.
Lâf götürüp getiren, dedikodu yapan, mümin kardeşleri birbirine düşüren insanlara “Niye böyle yapıyorsun, yaptığın şey gıybettir, gıybet büyük günahtır.” desen, alacağın cevap büyük bir ihtimalle; “Ne yani ben yapmadığı bir şeyi mi söylüyorum?” olacaktır.
Bu sorunun doğru cevabı da aslında şöyle olmalıdır: “Şeytan bana onun hatalarını gösteriyor, ben de görüyorum; anlat diyor, anlatıyorum; kardeşler arası düşmanlığı yay, bozulup dağılsınlar diyor, ben de yapıyorum.”
-Kardeşim, niçin müminler olarak birbirinizi sevmiyorsunuz? Niçin çocuklarını, eşini, arkadaşlarını sevmiyorsun? Sevdiğini niye söylemiyorsun?
-Ne bileyim içimden sevmek gelmiyor, bir el sanki göğsümü daraltıp “Yapma bu eylemleri…” diyor.
Bu davranışın da doğru izahı şudur: “Şeytan sevmemi istemiyor; sevdiğimi söylememi istemiyor; göğsüme oturup darlık veriyor, ondan yapamıyorum.”
-Kardeşim bir de varlıklı bir insansın, niçin cimrilik yapıyorsun. Allah’a (c.c.) güven, tevekkül et ve biraz malından Allah (c.c.) için harca, Allah (c.c.) için verenin malını Allah (c.c.) artırır, korkma fakir düşmezsin.
-Ben de öyle yapmak istiyorum ama içime “Ya fakir düşersen.” diye korku geliyor.
Aslında şeytan diyor ki: “Sakın ha bu sözlere inanma! Allah’ın (c.c.) fakir kullarını görmüyor musun? Sen de onlara benzer, ekmeğe muhtaç olursun; elinden tutanın olmaz. Elini sıkı tut; geleceğin garanti altında olsun.”
-Niçin namazlarını kılmıyorsun?
-Gencim, ilerde kılarım inşallah.
Şeytan şöyle der: “Gençsin, acelen ne? Şimdi biraz gençliğini yaşa; ilerde kılarsın.”
-Bu adamı niçin öldürdün? Ortada onu öldürecek ciddi hiçbir sebep de görünmüyor?
-Öfkelendim, öfkeme hâkim olamadım, öldürdüm. Çok pişmanım ben de.
Doğrusu yine şöyledir: “Öfkelendim; şeytan “Öldür onu!” diye beni kışkırttı ve öldürdüm.
-Bu gittiğin yol yola, uyuduğun din dine benzemiyor. Akıl yok, mantık yok, niye bu davayı sürdürüyorsun?
-Benim babam, dedem de bu dinde bu yoldaydılar, onların peşinden gidiyorum.
Doğrusu: “Şeytan; ‘Atalarının izini, yolunu terk mi edeceksin?’ diyor, ben de ona hak veriyorum.”
Evet, böyle örnekleri çoğaltabiliriz veya aşağıda birazını paylaştığım ayetlere bakarak siz bu senaryoları çoğaltabilirsiniz.
“Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size, çirkinliği ve hayâsızlığı emreder. Allah ise size kendi katından mağfiret ve bol nimet vadediyor. Şüphesiz Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Bakara, 2/268)
“Allah, o şeytana lânet etti ve o da ‘Andolsun ki senin kullarından elbette belirli bir pay alacağım.’ dedi. ‘Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim de (putlara adak için) hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.’ Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse şüphesiz o apaçık bir hüsrana düşmüştür. Şeytan onlara (birçok) vaadde bulunur ve onları kuruntulara sürükler. Oysa şeytan, ancak aldatmak için onlara vaadde bulunuyor. ” (Nisâ, 4/118-120)
“Ey iman edenler! (Aklı örten) içki (ve benzeri şeyler), kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz?” (Mâide, 5/90-91)
“Ey Ademoğulları! Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini soyarak ana babanızı cennetten çıkardığı gibi, şeytan sizi de saptırmasın. Çünkü o ve kabilesi, onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz, şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kılmışızdır.” (A’râf, 7/27)
“Allah’a andolsun, senden önceki ümmetlere peygamberler gönderdik. Fakat şeytan onlara işlerini güzel gösterdi. O, bugün de onların dostudur ve onlar için elem dolu bir azap vardır.” (Nahl, 16/63)
“Kur’ân okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın. Gerçek şu ki; şeytanın, inanan ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimseler üzerinde bir hâkimiyeti yoktur.” (Nahl, 16/98-99)
“Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbi’ne karşı çok nankörlük etmiştir.” (İsrâ, 17/27)
“(Haydi) onlardan gücünün yettiğinin ayağını çağrınla kaydır. Atlıların ve yayalarınla onların üzerine yürü. Onların mallarına ve evlatlarına ortak ol. Onlara vaadlerde bulun.” Hâlbuki şeytan onlara aldatmadan başka bir şey vadetmez. “Şüphesiz, (gerçek) kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin olmayacaktır. Vekil olarak Rabbin yeter!” (İsrâ, 17/64-65)
“Kâfirlerin başına, onları durmadan (günaha ve azgınlığa) tahrik eden şeytanları gönderdiğimizi görmedin mi?” (Meryem, 19/83)
“Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah, şeytanın verdiği bu vesveseyi, kalplerinde hastalık bulunanlar ile kalpleri katı olanlara bir imtihan vesilesi kılmak için böyle yapar. Hiç şüphesiz ki o zalimler, derin bir ayrılık içindedirler.” (Hac, 22/52-53)
“Kendilerine, ‘Allah’ın indirdiğine uyun.’ denildiği zaman, ‘Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.’ derler. Şeytan, kendilerini cehennem azabına çağırıyor olsa da mı?” (Lokman, 31/21)
“Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın çok aldatıcı (şeytan), Allah hakkında sizi aldatmasın.” (Fâtır, 35/5)
“Kim, Rahmân’ın Zikri’ni görmezlikten gelirse biz onun başına bir şeytan sararız. Artık o, onun ayrılmaz dostudur. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise doğru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhruf, 43/36-37)
“O kötü fısıltılar, iman edenleri üzmek için ancak şeytandan kaynaklanmaktadır. Oysa şeytan, Allah’ın izni olmadıkça mü’minlere hiçbir zarar verebilecek değildir. Öyle ise mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler.” (Mücâdele, 58/10)
Sonuç olarak, peygamberler, kötü olabilecek bir yapıyı da içlerinde taşımalarına rağmen, iradeleriyle melek gibi iyi olmayı başarabilen ve bu konuda en iyi örnek insanlardır. Şeytanlar ise içlerinde iyi olma yapısına rağmen, iradeleriyle kötülüğe meyleden ve tamamen kötülüğe teslim olan varlıklardır. Kur’ân’da, peygamberlere benzemekle şeytana benzemek gibi iki farklı örnek gösterilmiştir. İşte dünya imtihanı böyle bir şeydir. Biri insanı cennete biri cehenneme götürür. Biri iman ile huzur ve mutluluğa, biri ise kaosa ve bunalıma. Peygamberler insanların adeta melekleşmiş halidir; Firavun-Hâman-Karun ise insanların şeytanlaşmış hali. Beyazla siyah arasındaki tonlar gibi, insanların bu iki örnek arasında bir yerlerde makamları vardır. Bizler nerede olacağımıza iyi karar vermeliyiz.
Allah’a emanet olun.