Salih bir insan olmak veya daha anlaşılır tabir ile iyi bir insan olmak, bu konuda herhangi bir tahdit (sınırlama) tanımadan bir ömrü iyiliklerle geçirmek İslam’ın istediği ve hedeflediği insan modelidir.
Ömrünü iyi ameller işleyerek geçirenlere “salihler” denir ki bütün peygamberlerin özelliği “salih kişiler” olmalarıdır. (En‘âm 6/85) Kur’an-ı Kerim’e göre salihler, (yaratılmışların en iyisidirler…) (Beyyine 98/7-8).
Ve yeryüzü kötülüklerle dolsa bile sonunda “Yemin olsun ki Zikir’den sonra Zebûr’da da: ‘Yeryüzüne ancak salih kullarım vâris olacaktır.’ diye yazdık.” (Enbiyâ 21/105) ayeti gereği yeryüzüne bir gün yine salih kullar hâkim olacaktır.
“Asra yemin olsun ki, hiç şüphesiz, insan hüsrandadır. Ancak, iman edip salih amel işleyenler, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.” (Asr 103/1-3)
“Her kim de iman eder ve salih amel işlerse ona mükâfat olarak daha güzeli var…” (Kehf 18/88)
“Mümin olarak, erkek veya kadın, her kim salih ameller işlerse işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.” (Nisa 4/124)
Kur’an-ı Kerim’de, yukarıda örneklerini verdiğimiz ayetler gibi yüze yakın ayette, iman ettikten sonra Allah’ın ve Resulü’nün rızasına uygun ibadetler ile helal ve meşru dairedeki faydalı işleri yapanlara sayısız derecede mükâfat vaat edilmiş ve müjdeler verilmiştir.
Peygamberlerin yaptığı: “Beni salih kullarının arasına kat.” (Şuarâ 26/83) duası ile salih kullardan olmamız için de bizlere dua etmemiz öğretilmiştir.
İşte bu ayetlerden hareketle İslam âlimleri, Allah’a yapılan ibadetlerin sonuçta kulu salih bir insana dönüştürmesi gerektiğini söylerler ve eğer ibadetler kişide böyle bir ahlâkî değişim ve tekâmül meydana getirmiyorsa demek ki o ibadetler amacından ve ruhundan uzaktır, derler.
Âlimlerimiz bu salih amellerin, kalben mi yoksa bedenen mi işlendiğini göz önünde bulundurarak onları, “zâhirî ve bâtınî ameller” olarak da ikiye ayırmışlardır.
İnsanın bedeniyle yaptığı iş ve eylemlere zâhirî (bedenî) ameller adı verilir; namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekât vermek ve cihat yapmak gibi ameller bu kısma girer. Duygu ve düşünce temelli olan amellere de bâtınî (kalbî) ameller denir ki mümin olmanın ilk şartı olan Allah’a iman etmek, onu kalben tasdik etmek dahi bâtınî bir ameldir. Bunların dışında sevmek, merhametli ve şefkatli olmak, tefekkür etmek, tevekkül etmek, ibret almak, mütevazı olmak, ihlaslı olmak gibi güzel ahlâka taalluk eden duygu ağırlıklı bütün ameller bu kısma girer.
Bâtınî ameller kapsamında olan iman ve tasdik olmadan Allah katında hiçbir iyiliğin muteber bir karşılığı olmaz. Bu gerçekten hareketle bâtınî ameller, bütün ibadet, iyilik ve faziletlerin esası demek olur. Küfür ve inkâr ise açıktır ki her türlü mâsiyet, kötülük ve fenalıkların anasıdır. Böyle müşahhas bir değerlendirme neticesi, bâtınî amellerin zâhirî amellerden daha üstün olduğu konusunda İslam âlimleri görüş birliği etmişlerdir.
Nitekim “İnsan vücudunda bir et parçası vardır ki eğer o iyi olursa bütün vücut iyi olur, o bozulursa bütün vücut bozulur; bu et parçası kalptir.” (Buhârî, “Îmân”, 39) anlamındaki hadisi ile de aslında Hz. Peygamber (s.a.v.), zâhirî amellerin bâtından beslendiğini belirtmiş, dolayısıyla onların sıhhat ve makbuliyetini insanların bâtınînın iyiliğine bağlamıştır. Aynı şekilde Rabbimiz dahi “Kurbanlarınızın kanları ve etleri Allah’a ulaşmaz, fakat sizin takvanız O’na ulaşır.” (Hac 22/37) mealindeki ayeti ile zâhirî amelleri kabule şayan hale getirenin kalbî veya bâtınî duygular olduğunu açıkça vurgulamıştır.
Bu nedenle tarih boyu, bâtınını manevi kirlerden arındırmak, onu güzel duygu ve düşüncelerle süslemek aklı başında her müminin öncelikli hedefi olmuştur. Allah dostu olmak, veli olmak sıfatını hak edenler hep bu inceliğe dikkat etmişler, çok ilim, çok ibadetle değil, ama az da olsa yeterince ilim ve yeterince ibadetle beraber, bâtını temizleme gayret ve bilinci ile ancak bu yüce makamları elde etmişlerdir.
Sonuçta ayet ve hadislerin incelenmesi ile görüyoruz ki İslamiyet’in öncelikli hedefi, yalnız kendi dünya ve ahiret saadetini düşünen, bu yüzden şahsi ibadetlere ağırlık veren egoist, bencil insanlar yetiştirmek ve bunlardan bir toplum oluşturmak değil; bir binanın tuğlaları gibi kenetlenmiş, birbirini sevip koruyan, aralarında hak, hukuk ve adaleti gözeten, iyiliksever insanlardan oluşmuş, huzur ve barış içinde yaşayan, sosyal bağları güçlü bir toplum oluşturmaktır.
Kabul etmek gerekir ki iyiliksever insanlar, ancak güzel ahlâklı insanlardan oluşabilir. Güzel ahlâklı olmak için örnek alınacak tek şahsiyet ise “Andolsun ki, sizden Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çokça zikredenler için, Allah’ın Resulü’nde iyi bir örnek vardır.” (Ahzab 33/21) ayetinde görüldüğü üzere Efendimiz’den (s.a.v.) başkası değildir. Nitekim “Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” (Kalem 68/4) ayeti de Efendimiz’in (s.a.v.) güzel ahlâkına Yüce Rabbi tarafından yapılan benzersiz bir şahitliktir...
Resulullah’ın (s.a.v.): “Ben, (başka değil, sadece) (iyi), güzel ahlâkı tamamlamak (uygulamak) için gönderildim.” (Muvatta, Husnü’l Halk, 8; Müsned, 2/381) hadis-i şerifi de İslam’ın asıl amacını bildirme hususunda çok önemlidir. İmanın olgunluğu ile güzel ahlakın direkt bağını ifade sadedinde “Müminlerin iman bakımından en olgun olanları, ahlâkı en iyi olanlarıdır.” (Tirmizî, Radâ, 11) hadisi de önemlidir.
Bu hassas konu Resulullah’ın (s.a.v.) dualarına da girmiş ve bir hadisinde “Allah’ım! Yaratılışımı güzelleştirdiğin gibi ahlâkımı da güzelleştir.” buyurmuştur. (İbn Hanbel, el-Müsned I, 403).
Peki, o zaman bu kadar açık olan ayet ve hadis-i şeriflerden sonra şimdi “En güzel insan kimdir?” diye bir soru yöneltecek olsak, bunun mantıklı ve vicdanlı cevabı ne olacaktır? İyilik ve güzellik ölçüleri şirazesinden çıkıp sadece zâhirî görüntüye, ambalaja odaklanmış, şu ahir zaman insanının sandığı gibi: “Malı, mülkü, altını, parası çok olan mı? Veya makamı, mevkii, kariyeri yüksek olan mı? Yoksa soyu, sopu, ırkı, kavmi, milleti asil olan, boyu posu endamı yerinde olan mı?” Elbette ki hiçbirisi değil. Zira Allah ve Resulü’nün beğendiği insanların kriterleri asla bu saydıklarımız değildir. Bunlar yüzeysel olan ambalaja ait kriterlerdir ki, bu kriterlere aldanan bir Müslüman’ın hali, bozulmuş bir yiyeceği, süslü bir ambalajla müşteriye satmaya çalışan satıcıdan farklı değildir. Maalesef iç dünyası bozuk bir Müslüman’ın, içi ile meşgul olmayı terk veya ihmal ederek sadece dışını ibadetlerle süslemesi bu örnekteki kadar acı ve aldatıcıdır.
O halde, merhamet, cömertlik, şecaat, doğruluk, ihlas, tevazu, ülfet gibi bütün güzel huylardan yoksun; kibir, riya, haset, ucub, yalan, cimrilik, korkaklık gibi bütün kötü huylarla iç dünyası kararmış olanın ve bunlardan haberi olmayanın ibadeti çok olsa ne olacaktır? Yine akl-ı selim olmayanın, yakîn duygusundan nasibi olmayanın zekâsı, bilgisi çok olsa ne olacaktır? Edebi, hayâsı ile hanım olamamış, sadece cinsiyeti ile öne çıkmış bayanların da yüzleri güzel, endamları çekici olsa ne olacaktır? O zaman kabul etmemiz gerekiyor ki “En güzel insan, Allah’ın en güzel dediği, en beğendiği ve en sevdiği insandır. Dolayısıyla da O’nun Resulü’nün (s.a.v.) en güzel dediği, en beğendiği, en sevdiği insandır.”
Rabbimiz bazı ayetlerde sevdiklerini şöyle özetlemiştir:
“(Mallarınızı) Allah yolunda harcayın. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.” (Bakara 2/195)
“Şüphesiz Allah çok tövbe edenleri sever, çok temizlenenleri sever.” (Bakara 2/222)
“Kim sözünü yerine getirir ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, şüphesiz Allah da sakınanları sever.” (Âl-i İmrân 3/76)
“Allah sıkıntılara göğüs gererek sabreden kullarını sever!” (Âl-i İmrân 3/146)
“Allah, âdil davrananları sever.” (Mâide 5/42)
“Hiç şüphe yok ki Allah, kendi yolunda, duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (Saff 61/4)
Efendimiz (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmuştur:
“İyi huylu olanlarınız, içinizde en çok sevdiğim ve kıyamet günü bana en yakın mesafede bulunacak kimselerdir.” (Tirmizî, Birr 71)
“İyilik güzel ahlâktan ibarettir.” (Müslim, Birr 14, 15)
“Sizin en hayırlınız ahlâkı en güzel olanınızdır.” (Buhârî, Edeb 39)
“Kıyamet gününde mümin kulun terazisinde güzel ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz.” (Tirmizî, Birr 62)
“Bir mü’min, güzel ahlâkı sayesinde, gündüz oruç tutup gece namaz kılan kimselerin derecesine ulaşır.” (Ebû Dâvûd, Edeb 7)
Özetle bu konudaki en önemli kriterler, imandan sonra güzel ahlâktan başkası değildir. Ve diyebiliriz ki gerek ülkeleri gerek gönülleri fethetmede güzel ahlâktan daha tesirli bir fethedici yoktur. Zira güzel ahlâk sahibine, elinde olmadan âlim-cahil, mümin-kâfir, zalim-mazlum hiç fark etmez herkes saygı duyar ve hatta bırak insanları, yarı şuur sahibi hayvanlar, bitkiler dahi saygı duyarlar.
Allah’a (c.c.) emanet olunuz.