İnsanın diğer insanlarla olan diyaloğu, bencillik ve diğerkâmlık gibi iki farklı ahlâkı mümkün kılıyor. Bu çerçevede, bencilliği görünür kılan bencillikle ilgili kavramlar nelerdir? Günümüzdeki görüntülerine dair neler söylemek istersiniz?
Bencillik; insanın kendini beğenmesi, başkalarının çıkarını hiçe sayarak her şeyde kendi rahat ve çıkarını araması, dünyanın eksenine kendisini koyması, sadece kendi menfaatlerinin önündeki engelleri ortadan kaldırmak için çaba göstermesi ve bu menfaatlerinin paylaşılmamasını istemesidir. Günümüzde doyumsuzluk, açgözlülük, kibir, haset, cimrilik gibi sebeplerle bencillik ön plana çıkarken başkasının ne düşündüğü, ne yaptığı, hangi durumda olduğu göz ardı edilmektedir. Psikolojik bencillik savunucuları insanın doğası gereği bencil olduğunu ileri sürerken etik bencillik savunucuları da insanın sadece kendisini düşünerek hareket etmesi gerektiğini iddia ederler.
İnsan tabiatında yerleşen bencilliği maddi ve manevi konular olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Maddi bencilliği görünür kılan hususların en başında cimrilik vardır. Cimrilik, servet edinme tutkusuyla karşılıksız harcamaktan ve hayır yapmaktan kaçınma eğilimi olup Farsçadan Türkçeye geçmiş bir kavramdır. Cimrilik; bireyi yalnızlaştıran, paylaşmaya kapatan, diğer insanlarla aradaki mesafeyi artıran bir davranıştır. Cimriliğin ve malı gerektiği yerlere harcamaktan kaçınmanın insanın köklü bir ruh hali, bir karakteri olduğunu ifade eden ayette de şöyle buyrulmaktadır: “De ki: Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, o zaman da tükenir korkusuyla cimrilik ederdiniz. Zaten insan çok cimridir.” (İsrâ 17/100) Birikimleri sayesinde her şeyin üstesinden kendi başına gelebileceğini düşünen insan, sadece kendine güvenerek bencilliğe doğru yol alır.
Maddi bencillik görüntülerinden bir diğeri de insanları aldatmaktır. Mesela; alışveriş, eski çağlardan beri insanların ihtiyaçlarını karşılama yöntemlerinden birisidir. Fakat kendi menfaatlerinden başka bir şey düşünmeyen insanları, meşru dairedeki imkânlar tatmin etmeyince alışverişte de hile ve aldatmaya yönelebilirler. Kur’ân-ı Kerîm’de bencilliğini başkalarını aldatma gibi ahlâka aykırı davranışlarla gösterenlerin kınandığı ayette şöyle buyrulmaktadır: “İnsanlardan, kendileri bir şeyi ölçerek aldıkları zaman tam alan; ama onlara bir şeyi ölçüp tartarak verdiklerinde eksik tutan kimselerin, vay haline!” (Mutaffifîn 83/1-3)
Bir de haksız kazanç elde etmek için ürünlerin piyasada azalmasını bekleyen, insanların ihtiyaç duyduğu ürünleri çok yüksek bedellere satmak için stoklayan, kara borsacılık yapan bencil insanlar vardır. Karaborsacılık; istifçilik, vurgunculuk ve tekelcilik anlamında bir terimdir. Hz. Peygamber de (s.a.v.) bu duruma işaret ederek bir kimsenin haksızca menfaat elde etmesinin yanlışlığını dile getirmiştir: “Pazara mal sunan rızıklanır, karaborsacılık yapan mahrum bırakılır. Kim müminlerin bir gıdasını onlara karşı saklar, karaborsacılık yaparsa Allah onu iflasa ve cüzzam hastalığına uğratır.” (İbn Mâce, Ticârât, 6) Karaborsacılık yapan kimse, kendi menfaati için başkalarını sıkıntıya sokan ve sadece kendi çıkar ve menfaatini düşünerek içinde yaşadığı topluma haksızlık eden bencil bir kimsedir. Örneklerini çoğaltabileceğimiz maddi bencilliğin yanında bir de manevi bencillik vardır.
Özellikle, ilginç bir kavram olan “manevi bencillik” nedir? Maddi bencillikle kıyaslamak mümkün müdür?
İnsanın manevi çıkar ve menfaat elde etmek için çalışması veya inanç, ibadet, ahlâk gibi konularda insanın sadece kendi çıkarlarına göre hareket etmesi manevi bencilliktir. Bencil insanların gösterecekleri tutumların en tehlikelisidir. Çünkü bir yönüyle bu konularda gösterilen bencillik dinin yaşanmasında eksikliklerin ve hataların oluşmasına yol açarken dinin yayılmasına da engel olmaktadır. Kitlelerin dinden soğumasına ve uzaklaşmasına fırsat vermektedir. Diğer yönden; elle tutulur, gözle görülür olmadığı için bunu fark etmek, önlemek veya ortadan kaldırmak güçleşmektedir.
Manevi bencillik konularının başında son zamanlarda üzerinde çokça konuşup fikir yürüttüğümüz din istismarı gelmektedir. İstismar; menfaat sağlama, bir şeyi kendi çıkarına kullanma, sömürme, iyi niyeti kötüye kullanma anlamlarına gelir. İstismarın; hedefe ulaşmada her yol mubah anlayışıyla ve her türlü meşru-gayrı meşru yöntemi kullanma şeklinde Müslüman toplum hayatının her safhasında görüldüğü söylenebilir. Kur’an-ı Kerîm’de yer alan şu ayet, konuyu açıklayıcı mahiyettedir: “Aralarında hüküm vermesi için Allah’a (Kur’an’a) ve peygambere çağırıldıkları zaman, bir de bakarsın ki içlerinden bir grup yüz çevirmektedir. Ama gerçek (verilen hüküm) kendi lehlerinde ise boyun eğerek ona gelirler.” (Nûr 24/48-49)
Bencilliğin manevi tezahürlerinden birisi de insanın hevasını putlaştırmasıdır. Heva, nefsin şehvete (akıl ve din tarafından yasaklanan kötü arzulara) eğilimi anlamına gelmektedir. Hevese uyma ve ona bağlılık, hoyratça hareket etmeyi, her istediğini elde etmeyi, arzuları önünde hiçbir engel tanımamayı ifade eder ki bu da hevayı putlaştırma ve ona sınırsız özgürlük verme anlamına gelir. Kur’an’da da dünya hayatına dört elle sarılıp onu ebedî zannetme, hakkı çiğneyecek şekilde hüküm verme, zan ve arzu dışında hiçbir şeye bağlılığı kabul etmeme, hevese uymak olarak değerlendirilmiştir. Hevese uymak da insanın kendine aşırı güveninden kaynaklanıp bencilliği ortaya çıkarmaktadır.
Manevi bencilliğin tezahürlerinden birisi de iradesizliktir. İradenin hakkını veremeyen bencil insanlar, fitne-fesat fırsatı çıkınca hiçbir şey düşünmeksizin o fırsatı değerlendirmeye koşar. Hizmet gerektiğinde ise türlü bahaneler ileri sürerek haktan yana görünüp hak yolda mücadele edenleri yalnız bırakırlar. Menfaat görürlerse bir işe girerler. Menfaat yoksa uzak kalır veya etrafına gayretli görünüp işten elini eteğini çekerler. Fakat işler nihâyete erip karşılık alınmaya başladığında herkesten çok çalışmış gibi hemen ücret almaya koşarlar. Bu tutumdaki bencil insanlar, kendilerinden başkası için bir fayda sağlamazlar. Muhatapları hangi din veya düşünceye sahip olursa olsun netice değişmez. Menfaatleri için Müslüman görünür, faydalanmak için kâfirle işbirliğine girerler. Yalnız kendi çıkarını gözeterek her zaman kazanç elde etme arzusundadırlar. Ayrıca böyle kimseler, gönlünde kin ve nefret tohumları taşırken muhataplarına karşı ağızlarından bal damlar, menfaat için insanlara şirin görünüp arkalarından kin kusarlar.
İyiliği tavsiye etmek ve kötülükleri engellemek, İslam’ın emridir. Özellikle bunu, kişinin kendi nefsine uygulaması daha da önemlidir. Başkalarını uyarırken menfaat ve çıkar gereği kişinin kendisini ihmal etmesi de manevi bencilliktir. Kur’an’da, söz-davranış uyumu şeklinde özetlenebilecek evrensel ahlâk kurallarından birini ihlâl etmeleri sebebiyle Yahudi din bilginlerinin çelişkili tutumları ve samimiyetsizlikleri hakkında bilgi verilirken genel olarak İslam ümmeti, özellikle rehber ve önderler için de birtakım uyarılar vardır: “Siz Kitab’ı (Tevrat’ı) okuyup durduğunuz hâlde, kendinizi unutup başkalarına iyiliği mi emrediyorsunuz? (Yaptığınızın çirkinliğini) anlamıyor musunuz?” (Bakara 2/44)
Manevi bencilliği görünür kılan hususlardan birisi de bahane bulmaktır. İnsan, rasyonel bir varlık olmakla birlikte çoğu kez rasyonelliğin gerektirdiği şekilde mantık kurallarına uygun olarak davranamaz. Kişi beğenilmeyen bir davranışına, çeşitli açıklamalarla makul bir görünüm verebilir. Örneğin imanının gerektirdiği hususları yerine getiremeyen kimse bir kısım savunma mekanizmaları geliştirebilir. Savunma mekanizmalarıyla insan, problemlerini kendisi açısından görünürde yok etmiş olabilir. Bu durum, insanın geliştirdiği savunma mekanizmaları ve bahaneciliği kendi çıkar ve menfaatine hizmet etmesi açısından bencilliğin ortaya çıkardığı davranış modelidir. Buna örnek olarak Hz. Nûh’a (a.s.) yapılanlara Kur’an’ın yer vermesi, bir yönüyle Hz. Muhammed’e (s.a.s.) ve müminlere teselli iken diğer yönüyle de tüm insanlığa bu ve benzeri davranışların yanlışlığını ifade eder. “Kavminin inkâr eden ileri gelenleri, ‘Biz, senin ancak bizim gibi bir insan olduğunu görüyoruz. İlk bakışta sana uyanların da ancak en aşağılıklarımızdan ibaret olduğunu görüyoruz. Sizin bize karşı herhangi bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine sizin yalancı kimseler olduğunuzu sanıyoruz.’ dediler.” (Hûd 11/27)
Aynı şekilde, insanı bir diğerinin yüreğine müspet manada dokunduran ve teşvik edilen diğerkâmlıkla ilgili kavramlar nelerdir?
Sınır tanımayan hazların insanları çevrelediği bir dünyada “Kendin için istediğini başkası için de iste.” düsturuna sahip bir dinin anlaşılması ve yaşanması çok önemlidir. Hayatı, nefsi tatmin etmekten ibaret görüp kendi özgürlükleri için başkalarının haklarını çiğnemek yerine, ötekinin hukukuna saygı ve herkesi kuşatan bir paylaşma anlayışı, toplumda bütünleşmeyi sağlayacaktır. Bu bağlamda; bencillik ve diğerkâmlığın ele alınarak günümüz dünyasına sunulması önem arz etmektedir.
Diğerkâmlığı da şöyle tarif edebiliriz: Manevi kazancı, maddi menfaatten üstün tutmak niyetiyle kendisi muhtaç ve yoksulluk içinde bulunsa da başkasının ihtiyacına öncelik tanımak, kendini başkalarının ihtiyaçlarıyla sorumlu tutmak, bir zarardan öncelikle başkasını korumak, gerektiğinde bedel ödeyerek toplumun veya insanlığın iyiliği için özveride bulunmak, başkalarının çıkar ve refahı için onlar adına iyi olanı öne çıkarmayı yaşam ve eylem ilkesi olarak kabul etmek, başkalarının hazzını kendi hazzına tercih etmek, bağışlama ve fedakârlığın en ileri derecesini göstermektir.
Diğerkâmlıkla ilgili Kur’an-ı Kerîm’de pek çok kavram yer almaktadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Îsâr; manevi hazları maddi hazlardan, ahiret mutluluğunu dünya mutluluğundan üstün tutmak niyetiyle kendisi muhtaç ve yoksulluk içinde bulunsa bile, menfaatte ve zararı gidermede diğer insanları kendine tercih etmek, başkasının hukukuna ve ihtiyacına öncelik tanımak demektir. Kur’an’ın îsâr kavramına yüklediği diğerkâmlıkta her türlü maddi beklenti ve dünyevi çıkarın ötesinde dinî, ahlâkî ve ahiret hayatıyla ilgili hedefler söz konusudur. “Îsâr” kelimesi Türkçede, diğerkâmlık ve özgecilik kelimesiyle karşılanmaktadır.
İhsan; iyilik ve lütufta bulunmak, bir işi en güzel şekilde yapmak, Allah’a ihlâsla kulluk etmek anlamlarında kullanılan bir terimdir. “İhsan”, adaletin üstünde bir derecedir. Adalet borcunu vermek, alacağını almak; ihsan ise üstüne düşenden daha fazlasını vermek, alması gerekenden daha azını almaktır. Ahlâk literatüründe de ihsan genellikle, “iyiliklerde, farz olan asgari ölçünün ötesine geçip isteyerek ve severek daha fazlasını yapmak” manasında kullanılır.
İn’âm; “bir kimseye iyilik etmek, onu bir nimetten yararlandırmak, rahata kavuşturmak” demektir. Bazı İslam âlimleri bu kavramın sadece insanlara yapılan iyilik için kullanılabileceğini söylemişlerdir. Allah’ın insanlara maddi ve manevi nimetler vermesini de ifade eden bu kavramın, yalnızca başkaları için iyilik yapmak anlamına geldiği de söylenmiştir.
İnfâk; Allah’ın hoşnutluğunu elde etme amacıyla kişinin kendi servetinden harcama yapması, muhtaçlara aynî ve nakdî yardımda bulunması demektir. Allah’a itaat ve ibadet niyeti taşıyan, İslam’a ve Müslümanlara yardım ve fayda sağlayan her harcama Allah yolunda infak sayılmaktadır.
İkrâm; kolayca, bol ve karşılıksız vermek, cömert olmak anlamlarına gelmektedir. Bu kavramın, insanlar için övülen fiiller ve ahlâkî vasıflar anlamına geldiği de söylenmiştir. Kur’an, ilk ayetlerinden itibaren yetimi ve fakiri ikrâm gibi kavramlarla gözetmeyi teşvik etmektedir.
Atâ; vermek, sunmak, hibe etmek anlamına gelmektedir. Kur’an’da, “Onun için kim (elinde bulunandan) verir.” (Leyl 92/5) ayeti ve benzeri ayetlerle, ister zekât gibi farz ister nafile türünden olsun bütün hayırlı hususlarda harcama yapmak teşvik edilmiştir.
İhsan, in’âm, infak, ikrâm, it‘âm, atâ diğerkâmlığın kısımlarıdır. Bu çeşit hayır yolları ile yapılan harcamalar, kişinin sahip olduklarını kendisinden önce başkaları ile paylaşmasının, diğerkâmlığın çeşitli yönlerine işaret etmektedir. Diğerkâmlıkta, insanın kendi menfaatinden özveride bulunması ve başkası için adanmışlık hali söz konusudur.
- Bencillik ve diğerkâmlığın sebeplerine dair neler söylenebilir?
İnsanın bencilliğinin çeşitli sebepleri vardır. Bu sebeplere Kur’an da yer vermiştir. Bir kısım psikolog ve filozoflar da bencilliğin sebeplerine dair çeşitli görüşler ortaya atmışlardır. Etik bencillik savunucularına göre bencillik, her insanın kendi hissettiği acıya karşı, hissettiği hazzın oranını azamiye çıkarmak şeklinde anlaşılmıştır. Hatta başkasına yardım etmek, insanın kendisine haz veriyorsa ancak yapılabilir. Her insanın kendisine azami fayda sağlayacak şeyi yapmasının, doğru ve gerekli görüldüğünde ahlâken de zorunlu olduğu kabul edilmiştir. Modernizm de iş yaşamında rüşvet vb. haksız kazanç yollarını teşvik edip yolsuzluğa ve kolay para kazanmaya kapı aralayarak insanlardaki bencilliği körüklemiştir.
Bunların yanında insanı başkalarını gözetmeden yaşamaya, bencilliğe sevk eden çok çeşitli etkenler vardır:
Kendini beğenme, kendiyle övünme, kendi özüne aşırı bağlılık ve başkalarına karşı kendini üstün görme duygusu bireyin bencilliğinin sebeplerindendir. Bunun sebebini Freud şöyle açıklar: İnsan, dünyaya geldikten sonra kendine olan sevgisi bireyin gelişmesi esnasında başka nesnelere yönelmezse yine kendisine döner. Nietzsche de insanın karakterinde kendini beğenmesinin var olduğunu ve bunun kanıksanmış bir durum olduğunu ifade eder. Ona göre; bir şeyden hoşlanmaktan söz edilir. Aslında doğrusu, bu şey aracılığıyla kendinden hoşlanmaktır. “Bir şeye karşı hissettiğin ölçüsüz sevgi gözünü kör, kulağını sağır eder.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 116) hadisinde işaret edildiği gibi gözü kör, kulağı sağır olanların artık kendi kusurlarını göremeyecekleri ortadadır. Hâris el-Muhâsibî de böbürlenmenin kalbi kör edeceğini belirtmiş, kişinin ameliyle, yanlış görüşleriyle, güzelliğiyle, zenginliğiyle, akraba ve dostlarının çokluğuyla, soyuyla, kuvvetiyle, aklıyla vb. şeylerle böbürlenebileceğine işaret ederek kendini beğenmenin çeşitlerini de saymıştır.
Ruhî yönüyle zayıf kalmış kişiler de, halkın ölçüsüzce veya aşırı sevgi, saygı, hayranlık ve takdirini kazanınca değer ölçüsünü kaybeder. Ve çok geçmeden onu ilâhlaştıran şaşkınlar ortaya çıkar, derken o da ister-istemez kendini öyle görmeye veya öyle kabul etmeye başlar. Kur’an bu durumu şöyle dile getirir: “İçlerinden her kim, ‘Allah’tan başka ben de şüphesiz bir ilâhım.’ derse, böylesini cehennemle cezalandırırız. İşte biz zalimleri böyle cezalandırırız.” (Enbiyâ 21/29)
İnsanın huzurlu bir şekilde hayatını sürdürmesi, kendisini ve sağlığını koruyabilmesi için kendisiyle barışık olması ve kendisini makul ölçülerde sevmesi tabiidir. Fakat insanın temel ihtiyaçlarını giderme ve yaşam için gerekli değerlere ulaşabilmesi, başka insanlarla iletişimi gerektirir. Başkalarıyla ilişki, almayı-vermeyi, paylaşmayı, fedakârlığı doğurur. Başkalarını küçük görmeyle birlikte kendini beğenme, başkalarından istifadeyi engellediği gibi kişinin kendi nefsindeki olumsuzlukları görmeyi de engeller. İnsanın Allah Teâlâ ve diğer varlıklarla ilişkisini bozarak bencilliğe sebep olur.
Kur’an anlayışında, kibir, Allah’ın üstün otoritesine karşı gelmeye kadar varabileceğinden kâfirin en tipik vasfı olarak temsil edilirken İblis’in, Firavun ve kurmaylarının, Hz. Şuayb kavminin, Hz. Salih (a.s.) kavminin, Ad kavminin nitelikleri arasında yer almaktadır. (Bakara 2/34; A‘raf 7/13; Yûnus 10/75; Kasas 28/3; Ankebût 29/39; A‘raf 7/75, 88; Fussilet 41/15)
Hz. Peygamber (s.a.v.), Abdullah b. Mes‘ûd (ö. 32/652), Bilâl-i Habeşî (ö. 20/641) ve Ammâr b. Yâsir (ö. 37/657) gibi bazı yoksul ve kimsesiz sahabelerin de bulunduğu bir toplulukla oturuyordu. Bu sırada müşriklerin ileri gelenleri Hz. Muhammed’le (s.a.v.) görüşmek istediklerini, ancak bunun için yanındaki Müslümanları oradan uzaklaştırması gerektiğini, zira kölelerle ve yoksullarla bir arada bulunmayı kendilerine yakıştıramadıklarını bildirmişlerdi. Resûlullah (s.a.v.) “Ben müminleri kovamam.” cevabını verince, hiç olmazsa kendileri geldiğinde onların ayakta durmasını istemişler; ancak bu durumla ilgili olarak “Rab’lerinin rızasını isteyerek sabah akşam O’na dua edenleri yanından kovma. Onların hesabından sana bir şey yok, senin hesabından da onlara bir şey yok ki onları kovasın. Eğer kovarsan zalimlerden olursun.” (En’âm 6/52) âyeti inmiştir. (Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 45)
Bencilliğin sebeplerinden birisi de kendine aşırı güvendir. Günümüzde insanların kabiliyet, yetenek ve duygusal gelişimleri esnasında verilen aşırı güven sadece şahsî menfaat ve çıkar peşinde koşan bencil bireyler ortaya çıkarabilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp yeterli olduğu vurgulanmaktadır. Oysa insanın böyle bir kendine yeterliğinin varsayılması, yaratılmış olmaya terstir. Sorumluluk bilinci ve kendine güvenme, insanı başarıya götüren en önemli unsurlardandır. Öz güven de diyebileceğimiz bu duygu, insanın kendisini başkalarıyla aynı değerde görmesinin önünde engel değildir. Fakat bu duygunun gereğinden fazla mevcut bulunması insana, hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını ve başka insanlardan üstün olduğunu hissettirir. Muhtaç varlık olduğunu unutarak kendini yeterli görme, buna karşın insanlardan üstün olduğunu düşünerek onlara değer vermemek, sağlıklı bir ruh hali değildir. Böylesi bir kaprisli durum, toplumla sağlıksız ilişkilere ve bencilliğe sebep olur.
Çekememezlik, insanın sadece kendi mutluluğunu arzulaması ve hatta mutluluğunu başkalarının mutsuzluğu üzerine bina etmek istemesinden ötürü bencilliğin sebepleri arasında yer almaktadır. Kant’a göre insan iki şekilde kendine değer biçebilir: Kendine yetkinlik idealiyle karşılaştırarak ve başkalarıyla karşılaştırarak. İnsanlar başkalarını ölçü alarak kendilerine değer biçmeyi severler. Üstün durumda olmak için de ya kendi yetkinliklerini artırır ya da başkalarının yetkinliklerini azaltmaya çalışırlar. İşte bu durum kıskançlığın kaynağıdır. Kant, başkalarının mutsuz olmasından hoşnut olmayı da çekememezlik olarak değerlendirir. Çekememezlikle ilgili Kur’an’da haset kavramı kullanılmaktadır. Haset; Allah’ın, bir kimseye ihsan ettiği nimetin yok olmasını istemek, böylece insanların huzur ve refahtan uzak kalmalarını istemektir. Kaynaklarda sık sık İblis’in, Hz. Âdem’i (a.s.) kıskanarak cennetten çıkarılmasına ve zürriyetini de Allah’ın rahmetinden uzaklaştırmaya azmetmesine atıfta bulunularak hasedin şeytanî bir huy olduğu ifade edilir. İblis’in Âdem’i kıskanması “gökte işlenen ilk günah”, Kabil’in Hâbil’i kıskanması “yerde işlenen ilk günah” (Mâide 5/27-29) olarak değerlendirilir.
Bencilliğin sebeplerinden birisi de insanın kendisini yetersiz görmesi ve kendisine güvensizlikten kaynaklanan hırstır. Hırs, “bir şeyi elde etmek için duyulan önüne geçilmez derecede kuvvetli istek, aşırı tutku, açgözlülük, doyma bilmezlik” demektir. Hırslı kimse, eksiklik duygusu ve kıskanılan özelliğe sahip olma yönelimi ile hareket ettiğinden kendi çıkarını önceler, benliğini öne çıkarır. “Şüphesiz insan çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokunduğu zaman sızlanır. Ona bir hayır dokunduğunda da eli sıkıdır.” (Meâric 70/19-21) ayetleri de hırsın bir bencillik sebebi olduğunu ifade etmektedir.
İnsan, bencilliğe de diğerkâmlığa da elverişli bir şekilde, aynı zamanda her iki durumun fayda ve zararlarını anlayabilecek yapıda yaratılmıştır. Bencillik, insan tabiatında potansiyel bir güç olarak bulunmakta ve fakat insanın bununla mücadele etmesi gerektiği de Kur’an’da dile getirilmektedir.
Semâvî ahlâk öğretisinde ise, toplum yararı öne çıkarılırken başka insanların dertleriyle ilgilenme, sahip olduğunu paylaşma ve başkalarının menfaatlerinin de gözetilmesi teşvik edilmiştir. Fedakârlık ve diğerkâmlık; insanlığa mesajını iletebilmiş bütün dinlerin üzerinde durduğu en önemli erdemler arasında yer almıştır. Bununla birlikte insanı, diğerkâmlığa sevk eden psikolojik ve sosyolojik etmenler de vardır:
Mükemmel olma arzusu diğerkâmlığı tetikleyen durumlardandır. Her yönüyle mükemmel ve olgun olma sevilen bir haldir. İnsanlar genellikle kendilerini mükemmelliğin zirvesinde ve yalnız görmek isterler. Böyleleri için başkalarının ihtiyaçlarını gözetmek de mükemmelliği meydana getiren unsurlar arasında görülmektedir.
İnsanın temiz ve yetkin fıtratındaki temel dinamiklerden birisi diğerkâmlıktır. Psikolojik ve etik diğerkâmlık savunucuları, bireyin yaratılıştan getirdiği özellikler arasında diğerkâmlığın da var olduğunu ve insanın diğerkâm davranmasının erdemli davranış olduğunu savunmuşlardır. Hayvan davranışlarını gözlemleyen bazı araştırmacılar da, hayvanların özverili davranışlar gösterdiklerinden (örneğin grup halinde yiyecek arayan şempanzeler, yırtıcı hayvan tehlikesini fark ettiklerinde tek başına kaçmak yerine diğerlerini sesle uyarmaktadır) hareket ederek insanların toplum yanlısı davranışlarını açıklamaya çalışırlar. Hayvanlar, insanlar gibi sorumluluk taşıyan varlıklar olmadığı gibi akıl sahibi de değillerdir. Dünya ve ahiretle alakalı olarak geleceğe yönelik bir yatırımları da yoktur. Fakat bütün bunlarla birlikte varlıklarını sürdürmek, dünyanın dengesini sağlamak belki de sadece insanoğluna örnek olmak için diğerkâm motifler sergilemektedirler. Dolayısıyla insan, gözü önünde cereyan eden bu örneklikten hareketle de tabii olarak diğerkâm tutumlar sergiler.
Diğerkâmlığın sebeplerinden birisi de Allah’tan veya insanlardan dünyevî bir mükâfat beklentisidir. İnsanın karşılık beklentisi iki yönlü olabilir. Birinci olarak; yaptığı davranıştan daha fazla çıkar ve menfaat beklemektir. Çıkarları gözetildikçe de diğerkâmlığa devam eder. İkinci olarak da benzer durumlara maruz kalabileceği evham ve korkusuyla ihtiyaç duyduğunu diğerkâmca vermektir. Böylece ihtiyaç sahibi bir hâle gelirse kendi durumunun gözetileceğini hesap eder.
Duygunun temel niteliklerinden biri de “hoşlanılan duygulanım, acı karşıtı, mutluluk, sevinç” anlamlarına gelen “haz”dır. Sokrates’le beraber bir felsefe öğretisi haline gelen hazcılığa göre de insana haz veren şey iyi, insana acı veren şey ise kötüdür. Diğerkâmlık da bazı durumlarda veya bazı kimselerde haz verdiği için yapılır.
Başkaları ile gerektiğinden fazla ilgilenme, ruh çöküntüsü, yorgunluk, çalışma yetersizliği, sevgi ilişkilerinde başarısızlık vb. durumlar da insanları diğerkâmlığa sevk edebilir. Böyle bir diğerkâmlık yalnızca bir rahatsızlık belirtisi (nevrotik bozukluk) olarak hissedilmediği gibi, çoğu zaman böyle kimselerin kendilerinden gurur duymalarına yol açan telafi edici bir nitelik de taşır.
Empati yapabilen bir insan bencillikten uzaklaşır, diğerkâmlığa yaklaşır. Başka birisinin duygusal durumunu anlama ve kavrama çabasından kaynaklanan duygusal bir tepki olarak da ifade edilen empati; bir kişinin kendisini duygu, düşünce ve davranış olarak karşısındaki kişinin yerine koyarak hissetmesi, düşünmesi ve onunla ortak hareket edebilmesidir ve diğerkâmlığın sebeplerindendir.
Toplum içerisinde yaşamak durumunda olan insan, toplumu meydana getiren fertlerle her an ilişki içerisindedir. Bu ilişki de doğal olarak insana bir takım sorumluluklar yüklerken menfaatleri de beraberinde getirmektedir. Herkesin açıkça kendi çıkarları için çalıştığı bir toplum, dar anlamıyla sürekli çöküntü ve kargaşa içinde olan bir toplum olacaktır. En sağlıklı ve başarılı toplum, başkalarının iyiliğini düşündüğü bir toplum olarak görünmektedir. Bu doğrultuda toplumsal bir varlık olarak insanın kendine has tabii nitelikleri arasında diğerkâmlık da yer almaktadır. Hz. Âdem’in (a.s.) yaratılışı insanın tek başına var olabildiği, Hz. Havva ve onların nesillerinin meydana gelmesi ise insanın tek başına varlığını sürdürmesinin imkânsızlığını göstermektedir. Toplum halinde yaşama, kuralsızlığı veya bir kesimin menfaatine hizmet eden kuralların uygulanmasını değil; herkese eşit, paylaşımcı, aynı zamanda insanın gönül dünyasını da gözeten kuralları gerektirir.
Sahip olunan varlıklar ve değerler sosyal çevreye aittir. Ve sosyal çevrenin insana katkısı genellikle pozitiftir. İçerisinde bulunduğu çevre ile yükselecek ve değerlere ulaşacak olan insan çevreye katkıda bulunmalıdır. Bu katkı da diğerkâmlık duygularıyla verici olmayı gerektirir. Aynı zamanda insanın sahip olduğu diğerkâmlık duygusu da sosyal çevrenin insana sağladığı değerli katkılardan biridir.
- Bencillik ve diğerkâmlığın dünyevî ve uhrevî olarak sonuçları nelerdir?
Bencillik insanın kendisine ve yaşadığı topluma zarar verir. Toplumda mevcut olan problemlerin derinleşmesine ve yeni problemlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlar. Çalışma ve üretim dengesizliği ile beraber toplumsal suçlar, fakirlik ve sefalet meydana gelir. Bedensel rahatsızlıklardan daha tehlikeli olan psikolojik ve sosyolojik sorunlara sebep olur. Bencillik ile beraber ahlâkî bozulmalar hızlanır.
İlâhî kitapların bildirimleri ve yapılan araştırmalar bencilliğin, insanın fizikî ve ruhî yapısına zarar verdiğini göstermektedir. İnsanda bencillik arttıkça huzursuzluk da o nispette artmaktadır. Bencilliğin aşırı gitmesi veya uzun süre devam etmesi insanın dengesini bozmasına sebep olur. Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde iman etmek üzere Medine’ye gelen bencil insanların, dinî yaşantıda dahi istikrar sahibi olamadıklarını, sıkıntı ve ızdırap içerisinde kaldıklarını belirten ayette şöyle buyrulmaktadır: “İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’a kıyıdan kenardan kulluk eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa, gönlü onunla hoş olur. Şâyet başına bir kötülük gelirse, gerisingeri (küfre) dönüverir. O dünyayı da kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir.” (Hac 22/11)
Bencillik, bireyler arasında kin tohumları eker. Hak sahiplerinin menfaatlerini engelleyerek toplumsal memnuniyetsizliğin yayılmasına ve problemlerin artmasına yol açar. Toplumda var olması gereken düzen, toplumsal sözleşme çözülmüş olur. İnsanlar, üzerlerine düşen vazifeyi yapmamış, toplumun fayda ve menfaati için kullanmaları gereken imkânları boşa harcamış ve israf etmiş olurlar.
Kur’an’da, Hz. Muhammed (s.a.v.) öncesi toplumların cahilce bir gurur ve büyüklenme, bencillik duygusuyla inatlaşma sonucu Peygamberleri (a.s.) yalanlamaya yöneldikleri bildirilmektedir. Kur’an’da helâk edilen toplumların bencilliklerine işaret eden ayette de şöyle buyurulmaktadır. “İnkâr edenler bir gurur ve (Allah’a ve Resûlüne karşı) muhalefet içindedirler. Biz onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. Onlar da feryat ettiler, ama artık kurtuluş zamanı değildi.” (Sa’d 38/2) Yine hak-hukuk ve adaletten ayrılma, toplumun yozlaşması, zulüm ve haksızlıkların sıradanlaşmasında da bencilliğin etkisi vardır. Bu yönüyle bencillik, tarih boyunca toplumları helâke götüren sebeplerdendir.
İlk vahiyle beraber ahlâklı Müslüman’ın temelini atan Kur’an, Mekkî ayetlerde (Tekâsür 102/1-8; Mâûn 107/1-7) bencillik eden, ihtiyaç sahibi ve yetimlere iyilik yapmayan zenginleri cehennemle uyarırken iman edip infak eden, diğerkâmlıkla iyi ve güzel işler yapanları da cennetle müjdelemektedir. Çıkar hesapları peşinde sürüklenerek bencillikte diretmek, şirkin etmenleri arasındadır. Bütün bunlarla birlikte bencilliklerinden ötürü insanların cezalandırılacaklarını, Kur’an (Sebe’ 34/43; Fussilet 41/26) haber vermektedir. Medenî surelerde ise mal; ya yoksul ve fakirlere iyilik yapmaya teşvik, müşriklerle mücadele için ordu donatmaya vesile ya da gösteriş ve cimriliğin kınanması mala dayalı otoritenin eleştirisi (Kehf 18/32-36; Nûh 71/1-27) bağlamında söz konusu olmaktadır. Bencil insanlar, çeşitli hesaplarla menfaat gözetirken aslında çevrelerinin istifade ettiği dünya nimetlerinden mahrum kalırlar. Bu arada Allah’ın nimet ve ikramlarından da uzaklaşırlar.
Bencilliğin fert ve toplumda meydana getirdiği zararlar ve kötü sonuçlar içerisinde ahirette maruz kalınacak şiddetli azap da vardır. Bu bağlamda Tevbe Suresi 34 ve 35. ayetlerde topluma iyi örnek olmak yerine kendi çıkar ve menfaatlerini her türlü değerin üzerinde tutan sözde din adamlarıyla beraber, iktisadî değişim araçları olan altın ve gümüşü stok ederek ekonomiyi çökerten kimselerin acı veren bir azaba çarptırılacakları bildirilmiştir.
Kur’an’ın genelinde, insanların kendileriyle beraber yaşam bulmuş olan varlıklara karşı sorumlulukları olduğu vurgulanır. Kur’an’ın teşvik ettiği diğerkâmlık ahlâkında zorunluluklar ve tavsiyeler birlikte yer alırken diğerkâmlığın dünya ve ahiret hayatı için faydalarının olduğu da ifade edilir.
İnsanı tabiattaki varlıklardan güçlü kılan diğerkâmlık, insanların özlerinde taşıdığı değerleri işleyerek toplum menfaatine yöneltir. Hatta kötülüğe meyleden kimsenin kabiliyetlerini ve insanların yapageldiği yanlış davranışları direkt engellemek yerine onları erdemlere yönlendirerek kolay yoldan faydalı hale getirir.
Diğerkâmlık, çok eğilimli bir erdemdir. O, cesaretle birlikte bulunduğunda kahramanlığı doğurur, şefkatle birleşince iyilikseverliği oluşturur, karşısındakinin içinde bulunduğu veya bulunabileceği durumları düşününce af ve merhameti meydana çıkarır. Affetme ile yapılan diğerkâmlık da şükran duygularıyla karşılık bularak insanlar arasında yaygınlaşır.
Diğerkâmlık, insanı yüceltirken aynı zamanda insanlarla yakınlık kurmaya vesile olur. İnsan, yalnız başına olduğunda ve sadece kendi menfaatini düşündüğünde küçük bir “ben”den ibarettir. Fakat diğerkâmlık, insanı sıkan dar kalıplardan sıyrılıp özgürlüğe kavuşmuş fertlerden oluşan “biz”e doğru yükseltir.
İnsanın başkaları için yaşaması, fedakârlık yapması, ihtiyaç duyduğunu paylaşması, kendinden vazgeçip başkalarını düşünmesi dünyevî sebeplerle tam olarak izah edilemez. Çünkü diğerkâmlığın sonucunda elde edilecek dünyevî menfaatler yeterli ve tam bir karşılık olmayacaktır. Diğerkâmlığın temelinde ahiret hayatının varlığına, orada tecelli edecek adalete ve mükâfata inanma vardır. Diğerkâmlığın olmadığı yerde ise diğerkâmlığın zıddı ve insanlığın ortak yararına aykırı olan bencillik alabildiğine yayılacaktır.
Allah’a ve ahirete iman ile birlikte yapılan maddi ve manevi yardımlar, diğerkâmlıklar, hem ferdî hem de içtimâi yönden önemli ve güzel neticeler doğurmaktadır. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) müminlere hitaben, “Sizden biriniz kendisi için sevdiği şeyleri kardeşleri için de arzulamadıkça kâmil manada iman etmiş olamaz.” (Buhârî, İmân 7; Müslim, İmân 71, 72) şeklindeki sözü diğerkâmlığın bir alt sınırdır. Çünkü Allah, “diğerkâmlık ayeti” olarak adlandırabileceğimiz ayet-i kerimesinde Ensar’ı nazara verir ve “Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler.” (Haşr 59/9) buyurarak asıl diğerkâmlığın kendisi muhtaç olsa bile başkalarını kendisine tercih edebilmekle gerçekleşebileceğini anlatır. Ve diğerkâmlığın ahiret hayatında karşılık bulacağını beyan eder. Diğerkâmlık, ahiret hayatında insanın günahlarının affedilerek manevi arınmasının sağlanması, ebedî kurtuluşa erme, Allah Teâla tarafından sevilip rızasına ulaşma ve büyük mükâfatlar verilmesi gibi üstün neticelere ulaştırır.
(Konu hakkında daha geniş bilgi için Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde hazırlamış olduğum Kur’an-ı Kerim’e Göre Sebep ve Sonuçlarıyla Bencillik ve Diğerkâmlık isimli doktora tezine müracaat edilebilir.)