Popüler Kültürün Dayatmalarına Karşı Aileye Sahip Çıkmak. Cafer Vayni

Popüler kültür insanları nasıl etkiliyor, toplumun düşünce kalıplarında büyük değişiklikler var mı?

Popüler kültür toplumu gündelik düşünmeye, eylemde bulunmaya yönelik bir biçimde etkiliyor. Esasında düşünceyi çok karmaşık hale getiriyor. Sistemsiz, oynak bir düşünce biçimi olarak toplumda bir durum ortaya çıkartıyor. Şöyle ki; insanlar çok kolay çok yanlış şeylere inanabiliyor, çok kolay, çok hatalı çok yanlış davranışları sergileyebiliyor. Mesela popüler kültür sana büyük olduğunu iddia ettiği bir sanatçıyı sunuyor. Diyor ki, bu dünya starıdır… Halbuki bu sanatçı  hiçbir biçimde insana ve dünyaya model olabilecek nitelikler taşımıyor. Taşımamakla birlikte popüler kültürün aygıtları bu şahsı çok büyük bir sanatçıymış  gibi sana sunabiliyor ve senin toplumundaki gençler, dünya toplumundaki gençler de bunlara özenebiliyor. Çok basit bir örnek daha vereyim. Mesela Mc Donalds, aynı zamanda bir popüler kültür üretim aracıdır. Bugün Mc Donalds’ın popüler kültür dayatması sonucu Türk toplumunda insanlarımız, hatta mütedeyyin insanlarımız bile iftarlarını Mc Donalds’larda açıyor. Başı kapalı kızlarımızın, kadınlarımızın çocuklarını yanına alıp Mc Donalds’da iftarlarını açtıklarını hatta kuyruk oluşturduklarını ben bizzat gözlemledim. Bu noktada popüler kültürün çok etkileyici çok baskı altına alıcı unsuru var ve insanları, toplumları düşünmeden güdüleme özelliğine sahip. Hakeza bir kitap için “dünyanın en fazla satan kitabı” deniliyor ve Türkiye’de de en fazla satan kitap oluyor. Ama kitabın içeriğine baktığımızda tamamen Müslüman halkın toplumsal yapısının, ahlaki yapısının, karakter yapısının çok dışında bir kitap olduğunu görüyoruz. Günümüzde çocuklarla ailelerin, ebeveynlerin anlaşamamaları çok fazla. Yine günümüzde boşanma oranları olağan üstü arttı. Bugün öğrendim, bir tanıdığımın 3 çocuğu var. Üçü de evli, üçü de boşanmış. Burada bir sorun var. Dolayısıyla bu durumun popüler kültürün dayattığı hafif gevşek kültürel davranış ve düşüncelerden kaynaklandığı kanaatindeyim. Günümüzde evliliklerin bir çoğu artık “olursa olur, olmazsa olmaz”,  “deneme evliliği” mantığıyla kuruluyor. Yani evlilik ve aile gibi kutsal değerlere de artık popüler kültürün dayatmaları sonucunda biz böyle bakar olduk. Bunda  kitle iletişim araçlarının rolü büyük tabi. Popüler nedir? Gelip geçici ama toplumu kısa süreliğine etkileyen düşünce biçimi, eylem biçimi… Televizyonlar, sinema ürünleri, hepsi ama hepsi bu kültürü çok ciddi bir biçimde dayattı. Son dönemde örnek vereyim, toplumda, tırnak içinde bu kavramı kullanmak istiyorum; karşı tarafı aşağılama ve hakaret ifadesi; “geri zekalı” kavramı. Geri zekalı kavramını topluma “Çok güzel hareketler bunlar” tiyatro oyununun dayattığını görüyoruz. Halbuki bunları oynayan ekibin topluma güzel model örnek sunma görevi var. Ama toplumun en küçüğünden en büyüğüne kadar sokakta binlercesine rastlarsınız, “geri zekalı” diyen, telefondaki hitaplarında rastlarsınız bu cümleyi kullananlara. Ama sokak dilini sahnede söylemek başka bir şey. Yine hiç olmadık bir biçimde bir televizyon dizisinde ilk defa bir kadına “bir gecelik ilişki” için 150.000 dolar teklif edildi. Bu bizim televizyon tarihimizde olmadık bir şeydir. Yani Müslüman bir toplumun televizyonunda böyle bir şey oldu. Bu son derece olumsuz bir düşünceyi ve fiili topluma zerk etmektir. 

Bizim halkımızın duygusal kotları var. Gerçekle film arasında bir ayrıma gitmeden etkileniyor diyebilir miyiz? Olaylara bakışımızın ve değerlendirmemizin referansları değişiyor bir bakıma, değil mi?

Tabi bütün bunlar gerçektende popüler kültürün ülkemizde ne kadar önemli tahribatlar açtığını ortaya koymaktadır. Dine bakışımızı, kutsal değerlere bakışımızı, sosyal hayattaki ilişkilerimizi, ilişkilerin insani merkezli mi olacağı, menfaat merkezli mi olacağından tutun da her şeyimizi ister istemez etkiliyor. Bir zamanlar bu anlamda “köşe dönmeci” bir anlayış vardı.     

Sanıldığı gibi popüler kültür ya da başka bir şey, toplumda yapısal değişikliklere yol açtı mı? 

Yapısal değişiklikler anlamında hem de çok olumsuzluklara yol açtı. Yani sosyolojik anlamda baktığımızda toplumdaki yapısal dönüşüm olumlu da olabilir olumsuz da. Mesela ‘kültürümüz yok oldu’ kavramı sosyolojik bir kavram değildir, kültürümüz dönüştü, değişti, farklılaştı. Şimdi popüler kültür toplumsal değerleri, toplumsal normları, kuralları, kaideleri, ilişkileri çok olumsuz bir biçimde etkiledi. Eskiden “biz kahramanız, biz Osmanlı torunlarıyız, yeryüzüne adalet taşıyan bir milletiz” gibi sözler kullanırdık.  Yardım severdik, misafirperverdik… Şimdi bakıyorsun gençlerde de çok gözlemliyorum, menfaat eksenli ilişkiler ön planda. Çok idealist, çok fedakar insan ve gruplar da çıkıyor, tabii hiç çıkmıyorda değil. Ama onlar da “acaba ben de mi yanlış yapıyorum” düşüncesine doğru gidiyor bir zaman sonra. Yani onu da etkiliyor dolaylı olarak. Bu dayatma insanı öyle düşündürüyor . “Ben mi hata yapıyorum…” Halbuki o doğru yapıyor, biliyor yüzde yüz doğru yaptığını, doğru davranış da bulunduğundan emin. Ama bu olumsuz dayatma onu da yer yer kendine sorgulatıyor. Kendini sorgulamasa bile yakın çevresi onu şiddetli bir biçimde sorguluyor.

Peki bu toplum, popüler kültürün ürünlerini yeni yeni mi hazmediyor? Yoksa büyük bir değişiklik meydana geldi mi popüler kültürle birlikte?

Popüler kültür şudur; şimdi selin önünde adamla odun, her şey birbirine karışır ya… Popüler kültür odur. Seni önüne katıyor ve diyor ki “şunu tüketeceksin, şunu alacaksın” Şimdi siz mağazaya gidiyorsunuz, mağazadaki görevli diyor ki size “ama efendim bunu tercih ediyorlar…” Hayır kardeşim ben bunu tercih ediyorum. Mesela ben uzun burunlu ayakkabı tercih etmiyorum, kısa burunlu ayakkabı tercih ediyorum. Görevli diyor ki “hayır, uzun burunluyu tercih ediyorlar…” Peki bu insanların tercihini kim belirliyor, yine onlar belirliyor. Moda dediğimiz durumu kim ortaya koyuyor, onlar koyuyor ve senin özgür iraden ipotek altına alınıyor. Esasında insanlık hiç bir tarihte bu kadar özgürlüğünü kaybetmedi. 

Popüler kültür senin adına sana yapman gerekenleri bir şekilde dayatıyor… Bu aşamadan sonra bu durumdan nasıl sıyrılırız?

Bu noktada bana göre çok olumlu gelişmeler de var. Bu ikisini birlikte düşünmeliyiz. Ama eğitim kültürü çok farklı bir şey. Mesela Çemberlitaş’taki Türk Ocağı’nın bahçesine bir çoğumuz giriyoruz. Büyük zatların yattığı bir mekan burası. Sultan Abdülhamit Han orada yatıyor, bir çok alimler ve Padişahlar ve devlet adamlarının ebedi istirahat mekanı. Burada ilim ve irfan tahsil ederken yine buradaki ecdada dua ediyoruz. Ama gel gör ki bizler ülkemizde eğitim ve öğretimi karıştırıyoruz. Bu çok önemli bir ayırım. Öğretim, bir müfredat doğrultusunda hareket etmektir. Burada dikkat etmemiz gereken unsur, insanın erdemli olarak yetişmesi. Böylece popüler kültür unsurlarını biz esasında eğitim kültürüyle yıkabiliriz. Bizdeki eğitim kültürü çok dejenere oldu. Bugün siz bir okula gidin… Okulda müfredata bakarlar, yıllık programında ne yaptın, ne yazdın, bunları uyguladın mı diye. Ama çocuğun anne babası ayrı mı çocuk sigara içiyor mu? Çocuğun zararlı alışkanlığı var mı?  Çocuğun bir ızdırabı var mı? Biz bunların hiç birisini bilmeyiz ama o çocuğa sınıfta biz mükemmel öğretilebilir bir çocuk gibi yaklaşarak, “şunları öğreneceksin, bunları yapacaksın” şeklinde bir yaklaşım sergileriz. Halbuki o çocuğun önce sevgiye ihtiyacı var, psikolojik desteğe ihtiyacı var, eğitime ihtiyacı var; eğitim kültürü bu anlamda çok çok önemli...

Toplumu yönlendiren dini önderlerin nelere dikkat etmesi gerekiyor. Mesela ahlaki sohbetler Türkiye’de ne ölçüde yapılıyor? Ahlaki değerlerde bir tükeniş olduğunu düşünüyor musunuz?

Gerçekten usulüne uygun yetişmiş olanların toplumu iyi yönlendirdiğini düşünüyorum. Ama bazıları var kimin adına konuştuğu belli olmayan… Nitekim biliyorsunuz bazı dini kisve adı altında gruplar çıktı. Türkiye’deki kamuoyunu öyle bir yönlendirdiler ki, Türkiye adeta elden gidiyormuş gibi bir düşünce belirdi. Televizyonlar, gazeteler her yer ama her yer bu zatları istedikleri biçimde öne çıkarttılar. Şimdi bunların kamuoyunda yer alması iyi bir model oluşturmadı. Toplum için toplumun büyük bir kesimi de kaygı duymaya başladı. Yine isimlerini vermemize gerek yok, bazı din önderleri görünümü altında kişilerin dinle hiç de alakalı olmayan iş ve işlemler yaptığına, söylemler geliştirdiğine ben şahidim. Ama genelde büyük çoğunluğunun toplumu iyi yönlendirdiğini düşünüyorum. Cemaatler arasındaki bölünmeler toplumda iz bırakmaya başladı.

Bu olumsuzlukların ahlaki değerlerde bir tükeniş sonucu olduğunu düşünüyor musunuz?

Göreceli olarak böyle olabilir yani ahlaki değerlerde tükeniş… Ahlaki değerler eksik zaten. Ama insan fıtratı olumsuzluklardan daha ziyade olumluya meyilli. Aslında gündelik düşündürülmese, dayatmalarla insanlara “sen böyle düşüneceksin, sen böyle yapacaksın”denilmese, insanın üzerine gidilmese, insan zaten kendi fıtratı gereği doğruyu daha kolay bulur. Esasında büyük çoğunluk, yaptığı eylemin olumsuz olduğunu biliyor, akşam vicdanını yokladığında yaptığı eylemlerin çok olumsuz olduğunu görüyor. Peki özellikle ahlaki açıdan inanç ve yaşama bilinci arasında tutarsızlık var mı? İşte bu, başından beri anlatılanların getirdiği önemli sonuçlardan bir tanesi, elbette var. İnanç ve yaşama bilinci hususunda düşündüğümüz gibi yaşamalıyız. Ama bunu yapamasak o zaman yaşadığımız gibi düşünürüz. Şimdi burada inanç ve eylem ilişkisi var, gerçekten çok sıkıntılı bir durum bu.

Bakın camilerimiz bu kadar dolmuyordu. Gerçekten vaazlar, ahlaki sohbetler hiç bu kadar artmıyordu. 30 sene 40 sene önce bu tür şeyleri mumla arardık, yapılan camii sayısıyla paralel olarak Cuma günü camilerimiz tıklım tıklım. Öyle anlar oluyor ki mesela ben Zeytinburnu Çırpıcı’daki camide baygınlık geçirebiliyorum kalabalıktan. Peki bu kadar insanın madem ki dini duyarlıkları arttı, niye bu kadar sorun var o zaman. Bu kadar insan, diğer bir insana niye haksızlık ediyor! Aile arasında abi kardeşe, bacı ablaya, evlat baba ve anneye niye olumsuz davranışlar sergiliyor! Maalesef ahlaki eğitim gevşek olduğu için.

Din yanlış mı anlatılıyor yoksa yanlış mı anlaşılıyor?

Şimdi yanlış anlaşılmıyor burada tamamen sosyolojik bir açıklamayla konuyu temellendirelim. Sosyolojisinde ana kurumlar var. İnsanlık tarihinde de bu ana kurumların bir kısmı bazı kurumlar öne geçmiş, belirleyici olmuş. Bu ana kurumlar aile, din, siyaset, ekonomi, eğitim.

Ekonomi kurumu 1980’den önce Türk toplumunu büyük baskı altına almış, bir yanda zenginleşme varken bir yanda israf var. Mesela adam diyor ki bir alış veriş merkezi açıyorum, 2000 kişiyi işe alıyorum diyor. Bunu zenginleşme nedeni sayıyor. Hayır, öyle bir şey yok, bu esasında fakirleşme nedenidir. Çünkü 2000 kişiyi çalıştırmak için sen bir yerde 10.000 kişinin rızkını orada gelir olarak temin edeceksin ki orada çalıştıracaksın. Bu çok çarpık bir ilişki, bu bağı kurmuyoruz. Mesela adam diyor ki; “ben 2000 kişiye iş vereceğim!” Kardeşim 2000 kişiye iş vermen için 10.000 kişinin hakkını gasp etmen lazım, başka türlü veremezsin. Sen de kar edeceksin oradan… Meseleye buradan bakmak lazım. Dolayısıyla ekonomi belirleyici bir kurum olmakla birlikte tüketim merkezli bir ekonomi… O zaman ne oluyor, vatandaş evini nasıl geçindireceğini yiyeceğini nasıl temin edeceğini daha ziyade düşünüyor. Sonuçta dini ve ahlaki değerler, aile değerleri yavaş yavaş dejenere olmaya başlıyor. Yine gördük, siyasetle uğraşanlar istifa etmek zorunda kaldı, uçkur meselesinden dolayı. Nasıl olur ya, sen rol modelsin!.. Türkiye’yi yönetmeye talipsin ve ilkelerinden de en önemlisi ahlak olmalı. Bu sadece o partide değil, toplumda da aynı durum arttı.

Bunun yanında topluma rol model olacak çalışmalar da var. 2008 yılı, Yahya Kemal yılıydı, Mehmet Akif Ersoy yılı ve UNESCO’nun da Evliya Çelebi’nin 400. doğum yılı… Şimdi siyasetçilerimiz aslında güzel atılımlar yapıyor kültürel anlamda. Ancak gerek sivil toplum örgütleri gerek diğer kamu kurumları bunun gereğini yapmıyorlar. Bunu sistemli kurumsal hale getiremiyorlar.  Devletimizin bana göre yapması gereken en önemli unsur “televizyon izleme!” demektense mutlaka denetim altına almak zorunda. Anayasanın temel maddesi,” devlet, aileyi ve çocuğu korur” diyor. Devlet aileyi ve çocuğu korur diyorsun ama aileyi ve çocuğu tahrip edecek her türlü şeyi yapıyorsun. Yani müsaade ediyorsun… Devlet bu konularda kesin olarak bir denetleyici mekanizma olmak zorunda. Türkiye’ye yayın yapıyorsan nitelikli sinema filmi koy ki insanımız iyi bir kültür kazansın.  Birincisi, ahlaken son derece çarpık ilişkilerle ‘olabilirlik’ algısı oluşturuluyor. Agresif depresif tiplemelerle lise öğrencileri arasında bir de bakıyorsun bir laçkalık baş göstermiş. Gidin de bir öğretmenlere sorun bakalım, bir sosyolojik çalışma yapın… Bakalım size öğretmenler neler anlatacak!..  İkincisi, dini hassasiyetler göz ardı ediliyor. Bu direk olmasa da dolaylı olarak yapılıyor. Üçüncüsüne gelince Türkçesi bozuk konuşmalar dili tahrip ediyor. 

Dolayısıyla bu sorunda karşıt düşüncede olanlar ne derse desin devletimize özellikle kitle iletişim araçlarını denetleme düzeyinde çok önemli görevler düşüyor. Şunu düşün; reklam dayatması bombardımanı… bu 2 saatlik sürede reklamlara da sınırlama getir. Çünkü devletin toplumun bekasını, toplumun sağlıklı gelişmesini, aileyi ve çocuğu korumak gibi asli görevi var. Şimdi son kanun değişikliğinde kadınlar ve çocukların lehine de bir hüküm eklendi.

Burada sivil toplum örgütlerinin çok çalışması gerekiyor.

Aileye yönelik olumsuz diziler gerekirse kaldırılabilmeli. Çünkü aile birliğini sarsıcı düşüncelere yol açıyor. Toplum olarak biz kendi değerlerimize sahip çıkmalıyız. Mesela Mevlüt kültürü hala toplumda etkili olarak yer alıyor. İnsanlar Mevlüt vesilesi ile Türkiye’nin dört bir yanında bir araya kolayca gelebiliyor. Ayrıca evlilik ilişkilerinin kurulmasından anlayabiliriz çatışma kültürünün olmadığını. Bugün Türkiye’de toplumun çok farklı kesimleri birbiriyle evlilik ilişkisi kurulmasında hiç bir sıkıntı görmüyor. Kızını alıyor kızını veriyor, üç milyon evlilik yapıldığı söyleniyor.

Teşekkür ederiz...

Böyle önemli konulara duyarlılığınız için ben de çok teşekkür ediyorum... Toplumsal sorunlara bir katkım olursa bu beni mutlu eder. Son olarak şunu söyleyeyim; temelde popüler kültürün zararlı yönlerinin önlenmesinde devletimizin üzerine düşen görevi yapması gerekiyor. Aileyi ve çocukları mutlaka ama mutlaka koruması gerekiyor. Eğitimin çok çok daha önemli olması gerektiğini düşünüyorum. Bütün bunların yerli yerine oturmasıyla daha sağlıklı, daha güzel bir ülkeye, daha aydınlık bir ülkeye, dünyayla yarışır bir ülkeye kavuşacağımızı düşünüyorum.