Obsesyon (vesvese) insanlık kadar eski olan bir hastalıktır şüphesiz. Çünkü vesvesenin iki sebebi vardır. Birinci sebep; insanın yaratılışından getirdiği, onun için yaşamında gerekli olan hayal kuvveti, vehim kuvveti vb. gibi kuvvelerdir. Bilgi edinme, öğrenme ve kendini geliştirmek için insanın bu kuvvelere ihtiyacı vardır. Zihnimizin çalışabilmesi için hayal gücümüz, vehim gücümüz vesvese üretir, üretemezse çalışamaz.
İkincisi de yine o kadar eskidir. Onun da sebebi şeytandır. Şeytan da insana vesvese verir. Şeytanın vesvesesi müsbet değildir. Haktan doğruluktan yana değildir. Bu durum yüce Kur’an’ın beyanıyla böyledir. Ama bunun da hikmeti vardır. Dolayısıyla insanoğlu her zaman vesveseye muhatap olarak doğacak, yaşayacak ve ölecek; bu halden kaçış mümkün değildir.
Bu durumda görülüyor ki vesvese ölülerde ve delilerde olmaz. Biz deli ve ölü değilsek vesveseye muhatabız bu durumdan kaçış mümkün değil.
Demek ki vesvese her zaman kötü değildir. Aksine vesveseyi biz kontrol ettiğimiz sürece hayırlı sonuçlara vesile olup işe yarar şeyler üretmemize yardımcı olur. Ama vesvesenin kontrolüne girersek işte o zaman vahim sonuçlar ortaya çıkar. Birçok ruhsal hastalık, insanın, vesvesesinin kontrolüne girmesi sonucu ortaya çıkar. Vesveseyi kontrol ise akıl ister, bilgi ister, bilinç ister. Bu anlamda Kur’an’a, hadislere ve İslam âlimlerine kulak vermek çok önemlidir. Sevgili Peygamberimiz, Rabbimiz’den ilham ve vahiy yoluyla aldığı insana ve eşyaya ait doğru bilgilerle vesvesenin zararlı olanını hem çok iyi tespit ve tarif etmiş ve ümmetini uyarmıştır.
Her zamanda olduğu gibi bu zamanda da vesveseden bizar olmayan insan yok gibidir. İşte burada en önemli bilgi vesvesenin bizim kontrolümüzde kalmasıdır. Vesvese güzel bir küheylan ata benzer. O at kişner ve gezinmek ister. Eğer çitle çevrili bir araziniz varsa orada atınız gönlünce koşsun, o koşmalar onu güçlendirir, daha hızlı, daha güçlü, daha çevik hale getirir. Atın her zaman bağlı olması iyi değildir. Ama çitiniz yoksa at alır başını gider ve atsız kalırsınız. İşte insan zihni, doğru bilgi ve sağlam irade gibi bariyerler ile çevrili olursa o alanda “zihin atı” istediği gibi koştursun; o koşmalardan akıl, bilgi, anlayış keskinliği ve zekâ kıvraklığı ortaya çıkar.
Bu konularda yazı yazan İslam âlimi pek fazla değildir. Yazanlar da konuyu çok fazla detaylandırmazlar. Bu konuda yazılmış eski ve yeni eserleri incelediğinizde çok faydalı şeyler söylemiş âlimlerimizi görüyoruz… Ama vesvese ile ilgili en kapsamlı açıklamaları ve en vurucu tespitleri, insanı çok iyi tahlil etmiş olan asrımızın en büyük mütefekkir ve âlimlerinden olan gönül insanı Şenel İlhan Beyefendi'nin eser ve sohbetlerinde görüyoruz. Kendisi, bu konuyu dost meclislerinde ihtiyaç halinde çok işlemiştir. İşte böyle dost meclislerinde yaptığı sohbetlerinden derlemeye çalıştığım bu çok önemli konu ile alakalı bir makaleyi siz değerli okurlarımın istifadesine sunmak istiyorum.
Abdulkadir YILMAZ
Asrımızda insanlığın en önemli sorunlarından biri vesvesedir. Gerçi vesvese, her devirde insanların başına bela olmuş, toplum içinde pek çok insanın akıl ve ruh sağlığını bozarak onu normal hayatın dışına atmış ciddi bir sorundur. Bugün de insanların içinde vesveseden çekmeyen insan yok gibidir. Vesvese denen bu önemli sorunun çözümü için önce vesvesenin gerçek bir tanımından işe başlamak gerekir.
Öncelikli olarak, “Vesvese nedir? Tamamen yok edilmesi gereken kötü bir hastalık mıdır?” bu konuyu aydınlatmamız gerekir.
İnsanlarımızın büyük çoğunluğu vesveseyi, imanından şüphelenmek sanıyor. İmanını tehlikede görerek endişelenip korkuyor. Vesvese bir bakıma şüpheye benzese de şüphenin tanımı şöyledir: İman ile inkâr arasında tam ortada kalmak şüphedir. Duygulardan birine az da olsa meyledip ortadan biraz diğer duyguya yönelme zandır. Diğer duyguyu terk ederek tamamen bir duyguya yönelme zann-ı galip’tir.
Metodik şüphe normal olandır, amaçlanmış şüphe tehlikelidir
Şüpheyi de iki kategoride değerlendirmek gerekir. Birincisi metodik şüphe, ikincisi amaçlanmış şüphe. Amaçlanmış şüphe: inkâr etmeyi isteyen, bundan razı olan kişinin şüphesidir. Metodik şüphe ise araştırmak, doğruyu bulmak isteyen kişinin şüphesi ki buna müspet şüphe demek icap eder. Zira bütün ilmi buluşlar, icatlar, teknolojideki gelişmeler bu şüphe sayesinde olmuştur. O zaman bu şüphe zararlı değil bilakis faydalıdır. Amaçlanmış olan şüphe kötüdür ve küfürdür. Metodik şüphe ile kendiliğinden gelen şüphe veya vesveseye eğer amaçlanmış şüphe muamelesi yaparsak, bu cehaletimiz sebebiyle kendimize haksız yere zulmetmiş ve şeytanın eline de müthiş kozlar vermiş oluruz. O da, Allah korusun bizlerle çocuğun topla oynadığı gibi oynar durur. Hâlbuki bu vesvese küfür değil, zararlı da değildir. Bu ikisinin ayrımını yapabilmek insanı iyi tanımakla mümkündür. İnsanı iyi tanımak da Rabbimizin ve onun elçisi olan Hazreti Peygamberin insan hakkındaki tarif ve tespitlerini referans almadan mümkün değildir.
Demekki amaçlanmış şüphenin dışında insana gelen şüphe ve vesveselerden tedirgin olmak yersizdir. Çünkü bu tür vesvese zihnin normal işleyişini gösterir. Bu anlamda aşırı gidip takıntılı olmadıktan sonra, vesveseli olmak sağlıklı olmak, akıllı olmak demektir. Peki, takıntılı olmak ne demektir? Kalbinde iman dağ gibi olduğu halde kafasına gelen soru ve vesveseler nedeniyle kendini imansız sanmak ve öyle ki hastalanacak seviyelere gelmek, hatta sırf bu nedenle ibadetlerini terk etmek takıntı halidir. İşte bu oyuna asla gelmemelidir. Bu şekilde vesveseleri olduğundan fazla abartmak ve onların her türlüsünü zararlı addetmek bizi içinden çıkamayacağımız girdaplara düşürür. Bu girdaplarda günlerce belki senelerce döner dururuz ama bir türlü içinden çıkamayız.
Şu gerçeği iyi bilmek gerekir, insan zihni vesvese veya şüphe yöntemiyle çalışır. Doğrulara bu (kıyas, cedel, şüphe, araştırma… vs) yöntemlerle ulaşır. Bu anlamda, doğru bilgiye ulaşmak için zihnin çabasına şüphe veya vesvese diyebiliriz. O zaman amaçlanmış şüphede tarif edilen dışında vesveseli olmak aslında bir sorun ve hastalık alameti değildir. Zira bu tür vesvese delilerde bir de ölülerde olmaz. O zaman sorun, vesvesenin bizzat kendisinde değil, bu konudaki bilgisizlik veya yanlış bilgiler neticesi zararlı bir virüse dönüştürülmüş şeklindedir.
Müspet vesvese vücudu koruyan sinirlere benzer
Müspet vesvese vücudu koruyan sinirlere benzer. Temizlik vesvesesi insanı temiz yapar. Şüpheli işlere düşmekten kaçma vesvesesi takva yapar. Yüce kitabımız Kur’an da bizi buna teşvik eder. Mesela Kur’an’da; “Ey iman edenler, eğer size (özü sözü bozuk) fasık birisi bir haber getirirse onu iyice araştırın, sonra bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat- 6) buyrulur. Bu ayette açıkça “fasığın getirdiği haberden şüphelenin” emri vardır. Bu şüphe, insanı etraflıca araştırmaya sevk eder ve bu sayede bilmeden insanlara zarar vermekten ve günahtan korunmuş oluruz.
Size bilmediğiniz bir yerden veya tanımadığınız birisinden bir haber, bir bilgi geldiğinde eğer o bilgi sizin için bir önem arz ediyorsa, normal olarak o bilgiden önce şüphelenmeniz ve doğruluğunu araştırmanız gerekir. Aksine davranış yanlış bir tutumdur. Zira bir insan her duyduğu şeye, her söylenen bilgiye hemen” bu kesin doğrudur” diye inanıyorsa, asıl o insanda bir sorun var demektir.
İnsanların doğruluk arayışları bilgiden şüphelenmeyle başlar. Aklı olan, malının canının kıymetini bilen, kendine ve sevdiklerine değer veren her insan, bu kıymetli şeyleri riske atmadan önce düşünür, bu konuda biraz olsun vesveseli olur. İşte bu sağlıklı durum her insanın başındadır. Bu hali yok etmeye çalışmak, normal çalışan bir makineyi bozmak gibidir.
Taklidi imandan tahkiki imana giden yol da, bu metodik şüpheden geçer. Mesela yine bizzat Rabbimiz, yüce kitabında tevhidi ispatlamamız için bizi önce bu metodik şüpheye sevk ediyor:
“Allah’tan başka ilahlar olsaydı bu ilahlar arşın sahibi Allah’a elbette bir yol ararlardı. İlahlıkta ortaklık olmaz. Onun için Allah ile savaşıp Onu yok etmeye çalışırlardı.” (İsra 42)
“Eğer yer ile gökte Allah ’tan başka ilahlar olsaydı, bunlardaki nizam bozulur, karmakarışık olurdu.” (Enbiya 22)
Bu ayetlerde “farz edelim ki, Allah birden fazla deyin ve öyle düşünün, o zaman işin içinden çıkamayacağınız akli problemlerle karşılaşacaksınız” diyor açıkça. Dolayısıyla bu tür düşüncelerin ve akla gelen vesveselerin korkulacak bir şey olmadığını, akıllı insanı tahkiki imana götüreceğini söylemiş de oluyor bu ayetler.
Bir müslümanın küçük bir delili onu tahkiki iman sahibi yapar
Şu önemli hakikati de bilmek gerekir ki tahkiki iman, bütün küfür vesveselerine cevap vererek, tüm aklımıza gelen soruları cevaplayarak, nefsi ve şeytanı susturmak asla değildir. Çünkü böyle bir şey asla mümkün değildir. Yanlış anlaşılmasın böyle bir şeyin mümkün olmaması sorulara cevap vermenin zorluğundan değil, zihnin yapısı ve işleyişi gereği soruların bitirilemeyeceği ve susturulamayacağı içindir.
Bunun niye böyle olamayacağını ve soruların niçin hiçbir zaman bitmeyeceğini ilerde açıklayacağız, hatta ispat edeceğiz. Dolayısıyla zihne gelen bütün soruları susturarak imana yeltenmek, Allah korusun vesvesenin en tehlikeli kısmına kendini atmak olur. Kimse böyle şeye soyunmamalı, çünkü dedik ya bu gereksizdir. Şüphelere karşı cevaplarla kelam âlimleri uğraşır.
Bu ilimle uğraşmak, iman etmek için değil, ancak şüphe hastalığına yakalanmış insanlara yardım için öğrenilir. O da herkese değil ehline lazımdır. Bir gerçeği de burada ifade edeyim ki müslüman âlimlerin küfür sorulardan asla bir korkusu yoktur. Hepsinin cevapları verilmiştir, verilir de. Ama sorulara cevap vermek suretiyle iman etmeye çalışmak yoktur.
Yoksa ilmin geldiği bu noktada Allah’ın varlığını ispat etmek, Kur’an’ın Allah kelamı olduğunu ispat etmek güneşi göstermek kadar kolaydır.
İnsanlara gelen vesveseleri:
1-Faydalı, müspet vesvese.
2-Zararsız vesvese.
3-Zararlı (takıntı) vesvese
olarak üç kısımda mütalaa etsek eminim konu daha iyi anlaşılacaktır. Biraz önce bahsettiğimiz vesvese faydalı olanıydı. Şu hadisler zararsız olan vesveseye işaret ediyor:
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in ashabından bir kısmı ona sordular:
“Bazılarımızın aklından bir kısım vesveseler geçiyor, normalde bunu söylemenin günah olacağına eminiz.”
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm);
“Gerçekten böyle vesveseler yaşıyor, ondan bir üzüntü, bir korku duyuyor musunuz?” diye sordu. Oradakiler ‘‘Evet!’’ deyince:
“İşte bu (korku) imandan gelir (vesvese imana zarar vermez)” dedi.
Diğer bir rivayette: “(Şeytanın) hilesini vesveseye dönüştüren Allah’a hamdolsun” demiştir.
Müslim’in İbnu Mes’ud (radıyallahu anh)’dan kaydettiği bir rivayet şöyledir:
Dediler ki: “Ey Allah’ın Resulû, bazılarımız içinden öyle sesler işitiyor ki, onu (bilerek) söylemektense kömür kesilinceye kadar yanmayı veya gökten yere atılmayı tercîh ederiz. (Bu vesveseler bize zarar verir mi?)” Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Hayır bu (korkunuz) gerçek imanın ifadesidir” cevabını verdi.
Vesvesenin birinci sebebi Allah Resulü’nün de buyurduğu gibi şeytandır. “…Ve onları mutlaka saptıracağım, onları boş kuruntularla oyalayacağım…” (Nisa Suresi, 119) ayetinin açıkladığı gibi şeytan, insanı saptırmaya ve kalbine şüphe tohumları atarak boş kuruntularla oyalamaya ve aldatmaya çalışmaktadır. İnsanlar bu vesveseye kapılmadıkları ve kendilerini kötü ve mutsuz hissetmedikleri müddetçe bu vesvesenin de hiçbir zararı yoktur.
Evet, kalpte iman dağ gibi olduğu halde, kalbe gelen küfür vesveseleri, namazlarına yeni başlayanlara gelen abdest vesveseleri, namazların rekâtlarını karıştırma, namaz içinde ve dışında akla hücum eden cinsel objeler, Allah’a ve mukaddes şeylere karşı içerden gelen çirkin sözler vs. hepsi Efendimizin (s.a.v.) “zararı yoktur” dediği vesveselerdir.
Zihnin çalışma şekli ve insan vehmi de bu tür vesveseleri üretir. Kalpte iman olduğu müddetçe, her türlü küfür düşüncesinin akla gelmesi, bu şüpheler üzerine düşünülmesi, bunlar üzerinde akıl yürütülmesi, muhakeme yapılması, bir sonuca varılması veya varılamaması zararsız vesveselerdir. Bu, kelam âlimlerinin her zaman yaptığı bir iştir. Bunlar imana zarar vermezler. Bunlardan korkulması, kaygılanılması gereksizdir. Çünkü iman akılda değil kalpte olur.
Kalbin imanı, zihinden geçen düşüncelerle bozulmaz
Vesvesenin zihinde akılda gerçekleşen bir olay olduğunu bilmek ve imanın mahallinin de zihin olmadığını bilmek çok önemlidir. İslam âlimleri iman etme yeri ile düşünme yerinin farklı olduğunu çok güzel bir şekilde ortaya koymuşlar. Düşünme yeri zihin, inanma yeri kalptir... İman kalple olur, akılla olmaz. İmanı akıl ancak onaylar. Kalp imanı tasdik ettikten sonra, akıldaki şüphelerin hiçbir hükmü yoktur. Bu düşünceler vesvese hükmündendir. Ne kadar şüpheye benzer vesvese gelirse gelsin kalpte iman olduğu müddetçe bunlar hep vesvesedir. Müslümanların en çok sıkıntı yaşadıkları vesvese türü budur. Kalplerinde iman dopdolu olduğu halde, aklın çalışma prensibinden kaynaklanan soru ve şüpheleri küfür sanarak üzülür. Kendilerini harap ederler. Bunun nedeni bilgisizlik ve cahilliktir. Bu cahillikten bunalıma giren, akıl sağlığını kaybedenler bile vardır.
İman konusundaki hassasiyetten de kaynaklanabilir bu vesveseler. Mesela bir çocuk yetişirken aklına gelen vesveseleri anne ve babasıyla paylaşır. Bazen şöyle bir soru sorabilir; “Baba Allah nerede? O’nu niye göremiyoruz? Bizi O yarattı, peki O’nu kim yarattı?” Bu sorulara cahil ebeveynlerin tepkileri aşırı olur; “Sus! Hâşâ! Ne biçim soru bu? Böyle düşünme, böyle soru sorma, kâfir olursun!” İşte bu yanlış hassasiyetler ve aşırı tepkiler daha sonra böyle şeyleri düşünmekten korkma ve düşünceyi küfür sanma gibi hastalıklara dönüşebilir. Aslında belki bu sorular bilgisiz ebeveynlerin de düşünmekten korktuğu ve kaçtığı sorulardır. Bunların cevaplarını yok sanırlar. Çünkü halkın geneli taklidi iman sahibidir. Taklidi iman sahibi insanlar soru sormadan inanırlar. Böyle sorular sormaya ihtiyaç hissetmezler. Başlarına böyle sorular soran birileri gelirse de böyle sorulardan korkar ve kaçarlar. Çocuklarını da böyle sorular sormaktan men eder, böyle düşünmekten sakındırırlar. Ama akıl denen şey, sen ne kadar kaçarsan kaç, bu soruları sana doğal olarak soracaktır. Hele bazı insanlar vardır ki, onlar bu sorulara cevap bulmadan rahat edemezler. Olgusal zihniyet sahibi insanlar böyledir. Daha sonra bu çocuklar büyüdüklerinde, ne zaman ibadete yönelseler, o kaçtıkları sorular zihinlerine hücum eder. Bu soruları küçükken attıkları gibi yine kafalarından atmak isterler ama başaramazlar. Şeytanın da tesiriyle bu sorular onların “bir numaralı” derdi olur. Bu soruların bunalımı ve vesvesesi ile kendilerini çok kötü hisseder, hatta imansız bile sanabilirler. Aslında insanlar paniklemeden, vesveselerini küfür sanmadan düşünmeyi öğrenseler göreceklerdir ki, kalplerinde iman olduğu halde akıllarıyla her şeyi düşünmek ne günahtır ne de küfür… Eğer böyle olmasaydı, koca koca kelam âlimlerinin hepsini küfürle itham etmek gerekecekti.
Evet, İman dil ile ikrar kalp ile tasdiktir. Kalbi ile tasdik ise imanı akıldan başka; sevgi, sezgi, vicdan, adalet vs. gibi duyguların da onaylamasıdır. Bu duyguların onayı aklın onayından daha önemlidir. O yüzden bir insanı ruhunuz, kalbiniz onaylamış sevmişse, vicdanınız tasdiklemişse, o kişi hakkında size bir yerlerden gelen menfi bilgiler ve vesveseler, olumlu kanaatinizi kolay kolay değiştiremez. İşte insanların kalpleri; sezgi, sevgi, adalet gibi duyguların eşliğinde bir tane istidlali bilgi yani bir küçük delil ile dahi iman edebilir. Hatta bazı insanlar vardır ki onlar hiçbir delile ihtiyaç hissetmeden de iman edebilirler. Ve bu tür iman da caizdir ve geçerlidir.
Bu imanından sonra zihnine gerek cin şeytanlarından gerek insi şeytanlardan, gerekse vehminden dolayı bir sürü soru gelebilir. İmanı korumak kaygısıyla bu sorulara cevap yetiştirmeye çalışmak gereksizdir. Çünkü iman kökü kalpte, dalları ve yaprakları zihinde olan bir ağaca benzer. Zihinde esen şüphe vesvese fırtınaları, ağacın yaprak ve dallarını sallarsa da kökü kalpte olduğu için asla söküp atamaz. Bu sebeple paniklemeye hiç gerek yoktur. Vesvese, konuşarak ve kâle alınarak susturulamaz. Vesveseli insanlar hatayı genelde bu noktada yaparlar ve normal olan vesveseyi (obsesyon) ciddiye alınca, vesveseyi, takıntı (kompülsif) rahatsızlık boyutuna taşırlar.
İman ile inancın ayırımını da iyi yapmak gerekir. İman gaybe olur. Gayb bilgisi istidlali bilgidir. İstidlali bilgi her zaman bir ucu soruya açık bilgidir. İnsan ne kadar sağlam iman sahibi olursa olsun, istidlali bilginin yapısından dolayı hiçbir zaman sorulardan ve vesveseden kurtulamayacağını peşinen bilmelidir. Bu bilgiyi bilen kişi, kendini kötü hissetmez. İşte epistemolojik olarak bu bilgilerin değerlendirmesini sağlıklı olarak yapamayan insanlar “bana vesvese geliyor; demek ki ben imanı zayıf bir insanım” diye gereksiz yere kendilerine acı çektirir, mutsuz olurlar.
Şüphe ve vesvese istidlali bilgide oluyor. Mesela ben şimdi Ahmed’i karşımda görüyorum. Gördüğümden dolayı Ahmed’in burada olduğundan şüphelenmem… Bu bilgi zorunlu bilgi, ispata gerek olmayan açık bilgidir. Ama Ahmet mutfağa geçse, onu göremesem ve Ali’ye “Ahmet nerede?” diye sorsam, Ali de; “Ahmet mutfakta” dese, bu bilgi istidlali bilgi olur benim için. Bu bilginin doğruluğuna inanabilmem ise bilginin geldiği kaynağa bağlı… Mesela, Ali’den şüphelenmezsem, aklına ve bana yalan söylemeyeceğine güvenim tamsa, o zaman “Ahmet demek ki mutfaktaymış” derim ve Ahmed’in mutfakta olduğundan asla şüphelenmem. Gözümle görmediğim halde şüphelenmem. Eğer şüphelenirsem iki kişiden birinde sorun var demektir. Ya bende sorun vardır yani ben sağlıklı bir şüphe içindeki adam değilim demektir ya da “Ali’ye güvenmiyorum, çok yalancı birisidir, yalan söylemiş olabilir” demiş olurum. İşte Allah’a, Peygambere iman da böyledir. Allah’a iman görerek olmaz. İman gaybe olur, imtihan gereği bu böyledir ve istidlali bilgiyle olur. İmanın gayba olması ve istidlali bilgiyle olması, o bilginin kesin olmadığı anlamına gelmez. Çünkü öyle istidlali bilgiler vardır ki kesinliğinin zorunlu bilgiden farkı yoktur. Mesela dünyanın yuvarlak olması, güneşin etrafında dönüyor olması, gezegenlerin varlığı hep istidlali bilgilerdir. Biz uzaya çıkıp bu bilgileri test etmedik. Ama bize gelen resimler, video görüntüleri bilim adamlarının bu konudaki beyanları gibi bilgiler istidlali bilgi olmasına rağmen, bizde zorunlu bilgi etkisi yaptı. Şimdi kimse bu bilgilerden kuşku bile duymaz. Onun gibi, Allah’ın varlığı her ne kadar istidlali bilgi ise de, böyle zorunlu bilgi gibi kesindir. Delillerle ispatlanabilir. Ama söylediğimiz gibi istidlali bilgiye insanlar şüpheyle bakabilir, kuşkulanabilir, hakkında vesveselenebilirler. Bu şüphe, bilginin kesin olmadığından kaynaklanmaz, istidlali bilginin yapısından kaynaklanır.
İmanlı olduğu halde vesveseli olan insanların alameti nereden belli olur denirse onların alameti şudur:
Onlar kalpleriyle iman etmişlerdir. İmansız olmaktan titrerler ve korkarlar. Akıllarına gelen şüpheler, sorular, çirkin sövmeler, cinsel objeler vs. yüzünden kendilerini çok kötü hisseder ve küfre düştüklerini sanırlar ve bu sebeple de acı çekerler. Hâlbuki bu kişilerin hali şüphe değil vesvesedir. Vesvesenin böyle olanı imanın kemalindendir. Bu sorulara cevap vermek gerekli değildir. Çünkü imanın yanında her zaman soru vardır. Bu soruları susturmak da mümkün değildir. En kesin cevaplarını versen bile sorular susmaz, vesvese bitmez. Bu sorulara kelam alimleri zaten ampirik bilgi kesinliğinde cevaplar vermişlerdir. Müslümanların hiçbirinin bu sorulardan korkmasına gerek yok. İşte ben Allah’ın izniyle buradayım. Aklınıza gelen bütün soruları sorabilirsiniz, hepsinin cevapları bende hazır. Ben bütün bu soruları 11 yıllık fikir çilesi yıllarımda düşündüm, sordum ve ispat ettim. Bütün bu bilgilerden bilerek şüphe ettim. Sizler için hepsinin doğruluğunu matematiksel ispat gücünde ispat ettim. Şimdi bir müslümanın bu sorularla boğuşmasına artık gerek yok. Ben buradayım. Yine bir müslümanın bu sorulardan korkmasına da gerek yok. “Şenel İlhan Beyefendi ispat etmiştir” diyerek rahatça imanın keyfini çıkarın... Allah’ın izniyle kendime bu konuda öyle güveniyorum ki bir stadyum dolusu kâfiri, ateistti hatta şeytanı bu bilgilerimle iman ettiririm, yeter ki inadi ve isyani küfrün içinde olmasınlar…
Netice olarak diyebilirim ki, bu tür konuları düşünmek her ne kadar günah ve yasak olmasa da, herkesin yapması uygun değildir. Bu konuların detayı kelam ilminin konusudur. Böyle bir şey gerekli olursa ehil olan Müslüman kelam âlimlerinin eserlerinden faydalanmayı tercih etmelidir. Bu iş, vesvesesini tefekkür sananların işi değildir.