Allahu Teala yarattığı tüm canlılara değer vermektedir. Bunlar arasında en değer verdiği, yeryüzüne halife kıldığı canlı, insanoğludur. İnsanlar içinde bazıları vardır ki onların Hak katındaki değeri, diğer insanlara göre daha farklıdır. İşte o insanlar peygamberlerdir. Peygamberlik görevi Allah tarafından verilir ve bu görevle şereflenen peygamberler son nefeslerine kadar insanlara iyiliği emrederler, kötülükten sakındırırlar; Allah’a iman edilmesini, O’na kulluk vazifesinin yapılmasını tavsiye ederler. Dünya hayatında nasıl yaşanması, ahirete nasıl hazırlanılması gerektiğini sözleriyle ve yaşantılarıyla insanlara aktarırlar. Peygamberler, maddi çıkarları olmayan, sadece Allah’ın emrini uygulamakla görevli kişilerdir. İnsanların ateşten kurtulması için, ümmetlerinin sonsuz cennet hayatında Allah’ın razı olduğu kullar arasında olmaları için çalışırlar. Dünya yaratıldığından beri ilk peygamber Hz. Âdem’den (a.s.) son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.v.) kadar pek çok peygamber gönderilmiştir. Kuvvetli bir rivayete göre bu peygamberlerin sayısı 124 bin, başka bir rivayete göre ise 224 bin civarındadır. (bkz.: Ahmed b. Hanbel, el-Müsned 5/265-266; İbn Hibbân, es-Sahîh, 2/77) Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen peygamber sayısı ise 25’tir.
Allahu Teala Kur’an-ı Kerim’de, “O peygamberlerden kimini kiminden üstün kıldık. Allah içlerinden bir kısmıyla konuşmuş, bir kısmını da derecelerle yükseltmiştir…” (Bakara, 2/253) buyurmaktadır. Buradaki üstünlüğü peygamberler arasında kıyas yapmak olarak değerlendirmek doğru olmaz. Nitekim Allah (c.c.), “Biz Allah’ın peygamberleri arasında ayırım yapmayız.” (Bakara, 2/285) buyurmuştur. Bu konuyu, Ömer Nasuhi Bilmen Muvazzah İlm-i Kelam isimli eserinde, “Şanı yüce peygamberler arasında nübüvvet ve risalet yönünden bir fark yoktur. Bu hususta hiçbiri diğerinden ayırt edilemez. Fakat arkalarında bıraktıkları değerler ve hasletler bakımından yüce mertebelerinde birbirinden farklı olduklarından aralarında üstünlük derecesi bulunmaktadır. Nitekim Yüce Allah’ın: ‘İşte o peygamberlerden kimini kimine üstün kıldık…’ buyruğuna şehadet eder. Şu kadar ki, bu üstünlük ciheti bütün tafsilatıyla bilinemez. Ancak Resul-i Ekrem Efendimizin (s.a.v.) bütün mahlûkattan üstün ve şerefli olduğu icma ile sabittir. Çünkü bahtiyar vücudu âlemlere rahmettir. Zat-ı şerifi Hâtemü’l-Enbiya olup bütün insanlara gönderilmiştir. Kitabı, şeriatı, ümmeti bütün kitaplardan, şeriatlardan ve ümmetlerden üstündür. Mazhar olduğu hususiyetler ve muvaffakiyetler ise her türlü tasavvurun üstündedir.” diyerek açıklamıştır.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), âlemlere rahmet olarak gönderilen son peygamberdir. Ondan önce nice peygamberler ve ümmetler geçmiştir. Ondan sonra gelecek başka bir peygamber yoktur. Diğer peygamberler belli bir bölgeye, kavme gönderilmiştir. Hz. Muhammed (s.av.) ise Arap Yarımadası’nda doğan, kıyamete kadar dünya üzerindeki her millete, tüm insanlara ışık saçacak olan bir güneştir. Hz. Muhammed (s.a.v.) tüm insanlığa ve cinlere gönderildiği için “Hâtem-ün-Nebiyyîn” ve “Hâtem-ül-Enbiyâ” sıfatlarıyla anılmaktadır. Ayet-i kerimede: “Muhammed içinizden herhangi bir adamın babası değildir. Fakat O, Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusu (hâtemü’n-nebiyyîn)’dir” (Ahzâb, 33/40) buyrulmuştur. Peygamberlik, Efendimiz (s.a.v.) ile mühürlenmiştir.
Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
“Bana, benden önceki peygamberlerden kimseye verilmemiş olan beş husûsiyet verildi:
1. Bir aylık mesafeden düşmanın kalbine korku salmakla yardım olundum.
2. Bana yeryüzü mescid ve temiz kılındı. Binâenaleyh ümmetimden herhangi bir mü’min, namaz vakti gelince, hemen olduğu yerde namazını kılsın!
3. Benden önce hiçbir peygambere helâl kılınmayan ganimet, bana helâl kılındı.
4. Şefaat izni verildi.
5. Benden önceki peygamberler, sadece milletlerine gönderilirlerdi. Ben ise, bütün insanlığa peygamber olarak gönderildim.” (Buhârî, Teyemmüm, 1)
Efendimiz (s.a.v.) başka bir hadislerinde de “Allah’ın ilk yarattığı şey benim nurumdur.” (bk. Tirmizi, Tefsiru’s-sureti 68; Hâkim, II/492) buyurmuştur.
“Seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 21/107) ayet-i kerimesine muhatap olan Rasulullah (s.a.v.), ahirette en kalabalık ümmete sahip olan peygamber olacaktır. Ebu Hüreyre’den nakledilen bir hadiste insanların ahirette, kendilerine şefaat etsin diye Hz. Âdem’den (a.s.) başlayarak, sırasıyla peygamberlerden şefaat isteyecekleri, ancak hiçbirinin şefaat edememesi üzerine Hz. Muhammed’e (s.a.v.) gelip: “Ya Muhammed! Sen Rasulullah ve hâtemü’l-enbiyasın. Allah senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını affetmiştir. Bize Rabbin huzurunda şefaat eyle...” diyecekler (Buhârî, Tefsir, sûre 17; Müslim, İman, Hadis no: 327).
İçinde bulunduğumuz çağ, çok zor bir çağ da olsa, ahir zamanın fitneleri her tarafımızı sarmış da olsa böyle bir peygambere ümmet olmanın şerefi hiçbir şeyle kıyaslanamaz. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), kendisine sürekli salavat getirilmesini ümmetine öğütlemiştir. Salavat, salat kelimesinin çoğulu olup Hz. Muhammed’e (s.a.v.) saygı ve sevginin gösterilmesi için okunan bir duadır. Bir kimsenin dilinde ne varsa, kalbinde de onun olduğunu anlayabiliyoruz. Bir insan sürekli kimin adını söylüyorsa, kim hakkında konuşuyorsa, kimi anıyorsa onu daha çok seviyor demektir. “Kişi sevdiği ile beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96; Müslîm, Birr, 165) hadis-i şerifinden de anlaşılacağı üzere kimi dilimizden düşürmüyorsak onu daha çok seviyoruz ve ahirette de onunla beraber olacağız demektir. Vefatının üzerinden asırlar geçmiş olsa da eli, nazarı sürekli ümmetinin üzerinde olan bir peygamberden bahsediyoruz. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) “Şüphesiz ki, benim üzerime salâvat getiren kimsenin selâmını almak için Allah bana ruhumu iade eder.” (Ebû Davud, Menasik, 96) buyurmuştur. Başka bir hadiste de Ravi: Evs İbnu Evs: “Rasulullah (s.a.v.) buyurdular ki: ‘Cuma, en hayırlı günlerinizden biridir. Hz. Âdem aleyhisselâm (ın toprağı) o gün yaratıldı, o gün kabzedildi. (Kıyamette Sur’a) o gün üflenecek, sayha da o günde olacak. Öyleyse o gün bana salâvatı çok okuyun. Zira salâvatlarınız bana arz edilir.’ Orada bulunanlar: ‘Salâvatlarımız size nasıl arz edilir? Siz çürümüş olacaksınız!’ dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: ‘Allahu Teala Hazretleri, Arz’a peygamberlerin cesetlerini yemeyi haram kıldı.’ buyurdular.” (Ebû Davud, Salât 207, (1047); Nesâî, Cum’a 5, (3, 91,92))
Bir ayet-i kerimede de “Allah ve melekler peygambere salât ediyorlar; ey iman edenler, siz de ona salât ve selâm okuyun.” (Ahzâb, 33/56)
Salavatın önemini daha iyi kavrayabilmek için diğer hadis-i şeriflere de bakmakta fayda var:
“Kıyamet gününde bana halkın en yakın olanları ve şefaatime hak kazananları, bana en çok salâvat getirenleridir.” (Tirmizî, vitr, 21)
Ravi: İbnu Mes’ud: Rasulullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Yeryüzünde Allah’ın seyyah melekleri vardır. Onlar ümmetimin selâmını (anında) bana tebliğ ederler.” (Nesâî, Sehv 46, (3, 43))
“Sizden biriniz Allah’tan bir dilekte bulunduğu zaman evvela O’na, şanına lâyık tarzda hamd-ü sena etsin. Sonra Peygamber (asm)’a salâvat getirsin. Çünkü, bu sûretle arzusuna daha kolay kavuşur.” (Taberânî, İbn. Mes’ud’dan)
Ravi: Enes: Rasulullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Kim bana (bir kere) salât okursa Allah da ona on salât okur ve on günahını affeder, (mertebesini) on derece yükseltir.” Yine Nesâî’de Ebû Talha (r.a.)’dan gelen bir rivayet şöyle: “Bir gün Rasulullah (s.a.v.), yüzünde bir sevinç olduğu halde geldi. Kendisine: ‘Yüzünüzde bir sevinç görüyoruz!’ dedik. “Bana melek geldi ve şu müjdeyi verdi: Ey Muhammed! Rabbin diyor ki: “Sana salâvat okuyan herkese benim on rahmette bulunmam, selâm okuyan herkese de benim on selâm okumam sana (ikram olarak) yetmez mi?” (Nesâî, Sehv 55, (3, 50)
“Dua eden kimse Peygambere (s.a.v.) salât etmedikçe duası perdelenir, dergâh-ı icabete vasıl olmaz.” (Taberânî, İbn. Mes’ud’dan)
“Bir cemaat oturduğu mecliste Allah’ı anmaz ve peygamberlerine salât ve selâm getirmezlerse, bu meclis onlar için bir nedâmet olur. Allah dilerse onlara azâb eder, dilerse mağfiret eder.” (Tirmizî, Daavât 8)
“Gerçek cimri, yanında zikrim geçtiği halde bana salâvat okumayandır.” (Tirmizî, Salât 357, (484), Da’avat 110, (3540)
Peygamber Efendimiz’in adını zikrederken “sallallahu aleyhi ve sellem (Allah’ın selamı onun üzerine olsun)”, “aleyhisselatı vesselam (Allah’ın salât ve selamı onun üzerine olsun)” ifadelerini kullanmaya dikkat etmeliyiz. Bunları söylemeyen hadislerde de ifade edildiği gibi cimri insan olarak görülmektedir. Bunların yanında gün içinde söylenmesi tavsiye edilen kıymetli salavatlar vardır. Bu önemli salavatlara ve anlamlarına değinelim.
En bilindik salavat “Allâhumme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed.”dir (Allah’ım! Efendimiz, büyüğümüz Muhammed’e ve O’nun soyundan gelenlere (ehl-i beytine) salat eyle/katındaki şereflerini yücelt.)
Namazda her oturuşta okuduğumuz Tahiyyat duasında geçen “Esselamü aleyke eyyühen nebiyyü ve rahmetullahi ve berakatühu (Ey Allah’ın Peygamberi! Selam sana. Allahu Teala’nın rahmet ve bereketi de yine senin üzerine olsun.)” duasını her gün 100 defa okumaya devam eden kimsenin ölüm acısını hissetmeyeceği, her gün 100 defa okumaya devam edenlerin vefat ederken ölüm sıkıntısı çekmeyeceği ve bu selama devam eden bazı kimselerin de namaz kılarken, secdedeyken vefat ettiği söylenir. (bk. Ömer b. Saîd, Rimahu hizbi’r-rahîm, Beyrut, 2/150)
Ebû Muhammed Ka’b bin Ucre (r.a.) şöyle anlatır: Bir gün Resulullah (s.a.v.) yanımıza gelmişti. Kendisine: “Ya Resulallah! Sana nasıl selâm vereceğimizi öğrendik, ancak sana nasıl salavat getireceğiz?” diye sorduk. O da şöyle buyurdu: “Allah’ım! (İbrâhim’e ve) âline salât (rahmet) ettiğin gibi Muhammed’e ve âline de salât et. Şüphesiz Sen övülmeye lâyık ve yücesin. Allah’ım! (İbrâhim’e ve) âline hayır ve bereket lütfettiğin gibi Muhammed’e ve âline de hayır ve bereket ihsan et. Şüphesiz Sen övülmeye lâyık ve yücesin!’ deyiniz.” (Buhârî, Deavât 32; Tirmizî, Vitir, 20; İbn-i Mâce, İkâme, 25)
Peygamberimiz’in (s.a.v.) sana nasıl salavat getireceğiz sualine cevaben buyurmuş olduğu bu salavat, namazda okumuş olduğumuz Salli-Barik dualarıdır. “Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed. Kemâ salleyte alâ Îbrahime ve alâ âl-i İbrahim. İnneke hamîdun mecîd. Allahümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed. Kemâ bârekte alâ İbrahîme ve alâ âl-i İbrahime inneke hâmîdun mecîd.”
Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) salat ve selam getirmek, bir sevgi ve özlem ifadesidir. Onu ne kadar çok anarsak, kalbimiz o kadar çok nurlanır, ruhumuz o kadar çok huzura kavuşur. O’na olan sevgimizi göstermenin en güzel yollarından biri olan salavat, bizi ona yaklaştırır, şefaatine nail olmayı ümit etmemizi sağlar.
Her salavat, kalbimizden yükselen bir gül misali, Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) ulaşır ve onu sevindirir. O’nun sevinci, bizim de sevincimiz olur. O’nun şefaati, bizim de kurtuluşumuz olur.
O halde, dilimizden ve kalbimizden salavatı eksik etmeyelim. Her fırsatta, her nefesimizde “Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammed” diyelim. Ve O’nun (s.a.v.) şefaatine nail olanlardan olmayı Rabbimizden niyaz edelim.