“Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta yolu tutan bir ümmet yaptık. Her ne kadar Allah’ın doğru yolu gösterdiği kimselerden başkasına ağır gelse de biz, yönelmekte olduğun ciheti ancak; Rasûl’e tabi olanlarla, gerisin geriye dönecekleri ayırt edelim diye kıble yaptık. Allah imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.” (Bakara, 2/143)
“...Allah sizi hem daha önce hem de bu Kur’an’da Müslüman diye isimlendirdi ki Peygamber size şahit (ve örnek) olsun, siz de insanlara şahit (ve örnek) olasınız...” (Hac, 22/78)
Bu iki ayete göre Muhammed Ümmeti’nin orta ümmet ve Müslüman diye isimlendirilme gerekçeleri belirtilmiştir. Bu gerekçe de insanlığa şahitler, Rasûl’ün de onlara şahit olmalarıdır.
Ayette “vasat” kelimesinin kullanıldığı dikkat çekmektedir. Bu kelime “orta, merkez” anlamına gelmektedir. Kenar ve çevre, bozulmaya her zaman daha uygundur. Dolayısıyla orta daha güvenlidir. Ayrıca “vasat” kelimesi, hayır ve şer bakımından övülme ve yerilmelerin ortasını ifade için de kullanılır. (el-Isfahânî, el-Müfredât fî Garibi’l-Kur’an, s. 522)
Ebu Saîd el-Hudrî, ayette zikredilen “Sizi orta yolu tutan bir ümmet yaptık.” ifadesini, Rasûlullah’ın (s.a.v.) “Biz sizi adaletli bir ümmet kıldık.” şeklinde izah ettiğini rivayet etmiştir. (Tirmizî, Tefsir, 2)
Orta ümmetin diğer insanlara şahit olması sadece ahirette değil bu dünyada da geçerlidir. Allah bu ümmetin şahitliğine önem vermektedir. Enes b. Mâlik şöyle anlatmaktadır: Onlar bir cenazenin yanından geçip onu hayırla anmışlar, bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) “Vacib oldu.” demiştir. Sonra başka bir cenazenin yanından geçmişler, onun ise kötülüğünü anlatmışlar. Rasûlullah (s.a.v.) onun için de “Vacib oldu.” demiştir. Bunun üzerine Ömer b. Hattab “Ne vacib oldu?” diye sormuş. Rasûlullah da (s.a.v.) “Şunu hayırla andınız ona cennet vacib oldu. Şunu da kötülükle andınız onun için de cehennem vacib oldu. Sizler yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz.” buyurdu. (Buhârî, Cenaiz, 86; Şehadât, 6; Müslim, Cenaiz, 60)
Orta Ümmetin Özellikleri
Orta ümmetin özelliklerinden birisi hak yolu göstermek ve hüküm verdiğinde adaletle hükmetmektir: “Yarattıklarımızdan, hakka sarılarak doğru yolu gösteren ve hak ile adaleti gerçekleştiren bir topluluk vardır.” (A’raf, 7/181)
Orta ümmetin bir başka özelliği, inanmakla birlikte, iyiliği emredip kötülüklerden vazgeçirmeye çalışmaktır: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fâsık kimselerdir.” (Âl-i İmrân, 3/110)
Orta ümmetin özelliğinden birisi de dosdoğru olmaktır. “Senin yanında hak yola dönenlerle birlikte, sana buyrulduğu gibi dosdoğru ol! Siz de azıp sapmayın. Allah yaptıklarınızı çok iyi görmektedir.” (Hûd, 11/112)
Allah’ın Rasûlü, ümmetini aşırılık konusunda uyararak, daha önceki ümmetlerin dinde aşırı gitmelerinin, onların helak sebebi olduğunu bildirmektedir. “Ey insanlar! Dinde aşırılıktan sakının. Çünkü sizden öncekileri dinde aşırılık helâk etti.” (İbni Mâce, Menâsik, 63)
Allah’ın Rasûlü, Müslümanların kendisine karşı olan saygı ve övgülerinin de bir ölçü içinde olmasını istemiştir. “Hıristiyanların Meryem oğlunu (İsa’yı) övmekte aşırı gittikleri gibi siz de beni övmede aşırı gitmeyin. Şüphesiz ki ben Allah’ın kuluyum. Onun için bana Allah’ın kulu ve Rasûlü deyin.” (Buhârî, Enbiyâ, 48)
Önceki Ümmetlerin Aşırılıkları
Hıristiyan ve Yahudiler, Allah’ın kendisine yakışmayacak vasıflandırmalar yapmışlardır: “Yahudiler, ‘Üzeyr Allah’ın oğludur.’ dediler. Hıristiyanlar ise ‘İsa Mesih Allah’ın oğludur.’ dediler. Bu onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkâr etmiş kimselerin söylediklerine benziyor. Allah onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar!” (Tevbe, 9/30)
Hıristiyan ve Yahudiler “oğul edindi” demeleri yetmediği gibi daha ileri giderek peygamberlerini ve hahamlarını ilah edinmişlerdir: “(Yahudiler) Allah’ı bırakıp, hahamlarını; (Hıristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler. Oysa bunlar da ancak bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır.” (Tevbe, 9/31)
Allahu Teâlâ, Ehli Kitab’ın haddi aşmaları ve aşırı gitmelerini öfkeyle karşılamıştır. “Ey kitap ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin ve Allah hakkında ancak doğru olanı söyleyin! Meryem oğlu İsa Mesih, sadece Allah’ın elçisi, Meryem’e atmış olduğu kelimesi ve O’ndan bir ruhtur. Allah’a ve peygamberlerine iman edin. (Allah) üçtür demeyin. Kendi yararınız için buna son verin. Muhakkak ki Allah tek bir ilahtır. O, çocuk sahibi olmaktan yüce (münezzeh)dir. Göklerdeki ve yerdekilerin hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.” (Nisâ, 4/171)
“De ki: Ey kitap ehli! Dininizde haksız yere aşırı gitmeyin. Daha önce sapmış, birçoklarını da saptırmış ve böylece doğru yolu kaybetmiş bir kavmin keyiflerine uymayın.” (Mâide, 5/77)
Hıristiyan ve Yahudilerin aşırılıkları ve Muhammed Ümmeti’nin nasıl davranması gerektiği şu örnekte çok açıktır:
“Hıristiyanlar kadınların hayız görmesine hiç önem vermezler, hayızlı kadınlarla ailevî ilişki konusunda da bir sakınca görmezlerdi. Bu tefrittir. Yahudiler ise hayızlı kadınla ailevî ilişki şöyle dursun, aynı odada oturmazlar, beraber yiyip içmezlerdi. Bu ise ifrattır. Araplar, cahiliyette Yahudilerin ifratına tâbi olmuşlardır.” (Ahmed Naim-Kamil Miras, Tecrid-i Sarih, I, 219)
İslam ise orta ümmeti onların aşırılıklarından uzaklaştırarak, bir kadın hayızlı iken onunla sadece ailevî ilişki kurmayı yasaklayarak (Bakara, 2/222) orta yolu tavsiye etmiştir.
Allahu Teâlâ, Muhammed Ümmeti’ne böyle örnekleri anlatarak onların aşırılıklara düşmesini engellemek istemektedir. Bu uyarılardan dolayı Muhammed Ümmeti’nde inançla ilgili aşırılıklara az rastlanılmıştır. İbadet konusunda ise hatta Hz. Peygamber döneminden itibaren zaman zaman aşırılıklara rastlanılmıştır. Rasûlullah (s.a.v.) şu örneklerde olduğu gibi onları uyarmıştır:
Ümmet-i Muhammed’in Aşırılıkları
Sa’d b. Ebî Vakkas’tan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.), Osman b. Maz’ûn’ın kadınlardan uzaklaşıp evlenmekten kaçınma teşebbüsünü reddetmiştir. Hadisin ravisi bu haberi anlattıktan sonra “Şayet Rasûlullah (s.a.v.), Osman b. Maz’ûn’a kadınlardan uzaklaşıp evlenmeme isteğine izin vermiş olsaydı, bizler muhakkak hadım olurduk.” demektedir. (Buharî, İman, 8)
Bir defasında, kıldığı namazların çokluğundan dolayı Havlâ isimli kadını övgüyle anlatan Hz. Aişe’ye, Allah’ın Rasûlü şöyle cevap vermiştir: “Bırakın (böyle şeyleri)! Güç yetireceğiniz işleri yapın. Vallahi siz bıkarsınız da Allah bıkmaz!” (Buhârî, İmân, 32; Müslim, Müsâfirîn, 221) Allah’ın Rasûlü, kayalıklar üzerinde uzun süre namaz kılan bir kimseyi görünce de “Ey İnsanlar! Size gereken orta yoldur. Vallahi siz bıksanız da Allah bıkmaz!” (İbni Mâce, Zühd, 28) buyurmuştur.
Allah’ın Rasûlü, Selman el-Fârisî ile Ebu’d-Derdâ’yı kardeş yapmıştı. Ebu’d-Derdâ, Müslüman olduktan sonra, kendisini ibadetten alıkoyduğu için ticareti dahi bırakıp kendisini ibadete vermiş bir kimseydi. Bir gün Selman, Ebu’d-Derdâ’ya misafir oldu. Bu sırada onun hanımı Ümmü’d-Derdâ’yı bakımsız elbiseler içerisinde görünce “Bu halin ne böyle ey kardeşimin hanımı?” diye sordu. Ümmü’d-Derdâ da “Senin kardeşin Ebu’d-Derdâ’nın dünyaya ihtiyacı kalmamıştır.” karşılığını verdi. Biraz sonra Ebu’d-Derdâ geldi ve kardeşi Selman için yemek yaptırdı. Sofra geldiğinde Hz. Selman, Ebu’d-Derdâ’ya: “Gel sen de ye!” dedi. O da oruçlu olduğunu söyledi. Bunun üzerine Selman: “Sen ev sahibi olduğun halde yemezsen ben de bu yemekten asla yemem.” dedi. O zaman Ebu’d-Derdâ oturup onunla birlikte yedi. Gece olduğunda ise her zamanki gibi yine ibadete dalmak istedi. Ancak Selman ona engel olarak: “Hayır! Artık yatıp uyumalısın.” dedi. O da Hz. Selman’ın sözünü dinleyerek yatıp uyudu. Ancak bir müddet sonra ibadet için tekrar kalkmak istedi. Fakat Selman (r.a) bu kez de ona mani oldu. Nihayet gecenin sonlarına doğru Hz. Selman: “Artık kalkabilirsin.” dedi. Böylece ikisi birlikte kalktılar ve namaz kıldılar. Namazdan sonra Hz. Selman Ebu’d-Derdâ’ya şunları söyledi: “Rabbin’in senin üzerinde birtakım hakları vardır. Her hak sahibine hakkını vermelisin!” Ebu’d-Derdâ daha sonra bunları Allah’ın Rasûlü’ne naklettiğinde “Selman doğru söylemiştir.” buyurdular.” (Buhârî, Savm, 51; Tirmizî, Zühd, 63)
Ebu Hüreyre’nin rivayet ettiği bir hadiste Allah’ın Rasûlü, dinin özünde kolaylık olduğunu, dolayısıyla orta yolu tutmak gerektiğini bildirmektedir: “Şüphesiz bu din kolaylıktır. Hiçbir kimse yoktur ki bu din hususunda (amellerim eksiksiz olsun diye) kendini zorlasın da din ona galebe etmesin. Öyle olunca ortalama gidin. (Eğer tam yapamazsanız, ona) Yaklaşın, (az olsa da devamlı amel ve ibadetten dolayı) sevinin. Sabah, akşam ve gecenin bir bölümünde Allah’tan yardım isteyin.” (Buhârî, İman, 29)
Son olarak şu hadis, Müslüman’ın sadece inanç ve ibadetler konusunda değil, hayatının her alanında ifrattan ve tefritten uzak, orta bir yol tutması gerektiğine işaret etmektedir: “Dostuna, zaman gelecek düşmanın olabilir gibi davran. Düşmanına da gün gelir dostun olabilir gibi davran.” (Tirmizî, Birr ve Sıla, 60)
Selam ve dua ile…