Neoliberal İktisat Düzeninin Açmazları ve Karz-ı Hasen Modeli / Dr. Mustafa Sancar

Günümüzde neoliberal iktisat düzeninin açmazları nelerdir? Cari sistemde yoksulluğun kısırdöngüsü nedir? Mevcut iktisadi sistemler bu probleme nasıl yaklaşmaktadırlar?

Bildiğiniz üzere neoliberal iktisat; kapitalizmin günümüzdeki son versiyonudur. Kapitalizmin temel önermeleri arasında bize vaat ettiği birkaç tane ana unsur var. Bunlardan başta geleni rekabet ile üretimin, yani zenginliğin maksimizasyonudur. Oluşan bu zenginlik ve tüketimin de toplumda mutluluğu maksimize etmesi öngörülmektedir. Bu doğrultuda işsizliğin de minimize olması beklenmektedir. Birkaç asır önce ortaya konan bu öngörülerin performansına baktığımızda üretimin maksimizasyonu hedefinde başarılı bir performans ortaya konduğu görülmektedir. Yani dünya tarihinde hiç olmadığı kadar yüksek bir üretim var ve sistem bu konuda başarılı. Ancak, refah oluşturmada yani oluşan üretim ve gelirin tüm kesimlere ulaşmasında ise çok ciddi bir başarısızlığı var ve bu giderek de artıyor.

2010 yılında dünyadaki en zengin 300 küsur birey dünyanın ikinci yarısı olan yüzde 50’lik, yani yaklaşık 4 milyar diyebileceğimiz bir insan nüfusunun toplam zenginliği kadar zenginliği elinde tutuyorken; pandemi öncesinde bu sayı 27 kişiye düşmüş durumda. Muhtemelen pandemi sonrasında bu gelir dağılımı daha da bozuldu ve bu sayı daha da düştü… Yaşanan gelir dağılımı bozukluğu giderek kontrol edilemez bir noktaya gitmekte ve sosyal çatışmaların da ortaya çıkacağı bir duruma doğru bizi sürüklüyor. Bunun en basit örneğini biz de yaşıyoruz: Göç. Tabii ki savaşlar da var bir yandan; ama onun dışında da, insanlar artık kendi yaşadıkları bölgelerde, ölümü göze alarak oradan göç edecek derecede bir yoksullukla karşı karşıya kalıyorlar. Gelir dağılımı bozukluğu derinleştikçe bu daha da artacak.

Gelir dağılımı bozukluğu sadece ülkeler arasında yaşanmıyor. Aynı zamanda ülkelerin kendi içinde de ciddi bir sorun haline geliyor. Mesela Fransa’da Sarı Yelekliler protestolarını haberlerden sıklıkla duyuyoruz. Protestoların sebepleri kısmen değişebiliyor, ancak hakikaten sistemden rahatsız olan ciddi bir topluluk var. Çünkü ülkeler içerisinde de gelir dağılımı ciddi ölçüde bozulmaya başladı. Amerika’da “Wall Street’i İşgal Et” eylemleri oldu, tırcıların Kanada ve Amerika’da son dönemde birtakım yol kapatma eylemleri oldu. Yani içerideki gelir dağılımı bozukluğu arttıkça giderek yayılan bir protesto dalgası ve sosyal çatışmaya doğru götüren bir yapı görüyoruz.

Neoliberal iktisadın bir diğer açmazı da kaynak kullanımı. “Her birey kendi çıkarlarını maksimize etmeyi amaçlar” ve bu da rekabet oluşturarak verimliliği arttırır şeklindeki kabul, sistemin “çatışmacı ve yarışmacı” diye özetleyebileceğimiz bir paradigmayı benimsemesine sebebiyet vermektedir. Bu çatışma hali de ekonomide ciddi bir verimsizlik oluşturuyor. Sadece ekonomik olarak değil, sosyal olarak da. Mesela günümüzdeki önemli sosyal problemlerden biri olan bireyin yalnızlaşması da bu çatışmacı paradigmanın bir yansıması esasında… Egoyu baz alan bu yapı sürekli çatışarak güçlü olmaya çalıştığı için, sonu gelmez çatışmalara yol açıyor. Hem bireysel bazda, hem ekonomik olarak, şirketler arasında, hem de çevremizde bunu görüyoruz. Sürekli genişlemeyi baz alan, sürekli büyümeye dayanan ve bunu dayatan, ama bunu yaparken de inanılmaz bir tüketim ve verimsizlik oluşturan bir yapı var. 

Üçüncü bir sorun da; gelecek kuşakların kaynaklarını yerine konamaz bir şekilde tüketmemiz. Döngüsel ekonomi diye bir kavram var. Kâinatta yaratılış itibariyle sürekli bir dönüşüm var esasında ve o fıtratı bozmazsanız, o sürekli döngü içerisinde herkes hem yaşamını idame ettiriyor hem de kaynaklar tekrardan yerine konuluyor. Örneğin biz bir şeyleri yiyoruz, ölüyoruz, bizi kurtlar yiyor ve sonra onlarda ölüp toprağa gübre oluyorlar, gıdalar bu besinleri tüketerek yeni nesillere gıda oluyorlar gibi… Ama günümüzdeki aşırı tüketim nedeniyle tekrardan yerine konabilecek kaynakları biz temmuz ayı civarında bitiriyoruz. Maalesef kalan 5 ayda tükettiğimiz kaynaklar yerine konulamayacak olan kaynaklar…

İşte bu üç temel ayakta neoliberal iktisat başarısız oldu, ama üretim tarafında çok başarılı oldu.

Yoksulluk niye kısırdöngüye dönüşüyor? Çünkü fakirliğin olduğu bölgelerde üretim faktörlerinden olan emek mevcut; ancak üretim yapabilmek için gerekli finansman, teknoloji, know-how tarafları yok. Diğer faktörler olmadan ihtiyaç duyulan üretim yapılamıyor. Bu faktörler için gerekli kaynaklar da gelir dağılımı bozukluğundan dolayı zengin ülke ve bireylerde toplanmış durumda. “O servet belli ellerde dolaşan bir güce dönüşmesin.” (Haşr, 59/7) ayetine tam da mugayir olarak. Dolayısıyla, buradaki kısırdöngünün kırılabilmesi için gerekli kaynaklar ilgili topluluklara transfer edilmediği için, maalesef, o yoksulluk kısırdöngüsünden çıkılamıyor. Bu yüzden bu kadar zenginliğin olduğu bir noktada dünya nüfusunun yaklaşık yarısı fakir. Küresel olarak üretim tarafında fazla var, eksik yok. Mesela dünyada her yıl 12 milyar insana yetecek kadar gıda üretiliyor; ama dünyada 860 küsur milyon insan düzenli açlık çekiyor ve her sene çoğu çocuk 15 milyon insan da açlıktan ölüyor. Yani esasında üretimde yaklaşık %50 fazlamız var; ama bu gelir dağılımı bozukluğundan dolayı, israftan dolayı, maalesef, bu kaynaklar çok kötü kullanılıyor ve burada oluşan zenginlik refaha dönüşmüyor, sadece belli ellerde temerküz ediyor. Bu da çok ciddi bir insan acısı ve zulüm üretiyor. Bu kısırdöngüyü kırabilmek için o kaynakların tabana doğru yayılması gerekiyor. İslami açıdan da bakarsak, esasında ideal bir Müslüman’ın zekât verebilir ve kendi ayakları üzerinde durabilir konumda olması lazım. Fakirliğin insanın onuruyla yaşayabilmesinin önünde de ciddi bir engel oluşturduğunu görüyoruz.



Yaptığınız çalışmaların ana unsuru olan karz-ı hasen’e dayalı finans, mikrofinans modeli deyince ne anlamalıyız? Mikrokredi yönetimine dayalı modellerde kavramsal ve pratik anlamda neler var? Bu modelde faiz yükü söz konusu mudur?

Karz-ı hasen güzel borç manasına geliyor. Karz, borç demek. Eğer borcu siz faizle verirseniz, o da karz, ama faizli bir karz oluyor. Karz-ı hasende, ticarette işleterek kazanabileceğiniz kârdan feragat ederek borç kullandırıyorsunuz. Birçok ayet-i kerimede Allah-u Teâla karz-ı hasenin kendisine verilmiş bir borç gibi olduğunu belirtiyor ve kat kat fazlası ile ödüllendirileceğini belirtiyor. İslami ekonomik rasyonel birey açısından sosyal ve manevi çıktıları gözetildiğinde, karz-ı hasen oldukça verimli bir yatırım. Tabii ki bir karşılık beklemeden sadece Allah rızası için yapılması olayın daha da öte bir boyutu… Ancak iktisadi rasyonelite açısından baktığımız zaman, bir Müslüman birey açısından oldukça rasyonel bir fiil olarak karşımıza çıkıyor.

Geçmişe nazaran günümüzde maalesef toplumda karz-ı hasen kullanımı çok azalmış durumda. Günümüzde hibe-sadaka tarzı hayırlar daha yaygın ancak karz-ı hasen ayrı bir ihtiyaç. Mesela, engelli, yaşlı, çocuk gibi çalışıp, para kazanamayanlara sadaka ve zekât verilmesi gerekir. Ama iş yapabilir konumda olan bir insana karz-ı hasen verilerek kendi onuruyla dilenmeden ekonomik olarak ayakta durabilmesini sağlamak, hem manevi hem maddi olarak çok daha bereketli. Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v.),

“Miraç gecesi cennetin kapısının üzerinde, ‘sadaka on misli ile karşılanır, borç ise on sekiz misli sevap ile karşılanır’ yazılı olduğunu gördüm. Cebrail’e ödünç vermenin sadakadan üstün olmasının sebebi nedir diye sordum. Cebrail, ‘çünkü dilenci yanında olduğu halde dilenir. Hâlbuki borç isteyen kimse, ancak muhtaç olduğu için borçlanır’ diye cevap verdi.” (İbn Mace, “Sadakât”, 19) demektedir. Sadaka alan kişi geri ödemeyeceği için ihtiyacı olmadığı sadaka isteyebilir. Ancak karz-ı hasen alan kimse sadece ihtiyaç duyduğu için borç alıyor; çünkü onu ödemekle yükümlü. Hele bu resmi kayıt altına alınarak yapılırsa kötü kullanımların önü büyük oranda alınmış olacaktır.

“Hiçbir kimse, asla kendi kazancından daha hayırlı bir rızık yememiştir…” hadisi ile hem fakir bireyler hem de tüm toplum üretmeye teşvik edilmektedir (Buhârî, “Büyû”, 15, “Enbiyâ”, 37). Dolayısıyla hem hayra harcanan kaynakların kötü kullanımının önüne geçme hem de insanın kendi onuruyla zekât verebilecek düzeyde tutulması toplumda ciddi bir hizmet. Ekonomik açıdan da öyle. Çünkü ekonomik olarak o insanın potansiyelinin gerçekleşmesine yardım ederek üretimi arttırmış oluyorsunuz.

Karz-ı hasen, İslami açıdan, ama aynı zamanda iktisadi bağlamda da toplumdaki fakir ile zengin arasındaki uçurumun kapatılmasında çok ciddi bir enstrüman olarak karşımıza çıkıyor. Karz-ı hasen’e dayalı mikrofinans modeli de günümüzde büyük ölçüde atlanmış olan bu potansiyeli açığa çıkartmak üzere kurgulanmış bir yapı.

Karz-ı Hasene Dayalı Finans/Mikrofinans (KHDF/M) Modeli sandık yapılarını esas alıyor. İslam medeniyetinin son halkası olarak Osmanlı medeniyetine baktığımız zaman, sandık yapılarının finansman ihtiyacında çok ciddi bir yer tuttuğunu görüyoruz. Ahi orta sandıkları, mahalle sandıkları, yeniçeri ocağı ve son yüzyılda memleket sandıkları gibi birçok alanda görmek mümkün. Sandıklar dayanışma esası üzerinde yapılanmış, insanların fazla paralarının toplandığı ve ihtiyaç sahiplerine yeniden dağıtıldığı bir kurumsal mekanizma olarak karşımıza çıkıyor. Bunların geçmişte Osmanlı’nın son dönemine kadar çok yaygın olarak kullanıldığını görüyoruz. Rahmetli Münevver Ayaşlı Hanımefendi, 1900’lerin ilk çeyreğinde dedesinin Fatih’teki evinin yandığını ve dedesinin cebinden tek kuruş çıkmadan, sandıktan karşılandığını yazıyor. Sandıkların karz-ı hasenle birlikte daha da ağırlıklı olarak sigorta görevi olduğunu da görüyoruz.

Dolayısıyla, karz-ı hasen, şu andaki neoliberal iktisat paradigmasının tamamen dışında bir yapı sunuyor. Çünkü “homo economicus” dediğimiz, neoliberal iktisat düşünceye göre hareket eden bir birey açısından karz-ı hasen vermek hiç de mantıklı değil. Neden? Çünkü onu faize yatırsa, onu başka şekilde işletse para kazanabilecek, bundan niye vazgeçsin? Ancak bu kısa vadeli mantık orta ve uzun vadede gelir dağılımı bozukluğuna katkıda bulunarak ciddi bir insan acısına ortam hazırlıyor. Maalesef, bizim bilinçaltımız da neoliberal iktisat prensiplerine göre dönüştüğü için karz-ı hasen kavramını giderek kaybediyoruz. Hatırlarsanız 20-30 sene önce aileler arasında çok daha yaygındı. Aileden birisi evlenecek olsa, birisi işyeri açacak olsa dayılar, amcalar karz-ı hasen verir, sonra o borçlar tekrar geri ödenirdi. Ancak günümüzde finansal ilişkiler artık bankalar üzerinden finansal kâr-zarar hesabına göre yapılır hale geldi. Hâlbuki bu yapı güçsüz olanı koruyan ve onu kendi ayakları üzerinde durabilecek hale getiren çok önemli bir enstrüman. Bunun hele hele mikrofinans dediğimiz yapıda kullanılması daha da güzel bir şey. Çünkü mikrofinans dediğimiz yapı, iş yapabilir durumda olan fakir girişimcilerin finansman ihtiyacını gideren bir model.

Mikrofinans modelini Bangladeşli Prof. Muhammed Yunus başlatıyor; ama faizli olarak bu sistemi inşa ediyor. Esasına bakarsanız, model İslam ekonomisinin dayanışmacı/yarışmacı paradigmasına oturuyor. Normalde fakir bir girişimci bir bankaya gittiği zaman kredi alabilir mi? Alamaz. Neden? Çünkü teminat gösteremez. Muhammed Yunus da fakir köylüleri tefecilerin elinden kurtarmak amacıyla modeli kendi cebinden oluşturduğu küçük bir fonla başlatıyor. Tefecilerin çok küçük krediler için haftalık %100-200 gibi inanılmaz faiz oranlarıyla borç verdiklerini öğrenince bu zulmün önüne geçebilmek için güvene dayalı olarak kendisi görece çok daha küçük faiz oranlarıyla mikrokredi vermeye başlıyor. Neoliberal iktisatta bunun bir karşılığı yok. Çünkü fakir adam teminat gösteremiyor, dolayısıyla kredi verilebilir değil. Çevresindeki diğer iktisatçıların şiddetli itirazlarına ve kredilerin batacağına dair öngörülerine rağmen hoca böyle bir model inşa eder. Çatışmacı bakış açısıyla teminat gösterilmeyen tahsil edilemez, krediyi alanlar parayı alıp kaçarlar şeklindeki bakış açısına rağmen hoca köylülerle dayanışma gösterilirse onlar da bu iyiliğe karşı vefa gösterirler diye düşünüyor. Ve görülüyor ki, bankacılık sisteminden daha yüksek oranda geri dönüşü var, yani bu insanlar hakikaten batmadıkları sürece o parayı geri ödüyorlar. Minnet duygusu da işin içine giriyor, Allah rızası da…

Mikrofinans günümüzde dünyanın hemen hemen her ülkesinde olan bir yapı. Zamanla faizsiz İslami mikrofinans da çıkıyor. Ağırlıklı olarak murabaha dediğimiz taksitli satış yöntemi benimseniyor. Bu yöntem esasında İslami finansın en dış halkasında yer alan bir enstrüman. Ortaklık yapıları ve karz-ı hasen daha dayanışmacı enstrümanlar olarak İslami finansta yer alıyor. Bu enstrümanlarla da kredi veren kurumlar da mevcut. Mesela Pakistan’da Uhuvvet adında 800 küsur şubeye ulaşmış, dünyanın en büyük İslami mikrofinans kurumu var ve tamamen karz-ı hasen’e dayalı mikrofinans yapıyorlar. Yine Sakarya’da İKSAR diye bir dernek var. Temelde 100 TL veriyorlar, sizden 100 TL alıyorlar. Genel olarak bunlar kısa vadeli, 1 senelik krediler. Ondan sonra tekrar, bu sefer miktarı daha arttırarak kredi verebiliyorlar. Yani sadece 1 sene aldı bitti gibi olmuyor. Küçük esnaflık yapabilecek, pazarda tezgâhta bir şeyler satabilecek ya da tarlasına tohum ihtiyacı vb. olan insanlara ihtiyaç duydukları küçük kredileri vererek o insanların çalışarak para kazanabilecek imkânı sağlamış oluyorlar.

Karz-ı hasene dayalı mikrokredide; zaten fakir olan insana ekstra bir faiz ya da kar payı yükü bindirilmiyor. Hâlbuki diğer mikrokredilere uygulanan faiz/kâr payı oranları banka kredilerinden daha fazla. Çünkü verilen küçük kredileri çok yakın takip etmek gerekiyor ve bu da işlem maliyetini yükseltiyor. Bankacılıkta oranlar örneğin %15’se, mikrofinansta %30-40 oluyor. Zaten mikrokredi alan girişimciler fakir, faiz ya da kâr payı ile sırtına ekstra yük bindirmiş oluyorsunuz. Karz-ı hasen’de ise bu yük fakir girişimcinin omuzlarından alınmış oluyor.

Karz-ı hasen güzel ama gelir üretmeyen bir model. Tamamen bu enstrümana dayalı mikrofinans yapan dernek var. Kurumları yaygınlaştırmak zor. Çünkü masraflar ve batan kredilerin sübvanse edilmesi için ilgili kuruma sürekli bir akar oluşturmanız lazım, yani birilerinin sürekli finanse etmesi lazım. Dolayısıyla, çok güzel bir model ancak kolay kopyalanabilir ve yaygınlaştırılabilir bir model değil.

İslam ekonomisinin ruhuna dayanan bu güzel modeli ve ilgili problemi nasıl sürdürülebilir hale getirebiliriz ve nasıl akar oluşturabiliriz diye yola çıktım esasında. KHDF/M modeliyle hem gelir üreten, hem de karz-ı hasen’e dayalı bir yapı ortaya koymak mümkün oldu hamd olsun.

Normalde birçok İslami mikrofinans kurumu tek fon havuzuna dayanıyor. Mesela çoğu mikrofinans kurumlarında zekat, sadaka, ya da başka türlü gelen fonlar bir para havuzuna dahil oluyor ve oradan kredi veriyorsunuz, banka mantığı gibi. Zekât kredi olarak değil, eğitim ihtiyacı ya da girişimcinin ilk başta o projeyi yaparken ihtiyaç duyabileceği acil ihtiyaçlar için kullanılıyor. Kredileri verirken, kâr getirecek enstrümanlarla verdiğiniz zaman gelir getirmiş oluyor. Giderler elde edilen gelir ve sadaka-zekât gibi bağışlarla karşılanıyor. Endonezya’da beytülmâl ve temvil (BMT) denilen İslami mikrofinans kurumları var. Onlar da çift havuzlu bir yapı kullanıyorlar. Bir tarafta bizim vakıf-dernek gibi, hayır işleri, zekât-sadaka alıp, karz-ı hasen’le veya farklı yöntemlerle küçük krediler kullandırıyorlar. Diğer taraf biraz katılım bankası gibi, bildiğiniz mevduat sahipleri var, onlar da kâr payı alıyorlar. Diğer tarafta da ağırlıklı olarak murabahayla kredi kullandırıyorlar.

KHDF/M Modelinde BMT’lerdeki gibi yine çift havuzlu bir yapı var. Bir tarafta teavün havuzu var; yardımlaşma temelli, bizim klasik dernek-vakıflara benzeyen, zekât-sadaka ve diğer havuzdan gelen fonların toplanarak mikrofinans, eğitim ve koçluk/hamilik hizmetlerinin verildiği bir yapı. Kullandırılan mikrokrediler tamamen karz-ı hasen’e dayalı, hatta enflasyon farkı da alınmayarak hibe ediliyor. Malum Türkiye’de ciddi bir enflasyon farkı oluştuğu için alınan ve verilen borç arasında ciddi bir alım farkı oluşabiliyor. Dolayısıyla, 100 TL verip, 100 TL alabilecekleri bir mekanizma var temel olarak.

Diğer havuz ise tekaruz dediğimiz karşılıklı karzlaşma havuzu. Bu ne demek? Bir havuz oluşturuyoruz, burada fakirler yok temel olarak, zekât verebilecek düzeyde her türlü insanın gelebildiği bir havuz. Sepete dahil olan kişiler birbirlerine karz-ı hasen veriyorlar. Havuza bir sepet birimi üzerinden para yatırılıyor. Sepetten kastımız ne? İçerisinde farklı ağırlıklarda dolar, avro, altın, TL birimlerinden oluşuyor ve ağırlıkları son 5-10 senelik enflasyon oranlarına göre hesaplanıyor. Oranlar istatistiki bir çalışmayla belirleniyor. Böylece havuza parayı siz karz-ı hasen olarak koyduğunuzda para uzun vadede enflasyona karşı korunmuş oluyor. Mesela havuza karz-ı hasen olarak koyduğunuz 30 dolar, 30 avro, 3 gram altın, 500 TL varsa, siz parayı kısa ya da uzun vadede çektiğinizde de aynı miktarlarda geri alıyorsunuz. Yani herhangi bir faiz şüphesi de içermiyor. Ama paranız da değer kaybetmemiş oluyor.

Türkiye’de tekaruz yapan bazı dernekler var ama en büyük problem şu: Dernekler Yasasına göre sizin üyenizden aldığınız fonu geri öderken ekstra bir para geri ödemeniz mümkün değil. Yani enflasyon farkı ödeyeyim deseniz, onu ödeyemiyorsunuz. İnsanlar büyük miktarda para yatırmıyorlar. Çünkü paraları uzun vadede enflasyon karşısında eriyor. KHDF’M Modelinde ise sepet yaptığımız için paranızın değer kaybı olmuyor ve siz paranızı istediğiniz müddette fonda tutabiliyorsunuz. Havuzda oluşan fonda sizin ihtiyacınız olduğu zaman karz-ı hasen’le borç alabiliyorsunuz, üzerine kâr payı ya da faiz, herhangi bir şey ödemeden. Ama yine sepet cinsinden alıyorsunuz, sepet cinsinden geri ödüyorsunuz. Böylece karşılıklı dayanışarak eski sandık yapılarının modern bir formunu ortaya koymuş oluyoruz esasında. Böylece elinde fazla para olduğunda havuza yatırıyorsunuz, eksiğiniz olunca da oradan tamamlıyorsunuz.

Karz-ı hasen taleplerini önceliklendirmek için bir puanlama sistemimiz var. Çünkü sonuç itibarıyla piyasada faizsiz, kâr paysız kaynağa erişmek neredeyse mümkün olmadığı için doğal olarak genelde talep fondaki paradan daha fazla olacaktır. Örneğin 100 tane başvuru var. Belki siz o anda 10 kredi verebileceksiniz, o 10 kişi kim olması lazım? Hakkaniyetli bir şekilde önceliklendirmek için puanlama sistemine başvuruyorsunuz. Puanlama aynı zamanda suiistimalleri de engelliyor. Havuza girer girmez para çekmek isteyen ve daha sonra da onu ödememe niyetinde olabilecek kişileri de engelliyor. Yani siz o gün para yatırdığınız zaman, puanınız düşük olduğu için yarın kredi alamıyorsunuz. Böylece sistemi de koruyor puanlama sistemi.

Tekarüz fonuna giren paraların %70’i karşılıklı karzlaşmada değerlendiriliyor. Yüzde 20’lik kısmı yatırım fonuna karz-ı hasen olarak konuyor. Yatırım fonu da yatırılan parayı işletiyor. İşletirken, biz temel olarak bunun katılım bankasına yatırılmasını daha uygun buluyoruz. Çünkü diğer riskli alanlarda küçük derneklerin bu parayı yönetmesi mümkün değil ve şaibeli, sıkıntılı durumlara da yol açabilir. Ayrıca küçük organizasyonlar için likit olabilecek şekilde katılım bankasında tutulması likidite yönetimi açısından da daha uygun. Parasını çekmek isteyenlerin yoğunlaştığı durumlarda sadece kredi geri ödemelerini beklemeniz gerekmiyor böylece. Yatırım fonundan yine karz-ı hasenle parayı çekerek ödemeyi bekletmeden yapabiliyorsunuz. Yatırım fonundan elde edilen gelir ilgili kurum için düzenli gelir oluşturuyor. Zekât, Ramazan ayında pik yapıyor, sonra bir anda dip yapıyor. Bu kurum belki ileride daha büyük olacak, sahada çalışanları da olabilir, düzenli bir geliri olmasına ihtiyaç var. İşte yatırım fonu gelirleri bunu sağlamış oluyor.

Bu model küçük lokal bazda yapılabilir. Bir dernek içerisinde kurguladığında, o dernek sandığında diyelim ki 50 kişi para yatırdı arkadaşlar olarak, biriken paranın yüzde 70’ini karşılıklı tekaruz olarak değerlendiriyoruz. Ahmet’in oğlu evleniyor, başvurdu, tamamen faizsiz, karz-ı hasen usulüyle oradan parayı alıyor, dediğim gibi, sepet üzerinden, ihtiyacını görüyor, ihtiyacını gördükten sonra geri ödüyor. Bu şekilde ihtiyaca göre grup içerisinde o para dönüyor. İhtiyacı olan da parasını geri alabiliyor, oradaki imkânlar ölçüsünde. Yüzde 70’i orada değerlendiriliyor. %20’lik kısım da gelir üretiyor kurumun giderleri için.

Kalan %10’umuz daha var. O da yardımlaşma tarafına yani teâvün fonuna gidiyor. Orada fakir girişimcilere verilen mikrokrediye borç olarak kullandırılıyor. Dolayısıyla, sadakaların yanı sıra, zekât veremeyecek durumda olan fakir girişimcilere verdiğimiz mikrokredilere kaynak olarak kullandırılıyor. Tekarüz fonu ödüncü olarak adlandırdığımız bu karz-ı haseni fakir girişimcilere iş kurmaları için kullandırmış oluyoruz. Burada sepet şeklinde gelen para TL’ye çevriliyor ve fakir girişimciye TL olarak borç veriliyor. Arada oluşan enflasyon farkı da hibe olarak verilmiş oluyor. Amaç fakir girişimci kendi ayakları üzerinde durabilsin, zekât verebilir hale gelsin. Böylece bu ödünç tekarüz fonuna geri ödenirken yine sepet olarak ödeniyor.

Hibe edilen kısım ise sadaka ve zekâttan karşılanıyor. Zekâtı da sisteme bu ve benzeri şekillerde entegre ediyoruz. Böylece fakir girişimci mikrokrediyi aldığı zaman, bırakın üzerine kâr payı ödemeyi, tam tersine, esasında reel olarak (satın alma gücüne göre) ciddi bir hibe almış oluyor bir kısmını. Diğer kısmını da borç/karz almış oluyor ve böylece onu ödeyerek inşallah kendi işini kurabilme imkânına sahip oluyor.

Sistemin iki havuz dışında üçüncü bir sacayağı daha var, o da eğitim kısmı. Çünkü bizim amacımız “homo economicus” mantalitesinde düşünen bir bireyin fakirlikten kendi ayakları üzerinde durabilir hale gelmesini sağlamak değil. İslam ekonomisi yani dayanışmacı/yarışmacı mantalitede kendi ayakları üzerinde duran bireylere destek vermek. Mesela birçok sanatçı görüyoruz, futbolcu görüyoruz; fakir bir aileden çıkıyor sonra bir anda zengin oluyorlar. Belki annesine babasına, küçük bir kesime faydası var, ama onun dışında o da paraları israf etmeye başlıyor. Bizim amacımız, oradan çıkan adamın mantalite olarak dayanışmacı mantaliteye kavuşması ve bunun temel prensiplerini öğrenmesi, anlaması. Bunun için de mutlaka eğitimin verilmesi lazım ki burada verilen emek ve kaynak dalga dalga çok daha geniş bir kitleye erişebilsin. Tabii ki dayanışma ile ilgili eğitimlerin yanı sıra teknik, muhasebe, pazarlama, işletme ve sosyal girişimcilik ile ilgili temel eğitimler de var, Genelde mikrokredi kullanan kesim, pek eğitimi olmayan, genelde düşük eğitim seviyesi olan, çok iş tecrübesi olmayan insanlardan oluşuyor. Dolayısı ile verilen eğitimle onların ihtiyaç duyabilecekleri temel eğitimlerin sağlanması hedefleniyor. Buradaki sosyal girişimcilik eğitimi ise bu insanların toplumda önderler olmasını, toplumsal dayanışma noktasında öncülük yapmasını sağlamak amacıyla veriliyor.

Mikrokredide geri ödeme sürelerimiz 1 yıla yakın. Ancak karz-ı hasenini başarı ile ödeyen girişimcilere her dönem artan daha büyük krediler sağlayabiliyoruz. Böylece kişinin güvenilirliğini de görmüş oluyoruz ve problem varsa kredi küçükken fark etmiş oluyoruz.

Tekarüz havuzu tarafında (maddi durumu iyi olanlar) verilen krediler için teminat istiyoruz. Mikrokredide de teminat ya da bir kefil istiyoruz. Ama bunu daha ziyade suiistimalleri engellemek adına istiyoruz. Çünkü girişimci samimi olarak elinden geleni yapmış ve ödeyememişse, bunu zekât mekanizmasıyla kapatıyoruz. Zaten mikrokrediler oldukça küçük, 20-30 bin liralardan bahsediyoruz. Zaten genelde ilk halkada kırılmalar oluyor, onu da o şekilde kapatıp önlem almış oluyoruz.

Bunun dışında, şeffaflık ve denetleme çok önemli. Çünkü burada kurumsal olarak uzun vadede problemler çıkabiliyor, kötü niyetli insanlar gelebiliyor. Bu da toplumumuzda çok ciddi, kanayan bir yara. 1990’lardaki holding olaylarını hatırlıyorsunuz; maalesef, iyi niyetlerle yola çıkılıp çok ciddi problemlere yol açmıştı. Başka sebepleri de vardı tabii, o ayrı, ama temelde şeffaflık meselesi ciddi bir problemdi hem müşteriler hem de yöneticiler için.

Hâlbuki mesela günümüzdeki faizli bankalara bakın. Hemen hemen hiçbirinde patron direkt çalışmaz, yönetim kurulunda yer alırlar. İşi profesyoneller yapar. Genel müdüründen başlayarak oraya gelen hiç kimse Allah rızası için gelmiyor, herkes daha çok para kazanmak için orada. Sistem de bankaya para kazandıranı ödüllendirip kazandıramayanı cezalandırdığı bir ortamdır. Ama sistem iyi denetlendiği için sistem tıkır tıkır işliyor. Dolayısı ile işin içinde Allah korkusu olduğunda şeffaflık ve denetleme ile beraber ekonomik yapıların sağlıklı işlememesi için hiçbir sebep yok. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de hem kendisi pazarı denetlemiş, hem de bir denetim teşkilatı kurmuştur.

KHDF/M Modelinde ayrıca her para yatırana bir kod verilmesi gibi bir uygulama da var. Örneğin tekarüz havuzuna yatırılan her 50 bin lira için bir yatırımcıya bir kod veriliyor ve verilen kodlar 3 aylık finansal raporlarda yayınlanıyor. Böylece yatırımcı içeriye yatırılan paraları denetleyebilir hale geliyor. Herkesin kodu olduğu için rapor üzerinden yatırılan paralar görülebiliyor. Küçük gruplarda büyük yatırımcı belli olmasın diye, örneğin 500 bin lirası olan yatırımcıya 10 tane kod veriliyor, böylece 3 aylık rapordan kimin ne yatırdığı da tahmin edilemiyor. Böylece hem denetim herkese açılıyor. Hem de kimin ne kadar yatırdığı belli olmamış oluyor. Zaten giren para denetlenince, çıkan para da faturalar üzerinden daha kolay denetlenebildiği için sistemin şeffaflığı ve denetimi sağlanmış oluyor. Verilen kodların doğruluğunu da dış bir denetimle denetlettiğiniz zaman hakikaten uçtan uca kapsanan bir denetim sistemini buraya kurmuş oluyorsunuz. Bildiğim kadarıyla dünyada başka örneği yok bunun, literatürde rastlamadım.

Esasında KHDF/M Modelinin daha birçok detayı var; ama süreyi de aşmamak adına bunları söylemekle yetineyim. İlgilenenler tezimi internetten Ulusal Tez Merkezi’nden daha detaylı inceleyebilirler.

Koçluk-hamilik birimimiz ile ilgili de kısa bir bilgi verelim. Fakir girişimcilere mikrokredi ve eğitimlerle beraber bir de koç-hami atanıyor. Bugünkü terminolojiyle know-how transferi yapan, ahilik sisteminde de ahilik yol atalarının teknik fonksiyonlarını günümüze getiren bir rol esasında. Ahilikte çıraklar 8-10 yaşları civarında bir eğitim sistemine alınıp, yaklaşık 10 senelik bir eğitimden geçiriliyormuş. Bu süreçte çırak/kalfaya bir usta atıyorlar. Ahilik yol atası sizin bir nevi büyük ağabeyiniz gibi; sistemi bilen, usta olmuş, piyasada iş yapan, nasıl iş yapıldığını bilen birisi. O size takıldığınız noktalarda direkt koçluk yapıyor. Tabii yol ataları maddi/manevi hamilik yapıyormuş. Esasında biz aynı mekanizmanın maddi boyutunu bir nevi buraya getirmeyi hedefliyoruz. Koç-hamiler ilk birkaç mikrokredisini başarıyla tamamlamış deneyimli girişimcilerden ya da gönüllü tekarüz tarafındaki iş insanlarından seçiliyor. Bu kişilerden fisebilillah ayda mesela 3 saatini, 5 saatini ayırmasını rica ediyoruz. Bu kişiye örneğin tezgâh nasıl açılır, nasıl açılmaz, sahadaki pratik problemler nedir, bunlarla ilgili yardımcı olmasını bekliyoruz. Böylece dayanışma prensibini paranın dışına da çıkarmış oluyoruz ve sistem esasında tüm toplumun dayanıştığı bir yapıya dönüşüyor. Yani sadece zenginden fakire doğru tek yönlü bir akış değil; zenginin zengine, orta hallinin fakire, fakirin zengine yardımcı olduğu, yani bütün toplumun farklı boyutlarda dayanıştığı bir yapı öngörülüyor esasında.

Modelin, eğitim tarafı var, koçluk tarafı var, finansal taraf var ve tüm sistem karz-ı hasene dayanıyor. Yani sürekli havuzlar arası karz-ı hasen’lerin gidip gelmesiyle oluşan bir yapı ortaya çıkıyor. Hem gelir üretiyor, hem fakirlere yardımcı olunuyor, hem de fakir olmayanların nakit ihtiyacını gideren bir yapısı var. Bu yapının özellikle derneklerde kurgulanabilir olmasına dikkat ettim. Türkiye’de çok derneğimiz var; cemaatler, cemiyetler, topluluklar, köy dernekleri… çeşit çeşit. Dolayısıyla, KHDF/M Modeli bu dernekler içerisinde, mer’i mevzuata uyumlu bir şekilde kurgulanabilir olması da özellikle amaçlandı. Bunu şu anki dernekler yapısı içerisinde bir sandık oluşturarak rahatlıkla uygulamak mümkün. Dolayısıyla, her yerde, sosyal topluluklarda, aile derneklerinde dahi rahatlıkla uygulanabilecek bir sistem.

Sadece dernekler değil, bunun farklı versiyonları üzerine de çalışıldı. Bunun katılım bankaları için de bir fon toplama ve fon dağıtım mekanizması olarak kurgulanabilme imkânı var. Yine bu sistemi firmaların içerisinde de kurgulamak mümkün. Böylece firma içerisindeki dayanışmayı, firmaya bağlılığı da artıran bir yapı olarak işlev görebilir. Model küçük topluluklardan, büyük topluluklara kadar toplumun her kesiminde uygulanabilecek bir yapı olarak kurgulandı. İnşallah yakında sahada da uygulamasını görmek mümkün olur.

Sonuç olarak, KHDF/M Modeli tamamen karz-ı hasene dayalı olarak gelir üreten, karz-ı hasen’le mikrokredi kullandırarak fakirlerin üzerine minimum yük bindiren bir sistem. Ama bu sadece fakirlere yönelik bir sistem değil, zenginler de buradan tekaruz yoluyla ihtiyaçlarını tamamen karz-ı hasen üzerinden karşılayabiliyorlar. Bir yandan da sadakadan daha hayırlı olan karz-ı hasen ile ciddi bir manevi kazanım da elde etmiş oluyorlar.