Şenel İlhan Beyefendi'nin Sohbetinden
İnsanoğlu yaratılış olarak bencildir, menfaatperesttir… Fıtraten böyledir ve bencilliği onda doğal olarak, öğrenmeye, hatırlamaya ihtiyaç duymayacak şekilde kendiliğindendir.
Psikolojik kendiliğindenlik ve biyolojik kendiliğindenlik olarak ifade edebileceğimiz şekilde psikolojik ve biyolojik ihtiyaçlarını koruma noktasında Yüce Yaratıcı tarafından bencil kodlanmıştır. Nitekim, sadece insana mahsus da değildir bu duygu. Bizler bütün canlılarda yaratılıştan gelen bu bencilliği; yani benini, varlığını, neslini koruma ve devam ettirme güdüsünü, çabasını, endişesini çok açık bir şekilde müşahede ederiz.
Bencillik aynı zamanda bir sahiplenme duygusudur. Mesela bir insan; benim bedenim, benim azalarım veya benim çocuğum, benim annem, benim babam, benim arkadaşlarım, benim vatanım, benim dinim, benim Allahım der ve sahiplenmesi gereken güzel değerlerini hem sahiplenir hem de gerektiğinde onları canı pahasına korur…
İşte tüm bunları sahiplenen ve benim diyen “ene”dir. Bu sahiplenme güdüsünü duygularımızdan çıkarırsak gerçek şu ki hayatımızın hiçbir anlamı kalmaz. İnsandaki bu sahiplenme duygusunun bir de manevi cephesi vardır ki Rabbimiz’i bilmek ve tanımak noktasında bu duygunun yeri olmazsa olmazdır… Çünkü insanoğlu ancak kendinde var olan cüzi ilim, cüzi kudret, cüzi irade, cüzi sahiplenme duygularının hepsi ile kıyaslar yaparak Allah’ın isim ve sıfatlarını kavrayabilir. Mesela, “Ben şu mülkün sahibiysem Allah da kâinatın sahibi.” der. “Ben şu işleri yaptıysam Allah da gördüğümüz her şeyi yaptı, yarattı.” der… İşte insan sahip olduğu bu cüzi şeylerle kıyas yaparak, Allah’ın sonsuz isim ve sıfatlarını idrak eder. Dolayısıyla bu anlamda yukarıda anlattığımız benlik hissinin aynı zamanda, insana terakki imkânı veren, onda marifet kapılarının açılmasına neden olan müspet ve hayırlı bir yönünün varlığı açıkça görülür…
Yine insanın kendi varlığını koruma noktasında da benlik duygusu önemlidir. Bundan dolayı hiç kimse hasta olmayı, ölmeyi, yok olup gitmeyi istemez ve doğal olarak hastalıkta sağlığı, acı içinde iken zevki, mutluluğu, yoklukta ise varlığı arar durur…
Bu anlattığımız yönlerden bakınca aslında bencilliğin çok hayırlı bir şey olduğu ortadadır. Görülüyor ki Yüce Yaratıcı büyük bir hikmete binaen canlı varlıkları bu duyguyla birlikte yaratmış ve böyle kodlamıştır.
Bencilliğin Neresi Kötüdür?
Bencilliği kötü yapan; hakka rağmen bencil olmak, gerçek ve doğrunun yanında durmayıp menfaatinin yanında olmaktır. Bir insan hakperestlik duygusunu, adalet anlayışını ve değer takdir duygusunu kaybettiği zaman işte bu durumda iyi olan bencillik birden bütün kötülüklerin kaynağı haline gelebilir. Bu anlamda bencilliğin müspet olması için yapılacak tek şey hakperest olmak, doğru ve dürüst olmak ve gerçeği kabul etmektir…
Mesela, benim için hakperestlik en önem verdiğim şeydir; bütün ahlaklarımdan önde gelir. Ben hakperestliği hiçbir makama, hatta sultanlığa değişmem. Siz de buna çok önem verin; zira müspet olmayan bencillikten, enaniyetten ancak böyle kurtulabilirsiniz. Çünkü enaniyetin tek ilacı doğruluk, dürüstlüktür…
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sadece beş hadis rivayet etmiş olan Ebû Amr Süfyan İbni Abdullah es-Sekafî radıyallahu anh diyor ki:
“Ya Resulallah! Bana İslam’ı öylesine tanıt ki, onu bir daha senden başkasına sorma ihtiyacı duymayayım.” dedim.
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!” (Müslim)
Görülüyor ki hadis-i şerifte de özlü olarak ifade bulduğu gibi tek başına doğruluk yani sözde ve özde doğru olmak kişiyi kurtarır. İşte bunun başka bir söylem şekli hakperestliktir. Hakperestlik demek gerçeğin ve doğrunun karşısında senin için akan suların durması demektir. Eğer bu doğruluk ahlakı sende yerleşirse sen artık çok iyi bir adam oldun, böyle ölsen inşallah cennete gidersin demektir…
Nitekim, Rabbimiz’in şu ayeti de öyle söylemiyor mu?
“Şüphesiz Rabbimiz Allah’tır deyip sonra da dosdoğru olanlara hiçbir korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de. Onlar cennetliklerdir. Yapmakta olduklarına karşılık orada sürekli kalacaklardır.” (Ahkaf, 46/13-14)
Biliyorsunuz gerçeklik ve doğruluk farklı şeylerdir… Mesela Adolf Hitler’in dünyanın altını üstüne getirmesi, ırkçılık uğruna milyonlarca insanı öldürmesi, soykırım yapması gerçektir ama bu yaptıkları şüphesiz ki doğru değildir.
İşte sizler bu doğruluk, dürüstlük ahlakını elde ettikten sonra istediğiniz kadar bencil olun, o bencilliğin size zararı olmaz.
Negatif Bencillik İnsanın Gözünü Kör Eder
Negatif anlamda bencil olan kişilerin özelliği şudur ki, bu kişilerde kendi menfaati söz konusu iken diğer tüm varlıkların menfaatleri ikinci planda kalır. Zira bu kişinin algı ve duygu dünyası kendi hazları, zevkleri, istekleri ile öylesine doludur ki başka varlıkların duyguları, hisleri, arzuları, ihtiyaçları onun algı dünyasına giremez. Veya kendi istekleri öylesine baskındır ki diğer tüm kendinden beklentisi olan varlıklar onun gözünde flu’dur. Belli belirsiz sisler arasında bir görünüp bir kaybolan veya tamamen gizlenen şekiller, resimler gibidir yani…
Enaniyetin denizinde kaybolmuş narsis bir kişinin hali öylesine kötüdür ki, onun bencil dünyasında boğulanlar veya kaybolanlar, o kişinin annesi, babası, çocukları, eşi, akrabaları yakın arkadaşları ve hatta onu yaratan yüce Rabbi bile olabilir… Nitekim bu durum her zaman yaşadığımız veya şahit olduğumuz gerçeklerdendir.
Dolayısıyla bu tür kişilerden kendi menfaatleri mevzu bahis olmayınca herhangi bir konuda bir gayret, bir fedakârlık, bir öz veri, bir yiğitlik, bir cömertlik beklemek hayal olur. Böyle enaniyet sahibi kişiler, dünyalık olarak kendisi bir şeyler elde etmeyecekse; vatan, millet, namus, din, iman gibi ulvi davalarda dahi hamiyetperver, vatansever olamazlar.
Dolayısıyla böyle bir kişinin enaniyetin girdabından kurtulması için yapacağı tek şey doğruluk ve hakperestlik ipine sıkı sıkıya sarılması ve doğruluğu, dürüstlüğü kendine rehber edinmesidir.
Doğruluk şüphesiz ki sadece sözden ibaret değildir; özümüz, sözümüz her şeyimiz doğru olmalı, bunu böylece bilmeliyiz.
Enaniyetin dengelenmesi gerçeği kabul etmekle başlar. Gerçeği kabul ettikten sonra içinde artık ne fırtınalar yaşarsın. Mesela, bir adam geldi aramıza ki çok akıllı bir kişi veya çok yakışıklı, çok becerikli ahlaklı vs. Sen de bunu fark ettin… Ne yapmalısın? Sen doğruluğun hakkını vererek bunun üstünlüğünü kabul edeceksin… İşte böyle durumlarda mertliğini, doğruluğunu, dürüstlüğünü öne çıkarırsan doğru yoldasın; gördüğün güzelliği, iyiliği yok sayar görmezden gelirsen yanlış yoldasın, işte o kadar…
Doğruluk, daha işin başında yüce bir yaratıcının varlığını kabul etmekle başlar. Yaratıcıyı inkâr eden kişinin artık doğruluktan bahsetmesi kendini kandırmadır. Sen en büyük gerçek olan bu evreni ve seni yaratan gücü inkâr ederek işe başlarsan bundan sonra aklını hangi argümanlara dayayarak doğruyu bulacaksın.
Bu gerçekten kaçamadıkları için son yüz yılda Ateizm iyiden iyiye tükenme aşamasına girdi, şimdi deizm furyası var…
Evet, fıtri doğrular vardır; bunlara apriori doğrular denir ki yaratılıştan gelen doğrulardır. Tüm bilim insanları bunları doğru kabul ederler. Mesela Ateist toplumlarda bile ensest ilişki çok azdır, çünkü ensest ilişki fıtratın yasakladığı bir fiildir.
Bir insan en azından doğruyu kabul eder ama “Şimdi ben bunları yapamıyorum.” derse doğruluktan ayrılmamış olur… Böyle söylemek, bunu kabul etmek erdemdir ve doğruluktan ayrılmamak demektir. Bir kişi yanlışını görürse bir gün düzelirim diye bir ümidi olur ve düzelmek için de kendine şans tanımış olur…
Nefis Hastalıkları Enaniyetten Çıkar
Bir kişi doğruluğunu dürüstlüğünü kaybettiğinde enaniyeti onu çok tehlikeli alanlara çeker. Nefis hastalıkları hep bu hakperestliğin terk edilmesinden meydana gelir.
Bu duygu bazen kibir boyutunda ortaya çıkar ve kişiyi kendini herkesten üstün görme ve hatta ilah sanma yalancılığına kadar götürür ki firavunluk böyle bir yalanın ürünüdür. Halbuki bir gün doğduğu ve yine bir gün de öleceği gerçeğini bilen bir fani, dürüstlüğünü kaybetmeden nasıl kendini ilah yerine koyabilir.
Riyakarlık da bencil bir adamın dini kullanmasıdır… Haset hastalığı yine gerçeği doğruyu kabul etmeme, görmezden gelme şeklinde enaniyetin duygularımızda menfi bir pozisyon almasıdır. Karşındaki insanın güzel olan değerlerini görüyorsun da bunu niçin kabul etmiyor ve bu gerçeği görmezden geliyorsun?
Bencilliği Fark Etmenin Sosyolojik Boyutu
Bir insan gerçekliğin ve doğruluğun hakkını vererek yaşarsa hem kendini hem de diğer insanları değerlendirirken daha insaflı ve hakkaniyetli olacaktır. Şöyle ki bütün insanların bencil kodlandığı bir vakıa mıdır? Evet.Peki insanların çoğu avam mıdır? Ona da evet. O zaman şu bir gerçektir ki avam olanlar her zaman çoğunlukta olacak ve insanlar genel itibariyle avam olarak da kalacaklardır. İşte sen bu gerçeği gördüğün zaman buradan hareketle o kişileri anlarsın ve sana karşı yaptıkları birçok olumsuz davranışları normal görürsün. Çünkü şunu bilirsin ki insanların bu bencillikten kurtulmaları ve evliya olmaları mecburi değildir. Bu sebeple herkesin evliya olması beklenemez. Dolayısıyla insanlardan hiç bencil davranmamalarını beklemek, çevremizdeki herkesi evliya etmek demektir ki bu doğru bir düşünce değildir.
İşte bu gerçek doğrultusunda Kur’ân’a bakarsak görürüz ki Allah (c.c.) bu avam kullarına cennet vaat ediyor. O halde Allah bunlara nasıl bakıyorsa biz de öyle bakmak zorundayız, gerçek ve doğru olan budur. Dolayısıyla biz değer takdir duyguları, adalet duyguları zayıf diye insanları atamayız… Bir adam bu gerçeği anlarsa hem kendine karşı psikolojik olarak daha anlayışlı olur hem de sosyal hayatında çevresindeki insanlarla çok daha sağlıklı ilişkiler ve diyaloglar içerisinde olur.
Mesela, insanlardan bir yanlış, hata, kusur gördüğünde “nefsi var, ne yapayım” der bunu hoş görür, daha toleranslı olur. Böylece o kişide tolerans ve hoşgörü ahlakı yerleşir.
Bizler insanlarla ilişkilerimizi bu boyutta devam ettirirken içlerinden yetenekli olanları, kabiliyetli olanları öne geçerler ve belki de evliya olur Allah dostu olurlar.
Dolayısıyla her şeye rağmen insanların arasında olma, onları idare etme ve yine onların bulundukları yerlerden daha iyi konumlara gelebilmeleri için çabalama bizim misyonumuz olmalı…