Gelin, Yeniden Rasûlullah’a Biat Edelim! / Yrd. Doç. Dr. Halil İbrahim Kutlay

Genç sahabi Cabir b. Abdullah (r.a) anlatıyor:

- Ya Rasûlallah! Sana biat ediyoruz, dedik. Peygamberimiz şöyle buyurdu:

- “İstekli de olsanız, isteksiz de; (Allah ve Rasûlü’nün emirlerini) dinleyip itaat edeceğinize,

- Fakir de olsanız, zengin de; malınızı (Allah yolunda) harcayacağınıza,

- İyiliği emredip kötülüklere engel olacağınıza,

- Allah yolunda kınayanın kınamasına aldırmadan, Allah için hakkı söyleyeceğinize,

- Beni destekleyeceğinize; ben size geldiğimde canlarınızı, eşlerinizi ve çocuklarınızı koruduğunuz şeylerden beni de koruyacağınıza söz verip bana biat edeceksiniz.”            (Ahmed b. Hanbel, Müsned: 3/322,340; 5/325)

İkinci Akabe Biati

Yıl Miladi 622 Haziran ayı... Hac Mevsimi... Kurban Bayramı günleri... Mina gecelerinden birinde... Gece karanlığında... Akabe tepesinde... Cemre-i Akabe (halk tabiriyle Büyük Şeytan) denilen yerde iken yüzümüzü Mekke’ye döndüğümüzde Büyük Şeytan’dan yüz metre ileride sağ tarafımızda kalan iki tepenin arasında... Bugün üstü açık, sarı boyalı, eski, metruk bir mescidin bulunduğu yerde...

Âlemlerin Efendisi, Allah’ın Sevgilisi, Nebiler Nebisi, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) son derece gizli bir toplantı yapmıştı. Hem Medine’den gelen diğer hacılardan hem de Mekke müşriklerinden habersiz yapılan bu gizli toplantıya Medine’den gelen ikisi kadın 75 kişilik Müslüman bir grup katılmıştı. Toplantıda Mekkelilerden sadece Efendimiz’in henüz İslam’la şereflenmeyen amcası Abbas’ta bulunmuştu.

Medineli Müslümanlar, Allah Rasûlü’nün artık Mekke’de yaşamasına tahammül edemiyorlar, O’nu Medine’ye davet ediyorlardı. Toplantıda ilk söz alan Efendimiz’in amcası Hz. Abbas (r.a) oldu. Hz. Abbas (r.a), bu görüşmenin önemini ve bu ittifakın sorumluluğunu anlattı. Ardından Efendimiz (s.a.v) söze başladı. Önce tatlı sesiyle Kur’ân okudu. Sonra kısa ve özlü ifadelerle İslam’ı anlattı.

Medineli Müslümanlar bu nebevi tavsiyeleri büyük bir samimiyet ve hayranlıkla dinlediler. Efendimiz (s.a.v)’e hemen biat ettiler, emir ve tavsiyelerine aynen uyacaklarına dair söz verdiler. Bu toplantı bir önceki yıl aynı yerde Medineli 12 Müslüman’la yapılan ilk sözleşmeden sonra yapılan ikinci sözleşme olduğu için, tarihe İkinci Akabe Biati (sözleşmesi) adıyla geçti.

Efendimiz (s.a.v), Medineli Müslümanların her biriyle ayrı ayrı musafaha ederek onların biatlerini kabul etti. Grubun ileri gelenleri çok açık ve samimi ifadelerle Efendimiz’e olan sevgi ve bağlılıklarını dile getirdiler.

İkinci Akabe Biati Medine’deki çekirdek İslam cemaatinin iman, ihlas, azim ve cesaretinin bir göstergesi oldu. Bu biat; iman, sevgi, samimiyet ve güven duygularının hâkim olduğu manevi bir atmosferde gerçekleşmişti. Bu biat, Medine İslam devletinin ilk temel taşı idi.

Kur’ân’ın diliyle “Ensar” (yardım edenler, destekleyenler) adıyla anılan bu seçkin şahsiyetler, bu sözleşmede Rasûlullah’a verdikleri sözü tutmuşlar, bu biatin “itaat, fedakârlık, tebliğ, cesaret ve yardımlaşma” şeklinde özetlenebilecek beş temel maddesine daima sadık kalmışlardır.

Aslında bu biat, Ensarla Efendimiz arasında yapılan geçici anlamda bir sözleşmeden ziyade, onların şahsında kıyamete kadar gelecek bütün mü’minlerle yapılan bir iman ve itaat sözleşmesi idi. Efendimiz (s.a.v), sadece karşısındaki 75 kişilik gruptan değil, bütün mü’minlerden bu hassasiyeti ve anlayışı bekliyordu.

Genç sahabi Cabir b. Abdullah (r.a)’in tamamını naklettiği, Ebu Hureyre (r.a), Ubade b. Samit (r.a), Ka’b b. Malik (r.a) gibi zatların da rivayetlerinde bazı cümlelerini paylaştığı yukarıda belirtilen beş temel madde, İslam toplumunun temel dinamiklerini ortaya koymakta, İslam toplumunun canlı ve dinamik kalması için gerekli ilkeleri vermektedir.

1. Önce İtaat

— “İstekli de olsanız, isteksiz de; (Allah ve Rasûlü’nün emirlerini) dinleyip itaat edeceğinize söz vereceksiniz.”

İtaat, samimiyetle inanmak, gönülden bağlanmak, severek kabullenmek, sözünü dinlemek ve uygulamak demektir. İman sözleşmesinde ilk istenen şey “itaat” sözü vermektir... Allah ve Rasûlü’ne kayıtsız şartsız itaat… Hoşumuza gitse de gitmese de itaat... Dinç olduğumuzda da bitkin olduğumuzda da itaat… İstekli olduğumuzda da isteksiz olduğumuzda da itaat... Tereddütsüz, kuşkusuz, tam bir teslimiyetle itaat... Mü’minlerden Allah ve Rasûlü’nün emirlerine ve buyruklarına gönül vermesi, bu emirleri tartışmasız kabul etmesi ve uygulamaya koyması istenmektedir.

“Allah’a itaat edin... Rasûle itaat edin...”(Âl-i İmrân, 3/32,132; Nisa, 4/59; Maide, 5/92; Enfal, 8/1,20,46; Nur, 24/54; Muhammed, 47/33; Mücadele, 58/13; Tegabün, 64/12) ifadesi Allah’ın Kitabı’nda önemine binaen pek çok defa tekrar edilmektedir. İman, itaati gerektirdiği için imanla şereflenen mü’minlere bu durum hatırlatılmakta, dünyasını ve ahiretini cennete çevirmekle yükümlü mü’minin bu konuda tavizsiz olması emredilmektedir.

Akabe’de üzerinde vurgu yapılan itaat konusu; hangi şart ve durumda olursak olalım, tarihi, coğrafi, sosyal, siyasal, psikolojik ve ekonomik şartlar ne olursa olsun, mutlaka ama mutlaka Allah ve Rasûlü’nün emirlerine uymalıyız, şeklinde anlaşılmalıdır. 

Hadisin ifadesiyle istekli de olsak, isteksiz de; dinç de olsak, bitkin ve yılgın da olsak itaat (Ahmed b. Hanbel, Müsned: 3/322,340; 5/325; Hakim: Müstedrek: 2/625) emredilmektedir. Hadisin bir başka rivayetinde ise hoşumuza gitse de gitmese de itaat (Müslim: İmare 34; Nesaî: Bey’at 1-5) emredilmektedir.

Allah ve Rasulü’nün emirleri kendi anlayışımıza uysa da uymasa da, çağın gereklerine uygun olsa da olmasa da, bizim gelenek ölçülerimize uygun olsa da olmasa da itaat etmemiz istenmektedir. O’nun sünnetine bağlılık gerçek mü’min olmanın şartlarından biridir:

“Hayır, Rabbin’e yemin olsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem tayin etmedikleri müddetçe; sonra da senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkları müddetçe gerçek mü’min olamazlar.” (Nisa, 4/65)

2. Allah Yolunda İnfak: Maddi Fedakârlık

“Fakir de olsanız, zengin de; malınızı (Allah yolunda) harcayacağınıza söz vereceksiniz. ”

Biatin ikinci maddesi: Allah’ın bize emanet olarak verdiği malımızın bir kısmını Allah yolunda harcamak şeklindedir. Gönlümüzün hırs, açgözlülük, tamahkârlık, çıkarcılık, bencillik, kıskançlık gibi manevi hastalıklardan arınması, malımızın haramlardan temizlenmesi, Allah’ın sevgisine ve rızasına erişebilmemiz için, Allah’ın bize rızık olarak verdiği mallardan bir kısmını -zekât ve sadaka olarak- Allah yolunda harcamamız istenmektedir.

Son derece cömert, ikram sever, iyiliksever, fakir, yoksul ve kimsesizlerin can dostu, dul ve yetimlerin yardımcısı bir Peygamber olarak Efendimiz (s.a.v)’in; “veren elin alan elden daha hayırlı olduğu, mü’min kulun cennete varıncaya kadar hayır işlemeye doymayacağı” şeklindeki tavsiyelerini hayata geçirmek zorundayız.

Zengin ve imkân sahibi Müslüman’ın infak etmesi imanının ve ihlasının gereğidir. Ancak hadisimizde fakir de olsa, bir başka ifadeyle yeterli imkâna sahip olmasa da her Müslüman’ın Allah yolunda infakta bulunması istenmektedir. Her durumda ve her konumda mü’minlere Allah için maddi fedakârlık emredilmektedir. Bu hadis-i şerif şayet bugün, ilk defa duyuyorsak İslam’ın buyruklarını işitir işitmez yerine getirmeye çalışan sahabeler gibi hemencecik bizler de bu infak emrini yerine getirmeliyiz. Cüzdanımızın durumu ne olursa olsun, vicdanımızın sesine kulak vermeliyiz.

İmkânsızlıklar içinde iken din kardeşlerini düşünmeyenler, bir takım imkânları elde ettikten sonra onları hiç düşünemezler. Sıkıntı içerisinde cüz’î yardımda bulunanlar, refah döneminde bu çeşit yardımlara devam edebilirler. Maddi fedakârlıkta bulunmadan, arzulanan ulvi hedeflere ulaşmak mümkün değildir.

3. İyiliği Emretme ve Kötülüklere Engel Olma

“İyiliği emredip kötülüklere engel olacağınıza söz vereceksiniz. ”

İyiliği emretme ve kötülüklere engel olma (öz ifadesiyle el-emr bi’l-ma’rûf ve’n-nehy ani’l-münker), Kur’an’ın sık sık vurguladığı müstesna emirlerinden biridir. İslam toplumunun manevi dengesini koruyan, “hayırlı ümmet” olma özelliklerinden biri olan, şerli kimselerin başımıza çöreklenmesini engelleyen ve dualarımızın kabulüne vesile olan bir emirdir.

“Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder kötülüğe engel olursunuz ya da Allah’ın size bir ceza göndermesi pek yakındır. Sonra dua edersiniz de dualarınız kabul edilmez.” (Tirmizî: Fiten 9)

Sadece iyilikleri tavsiye etmek yeterli değildir. Bunun yanında kötülüklerin, çirkinliklerin, hayasızlıkların engellenmesi görevi de vardır. Münkeri engelleme görevi elimizle mani olma, buna gücümüz yetmezse dilimizle tavsiye etme ve son çare olarak kalbimizle reddetme şeklinde imkân ve yetki nispetinde üç kademe halinde uygulanmalıdır.

Bu İlâhî emir, -zannedildiği gibi- sadece yöneticiler ya da irşad edenlerin değil, sahip olduğu imkân, fırsat, bilgi, yetki ve sorumluluğa göre her Müslüman’ın mutlaka yerine getirmesi gerekli manevi bir görevdir.

4. Hakkı Söylemede ve Yaşamada Cesaret

“Kınayanın kınamasına aldırmadan Allah için hakkı söyleyeceğinize söz vereceksiniz.”

Yeryüzünde sevgiyi, şefkati, adaleti, huzuru ve saadeti hâkim kılma arzusunu taşıyan mü’min; daima hakkı söylemeli ve iman hakikatlerini anlatmalıdır. Gayet tabii olarak şer yolunda yürüyenler, içki, kumar, fuhuş ve uyuşturucu tacirleri, rüşvetçiler, sahtekârlar ve dolandırıcılar bundan memnun olmayacaklardır. Çıkarları zedelenenler sonunda kendilerinin de mutlu olacağı ideal hayat anlayışını ilk planda benimseyeceklerdir.

Ama bütün bunlara rağmen hak yolda yürüyen kişi yoluna devam etmeli, hakkı söylerken kendisini kınayanlara, hakka davet ederken kendisini ayıplayanlara aldırış etmeden korkusuzca gerçekleri anlatmalıdır. Bütün insanlığı dost bilen, herkesi hidayete aday olarak gören bir anlayışla insanlığın saadeti için çırpınmalıdır.

5. Allah Rasûlü’nü Sevme, Canımız Gibi Savunma

“Beni destekleyeceğinize; beni canlarınız, eşleriniz ve çocuklarınız gibi koruyacağınıza söz verip bana biat edeceksiniz.”

Allah Rasûlü’nü sevmek imanımızın gereğidir. Gerçek mü’min olabilmek, O’nu kendi canımızdan, ana-babamızdan, evladımızdan, herkesten ve her şeyden çok sevmeye bağlıdır. O’na olan sevgimiz O’nun sünnetini yaşamakla anlam kazanır.

O şöyle buyurmuştu: “Sizden biriniz, beni annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan fazla sevmedikçe gerçek mü’min olamaz.” (Buhari: İman 8; Müslim İman 69; Nesai: İman 19)

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)’in sünneti, ulvi prensipler manzumesidir. O’nun hadis-i şerifleri üstün hayat ölçüleri demetidir. O’nun hayatı son derece nezih, ideal hayat tarzıdır. O, bizim baş tacımız; O, bizim gönül rehberimiz; O, bizim şefaatçimizdir.

Efendimiz (s.a.v)’e dil uzatılmasına fırsat vermemek, O’nun sünnetini her türlü yanlış anlayış ve kavrayışlardan uzak tutmak, O’nu savunmak zorundayız. Ne O’nu, Hıristiyanların Hz. İsa’yı yüceltip ilahlaştırdıkları gibi aşırı derecede yücelteceğiz ne de “aman yüceltmeyelim” korkusuyla “sevgisizlik ve saygısızlık bataklığı”na düşeceğiz. İtidal ölçüleri içinde ama sonsuz sevgi ve bağlılıkla O’nun yolunda yürümeye devam etmeliyiz. Mübarek ismini andığımızda “O’na salevât” getirmeyi ihmal etmemeliyiz.

Gelin Yeniden Biat Edelim!

Yeniden biat etmeliyiz Allah’ın Rasûlü’ne... Biatimizi tazelemeliyiz. Medineli Ensar da biat etmeden önce Müslüman olmuşlardı. Ama bir iman sözleşmesi gerekli idi yepyeni bir toplum inşa etmek için... Medine’de yeni yepyeni bir hayatın başlaması için... Gül Muhammedimiz’in Medine’de tarihin en güzel neslini yetiştirmesi için... Misk kokan taze güller açılması için gerekli idi bu biat. Bu sözleşme “itaat, fedakârlık, tebliğ, cesaret ve yardımlaşma” ana maddeleriyle özetlenen bir iman ve güven tazelemesi idi.

Bugün de bu sözleşmeyi, bu sünneti, bu anlayışı, bu ölçüyü hayata yansıtmak zorundayız. Önümüzde dağlar gibi biriken, acil çözüm bekleyen bir yığın ailevi, sosyal, ekonomik, psikolojik problemlerin ve krizlerin çözülebilmesi için Allah Rasûlü’nün hakemliğine, O’nun sünnetinin eşsiz ölçülerinin tatbik edilmesine muhtacız.

Gelin! Peygamberimiz (s.a.v)’in değerli sahabeleri gibi hep beraber haykıralım: “Ya Rasûlallah Sana biat ettik! Biatimizi kabul et.” diyelim. Gelin! Allah’a, Allah Rasûlü’ne tekrar söz verelim.

Gelin kardeşler! Yeniden biat edelim...