Tevessül nedir? Kur’an ve hadislerde, Sünnette nasıl ortaya konulmuştur?
Tevessül, kelime olarak, vesîle edinmek, aracı yapmak ve vâsıta kılmak anlamlarına gelmektedir. Istılahî olarak “ilim ve ibadetle Allah’a yaklaşmak, Allah’a yakın olmak için bir vesîleye sarılmak, O’nun rızasını istemek” şeklinde tarif edilen tevessül, Kur’ân ve hadisler göz önüne alındığında “Allah’a yakınlığı yani kurbiyyeti sağlayan şeyler” olarak anlaşılmıştır. Tasavvuf literatüründe ise “başta peygamberler olmak üzere vefat etmiş olan sâlih zâtlar, âlim ve velîler vesîle kılınarak, onların adı anılarak Allah’tan bir şey isteme” şeklinde tanımlanır.
Kur’ân-ı Kerim’de tevessül kelimesi geçmemekle birlikte aynı kökten gelen vesîle kelimesi Maide Suresi’nin 35. ayeti ve İsra Suresi’nin 57. ayetinde yer almaktadır. Müfessirler bu ayetleri tefsir ederken “vesîle” ile ilgili olarak; Allah’ın (c.c.) hoşnutluk ve rızasını elde etmek, Allah’a yaklaşmaya neden olan araçlar, kendisiyle Allah’a yaklaşılan iyi, yararlı ve güzel davranışlar, Allah’a yaklaşmaya sebep olan her türlü taat ve ibadetler şeklinde yorumlara yer vermişlerdir.
Kur’ân-ı Kerim’de sınırlı olarak yer bulan “tevessül/vesîle” konusu, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hadislerinde çokça yer almaktadır. Bunlardan en ünlü olanı “mağara hadisi” olarak bilinen rivayettir. Hadis-i şerifte; bir mağarada mahsur kaldıklarından dolayı sıkıntıya düşen üç arkadaşın, maruz kaldıkları bu sıkıntılı durumdan kurtulmak amacıyla daha önce sırf Allah’ın (c.c.) hoşnutluğunu, rızasını kazanmak için yaptıkları güzel, iyi ve yararlı işlerini vesîle kıldıkları anlatılmaktadır. (Buhârî, Büyû` 98, İcâre 12, Hars ve’l-müzârea 13, Enbiyâ’ 53, Edeb 5)
Buhârî’nin aktardığına göre, tevessül konusunda meşhur olan bir diğer rivâyet de şöyledir: Hz. Ömer, bir kuraklık ve kıtlık senesinde Hz. Abbas’ı aracı kılarak; “Allah’ım biz, sana dua ederken Hz. Peygamberi (s.a.v.) vasıta kılıp onunla tevessül ediyorduk, sen de bize yağmur gönderiyordun. Şimdi de Hz. Peygamber’in (s.a.v.) amcasını sana vesîle kılıyoruz, bize yağmur ihsan eyle.” diye dua etmiş ve bu duanın üzerine yağmur yağmıştır. (Buhârî, İstiska, 3) Ayrıca Hz. Peygamber’in (s.a.v.), Allah’ın (c.c.) güzel isim ve sıfatlarıyla tevessül ederek dua edilmesi konusunda çeşitli tavsiyelerde bulunduğu ve kendisinin de bu şekilde dua ettiği bilinmektedir.
Yaptığınız kıymetli çalışmada tevessülün tasavvufî etkileri ile psikolojik etkilerini ayrı ayrı ele aldığınızı görüyoruz. Tevessül konusunun insanın iç dünyasındaki ruhsal dengeler açısından psikolojik etkileri itibarıyla ele alınması bizlere neler söyleyebilir? Kendi benliğiyle bir başkasını mukayese etmek gibi bir metod dikkati çekiyor. Neler söylemek istersiniz?
Tasavvufî anlamda tevessül denilince akla gelen ilk şey Allah’ın velî bir kulunu vesîle kılarak Allah’tan bir şey dilemek oluyor. Bu doğru bir tanımdır; fakat derûn ilmi olarak ifade ettiğimiz tasavvufun genel yapısı göz önüne alındığında tevessülün bundan ibaret olamayacağı anlaşılıyor. Dolayısıyla tevessül kavramına farklı perspektiflerden yaklaşmanın onun derin anlamlarını ortaya çıkarmayı kolaylaştıracağı düşüncesindeyim. Bu düşüncelerden yola çıkarak tevessüle gerek tasavvuf disiplini açısından gerek psikolojik açılardan yaklaştığımız disiplinler arası bir çalışma gerçekleştirdik. Bu amaçla, tasavvufî düşünce sisteminin temel yapı taşları üzerinde de önemle durduk.
Tasavvuf öğretisinin asıl amacı varoluşun gayesi olan insanın yaradılıştan getirdiği potansiyelini tam manasıyla kullanabilmesidir. Bu açıdan, insanı kemal sıfatlarla donatarak onun kişiliğini mümkün olabilecek en mükemmel seviyeye ulaştırmayı hedefler. Fakat tasavvuf yolundaki sûfînin sağlıklı ve dengeli bir ruh hali üzere olması söz konusu sıfatlara ulaşabilmesi için bir ön koşuldur. Çünkü ancak ruhî dengesini sağlayabilen insan, karşılaşabileceği zorlu yaşam şartlarında mevcut potansiyelinden taviz vermeden manevî gelişim ve olgunlaşma sürecine devam edebilir.
Bu süreçte, insanın Rabbiyle iletişiminde tevessüle yöneldiği olaylar önemli bir rol oynar. Yaşam yolculuğunda üstesinden gelinemeyen güçlüklerle karşılaşmak, tevessülün tercih edildiği durumların ortak noktasını oluşturur. Bu durumlarda insan fıtratı gereği kendisini ne kadar iyi ifade edebilirse o kadar rahatlamış hisseder. Dolayısıyla Yüce Allah’a yaklaşmak isteyen, Allah’tan herhangi bir muradı bulunan kimsenin dileğini bir vesîleye sarılarak belirtmesi esasen isteğinin kuvvetliliğini ifade eder diyebiliriz. Yoksa tevessül eden, vesîle kılınandan medet umuyor değildir. Öte yandan sonsuz kudret sahibi Allah’ın insanın doğru ve güçlü anlatımına ihtiyacı yoktur. Buna ihtiyaç duyan insanın kendisidir. Tıpkı namaz, kurban ve duada olduğu gibi.
Ayrıca “Senden isteyenlerin Sen’deki hakkı için Sen’den istiyorum Ya Rab!” diyen bir kimse içinde bulunduğu kaygılı durumla bir başa çıkma yöntemi geliştirmiş olur ve kaygının insan psikolojisinde yaratabileceği yıkıcı etkilerinden korunarak ruhî dengesini ayakta tutar. Hadis kaynaklarında tevessül ile ilgili rivayetler arasında yer alan Hz. Ömer’in yağmurun yağması için Hz. Abbas’ı vesîle kılması, onun içinde bulunduğu zor durumla baş edebilme yöntemi olabilir. Böylelikle o, Rabbiyle kurduğu bu iletişimden doğan ümit duygusunun etkisiyle gelecekte yağmurun yağmayacak olması ihtimaliyle ilgili kaygılarından arınmış ve ânı tecrübe edebileceği dengeli bir ruh haline kavuşmuş olur.
İnsanın ruhsal sağlığını dengeleyecek olan bir diğer etken gerçek mutluluktur. Mutasavvıflara göre gerçek mutluluğun elde edilmesi ancak Allah’ı bilmekle mümkün olur. Allah’ı bilmenin anahtarı olan kendini bilmek bu yüzden çok önemlidir. Kendini bilmenin zıddı olan gaflet ise modern psikolojide ruhsal problemlerin başlangıcı olarak kabul edilir. Tevessüldeki asıl amacın da Allah’a vuslat olduğu göz önüne alındığında bir kimse tevessül ettiğinde kendini tanımak için bir yola girmiş demektir. Bu yolculuk insanın özüne yaptığı bir yolculuktur. Kendine dair tarafsız gözlemleridir. Benliği hakkında tam bir iç görüye, gerçekçi bir bakış açısına sahip olabilmesidir. Çünkü insan ancak bu şekilde iç ve dış dünyası arasında sağlam bağlar kurabilir ve ancak bu şekilde çelişkili ruh hallerinden, onu çıkmaza sokan içsel çatışmalarından kurtularak bir anlam arayışı olan manevî yolculuğuna devam edebilir.
İşte tevessül eden tasavvuf yolcusu “Ey Allah’ım, falan zâtın yüzü suyu hürmetine, filan evliyanın hatırı, Sen’in yanındaki kıymeti için Sen’den şunları istiyorum” dediği vakit onun bu söyleminin arkasında kendi iç âlemine büyük bir farkındalık ile yönelebilmesi, kendine dair tüm hakikatleri bütün çıplaklığıyla ele alarak kabullenmesi, dikkatini tümüyle iç dünyasına odaklayarak daha derinlere yönelebilmesi olduğunu söyleyebiliriz. Bu kimsenin Rabbine ifade etmek istediği şey aslında şudur: “Ben kendimi tüm gerçekliğimle ele alıyorum ve bakıyorum ki birçok eksik yönüm var, nefsim birçok konuda bana galip gelmiş durumda, bazı hususlarda Rabbimin benden istediklerini yapar halde değilim. Falan veli kimseyi de tüm gerçekliğiyle gözlemliyorum ve onun Allah dostu olduğunu görüyorum. O her konuda Allah’ın (c.c.) istediklerini yapma gayreti içinde olup nefsiyle sürekli olarak mücadele halinde. Kendi sahip olduğum özelliklerle onunkini kıyaslıyor ve görüyorum ki o kendini benden daha üstün meziyetlerle donatmış. Cenab-ı Hak, bu dostunun hürmetine duamı kabul edip beni muradıma nail eder. Kâinatın yegâne sahibi Yüce Allah’tır. Her şey O’nun emrine göre olur. Allah’tan başka her şey sebeptir.”
Bu noktada, tevessül eden için Allah’ı hoşnut etme gayreti içinde olmak dışında bir tavır düşünülemez. Bilindiği üzere tasavvuf düşüncesinde insanın kendi çabası ve emeğine büyük önem verilir. Bu nedenle tevessül eden bir sûfînin bir başkasının Allah katındaki konumundan faydalanmaya çalışması ve Allah’ı hoşnut etmeye dair hiçbir çaba göstermeden yaşamını sürdürebilmesi mümkün değildir. Tam tersine, Allah’ın razı olmayacağı hallerden kaçınmak razı olacaklarını ise elde etmek amacıyla daimî bir gayret içerisinde olması gerekir. Çünkü vesîle kılınan kişi söz konusu sûfînin yaşam yolculuğunda rol modeli olarak seçtiği ve kendisini geliştirmesi için yol gösterici niteliği olan biridir.
Bir kimse bir başkasını rol model olarak seçtiğinde, esasen onun karakter özelliklerini kendi özellikleriyle kıyaslamış olur. Allah’a dileğini bildirmede tevessül yoluna giden mürid de benliğine dair edindiği tarafsız bilgileri vesîle kıldığı kişinin özellikleriyle karşılaştırmış demektir. Konuya eğitim psikolojisi açısından yaklaşacak olursak “model alma yoluyla öğrenme” olarak ifade edilen bu öğrenme metodu insanın en etkili öğrenmesi olarak kabul edilmiştir. Bu yöntem mutasavvıflar tarafından da benimsenmiş ve insanın kin, cimrilik, kibir gibi kötü hasletlerden kurtulabilmesi için erdemli davranışlarıyla örnek oluşturan peygamberleri ve onların vârisleri kabul edilen velîleri rol model alması önerilmiştir. İnsanları inanç ve davranışlar yönünden eğitmeyi amaçlayan Kur’ân’ın da bizlere örneklik oluşturacak rol modeller sunması söz konusu metodun fıtrî eğilimlere uygun olduğunu göstermektedir. Bu açıdan bakıldığında, mutasavvıfların tevessülü fıtrî bir ihtiyaç olarak ele almaları daha iyi anlaşılabilir.
Model almadaki asıl amaç insanın model aldığı kimsedeki davranışları içselleştirerek bunları kendi davranışları haline getirmesidir. Bu öğrenme ilkeleri ışığında, vesîle kılınan kimsenin davranışlarını içselleştirmenin de tevessülün asıl amacı olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla vesîle kılınan sâlih zât, manevî olgunlaşma yolculuğunda olan sûfînin kendisine dair yanlı ve yanlış değerlendirmelerini düzeltmesini sağlayacak olan bir rehber, bir kontrol mekanizmasıdır.
Buraya kadar anlattıklarımızdan anlaşılacağı üzere tevessül ederek manevî olgunlaşmasını destekleyen bir kimse için bu durum onun kendi içinde başlayıp biten bir süreç olmayıp kendini aşarak ötekine ulaştığı ve bunları aşkın alana da taşıyabildiği bir süreçtir. Ötekini konu alan empatik beceriler kazanabilme, tüm kâinatı ve içindekileri kapsayan karşılıksız sevgiyi hissedebilme, merhamet duyabilme, affedici olabilme gibi bütün değerler sûfînin bu kendini aşma sürecinde kazandığı temel değerlerdir.
Tevessülün tasavvufî etkileri büyük beklentileri ve engin ufukları olan bir konu. Tevessülün tasavvufî etkilerini biraz anlatır mısınız?
Tevessülün tasavvufî etkileri gerçekten de umut vadeden ve geniş perspektifleri olan bir konu. Bu kavramın ilişkili olduğu diğer tasavvufî unsurlarla birlikte manevî olgunlaşma yolundaki sûfînin yaşamını hangi yönlerden ve nasıl etkilediği hususlarını içeriyor. Burada tevessüle birçok farklı pencereden yaklaşıyor olmak önemlidir. Böylece insanın manevî gelişimine nasıl katkıda bulunduğunu daha iyi anlayabiliriz. Tevessülü bu şekilde diğer tasavvufî kavramlarla birlikte ele alarak sûfînin yaşamla uyumunu sağlayan yönlerine değinmek ise mevzuyu daha da zenginleştiriyor.
Başka tasavvufi kavramların da tevessül ile birlikte insanda karşılığı olan bir harmoni oluşturduğu anlaşılıyor. Nedir bu kavramlar? İnsanın manevi olgunlaşması açısından bu konuyu nasıl değerlendirmek gerekir? İnsanda nasıl bir etki oluşur ve içsel yolculuğunda neleri aşar?
Kesinlikle, diğer tasavvufî kavramlarla bir harmoni oluşturarak anlamlı bir bütünün önemli bir parçası mahiyetindeki tevessül, sûfînin manevî olgunlaşma sürecini desteklemede önemli bir rol oynuyor. Tevessülün ilk kazanımının kendini tanıma erdemi olduğundan bahsettik. Dolayısıyla onun ilişkili olduğu ilk kavram mârifettir. Mutasavvıflar mârifetin insan hayatına bakan yönüyle ilgili olarak bu kavrama ulaşan kimsenin rızkının ve yaşamının saf ve arı olacağını, hayatının güzelleşeceğini, Allah’tan aldığı kudretle bir güven duygusu içinde olacağını söylemişlerdir. Öte yandan insan mârifet ile kendisine kötülüğü emreden nefsinin yönlendirmelerinden kurtularak dikkatini bütünüyle Allah rızasına vermeyi başarabilir ve iç dünyasıyla uyumu yakalayarak gerçek mutluluk ve içsel huzura ermiş olur.
Tevessülün insanı mârifete ulaştıran etkisiyle tevâzu erdemi de doğar. Çünkü gerçekçi bir benlik algısı tevâzudaki temel noktadır. Bu yüzdendir ki kendinde bulunan eksiklerin, kusurların farkına varan sûfî ahlakî kemâlinin bir delili olarak, yaşantısı boyunca tevâzu örnekleri göstermeye başlar.
Bir bakıma tevessül ile kendinden başlayarak Rabbini tanıma yolculuğunu destekleyen sûfî “Allah nelerden hoşlanır, neleri sever?” sorularının yanıtlarını tam bir bilinç ve farkındalık haliyle aramaya başlar. Bu amaçla vesîle kıldığı kimseyi Allah’a yakınlaştıran hususları derin bir kavrayışla ele alır ve Allah hakkındaki düşünmesi artar. İşte Allah’a olan odağın arttığı bu noktada murâkabeye ulaşır. Sûfîlerden Gazzâlî de murâkabenin hakikatini “murâkıbın düşünülerek tamamen O’nunla meşgul olunması” şeklinde ifade etmiş ve murâkabeyi mârifetin kalpte uyandırdığı bir hâl olarak değerlendirmiştir.
Bu kimse vardığı murâkabe hâlinin neticesinde Yüce Allah’tan saygıyla korkmaya başladığı bir konuma erişir. Dolayısıyla tasavvuf disiplini açısından sosyal erdemlerin kaynağı olarak görülen ve insanı bozgunculuktan, günahlardan ve manevî dikenlerden koruyucu yönüne vurgu yapılan takvâya erişir. Mutasavvıflar takvâyı iyiyi kötüden ayırma melekesi olarak ele almışlardır. Tevessül eden kimse de ulaştığı takvâ makamı sayesinde amellerinin iyisini kötüsünden ayırma ferâsetine kavuşur. Böylelikle bilincini bir üst seviyeye taşırken Allah’ı hoşnut edecek olan iyi amellerin merkezinde ihlas olduğunu, insanın Allah katındaki derecesini artıran şeyin ihlaslı ameller olduğunu idrak eder.
Sûfilere göre iç dünyasını takvâ ve ilim üzerine bina edenlerin çektiği zikirler ve yaptığı ameller saflaşarak sırf Allah’a yönelik olur. Dolayısıyla mârifet sahibi olarak takvâya ulaşan kimse ihlâs kavramını da idrak etmiş olur. Tüm bu hakikatlere erişen sûfî amellerinin merkezine ihlâs kavramını yerleştirme noktasında bütün gayretini ortaya koyar.
Ebû Said el-Hudri’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Her kim namaz kılmak için evinden çıkar ve “Allah’ım! Senden isteyenlerin senin katındaki hakkı için senden istiyorum. Şu yürüyüşümün hakkı için senden istiyorum. Zira ben ne kibirlenmek ne de kendini beğenmek için ve ne gösteriş ne de (başkalarına) duyurmak için çıktım. Ben yalnız senin gazabından sakınmak ve senin rızanı aramak için çıktım. Ben senden beni ateşten korumanı ve günahlarımı bağışlamanı istiyorum. Çünkü günahları bağışlayacak olan ancak sensin!” derse, Allah o kimseye rızasıyla yönelir ve ona yetmiş bin melek istiğfar eder” (İbn-i Mâce, Mesâcid, 14)
Burada Hz. Peygamber’in (s.a.s.) müminlere tevessülü içeren bir dua formunu tavsiye ederken “Sen’den isteyenlerin Sen’in katındaki hakkı için Sen’den istiyorum” ifadesini kullandıktan hemen sonra amellerinin niyetini ortaya koyduğunu görüyoruz. Diğer bir ifadeyle, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) öncelikle dileğini söylemek yerine asıl maksadının Allah’ın (c.c.) rızası olduğunu vurgulamış ve inananlara da böyle yapmalarını tavsiye etmiştir. Bu durum da ihlas ile tevessül arasındaki doğal bağlantıyı göstermektedir.
Sûfînin samimiyet kavramını idrak etmesi onu tevbe makamına götürür. Çünkü Allah’ın (c.c.) amellerde değer verdiği hususun samimiyet olduğu bilincine eren bir kimse tevbesinde de samimiyete ulaşır. Her şeyde olduğu gibi tevbesinde de bu ilkeyi göz önüne alır ve bu şekilde onu kemâle erdirir. Kuşeyrî, tevbenin ilk hazırlığının kötü arkadaşları terk ederek iyi kimselerle birliktelik kurmaya çalışmak olduğunu ifade etmiştir. Ona göre tevbenin tamamlanabilmesi için insanın tevbeye olan isteğini artıracak, kararlılığını sürdürmesine destek olacak, Allah Teâlâ korkusunu ve ümidini canlı tutacak arkadaşlar edinmesi gerekir. Tevessül eden için vesîle kılınan kişinin rol model olduğundan bahsetmiştik. Rol model almayı iyi kimselerle birliktelik olarak değerlendirdiğimizde tevessülün tevbeyi destekleyerek insanın manevî olgunlaşmasını destekleyen yönü bir kez daha ortaya çıkmış olur.
Ayrıca tevbenin günahkârlık ve suçluluk duygusunun olumsuz etkilerine karşı tedavi ve terapi edici bir etkisi vardır. Zira günahkârlık duygusu içinde olan insan günahlarının affedilemeyecek kadar kötü olduğuna hükmederse kendisini süreğen bir suçlamaya maruz bırakarak hem İslam’ın öngördüğü yaşam formundan uzak, umutsuz ve depresif bir yaşantı sürmeye başlar. Buna karşılık tevbe, insanın yenilenerek olumlu psikolojik karakter özelliklerine sahip olmasına ve yaşamla uyumu yakalamasına katkı sağlar.
Kavramlarla parçalara ayrılmış görünen bu konu, aslında insanda temelde neyi hedeflemektedir? Amaçlarına ulaşmak anlamında bu konuları görünür kılan, bireysel ve toplumsal şey nedir? Nerede ve nasıl bir eminlik ve güven duygusu oluşabilir? Doğru yolda olduğumuzu nasıl anlayacağız?
Yaşadığımız bu evrende birçok şeyin birbiriyle bağlantısı var. Gerçekleşen bir olay başka olayları ve durumları etkiliyor, tetikliyor. Hayatlarımızı borçlu olduğumuz bu bağlantılara denge diyoruz. İşte tasavvufî düşünceyi de her şeyin hayatî bağlarla ilintili olduğu bir evrene benzetebiliriz. Onun her bir kavramı tıpkı evrendeki olaylar gibi birbirini doğurur ve destekler. Bu dengeye de tasavvufî ifadeyle istikamet diyoruz. Bir tasavvuf yolcusunu istikamet üzere kılarak kemal insana ulaştıracak olan, kavramların birbiriyle oluşturduğu bu ahenktir. İşte tevessül de insanın anlam arayışını destekleyen bu ahengin bir unsurudur.
Söz konusu anlam arayışı olunca “bilinç ve farkındalık ”tan da bahsetmek gerekir. Tasavvuf düşüncesinin insanın iç dünyasına hitap ediyor olması onun bilinç düzeyinde değil de daha çok duygu düzeyinde yaşandığı şeklinde bir yanılsamaya neden olabiliyor. Fakat tasavvufî düşüncede insanın en temel ögesi olma niteliğini taşıyan kalp, akleden belli bir şuur ve bilinç halinden asla ayrılmayan bir uzuv olarak kabul edilir.
Tevessül kavramının tasavvufî kavramlarla ilişkisini bu açıdan ele alırsak, temelinde bilinç ve farkındalık halinin yattığını açıkça görebiliriz. Özetle, büyük bir farkındalıkla benliğinin derinliklerini keşfeden sûfî, onu bir başkasıyla mukayese ederek sahip olduğu konumun bilincine erer. Bu noktada tevâzu erdemi doğar. Kendi benliğini her yönüyle idrak eden bu sûfî Allah’ın nasıl bir varlık olduğu üzerine daha çok düşünür hale gelir. Böylelikle mutasavvıfların da bilinçli ve kontrollü bir hayat sürmek olarak tanımladıkları murâkabeye erişir. Murâkabenin verdiği şuurla Allah’tan saygı ile korkmaya başlar. Takvânın verdiği ferâsetle amellerdeki ihlasın önemini kavrar. Ulaştığı her bir kavramla bilincini bir üst seviyeye taşıyan bu kimse samimiyeti idrak etmesiyle işlediği tüm günahlardan bilinçli bir pişmanlık duyar, büyük bir uyanış yaşar ve aynı samimiyetle tevbe kapısına yönelir.
Tasavvuf yolunun yolcusu böylelikle hayatî öneme sahip olan dengeye kavuşmuş olur. Bu dengeyi insanın kalbinde uyanan bir iç huzur yani sekînet olarak tarif edebiliriz. Başka bir deyişle, Allah ile iletişiminde tevessülü tercih eden bir kimse Allah’tan aldığı kudretle birlikte tüm bu kavramların oluşturduğu uyumlu yapının etkisiyle korkuyu hissettiği durumlarda kalbinin yatışacağı güven duygusuna erişir. Bu eminlik duygusu ise manevî olgunlaşma yolculuğunda onu ayakta tutacak olan kudreti verir. İşte çalışmamızın temel amacı tevessülün insanın ruhî dünyasına ve dolayısıyla yaşamına olan bu etkileri ortaya koymaktır.
Bu noktaya varmış olmak ve bu duyguları hissetmek doğru yolda olduğumuzun bir kanıtıdır. Kur’ân-ı Kerîm ve Hadis merkezli bir yaşamı ideal hayat olarak gören tasavvuf yolcusu, ulaştığı bu noktada İslam’ın hedeflediği duygu dünyasını ve yaşam tarzını yakalamış olur. Hiçbir ilkesiyle İslam’ın ilkelerine ters düşmeyen tasavvufî düşünce, tevessülü bir başkasının amelleri üzerinden çabasız bir fayda sağlamak olarak değil, manevî olgunlaşmayı destekleyecek bir unsur olarak ele alır.